Örnek Avcı Ali Şahin
Bu yazıyı kaleme almayı çok uzunca bir zamandan beri hayal ediyordum.
Bu düşüncemi Ali Bey'e farklı zamanlarda ima yolu ile de aktardım.
Anladı ve uzak durdu!
Israrcı oldum, direndim.
Kendisini yakinen tanıdığım için beni kırmayacağını da biliyordum. Nitekim öyle de oldu.
İki yıla yakın bir zamandan bu yana zaman zaman kendisinden rica ettiğim özgeçmişini öykü tadında bana gönderdi. Huzurlarınızda kendisine peşinen teşekkür etmek isterim.
Önce bu hayat öyküsünü okuyalım, daha sonra benim de söylemek istediğim bir kaç şey olacak.
ÖZ GEÇMİŞİM
20/03/1961 tarihinde Adana’nın Kozan İlçesi’nde doğdum. İlkokulu Sayca Köyü İlkokulu’nda, ortaokulu Adana Yavuzlar Ortaokulu’nda, liseyi Mersin Öğretmen Lisesi’nde ve yüksekokulu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudum. 13/05/1983 tarihinde Maliye Bakanlığı’nda denetim elemanı olarak çalışmaya başladım. Bu işimden 2010 yılı Ocak ayında emekli oldum. 2010 yılı Şubat ayından bu yana Yeminli Mali Müşavir olarak serbest meslek işi yapmaktayım.
İlkokul yıllarımda kendi tarlamızdaki işleri bitirdikten sonra diğer çiftçilerin tarlalarında tarla otu kazma, pamuk toplama, traktör bekçiliği, pamuk ve biber sulama işlerinde çalıştım. Traktör bekçiliği sırasında bir gün su pompasını çevirmekte olan şaftın üstündeki kurumuş çamurları temizlemek için traktörün koltuk minderini şaftın üzerine bastırayım demiştim. Şaft minderle birlikte şalvarımın peyiğini de kapıp kendi etrafında sarmaya başlamıştı. Şalvarın pek eski olması nedeniyle hemen yırtılması sonucu ben de yırttım. Ancak minderin bezi daha sağlam olacak ki uzun süre şafta yapışık olarak döndü, sonra o da parçalandı. Minderin içindeki pamukların tamamına yakını etrafa savruldu, küçük parçacıklar rüzgarla uçtu gitti. Minder pamuklarının parça parça havaya savrulmasını seyrederken korkudan ayakta duramadığımı hatırlıyorum. Pamuk parçacıkları gibi ben de savrulabilirdim. Etrafa savrulan pamukları toplamaya niyetlendim, ancak çok küçük parçacıklara ayrılmış olduğu için ancak dörtte birini toplayabildim. O günün akşamı eve dönüş zamanı traktör sahibi gelip de minderi sorduğunda minderin şafta takıldığını söyledim. Tabi minder kendi kendine takılmamıştı. Minderin ve etraftaki pamuk parçacıklarının halini görünce olayın vahametini anlayan traktör sahibi bana kızmamıştı. Hatta durup durup gülüyordu. Ben henüz olayın şokunu atlatamamıştım, kızsa da, dövse de, gülse de benim için anlam ifade etmiyordu. Nasıl kızsın? Traktörde bir zarar yok, su pompasında bir zarar yok, ben de sapasağlam ayaktayım. Kirli bir minderin sözü mü olurdu. Lakin küçük bir sorun olduğunu eve gelince anladım. Annem heyecanla ön tarafıma bakarak, “ne bu oğlum, ne oldu şalvarına ?” deyince, eğilip bir baktım; benim şalvarın orta kısmından kocaman parça kopmuş, çok büyük bir delik açılmış.
Ben asıl büyük korkuyu o zaman yaşadım.
Sakın şalvarın peyiğiyle beraber benden de bir parça kopmuş olmasın? Hemen eğilip baktım, elimle de yokladım. Çok şükür meydandalardı. Traktör sahibinin açıkta bir şey görmüş gibi gülmesinin nedenini şimdi anlamıştım. O yaşlarda henüz şalvarın içine içdonu giymiyordum. Annem şalvar yüzünden bağırsa da dövse de hiç umurumda değildi. Unutamadığım bu olayın sonraki yaşamımda her konuda aşırıya kaçan bir dikkat göstermeme neden olduğunu söyleyebilirim. Bu aşırı dikkatin zararından çok faydasını gördüm. İşler belki biraz geç oluyordu ama hatası daha az oluyordu. Çalışan bir makinenin temizliğinin makine çalışırken yapılmaması gerektiğini tecrübeyle öğrenmiş oldum.
Ortaokul yıllarımda bazı yaz tatillerinde Adana’da ahşap sandık imalathanesinde çalıştım. Saatimiz olmadığı için ve patrona da saati soramadığımız için, benim gibi çocuk iş arkadaşlarımla beraber patronun görmediği bir yere sadece öğle paydosu vaktini gösteren bir güneş saati yapmıştık. Lise öğrenimim yıllarında bazı yaz tatillerinde Adana, Mersin ve Tarsus şehirleri kırsalında kurulan tavuk çiftliklerinin inşaatında inşaat işçisi olarak çalıştım. Yüksek öğrenim gördüğüm yıllarda ise Ankara’da bir süre inşaat işinde çalıştım.
İlkokul sonuna kadar köyde yaşadığım için, ender oyuncaklarımdan biri de sapan idi. Sapanla bilinçsizce kuş avlayarak avcılığa başladım.
Koyun ve inek otlatırken sapanla serçe, sığırcık, ibibik, sırtıızıl (sırtıkızıl), tibili (tepeli toygar), göde göpsü (kızılgerdan), kuyruk sallayan, ala menge, cuppal (ardıç kuşu), pamuk kuşu, tarla kuşu gibi kuşları avladığımı hatırlıyorum.
O yıllarda evimizde av tüfeği yoktu. Hatta ilk bıldırcınımı da sapanla vurmuştum. Yine o yıllarda bir gün komşunun oğlu evlerinden bir dolma tüfek getirdi.
- "Karşıki tarlaların içindeki ağaçlara sığırcık gelmiş, hadi avlayalım" dedi.
Tüfeği ağzından doldurduk, eğilerek sığırcıkların bulunduğu ağaca doğru yürüdük. Daha fazla yaklaşıp da kuşları kaçırmayalım diye durup tüfek atmaya karar verdik.
İlk atışı arkadaşım yaptı;
- Taaakkk…
Tek bir kuş düşmedi. Uçup gitmediler de. Hepsi de ağacın başında öylece duruyordu!
Saçma ulaşmadığı gibi tüfeğin sesi de ulaşmamış olacak ki kuşlardan hiç biri uçmadı bile.
Kuşlardan biraz (!) uzak olduğumuzu anlayarak, bir miktar daha yaklaşıp, tüfeği aceleyle yeniden doldurduk. Biraz daha yaklaştığımız için on kadar kuş olduğunu saydık. Saçma çok kıt bulunduğu için israf olmasın diye on saçma tanesi koyup bezle sıkıladık. Bu defa ben atış yapacaktım. Kuşlar ağacın üst dalında neredeyse topluca duruyorlardı.
Hepsini vuracağım diye heyecanım doruk noktasına ulaşmıştı.
Uçmadıkları için de çok iyi nişan aldım ve tetiğe bastım;
-Taaakkk…
Bu defa başarmıştık, Ağaçta tek bvir kuş kalmamış hepsi uçup gitmişti.
Sonunda tüfeğimizin sesinin kuşlar tarafından duyulabileceği mesafeye yaklaşmışız anlaşılan. Böylece mesafe kavramını ve kuş başına birer saçma yerine yedek saçmalar da koymamız gerektiğini tecrübeyle öğrenmiş olduk.
Büyüklerimizden avcılığın mevsimi, kuralları vs. konusunda hiçbir bilgi almamıştık. Ne kural vardı, ne avlanma mevsimi, ne de limit!
O günlerden bu yana yaklaşık olarak l37 yıl geçmiş, birçok köyde olduğu gibi benim köyümde de halâ bilinçli avcılığa geçilmediğini görmekteyim. Bu konuda kırsal kesimde insanlar halâ bilinçsiz. Ancak av ve yaban hayatı konusunda daha ilkokulda konulacak bir dersle çevre, avcılık ve doğal yaşam konusunda modern ülkelerin sistemi gibi bir sisteme alt yapı oluşturabileceğimizi düşünüyorum.
Doğayı düzeltmeye başlamadan önce insanı düzeltebilirsek, arkasından doğanın düzeltilmesi daha kolay olacak gibi görünüyor.
Liseye başladığım yılda babamdan şehre buğday satmaya giderken bir saz (bağlama) almasını istemiştim. Akşam dört gözle bağlama gelmesini beklerken babamın elinde bir tek kırma av tüfeğiyle geldiğini görünce epey doğrusu üzülmüştüm.
Babam da “Oğlum, sazı daha sonra da alırız, güvenlik için evde bir tüfek bulunsun, evin etrafında yılan çok oluyor, yılan vururuz, hem de kuş avlarsın” diye beni teselli etmişti.
Hakikaten bir kız ve iki erkek kardeşim de dahil evde ve tarlada başta zehirsiz olan karayılan ve köryılanlar olmak üzere epey yılan avladık!
Bu tüfekle kınalıkeklik, üveyik, turaç ve tavşan avına da başlamış oldum. İlk kınalıyı yerde vurmuştum. Tüfeği omzuma dayamadan öyle ileri uzatmışım ki, tetiğe dokunur dokunmaz dipçik küt diye burnuma çarpmış, keklikten akan kandan daha fazla benim burnumdan kan akmıştı. Daha önceden ineğin, atın tepmesini tecrübe etmiştik. Burada da tüfeğin tepmesini tecrübeyle öğrenmiş oldum. Bağlamayı da kırk yaşımdan sonra kendim satın aldım.
1998 yılında Avcı Eğitimi ve Yaban Hayvanı Üretme Vakfı ile Orman Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği ilk avcılık kursunu bitirdim. Bu kursta konusuna son derece hakim olan kurs hocalarımdan edindiğim bilgilerle avcılık ve doğaya bakışım değişti.
O zamana kadar bu konuda, “tüket, tüket, tüket” şeklinde olan bilgilerim, hocalarımın verdiği bilgiler sayesinde “eğit, üret, paylaş” tarzına dönüştü. Her av sezonu açıldığında MAK kitapçığından yetecek kadar edinerek önemli gördüğüm yerlerin altını kırmızı kalemle çizdikten sonra köyümün muhtarına ve avcılara birer tane göndermeye başladım.
Son on yıldır da çantamda taşıdığım minik bir kürekle av sahalarında uygun yerlere kuşburnu, ahlat, alıç, yaban eriği, karaçalı gibi bitkilerin tohumunu ekmeye çalışıyorum.
Ankara’dan edindiğim birkaç ağaç tohumunu Van-Hakkari karayolu üzerinde bir dinlenme tesisi sahibine vererek uygun bir yere ekmesini istediğimi de hatırlıyorum. Ülkemizdeki avlakların birçoğunda hayvanlar için yiyecek ve içecek problemi olmadığı halde, yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunacak, kuluçka zamanını güvenle geçirecek bitki örtüsü problemi olduğunu her avcının gözlemlediğini sanıyorum. Avlaklara bitki tohumu ekilirken tohumlarının kuşlar tarafından yem olarak kullanılabildiği türlerin ekilmesinin birden çok amaca hizmet edeceğini düşünmekteyim. Örneğin şehirlerde bahçe kenarlarına süs olarak dikilen mazı tohumlarının zemin karla kaplı iken başka yiyecek bulamayan serçeler tarafından yendiğini gözlemledim. Aynı ağaç tohumunu ben de yedim, Yağlı bir tohumu vardı. Hem Akdeniz bölgesinde yetişen hem de Elmadağ, Güdül ve Beypazarı ilçelerinde yetiştiğini gördüğüm karaçalının birim alanda olan çok sayıda çiçeği nedeniyle arıcılık için çok faydalı olacağını düşünüyorum. Güdül’de bir arkadaşımın, yakınında çok miktarda karaçalı bulunan bahçesine bıraktığımız arılardan kaliteli bal elde etiğimizi söyleyebilirim. Bunlar birçok avcının da gözlemi olduğu gibi benim de şahsi gözlemlerimdir. Ağaçlandırma ve yaban hayvanı üretiminin ilgili bakanlık ve üniversite işbirliği ile bilimsel yollarla yapılması gerektiği hususu yıllardır dile getirilmektedir. Bu konuda gelişmiş ülke deneyimlerinden faydalanılabileceği gibi ülkemizin tecrübeli avcılarının bilgi ve tecrübelerinde de faydalanılması gerektiği izahtan varestedir.
Ülkemizde diğer birçok konuda olduğu gibi avcılık konusunda da “üretim” sorunu çözülmeden “paylaşım” sorunu çözülmeye çalışılıyor.
Bu konuda “eğit, üret, paylaş” sıralaması doğrultusunda bir sistem kurulursa, avcılığın sürdürülebilir olması sağlanacak, aksi takdirde “hazıra dağ dayanmaz” sözünde ifade edildiği üzere, anavatanı Anadolu olduğu söylenen alageyiğe, kınalıkekliğe bu günkü nesiller olarak bizler hasret kalacağız,
Torunlarımız ise bu hayvanları ancak Çorum Müzesi’nde bulunan bilmem kaç bin yıllık çömlekler üzerindeki resimlerinden görebileceklerdir.
Diğer konularda olduğu gibi bu konudaki çözüme de ilk önce eğitimden başlanması gerektiği ortadadır. Deneme yanılmayla tecrübe edilecek zaman kalmamıştır.
Başkalarının tecrübe ve deneyimlerinden yararlanmaya ise eğitim denilmektedir.
Avcılar biribirlerini selamlarken "Rasgele" dediklerini biliyoruz da... Sanki bir şeyi unutuyoruz.
Var olursa rastgelir. Öyle değil mi!
02/04/2015 Bursa
Ali Şahin / Avcı Adayı
Tüm yüreğim ile içtenlikle ifade etmek isterim ki öz geçmiş öyküsü bana geldiği günden bu yana kıvaranıp duruyorum!
-!...
Ne yazmam gerektiğini biliyorum da... Nasıl yazacağıma karar veremedim.
Sorun bu.
Beni bir nebze de olsa tanıyanlar bilir. Çok az sayıda insana iltifat etmişimdir. Çünkü bunu hak edenlerin sayısı özelikle av camiası içinde son derece sınırlı sayıdadır.
(Kendilerini yakinen tanımadığım için bu tür övgüleri hak edenlerden peşinen özür dilerim)
Lafı uzatmadan söylemek isterim. Bu ülkede etik değerlere bağlı "Mükemmel avcı kimdir?" sorusuna bir yanıt aranıyorsa. Bunun bir tek cevabı vardır.
Sn. Ali Şahin.
O her zaman -bana göre- birinci sırada yer alır.
Onun meziyetleri avcılıkla sınırlı sıradan şeyler değildir. Çok daha ötesinden bahsediyorum.
Mesela:
Onun bir numaralı handikabı tevazusudur. Bunu böyle bilelim.
Adını sorsanız av camiası içinde çok sınırlı sayıda bilen çıkar.
Ama gerçek bu değildir..
Onun bugünlere erişmemizi sağlayan yoğun emeğini hiç kimse göz ardı edemez.
Avcıların eğitimi için sarf edilen çabaların içinde büyük emeği vardır.
Örneğin:
Kılı kırk yaran bir editördür.
Tuncay Özdemir - Ali Şahin
Sürdürülebilir Avcılık İçin Temel Eğitim Kitabı için düzeltme çalışmaları (2005- ankara)
"Sürdürülebilir Avcılık İçin Temel Eğitim Kitabı" onun titizliği sayesinde mükemmelliğe ulaşmıştır.
Şeytanın aklına gelmeyen sorgulamayı Ali Bey yapar.
Doğruyu giden yolun köşe taşı Sn. Ali Şahin'dir.
Ali Bey ile aynı ortamı paylaşırsanız onun sakin, hoşgörülü tavırları sizi de etkiler Eşsiz dinginliği paylaşırsınız. Ruhsal bağlamda rehabilete olursunuz.
Lügatinde "hayır" kelimesi yoktur.
Olumsuzluklar karşısında yüzlerce seçenek yaratması an meselesidir. Sorun değil çözüm odaklıdır.
Sizi düşünmeye sevk ederken, doğruyu bulmanız yönünde eşsiz bir yaklaşım sergiler.
Tevazu sahibidir. Onu hiç bir yerde ön plânda göremezsiniz.
Çünkü önderlerin önderidir.
İyi bir alile babası, mesleğinde başarılı, örnek bir Cumhuriyet vatandaşıdır.
Ali Şahin
Ali Bey, şairdir...
İç dünyası onun gerçek yüzüdür.
Sevebilmek
Sen bir derya olsan bir kutuptan bir kutuba
Ben de bir kayıkçı olmak isterdim
Seni boydan boya geçmek
Sende boğulup sende ölmek isterdim
Ne güzel değil mi seninle çepeçevre olmak
Seni içerek ölmek sende boğulmak
Yaşarken de ölürken de seninle olmak...
Devamı için: Bkz:
Ali Bey toplumsal olaylara karşı çok hassastır.
Somut bir örnek vermek isterim.
Tarih: 13 Mayıs 2014.
Soma'da büyük bir maden kazası yaşanmıştır.
Ülkeyi bir baştan bir başa hüzne boğan kazanın üzerinden henüz 3 gün geçmiştir ki...
Ali Bey yüreğindeki acıyı beyaz kağıda döker...
Onun kalemi enpati gücünün ne denli büyük olduğunu göstermektedir.
Yürek Elmas Kömür Kara
Eli kara, yüzü kara,
Ekmek arar taş içinde.
Gözü kara, bahtı kara,
Ekmek arar taş içinde.
Gece kara, gündüz kara,
Kazma kara, kürek kara,
Yürek beyaz, ciğer kara,
Ekmek arar taş içinde.
Önü kara, ardı kara,
Sağı kara, solu kara,
Altı kara, üstü kara,
Ekmek arar taş içinde.
Baret kara, gömlek kara,
Parmak kara, tırnak kara,
Yürek elmas, kömür kara,
Ekmek arar taş içinde.
Kaşı kara, saçı kara,
Nefes kara, geniz kara,
Tükrük kara, sümük kara,
Ekmek arar taş içinde.
Işık kara, gölge kara,
Uyku kara, rüya kara,
Derdi kara, derman kara,
Ekmek arar taş içinde.
Evi kara, barkı kara,
Yolu kara, yönü kara,
Ayak kara, çizme kara,
Ekmek arar taş içinde.
Yazı kara, kışı kara,
Yaşam kara, ölüm kara,
Evi kara, mezar kara,
Ekmek arar taş içinde.
Ali söyler, kara kara,
Acı harcı, kara kara,
Kazma vurup, kara kara,
Ekmek arar taş içinde.
16/05/2014
Dikmen/Ankara,
Fotoğraf: Ergün Karadağ
Ali Bey'i sizlere anlatma gayret sarf ederken büyük bir olasılıkla gözden kaçırdığım meziyetleri olabilir.
Bunu onun değil, benim eksikliğim olarak kabul buyrun.
Özde Ali Şahin mükemmel bir örnek insan, örnek alınacak bir avcıdır.
Ki o halâ kendisini aday (!) olarak görüyor...
Ali Şahin
100 yıl sonra yaşayacak avcı kardeşlerim.
Bu dönemi "avcılık" bağlamında masaya yatırdığınızda "yalanın prim yaptığı" "ayakların baş, başların ayak olduğu bir devir" olarak adlandırabilirsiniz.
Bu iddiaya mesned teşkil edecek onlarca belge dilerim ki sizlere intikal etmiş olsun.
2015 yılı itibarı ile yabanhayatının doğruları: gece karanlığının içinde kalan "sap ile saman" misali ayırd edilemiyor.
Unutulan çok daha önemli bir şey var...
Marifet her devrin adamı olmak değil,
her devirde adam olabilmektir...
Bu bağlamda Sn.Ali Şahin model bir birey, örnek bir avcıdır.
Kendisini huzurunuzda bir kere daha sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
16 Nisan 2015 / ANKARA
.