Gerede Panayırı
Gerede Panayır Alanı / 2014 - M.E.Bora
Panayırla ilgili tespit edebildiğimiz en eski belgeler 1840'lı yıllar. İngiliz Konsolosu'nun 1841 tarihli raporu var. Daha sonra da Perrot'un 1861 tarihli yazısı var.
(Arzu eden Zile Kütüphanesi'nde veya arkadaşınızın eşinizin dostunuzun aldığı Zela'dan "Zile'ye Tarihi Yolculuk" isimli Kitabımızın XIX Asırda Panayır Sayfa: 184-189'a bakabilir.)
Daha 1840'larda buharlı gemilerin çıkması ve Samsun'a kadar mal getirmesi sebebiyle Zile panayırının öneminin azalacağı tahmini yapılmaktadır. Bu tahmin de doğru çıkmıştır.
Bu gün küçük bir kasabanın semt pazarına benzeyen asırlık panayırımıza umarım gereken önem verilir. Tekrar eski görkemli, parlak günlerine kavuşur. Hoşça kalın. Hulusi SEREZLİ Bkz:
Panayırlar kurulduğundan bu yana insanların ilgi odağı olmuştur. Dönemin alış-veriş ihtiyacını karşılamasının yanı sıra içinde barındırdığı eğlenmeğe dönük aktiviteler panayırı her zaman ilgi odağı yapmıştır..
63 sene evvel Mersin'de otururduk. İlkokul öğrencisiydim. Mersin'de kurulan panayırı çok net hatırlıyorum.
O zamanın imkânlar çok sınırlıydı. Denizden karaya çekilen kocaman bir kayığı, başından ve kıçından iplerle sağlamladıktan sonra devasa iki ahşap ayağın arasına bağlarlar ve el gücü ile sallarlardı.
Bu gün de temel yaklaşım aynı. Değişen pek bir şey yok. Sadece kas gücü, yerini elektrik motorlarına bıraktı.
İşin garibi o zamanlar kocaman adamlar da binmek için sıraya girerlerdi.
Cambaz ise panayırların olmazsa olmazlarındandı.
Seyit Ali Kahraman'ın derlemiş olduğu "Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde sayfa 115 de "İp Cambazları" başlıklı bir yazı var. Küçük bir alıntı yapmak istiyorum.
"... Gediz şehri kalesinin kayasında tezgah kurup ip cambazlığı ederler. Bizler de işsiz güçsüz adamlar, bu dere içinde seyirlerine varırdık. Gördük ki , mavi bulutlara dayanmış yalçın kayalı dar boğazlardaki kayaların en yüksek tepesine de bir kayadan bir kayaya sağlam Frenk iplerini bağlamışlar, kayalar kesmesin diye iplerin iki başına postlar bağlayıp güvendikleri adamlarını silahlarıyla koymuşlar ki usta marifetini gösterirken bir hasmı ipi kesmesin.."
Frenk ipinin yerini zaman içinde İngiliz sicimi almış ve "Asılacaksan İngiliz sicimi ile asılmalısın" sözü dillere pelesenk olmuştur.
16'ıncı Yüzyıl'dan bu güne kadar "ipin kalitesini bile yakalayamadık dersem yanlış olmaz" diye düşünüyorum. Belge acımasızdır. Onu karşınıza almaz da "ne demek istiyor" diyerek irdelemeye çalışırsanız en azından bir zararınız olmaz.
Karşılaştırma, ölçe, sayma, kıyaslama ve benzeri metotlarla ürettiğiniz işi irdelemezseniz... Özde siz çalar siz oynarsınız.
Panayırı ikinci defa Tokat'a giderken Zile'de görmüştüm. Bkz:
2013 Gerede Panayırı
Gerede Panayırı'na ilk defa geçen sene gittim. Panayır alanı deri sanayinin hemen yanı başında.
Size deseler ki "Bu panayırı öyle bir yere kur ki, bir gelen pişman olsun, bir de gelmeyen"
Var olan yer olsa olsa burası olabilir.
Arka plânda görülen binalar deri işleme atölyeleri.
Günlerden 21 Eylül 2013 Pazar.
Gerede Panayırındayız.
Ortalıkta iğrenç bir koku var. Sorduğumuzda kısaca "dericiler" diyorlar. Biraz sorgulayınca biz de anlıyoruz.
Sorun tabakhane.
Bu kelimenin doğru yazımı bana göre Dabakhane şeklinde olmalı.
Neden?
Deri terbiye eden ustaya "Debbağ" denir de ondan. Bkz: Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Sözlük / Ferit Develioğlu.Sayfa: 202
Panayırda her şey var ama ağırlıklı olarak yiyecek önde...
Uzunca toprak bir yolun iki yakası özellikle kaz satıcıları ile dolu.
Hijyen?
Meçhul!
Kontrol eden var mı?
En azından ben görmedim.
Hemen hemen her yerde üstü açık kaz satılıyor. Kazlar "tavalanmış" olduğu için "havalanma" şansları yok. Gerede semaları uçuşa kapalı, tüm kaz filoları leğenlerde (!) yatıyor.
Ama gelin görün ki en ufak bir rüzgârda uçuşan onlarca pislik kazların üzerine "yumuşak iniş" yapabiliyor.
Simiti camekânda satmak mucburi. Ama kazı oklu oklu yutmakta hiç bir sakınca yok.
Bu kadar bariz bir çelişkiyi insanlar nasıl oluyor da fark edemiyor! Farkındalık, sorumluluk, cesaret say daha ne sayabilirsen say...Hepsinden sınıfta kalan bir toplumuz.
Avrupa birliği bizi aralarına almıyor diye afra tafra yapıyoruz. İyi de yapıyorlar.
Görüyorsunuz işte. Sağlığınız Allah'a emanet.
Bu kazlar pazara onlarca farklı yoldan gelebilir.
Ölmüştür. Temizler getirir.
Başka bir ilden getirmiştir.
Sağlığa zararlı yağlarda kızartmıştır.
Beklemiştir.
Daha pek çok konuda benzeri sakıncalar sayılabilir.
Bir örnek vermek isterim.
Adam kazı aldı yedi öldü.
Olamaz mı?
-!..
Bilindiği üzere tavuk ve benzeri ürünler en hızlı bozulanlar listesinin başında.
Çözüm:
Acilen yapılması gerekenler var. Açıkta et ve benzeri ürünlerin satışı yasaklanır.
Üreticinin satacağı pişmiş veya yarı pişmiş ürünler markalanır.
Özde denetim mekanizması çalıştırılırsa süreç sonunda satıcılar da mutlu olur.
Aksi halde var olan durumu örf adet ve gelenekler bağlamında savunursanız!
Sadece zaman kaybetmiş olursunuz. Eninde sonunda varacağınız noktayı ben şimdiden anlattım.
Yeme içme konusunda muhafazakarlık değil, hijyen ön planda olmalıdır.
Yanılmıyorsam bin yıl evvel de pazar yerleri böyleydi.
Bu yapı ile öğünebilir misiniz?
Panayırda büyük ölçekli süt ürünleri satılıyor. Satılmalı ama satabilmenin bir koşulu olmaz mı?
Brusella!
Her gün televizyondan bas bas bağırarak bu çok önemli hastalık hakkında kamu oyu aydınlatılıyor.
Çok da iyi yapıyorlar.
Bu duyuruları belediyeler duymuyor mu?
Satış yerlerinde kontrol eden bir tek zabıta ekibi görmedik.
Bu nasıl bir iş!
Ürünlerin üzerinde tek bir etiket yok.
Yasa bu tür bir üretime izin de vermiyor.
"Gerede'de yasalar uygulanamaz" diyorsanız!
O zaman varlığınız sorgulanmalı diye düşünüyorum.
Ya brusella varsa!
Belediye aklı sıra temizlik sorununa çare bulmuş!
Aşağıda fotoğrafta görülen düzeneği yapmışlar.
Burada insanlar tıksıra tıksıra temizlik (!) yapıyorlar.
İfrazat ne olacak? Ben burnunu temizleyen adamı görmek zorunda mıyım?
-!..
Ya da hınkırma sesleri arasında yemek yenebilir mi?
-!..
Tuvalet ihtiyacını giderebilecek bir yer bilen varsa buyrun göstersin de yazalım!
Panayırın boyu en az 2 km. Belki de çok daha fazlası. Eni de yeterince büyük.
İnsan bir bağırsak rahatsızlığı geçirse!..
Ele güne maskara olur. Ortada ne yönlendirme levhası var ne de tuvalet görünüyor.
Onca pisliğe rağmen iştahınız var ise buyurun. (Bu adama da yazık)
2013 Gerede Panayırı bana göre sınıfta kaldı.
Hatta bu kafayı (!) okuldan uzaklaştırmak daha doğru karar olur diye düşünüyorum.
2014 Gerede Panayırı
Geldik 2014' e
Cuma sabahı 08:00 de yola çıktık.
Bugün başlayacak olan Gerede Panayırı'na ikinci gidişim olacak
Merak ediyorum geçen seneden bu yana ne değişti!
-!..
Değişti mi?
Bu gözle bakacağım.
(...)
Fuarın hemen girişine bilinen düzen kurulmuş.
Açılış konuşmaları yapılıyor.
Konuşmacılar her meslek gurubuna ayrı ayrı selam göndererek gönül alma sevdasında. Ticaret alanında fırsat bu fırsat diyerek siyaset yapıyorlar
Böylesi halleri anlatabilmek için söylenegelmiş güzel bir söz vardır."İmam okuyor da, çocuk da candan oluyor" derler.
Hatırlayın! Üzerinden çok zaman geçmedi. Ali Şen'in torunu bir kaza sonunda vefat etmişti. Haberleri seyrederken göz yaşlarımı tutamamıştım.
Cenaze namazında imam sözü uzatınca gereken tepkiyi aldı ve sustu.
Katılımcı çoksa her ortamı suistimal etmeye hazır bir toplumuz. Demiyor ki "Bu insanların canı yanmış lafı uzatmayayım."
Aklımdan bunlar geçerken bir yandan panayırı geziyoruz. Ama kulağımız da hoparlörde...
Açılış Konuşması
Konuşanların değiştiğini ses tonlarının farklılıklarından anlıyoruz.
Mikrofona gelen yeni konuşmacı sözlerine "Mazisi geçmişe dayanan" diye başlayınca bende film kopuyor.
Gerisini dinlememe gerek yok. Sorup soruşturunca hatibin milletvekili olduğunu söylüyorlar. Daha çok üzülüyorum.
Belagat sanatı diye bir kavram var! Herkes iyi konuşmacı olmak zorunda değil. Beceremiyorsan okursun.
O da olmuyorsa, susmayı öğrensen!
Açılış yapılan noktanın hemen yanı başına makam araçları park etmiş.
Bu yanlış uygulamadan en kısa sürede vaz geçilmeli.
Öyle bir düzen yapılmalı kiiii...
Araç kürsüye kadar çıkabilmeli... Alt tarafı uygun bir rampadan bahsediyorum.
Pencere indirilir indirilmez mikrofon arabadan içeri uzatılmalı...
Gerisi!
Laf ola torba dola.
"Mazisi Adem'den öteye dayanan " diye başlayabilirsin.
Yerler.
Küçük Ankara! Bkz:
Basından
Kamunun elinde 248 bin 956 lojman ve sosyal tesis ile 15 bin adedi kiralık olmak üzere 106 bin taşıt bulunuyor.
Geçen yıl kamu kiralık taşıtlara 212 milyon lira harcadı. Şimdi bu kiralık taşıtlara da üst sınır getirilmesi için çalışma...Bkz:
Hatırlarmısınız bilmiyorum. Bir sendika başkanı seçilir seçilmez kendisine Jaguar marka makam arabası almıştı.
Devlet kesesinden saltanat sürme sevdası bu ülke insanı için bir tutkudur. Böyle bilelim.
Biraz mizah her zaman iyidir.
Soluklanalım.
Gerede Panayırımızın devam ettiği günlerde Çamlıdere tarafından birisi Gerede’ye gelir ve o günün akşamı da köyüne geri döner. Köy odasında köylüler kendisine şöyle sormaya başlarlar:
-Gerede’ye vadın mı?
-Vadım.
-Panayıra vadın mı?
-Vadım.
-Şak Şak helvası aldın mı?
-Almadım.
-Öyleyse Gerede’ye ha vamıssıng, ha vamamıssıng.
Hep beraber panayır alanını dolaşalım.
Bakarken içiniz sıkılmıyor mu?
Bilmeyenler için anlatalım.
Yaban hayvanlarının ticareti yasak!
Daha anlaşılır biçimde anlatmak gerekirse yabani bir kekliği yakalayıp bir başkasına satamazsınız. Kafeste besleyemezsiniz.
Ne olmalıydı?
Keklik müsadere edilip doğaya salınmalı, sahibine de para cezası verilmeliydi. Yasa böyle diyor.
Peki bu müeyyideyi kim uygulayacak?
-!..
Panayır sahipsiz dedik ya...
Keşke bununla kalabilsek . Ülkede yabanhayatının sahibi yok ki...
Tavaya sığmayan kazlar da arabaya sığdırılıyor...
Bu yıl yollar asfaltlanmış. Geçen seneye göre kısmen de olsa iyi bir görüntü. Gıda maddeleri açıkta sergilenmeye devam ediliyor.
Kendin kaynat kendin iç
Bunu gördüğüme sevindim
Okurken içinizden "Allah akıl versin" dediğinizi duyar gibiyim.
Teşekkür ederim. İnşallah verir.
Sorun benden değil hiç vermediklerinden kaynaklanıyor.
16.Yüzyıldan bu yana bu coğrafya ikinci bir Evliya Çelebi yetiştiremedi. Sadun Boro'yu bu tespitimden ayrı tutarım.Bkz:
Halâ Evliya Çelebi'nin aktardıklarını referans alarak karanlığa ışık tutmaya çalışıyoruz.
Ben yaşanan bu halden dolayı utanç duyduğum için bir yol tutturdum gidiyorum. (Yanlış anlaşılmasın kıyas bile edilemeyeceğimin bilincindeyim.)
Karıncanın "en azından bu yolda ölürüm" dediği gibi...
Gelecek kuşaklara bilgi ve belge bırakmak istiyorum. Yeri geldikçe bu söylemimi tekrarlayacağım.
Panayırlarda benim ilgimi en çok çeken sergilerin başında hırdavatçılar gelir.
Gözleriniz algıda seçicilik mertebesine ulaşmışsa yüzlerce parçanın içinden sizi heyecanlandıracak bir objeyi bulmanız işten bile değildir.
Bu delikanlı Bursa'dan gelmiş.
Geleneksel panayırı en iyi ne anlatır diye sorsalar bu kareyi gösterirdim. El emeği göz nuru ve dimdik bir nine.... Daha ne olsun!
Aklınıza terör örgütü gelmiyor mu?
Panayır alanında dolaşırken pek çok esnafın malını satabilmek için çeşitli şekillerde bağrışmasına şahit oldum.
Ama "sakal oynatmıyor bunlar" şeklindeki slogan bence her türlü övgüye değerdi.
Sakal oynatmıyor bunlar!
(Sağ tarafta tellice mantarları var. Yazı konusu yapmak istiyorum. Hazırlık içindeyim)
Bu espri dolu söylemin sahibi Ömer Yılmaz ve oğlunu bir kere daha tebrik ediyorum.
Ayakta: Mustafa Yılmaz (Oğlu) - Oturan: Ömer Yılmaz (Babası)
Serdar Kocasoy / Çek abi dedi. Ben de çektim.
Bütün esnaflar temizliğe bu işletme gibi özen gösterse olmaz mı?
Yazının başındaki panoramik fotoğraf beş ayrı karenin birleştirilmesi ile meydana geldi.
Piksel sayısı büyük olduğu için sitede yayınlayamıyorum. Bu fotoğrafları yaklaştırınca var olan bozuk düzen o kadar net görülüyor ki...
Yiyeceklerle hayvan pazarı iç içe...
Trafik düzeni (!) müthiş.
Eylence mekânının toplu olarak görülmesini arzu ettim.
Taner Bulut - Kamil Durcan
Bu anımı paylaşmasam çatlarım.
2013 Yılında Gerede panayırını gezdikten sonra ilçe merkezine geldik.
Parka ve gazete bayiine yakın bir yerde gezerken bir binanın dış yüzü ilgimi çekti
Daha da dikkatli bakınca Allah var gördüklerime bir anlam veremedim.
Yakındaki kahveye gidip sormak doğru olur diye düşündüm.
Ne zaman ki "görsel kirlilik" kavramı ilk okuldaki çocuğa anlatılacak... Belki o zaman adam olmanın yolları açılmış olabilir!
Şansımız var mı?
Olmaz mı!
0,001 her zaman var.
-!..
Binanın altındaki kahvehanenin tavan süslemesi merakımı daha da artırdı.
Harıl harıl çay servisi yapmaya çalışan ustaya, usulünce, dışarıdaki taş süslemeleri dahil dikkatimi çeken her şeyi sordum.
Cevap çok hızlı ve net oldu.
- Ben bilmem abi...
Bir süre benim ona anlamsız bakışlarımdan rahatsız olmuş olmalı ki...
- Bak abi şu dışarıda oturan adam var ya... O hepsini bilir.
Başından savdığını anladım ve "buna da şükür" diyerek dışarıdaki yeni hedefe yöneldim.
Görüntü aksi bir insan tipi. Terslenme ihtimalim var.
Ama kararlıyım öğrenmek istiyorum.
Aynı soruyu tekrarladım Dışarıdaki taşlardan içerideki tavana kadar...
Biraz ıkındı biraz sıkındı ve ağzından sözler tane tane döküldü:
- Burası çok eski devirde kralın yazıhanesiymiş...
(Bu sözler bende anında kısa devre yaptı.İçim geçti başım döndü. Ha yıkıldım ha yıkılacam )
Oradan nasıl uzaklaştığımı samimi söylüyorum şimdilerde anımsamıyorum. Olsa yazacağım.
Biraz daha dursam adam neredeyse kralın ya emlakçılık yaptığını anlatacak, ya da o devirde "otobüs" olmadığına göre "atsür" yazıhanesi vardı derse ne diyeceğiz!
Tanıma bakar mısınız! Yazıhane!
Anımsadıkça halâ içim çekiliyor!
Artık kendi kendime kızmaya başladım. Her şeyi görmeye mecbur muyum?
Yazıhaneden (!) 5m uzaklaştım...
Cama yapıştırmışlar.
Can çıkar huy çıkmaz!
Galıp değil. Kalıp
Köknar değil. Göknar
Mutelif değil. Muhtelif.
Aslında çok da yadırgamamak lazım.
Büyük bir haber kanalının hanım spikeri "obüsler sınıra dizildi" diyeceği yerde "otobüsler sınıra dizildi" diyebiliyor.
!
Çevremizdeki insanlara soruyoruz. "Burada gezilecek bir yer var mı?"
Tüccar Hanı var diyorlar ve tarif ediyorlar.
Kısa sürede hana ulaşıyoruz.
Gördüğüm kadar ile tabelâ çok iddialı. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi...
İnsan merak etmez mi?
Sorgusuz sualsiz içeri dalıyoruz.
İlk depremde yıkılmazsa siz de bana söylersiniz.
Bizim insanımızda şöyle bir kanı var.
"Turistler (!) büyük şehirden geldikleri için eski (!) yapılar görmeye meraklı. Ahır da olsa göstersek olur." şeklinde
Bunda bizim de payımız var. Ne görürse görsün "Ay çok şeker" diyen çok sayıda insan var.
Örnek aşağıda.
İnsan biraz utanır değil mi?
O mekân kullanılımıyorsa o tebelâyı kaldıracaksın. Aksi hâlde bu mezbelelliği nasıl izah edeceksin?
-!..
Gerede'nin en işlek caddesinden bir örnek vermek isterim.
Bizde çevre düzenlenme yetkisi (!) yakınındaki dükkan sahibine aittir. Örneğin hurma satıyorsa işyerini deve ile ilişkilendirebilir. Geriye deveyi konuşlandırmak kalıyor ki...
Bu da devede kulak türünden bir iştir.
Azınlığın itiraz hakkı yoktur. Dolayısıyla "Yok devenin başı" diyemezsiniz.
Aslında sokak ona atasından mirastır.
Donanımlı insanların iş başı yapacağı zaman kadar bu pespayelik devam edecektir.
-!...
Her mekânın, her yerleşim biriminin özde: tüm yaşam alanlarının estetik bağlamında ziyaretçilerine sessiz bir mesajı vardır.
Bu o kadar belirgindir ki...
Örneğin:
Siz adsız bir fotoğraf karesi görseniz bile "Bu İskandinav ülkelerinden bir görüntü" diye o fotoğrafı tanımlayabilirsiniz.
Batı dünyasında kentler ibadethane titizliği ile korunur, onarılır, yapılandırılır. Sokak adları her hafta değişmez.
Çok farklıyız... Çok.
Taner Bulut - Kâmil Durcan
Kamil Durcan Çamlıdere'ye bağlı Dörtkonaklar Köyü'nden.
Laf lafı açarken Gerede Panayırı'da yıllar önce yaşanmış bir öyküyü bana anlattı. Nakletmek isterim.
50 veya 60 sene evvel Çamlıder'den bir aile Gerede Panayırı'na gider. Bir süre sonra ufak çocukları o kalabalıkta kaybolur.
Onlar telaşla çocuklarını ararken bir süre sonra hoparlörlerden bir ses yükselir.
- Dikat dikkat!
Beş yaşında aklı başında elinde helke bir çocuk bulunmuştur. Ailesine duyurulur.
Çocuk ailesine teslim edilir.Olay çabuk duyulur ve çevrelerinde hızla yayılır.
Aradan çok uzun bir zaman geçer o çocuk şimdi orta yaşın üzerindedir.
Nüfuta adı Ramazan diye kayılı olmasına rağmen köyünde bu adla anarsanız onu kimse tanımaz.
"Beş yaşında" derseniz!
İlçede kaç tane Ramazan olursa olsun hangi Ramazan'dan bahsettiğiniz hemen anlaşılır.
Panayır hakkında çok söylenecek söz var ama...
Çalıda gül bitmez, cahile söz yetmez
Anonim
Mehmet Emin Bora
08.10.2014 - Çamlıdere / Ankara