Ren Nehri Gezisi


06.00 Ankara 08.20 İstanbul’dan Amsterdam’a uçuş. 3 saat 10 dakikalık bir yolculuk sonrası varış. Saat farkı nedeniyle 10.00 da Schipol havaalanından üç otobüsle şehre ulaşma. Gemi bizi 15.00 den sonra kabul edeceğinden bagajları gemiye bırakıp salonunda toplanma, yöneticilerin bilgilendirmesi sonrası snack tarzı bir şeyler yedikten sonra Ren Nehrinde bir şehir turu, otobüsle panoramik bir oryantasyon dan sonra şehir merkezine yakın bir peynir çiftliği ve clogs denilen tahta ayakkabıların yapımına ilişkin bir atölyenin gezilmesi ve yine  buraya yakın bir kanal kıyısında yer alan ve bugün konut olarak kullanılan restore edilmiş yel değirmeninin dışarıdan görülmesi, buranın ve çok yakınındaki  Rembrandt heykelinin fotoğraflanmasından sonra limana dönüş.

 

 

Epeyce yorulup dinlenme imkanı bulamadan akşam yemeği sonrası yürüyerek şehir merkezine indik. Ben, Neşe, Ruhi. Rıhtım, santral istasyona çok yakın ve burası şehir merkezine 10-15 dakikalık yürüme uzaklığında. Ancak şehri bilmediğimiz ve haritaları da yeterince incelemediğimiz için sora soruştura ana caddeleri, Dam meydanını vb. bulduk. Epeyce bir aranarak Rembrant meydanına ulaştık. Burada bir Rembrant heykeli ve onun kaidesinin önünde meşhur gece bekçisi resminin heykel kompozisyonu yapılmış. Çevre cafe, barlarla çok güzel, şenlikli resimledik. Biraz dinlendikten sonra Red-Light District denilen sokakları keşfe çıktık. Bu bölge çok ilginç, sokağa açılan hücre gibi odacıkların camları arkasında çıplağa yakın hayat kadınları, çeşitli provoke edici hareket ve danslarla müşterilerini etkilemeye ve içeriye çekmeye çalışıyor. Bu ilginç sokakları kadın, erkek büyük bir kalabalık ilgi ile geziyordu. Geriye dönüp yattık.

 

2.Gün (28.06.2014)

Kahvaltıdan sonra öğle yemek paketini alarak yola düştük. Amsterdam’ın kuzeyi Zaanse bölgesine giderek ünlü yel değirmenlerini  (5-6 tane) gördük. Geçmişte enerji elde etmek ve alçak bölgeleri basan suyu pompalamak için kullanılan bu değirmenler şimdi turistik. Güzel, yeşil, bakımlı, çiçeklerle bezeli bu bölgeyi gördükten sonra eskiden bir balıkçı adası olan Marken köyüne yöneldik. Şimdilerde karaya bağlanarak bir yarımada olmuş. Yine küçük ama bakımlı bahçeler içinde mütevazi evler, küçük bir koy etrafında kafeler, hediyelik eşya dükkanları var. Bir bira içerek dinlenip çevreyi fotoğrafladıktan sonra Volendam isimli kasabaya rotamızı çevirdik. Burası, oldukça  büyük bir yerleşim.

Denizin yükselmesine önlem olarak oluşturulan setin üzerinde sıralı güzel, göle bakan evler ve turistik eşya satan dükkanlar, restoran ve kafeler sıralanmış. Birisinde balık, bira şeklinde öğle yemeği yiyerek ufak hediyelikler aldık. Önünde yaşlı bireylerin bakıcıları ile oturduğu bir huzur evini ve tüm kapıların farklı olduğu evleri gördük. Bizi limanda bekleyen gemiye bindik. Geceyi Schloss hoven’de geçirdik. Yarın bu limandan yine otobüsle Brugge- Gent gezisi yapacağız. Hava biraz soğuk ama gezi için yeterli, yağmur yok. Gecelediğimiz Schloss haven kale içerisinde güzel bakımlı bir küçük kent, kısa bir tur yaptık ve güzel bulduk.

3.Gün: (26.06.2014 )

Gemi akşam saatlerinde demir aldı. Gece boyunca yol aldı ve sabah Anvers’de rıhtıma bağlanmış olarak uyandık. Kahvaltıdan sonra yemek çıkınlarımızı alarak 09.00 civarında iki otobüsle yola çıktık. Bu gezilere 30 kadar kişi gemide kalarak katılmıyor. Bu  bir tercih. Liman şehre yakın ve şehirde görülebilecek ilginç yerler varsa bu da bir seçenek. Bugün Pazar, programda olan Brüksel’e gitme planından vazgeçildi, sonra görülecek. Otobüsle daha uzak ama aynı yol üzerinde bulunan Brugg’e önce gidiyoruz dönüş yolunda Gent’e uğrayacağız. Brugge –Gent –Anvers Flaman ülkesini oluşturuyor.

 

Bu üç kentten birisi, tarihinde daha öne çıkmış ama her üçü de binlerce yıllık kentler. Brugge hiç yıkılmamış, Gent ise savaş sırasında çok tahribat görmüş ve tekrar yapılmış. Sn. John hastane ve manastırını yakınındaki bir kanalın çevresinden yürüyerek, kilise, belediye, çan kulesinin bulunduğu şehir meydanını gezdik. Birinden diğerine geçilebilen, büyük meydanları, çevresinde çok sayıda restoran ve kafeleri bulunan ana meydana bakan bir yerde biraz soluklanıp, fotoğraf çekme, dantelcileri gezme, Goblenlere bakma, vaffle tatma ( hiç güzel değildi ) gibi işlerden sonra otobüslere döndük. Bu kentte bir diğer önemli iş de çikolataları sergileyen çok sayıdaki dükkanları seyretmek. Ünlü Belçika çikolatalarının bir çok türünü görmek, tatmak mümkün. Belçika’da binden fazla bira markası olduğu söyleniyor. Bir birahane bir çok marka birayı camekanlar da sergiliyor ve bunlar görülebiliyor.

30 kadar yolcu alan kanal gezi teknelerine doluşarak bir Kanal gezisi yapıp, bir de o açıdan bazı yerleri, tarihi köprüleri gördük. Fidel’le tanıştık. Kanal’a bakan bir evin 2. Kat penceresine konulan bir yastığa başını koyup gelen geçen tekneleri ve insanları kayıtsızca seyreden güzel köpek bu şehrin maskotu olmuş. Dönüş yolunda Brugge’den 40 km.uzakta ve Anvers’e yaklaşık 30 km. mesafede bulunan Gent’e ulaştık. Gent 14.yüzyılda Paris’ten daha büyük ve kalabalık bir kent imiş. Şehir 1547 de bir kanalla kuzey denizine bağlanınca ticari hayat çok canlanmış. Ancak 2.Dünya savaşında tahrip olup yeniden yapılmış.

 

Otobüsten indikten sonra yürüyerek şehir meydanını, kontun kalesini ( gerçekten bozulmamış, muhkem küçük, sağlam bir taş yapı ) kasaplar çarşısını (içerisinde tavandan sallandırılmış mumlanmış hayvan butları altında yemek yenilip, kahve içilen mekanlar) yüzeyi Neptun heykeli ile süslenmiş balıkçılar çarşısını ve muhteşem Bave katedralini gezdik. Mermer ahşap sanatının inceliklerini taşıyan minber, Rubens’in dini motifli tabloları, harika vitrayları, tavan yüksekliği ile güzel bir Gotik yapı. İçerisindeki Van Dyck’a ait 12 tablo ayrı bir salonda 8 Avroya gezilebiliyor, geç gittiğimiz için kapanmıştı. Ancak replikalarını gördük. 13. resmin nerede olduğu bilinmiyor. En çok bilenini Holy Lamb – kutsal kuzu. İsa’yı başında taç, güneş taşıyan bir kuzu ve etrafında secde eden melekler şeklinde tasvir eden resim. Katedralin batısında 52 çanı olan yüksek saat kulesi de aynı meydanda yer alıyor.

 

Biz şehri yaya dolaşırken Ruhi ve Münife faytona binmiş yanımızdan geçiyordu, son kısmını onların faytonunda tamamladık ve akşam yemeğine Anvers de limana bağlı tekneye döndük. Yemekten sonra Anvers’e yapılacak yürüyüş için takat bulamadığımız dan gemide kaldık. Müzik dinledik, müzik yarışmasında 15 şarkı piyanoda seslendirilerek, bunlara ilişkin soruların cevabı istendi. 11/15’i doğru cevaplayarak ödül olan bir şişe kırmızı Alman (Rhein) şarabını kazandık. Sohbet eşliğinde afiyetle tükettik. Yürüyüş ekibi 11.00 civarında gemiye döndü. Biz de 11.30 civarında yattık. Gemi 12.00 de hareketten biraz sonra seviye havuzuna girdi. Sabah uyandığımızda güzel bir tabiatın içerisinde süzülerek yola devam ediyor, öğleden sonra Njmegen’e varacağız.

4.Gün: 30.06.2014

Njmegen 165.000 nüfuslu, Hollanda’nın 2000 yıllık eski ve onuncu en büyük kenti. 2. Dünya savaşında ABD- Alman kuvvetlerinin köprünün iki tarafında karşılaşıp çarpıştıkları yer. Her iki ordu tarafından bombalanarak tamamen tahrip olmuş ve sonra yeniden yapılmış. Waal nehri kıyısında, 15 000 öğrencisi

Olan bir üniversitenin verdiği canlılıkla hareket kazanıyor, ne kadar oluyorsa. Pazartesi günü şehir meydanında kurulan pazarı ve şehir meydanını gördük. Katedral kapalı olduğundan içini göremedik. Roma dönemi saray kalıntısı ( fazla bir şey yok) nın bulunduğu tepe üstünden fotoğraflar çektik. Bazı Türk esnaf dükkanlarına rastladık. Fazlaca ilginç yanı olmayan yeni yapılandırılmış orta halli bir Alman kenti.

 

 

5.Gün: Düsseldorf-Köln

Düsseldorf fuar- moda kenti olarak biliniyor. Otobüslerle opera meydanına indik. Buradan yürüyerek nehir kenarındaki meydanı ve buraya yakın cafe-pubların bulundukları sokakları, büyük alışveriş caddesi konigsalle denilen caddeyi dolaştık. Almanya’nın finale yükselmesi nedeniyle tüm pub’lar kamyonlarla gelen fıçı biraları indiriyor, stokluyordu

 

 

Pek çok yer henüz açılıyordu. Öğle saatlerinde bizi Köln’e götürecek otobüslere bindik. Düsseldorfun en merkezi yerini bir süre dolaştık, fazlaca bir şey anlamadan piknik kutularındaki yiyecekleri tüketerek 50 km. uzaktaki Köln’e vasıl olduk. Köln; Kalabalık, hareketli  bir şehir. Otobüsten büyük katedrale çok yakın Ziraat Bankası, Şeker bank şubelerinin de bulunduğu cadde de indik. Katedralin bulunduğu meydanı dükkanlar çevreliyor. Öğrenci, turist  kalabalığı. Katedrali gezdik 600 yılda tamamlanmış, muhteşem, büyük, sanatlı bir yapı.

 

 

 

Taşın özelliği nedeniyle yüzeyi kararmış. Yüksek kolonlar üzerine yapılandırılmış. Vitraylar (18.yy) çok güzel renklere sahip. Dinsel öyküler sergiliyor. Birçok Kardinal’in lahitleri var. İlk inşaat 1200 lerde başlamış, ekleme, süslemelerle 1800 lerin sonunda bugün ki halini almış. Türkçe bir broşür aldım. Dua, mum yakma ve benzeri vb. Sonra hemen arkasındaki eski şehri gezdik.

 

 

Fotoğraf çektik ve nehir kenarındaki bir pub da bira içerek dinlendik. Nehir kenarı gemilerin yanaştığı rıhtımlar ile dolu. Hemen arkası büyük bir yeşil alan, herkes serilmiş güneşleniyor, koşan, bisiklete binen kalabalıklar. Ludwig müzesi gezilmeli, ancak vakit yok. Rıhtımda Lindt çikolata müzesinin karşısına bağlanmış gemimize döndük. 4711 ? kolonia satan yerler. Bol Türk var, özellikle iki mahallesi Türklerle dolu, birisinde büyük bir Cami yapılıyor, neredeyse bitmek üzere. RTE de geldiğinde görmüş (!) Akşam saatlerinde ayrıldık. Köln etraflı bir şekilde gezilmeye değer gibi görünüyor.

 

6.Gün: Koblenz : 115 000 nüfuslu küçük bir kent. Yürüyüş turu, şehir meydanı, Belediye sarayı vb. görüldü. Bu şehir Ren- Mosel kavşağında ve bu ayrım yeri

Alman köşesi olarak isimlendiriliyor.1.Wilhelmin at üstünde heykeli büyük görkemli. Alman milliyetçilerinin önemli yerlerindenmiş. Rıhtım boyunca yürüdük güzel, nehre nazır oteller var.

 

7. Gün: 2 Temmuz Rüdesheim:

Gün boyunca Ren üzerinde güneşli bir günde ve güzel manzaraları izleyerek seyrettik. Koblenz’den, Rüdesheim’a kadar sahilin iki tarafındaki yükseklikler üzerinde 40 kadar şato, kale var. Bunlar prenslikler döneminde Ren üzerindeki ticaretten vergi, haraç almak üzere ve savunma amaçlı olarak inşa edilmiş.

Bugün bazıları boş, harap, çoğu Fransız güçleri tarafından yıkılmış ve sonra yapılmış. Bazıları otel, restoran olarak kullanılıyor, bazıları özel kişilere satılmış, ya da mirasçıları tarafından belediyelere terk edilmiş. Yamaçlar çoğu yerde asma bağları ile dolu, buralarda yoğun şekilde şarapçılık yapılıyor. Riesling başta Pino Noir vb. üzümlerle yapılan şaraplar makbul, şarap başlıca ticaret konusu. Rüdesheim küçük, şirin bir sayfiye kasabası. Oteller, kampingler, şarap mahzenleri  (Keller) hediyelik dükkanları , müzikli lokantaları ile eğlenceli bir yer. Kenti küçük treni ile dolaştık. Evler asma bahçeleri arasında, güzel ve bakımlı. Trenimiz bizi müzik aletleri müzesine bıraktı. Çok  ilginç bir müze.  Orta çağdan başlayarak mekanik yöntemle kolla çevrilerek, bir disk üzerine delikler açılarak vb. yöntemlerle müzik eserleri, piyano, org, gramofonda dinlenebilir hale getirilmiş.

Görevli bunları çalıştırarak anlatıyor, gösteriyor. Bundan sonra 3-4 kişilik bir orkestranın müzik yaptığı bir restorana oturduk. Yemekle bir şişe Reisling tüketerek, yürüyerek rıhtımdaki gemimize ulaştık. Biraz müzik sonrası yattık. Gece geldiğimiz yoldan dönüp Mosel’e girecek ve oradan Cochem’ yol alacağız.

3 Temmuz: Cochem

Ren nehrinin iki tarafında uzanan 6000 kişinin yaşadığı tipik bir yerleşim. Evler, otel, kampingler ve hemen bunların arkasından başlayarak yamaçlar boyunca uzanan asma üzüm bağları yer alıyor. Şehrin kalesi Schloss Reichsburg tüm görünüme hakim, uzaklardan bile muhteşem görünüyor.

Rehber eşliğinde kale gezildi. 40 odalı, kuleleri, mahzenleri ile görkemli. Fransızlar tarafından kısmen yıkılmış. Bir demir tüccarı alıp 75 yıl yazlık olarak kullanmış. İçerisi döşeli, biraz özenilerek, aristokrat aile şatosu havasında dekore edilmiş. Şehir kısaca gezildi. Grup gezisinden önce biz Neşe ile sokakları daha detaylı gezmiştik. Hep bilinen Belediye, kilise, Çan kulesi ve ortasında bir çeşme havuzun yer aldığı köy meydanı, çevresinde ev, pansiyon, dükkanlar. Şirin  bir belde. Şarap merkezi olduğundan her tarafta keller ler, restoran, publar yer alıyor. Bunlardan birisinde şarap tadımı, üç çeşit beyaz şarap tadıldı, bonus olarak verilen 2,5 Avroluk şarap bir şişe iyi şarapla değiştirilerek gemiye dönüldü. Yemek, müzik, yatış. Gezide Mosel’e dönüldükten sonra çevre daha güzel, yamaçlar bağ, evler tekdüze küçük oteller, kampingler, küçük gemi iskeleleri, sedenter bir yaşam. Spor yapan, yürüyen, bisiklete binen yaşlı, dinç insanlar.

 

4 Temmuz Bernkastel

Küçük bir  Ren kasabası daha. Burada da 6500 kişi yaşıyor. Ren üzerindeki köprünün bir tarafında Bernkastel , diğer tarafında Kues isimli yerleşimler yer alıyor. Bernkastel yapıları, çarşıları, pansiyon ve otelleri ile daha kalabalık, popüler gibi. buradaki otellerin çoğu termal, bu nedenle her mevsimde konuk ağırlıyor. Şarapçılık ve turizm en önemli gelir kaynağı, her tarafta Keller’ ler, restoranlar, şarap tadımı yapılacak yerler var.

Buraya ismini veren Dr.Bernkastel üzümden elde edilen özlerle çeşitli hastalıkları tedavi ediyormuş. Nitekim Kues tarafında çok büyük bir hastane var. Sanıyorum  kronik hastalıkların tedavisine ayrılan bu hastanenin ilk yapım yılı 1400 ler civarı. İlginç  tarafı bahçesinin ortasındaki bir yapı. Keller, restoran, şarap tadımı, şarap müzesi gibi faaliyetlere ayrılmış ve günümüzde de üretilen çeşitli üzüm mamüllerinin hangi dertlere iyi geldiği sergileniyor, satılıyor.

Tedavi edici yanı sorgulansa da bu bölgenin Ren vadisinin en iyi klima, toprak özellikleri nedeniyle en üst şarap kalitelerine sahip olduğu söyleniyor. Rahat, zengin, turistik bir şehir. 15.30 gibi gemi ayrılana dek her iki şehri gezdik, ufak alışveriş ve tatlı, kahve gibi şeylerle, şehri, çevreyi izledik. Akşam yemeğinden sonra personel şhow’unu izleyerek yattık.

5 Temmuz 2014 Remich Trier

Gemi sabah Remich’e yanaşmış olarak uyandık. Sahilde yürüyüş ve spor için dolaşırken birçok kişinin van türü araçlarla balık avı için malzeme çıkardığını ve nehir kenarında kendilerine ayrılan yerlere yerleşerek gerekli alet edevatı yığdığını gördüm. 5 ülke Almanya, İtalya, Fransa, Avusturya, Luxemburg takımlarının katılacağı bir balık avı yarışması yapılmaya hazırlanıyorlardı. Remich’i gezmedik, küçük bir yer. Saat 9.00 da otobüse binerek Luxemburg’a doğru yola çıktık. Bir grup gemide kalarak Triere nehir yoluyla gidiyor.

Biz geziyi tamamladıktan sonra gemi ile Trier de buluşacağız.Luxemburg’a 50 km.lik yolu 1,5 saatte gittik. Yolda Şengen kasabasına uğradık. Avrupa birliğine giden ilk adımların burada atılması ve Almanya, Fransa, Belçika, Luxemburg’un kavşak noktasında olması nedeniyle önemli bir yer.( Şengen Vizesi ) Fotoğrafları çektikten sonra yağmur altında Luxemburg’u dolaştık. Güzel, şık, temiz bir yer. Adam başına düşen gelirin 100 000 avro’ya ulaştığı 85 km. kuzey, güney büyüklüğüne sahip bu ülkede gelişmiş bir demir, çelik endüstrisi varmış. 20 kez komşu ülkeler tarafından istila edilmiş, derin bir vadi içerisinde eski, büyük yapılar var.

 

Roma döneminden kalan köprünün restorasyonuna büyük emek ve para harcandığı görülebiliyor. Yemekleri araçta yiyerek otobüsle Trier’e ulaştık. Batı Roma imparatorluğunun başkentliğini yapmış ve Roma’nın kurduğu ilk büyük kent olmakla övünüyor ve her yıl 3 gün Roma’nın yaşatılması için festival yapılıyormuş. Buranın dini önemi  çok büyük. Roma imparatorunu seçen 7 kardinalden biri buradaki katedralin kardinali imiş. pek bir şey kalmamış.

Amfi, tiyatroyu gördük. Panoramik görüntü için çıktığımız bir platform üzerinden hava koşulları nedeniyle iyi görüntü alamadık. Şehre döndük, anıtsal Porto-Negro denilen Roma kapısını gördük. Yılda iki kez olan bir el sanatları pazarında satıcılar el ürünlerini sergiliyordu. Gerçekten güzel ama pahalı eserleri izledik. Sonra 4. yy. dan kalma soyut bir kilise (Protestanlara ayrılmış) ve büyük Katolik katedrali ile kardinalin sarayını dıştan gördük. Şehri gezerken orta çağ müziği  yapan ve dans eden bir müzik grubunun gösterisine şahit olduk. Yorgun vaziyette döndüğümüz gemide kaptanın kokteyli ile karşılandık, sonra gala yemeği ve İstanbul grubundan müzik, Bingo (Tuna gezisi büyük ödülüne hevesimiz yarım kaldı ) ve 12.00 de yatış. Yarın çok erken kalkıp yola çıkacağız.

6 Temmuz

Sabah erken kalkıldı. 9.00 gibi iskeleye gelen üç otobüs ve bir romorke eşyalar yüklenip, yola çıkıldı. Öğle sularında Brüksel’e vardık. (yaklaşık 150 km.) çiseliyordu. Ancak 1-1,5 saat kadar vaktimiz olduğu söylendiğinde büyük Pazar, şehir meydanı, muhteşem eski belediye binası ve işeyen çocuk heykeli gibi herkesin gördüğü yerleri hızlıca turaladık. Bu çevre çok kalabalık, çikolata dükkanları, waffle satanlar, goblenciler, dantelciler çoğunluğu oluşturuyor. Oturarak yemek için dahi vakit kalmadığından atıştırmalıklarla idare edip saat 15.00 de otobüslerle havaalanı 18.30 da İstanbul’a 23.50 de Ankara’ya  uçuş ve 02.30 gibi eve varış.

Bu gezi ile ilgili izlenimler;

- Gezi parkuru güzel, Köln, Amsterdam, Dusseldorf, Brüksel gibi her zaman görülebilecek büyük kentleri böyle bir gezide tanımak, keşfetmek, müzelerini gezmek vb. zaten mümkün değildi. Yüzeysel bir dolaşma oldu.

- bunun dışındaki küçük duraklar Bernkastel, Cochum, Trier vb.her zaman görülebilecek yerler değildi. Doğası zengin, tarihi geçmişi olan, sakin özgün yerleşimler.

- Almanya, Hollanda, Belçika’nın kırsal alanlarının doğal dokusu korunmuş, kirlenmemiş ve verimli tarım, hayvancılık temelli faaliyetlerine şahit olduk. Süt ürünleri üretimi, şarapçılık en yoğun işler. Teknoloji, bilgi, düzen gözlenebiliyor.

- Özellikle küçük yerleşimlerde bile müreffeh yaşam tarzı evlerin yapısından, otomobillerin modelinden anlaşılabiliyor.

- İnsanlar huzurlu, sağlıklı, dinç görünümdeler. İyi beslendiklerine şüphe yok. Hemen herkes her yaşta spor yapıyor. Kürek çeken, bisiklete, kanoya binen, balık avlayan, yürüyen koşan insanlar her yerde görülüyor.

- Bunca ağır sanayi ye rağmen Ren-Mosel nehirleri temiz. Ördekler, kazlar, kuğular yüzüyor ve nehirdeki geminizin yakınına kadar sokuluyorlar.

- Gezi ücreti makul kişi başına 1400 Avro. Ancak otobüsle yapılan geziler pahalı, toplam 300 avro civarında ve tümü de gerekli değil. Bazen gemide kalmak ve geminin, manzaranın, güneşin, dinlenmenin tadını çıkarmak daha doğru olabilir.

- Gemide hizmetler yemek, temizlik, eğlence, ilgi yeterli ve hatta iyi. Daha lüks gemilerde varmış ama fiyat, kalite dengesi bakımından Tiara isimli İsviçre gemisi ile yaptığımız bu gezi bence tatmin edici oldu.

- 1400 Avro’nun üzerine, 100 avro gemi personeli hizmet bedeli ve 300 Avro ek geziler eklenerek maliyet hesaplanabilir. Elbette ek harcamalarınız olacaktır. İçki, meşrubat, gemi dışı yemek ve diğer ekstralar.

- Rahatlıkla önerilebilecek bir gezi. Volga turuna göre gemi daha iyi ve Rota daha dolu, yeknesak değil. Duraklarda hareket  daha çok.                

        

  

 

Bu yazı 7112 kez okundu...