Belki Son Gezi! (4'üncü Bölüm)


Muş - Hamurpet Gölü

Lâle / tulipa - Muş-2014

Bu gezide benim için önemli olan eylemlerden biri de Muş'ta lâle fotoğrafı çekmek olacak.

Sıtkı Fırat'ın bir sergisini gezerken benzer bir fotoğraf gördüğüm zaman:

"İşte ben de bu anı yaşamak istiyorum" şeklinde bir duyguya kapıldığımı anımsıyorum.

Bunda iki senedir Kızılcahamam Lâlesi'ni araya araya hâl olmamın da büyük bir etkisi var.

Bu yazı dizisi bitsin, nasıl çabaladığımı göreceksiniz.

Bu bağlamda gezinin köşe taşlarından birinin Muş olması kaçınılmazdı.

Bu duygularla yollara düştük.

Muş lâlesi çekecektik.

Tamam da, lâle Muş'un neresinde acaba?

Festival ne zaman başlıyor?

Bu soruları bu yazı dizisinin birinci bölümünde yanıtlamıştım.

Bkz:http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=798&Yazar=815

Gezi sonlandıktan sonra Ankara'da merak edip kısa bir araştırma daha yaptım.

"Festivali beklememekle acaba hata mı yaptık? Neleri kaçırdık sorusuna yanıt aradım."

Cevabı aşağıdaki linkte.

Bkz:http://www.dogruhaber.com.tr/Haber/Musta-lalesiz-Lale-Festivali-127920.html

Yüzen Adalar'dan tatmin olmamış gezginler olarak ayrılmıştık.

Saat 09:00 gibi Muş'a vasıl olduk.

Alp Arslan Heykeli
Prof. Dr. Tankut Öktem -2009

Sabah kahvaltı yapmadan otelden ayrılmıştık.

Zorlu bir maraton olacağını tahmin ettiğimiz için karnımızı doyurmak düşüncesi hakimdi.

Pastane arayışımız uzun sürmedi.

Camekânda "Simitçi" yazıyor

Kahvaltı bitince lafı uzatmadan pastane sahibine sorduk.

- Lâle fotoğrafı çekmek istiyoruz. Nereye gitmemiz lazım?

- Buradan dümdüz (eli ile işaret ediyor) devam ediyorsunuz sağ kolda "Berce" var. Oraya sorun.

-!..

Berce ne demek!

-!..

Bu ve benzeri sorulara yanıt ararken unutmamanız gereken çok önemli bir nokta var.

Türk insanın çoğunluğu tarif özürlü!

Çoğunlukla sizin derdinizi yeterince anlamıyor. Cevap verirken de, kendi bildiğini sizin de bildiğinizi var sayıyor.

Örnek pek taze. Berce!

Berce ne?

Bakkal mı?

Büfe mi?

Her neyse bildiğimiz tek bir şey var. Yolun sağında Berce diye bir yer var.

1 km kadar ilerleyince gördüğüm manzara beni şaşırtıyor.

Burası böyle mi tarif edilir!

Özelleştirmeden evvel TİGEM'e bağlı Muş Tarım İşletmesi.

Yeni adı "Berce Alparslan Tarım İşletmesi"

Her neyse bulduk diye sevinerek Kaan arabamızı girişe doğru yönlendiriyor..

Koruma görevlisine meramımızı anlatırken içimden "şimdi yandık" diye düşünürken bu sefer de tam tersi oluyor.

Görevli memur arabamızın ruhsatını aldıktan sonra lâleleri nerede bulacağımızı bize bir güzel anlatıyor.

Daha sonra sözünü: "Mutlaka görürsünüz" diye sonlandırmaz mı...

Sevindik doğrusu. İşin içinde onca yoldan gelip, bulamadan da dönmek var. Öyle değil mi?

Giriş noktasından tahminen 4-5 km içeride yolun sağ tarafında uçsuz bucaksız bir alan lâlelerle dolu...

Çok keyiflendim. Arzularımdan birisi gerçekleşti.

Yaşıtlarıma seslenmek isterim.

İş işten geçtikten sonra "ah" çekmek istemiyorsanız, bari sonbaharda ayılmaya ne dersiniz!

Babamın son sözleri aklımdan hiç çıkmıyor.

-!..

         

Kaan bir tarafa ben bir tarafa benzetmek gerekir ise nohut gibi saçılıdık.

Kaan OTÇU

Görünüşe göre sanki 6-7 gün kadar geç kalmışız gibi.

Lâlelerin bir kısmı yağıştan dolayı bozulmuş. Ama şunu da göz önünden uzak tutmamak lazım.

Hedefi tam olarak 12'den vurmak istiyorsanız Muş'ta en az bir hafta kalmayı göz önüne almanız gerekiyor.

Bizim ise böyle bir şansımız baştan beri yoktu.

Yeteri kadar fotoğraf çektikten sonra Berce'yi terk etmek için aracımıza bindik. Program yoğun.

Ruhsatımızı alacağız dolayısıyla kapıda mecburen durmamız lazım.

Hem teşekkür etmek, hem de iflah olmaz merakımı yenemediğim için arabadan inerek görevli kardeşime sordum.

- Berce ne demek?

- Berce "Beraberce" kelimesinin içinden alınan harflerle oluşmuş bir ad. Biz böyle biliyoruz dedi.

Anladığım ve öğrendiğim kadarı ile bu sahanın 30 yıllık işletme hakkını bir kaç kuruluş bir araya gelerek satın almışlar.

İşin özü bu.

Bize nezaketle yol gösteren Ali Akbülbül'e bir kere daha teşekkür ediyorum. Özellikle de nazik üslubu için.

Ali Bey Burdurlu. Eşi de Emniyet'te çalışıyormuş.

Ayrılırken ona "Hamurpet Gölü" nerede diye sordum.

Gölü bilemediğini ama yolun karşı tarafında trafikten sorumlu polis memurların olduğunu, onların yardımcı olabileceğini söyledi.

Ali Akbülbül / Danışma ve güvenlikten sorumlu

Onunla vedalaşarak yolun karşı tarafına geçtik.

Kaan uygun bir yere park etti.

O arabada beklerken doğru adresi alma ümidi ile bahçedeki polislere doğru yöneldim.

Bu anları fotoğraflayamıyorum!

Malum, özellikle Doğu Anadolu'da herkes gergin.

Böyle bir ortamda objektifi durduk yere birilerine doğru yöneltirseniz!

-!..

En azından ayıp etmiş olursunuz.

Bilginiz olsun diye yazdım. Dilerim ki birilerine faydası olur.

(...)

Beşüş bir çehre ile polislere doğru yaklaşarak:

- "Merhaba, kolay gelsin iyi günler". dedim.

Kuşkulu bir tonla kısa takıldılar.

- Merhaba.

Hemen döküldüm.

- Arkadaşım İstanbul'dan ben de Ankara'dan Lâle fotoğrafı çekmek için geldik. Çektik de...

Şimdi Hamurpet Gölü'ne gideceğiz. Gölün yolunu bilmiyoruz bize yardımcı olabilir misiniz?

İlk sınavı atlatmış olmalıyım ki polis memurlarından biri hemen cep telefonunu çıkartarak "Bak ben de lâle çektim demez mi!

Buzlar bir anda erimeye başladı.

Bir diğeri söze karışarak "Hava Limanının çevresinde pek çok var" diye ilave etti.

Konu çok kısa sürede "orada var, burada daha iyisi var" şeklinde gelişmeye başladı.

Kuşku dağıldı dağılmasınada bu sefer de eksen kaydı.

Mesela lâle konusunda kafam karıştı.

Acaba bir şey kaçırmış olabilir miyiz? diye düşünmeye başladım.

Bu bakış açısı ile önce:

Hava limanına nereden gidilir?

Daha sonra ise "lâleleri orada nasıl buluruz?" diye yeni bir kulvara girdim.

Sözde lâle konusunu halletmiştik.

Kapsamlı bir şekilde tarif etmeye başladılar.

Şimdi sorun Hamurpet Gölü'nün nerede olduğu. Bir o kaldı.

İçlerinden üst rütbeli olduğunu zannettiğim biri gölü bildiğini söyledikten sonra yolunu da tarif etti.

Dahası varış süresinin hızımıza göre 1-1.5 saat kadar bir zaman alacağına kadar ayrıntılara girdi.

İki problem de çözüldü gibi...

Onlarla vedalaşırken verdikleri bilgi için teşekkür ederek yanlarından ayrılıdım.

Polis ile ilgili bir yazı yazacağım.

Çok ama çok şaşıracaksınız. (Yazın bir kenara)

 

!..

Bu arada fotoğraf çekerken yerlerde süründüğümüz için üst baş pislik içinde...

Üstüne üstlük ayakkabılarım da Mekap!

Mekapları Malatya'dan aldım. 35.00 TL.

Yine yeri geldi geçmişi bilmeyen genç nesil için anlatmak isterim.

70'li yılların başında avcıların satın alabileceği üç ayakkabı vardı. Roosevelt, Mekap ve Kara lastik.

Soğukkuyu'da imal edilen, köylülerin ucuzluğundan dolayı itibar ettiği "kara lastik" çabuk yırtılrdı.

Roosevelt diye tanımlanan Amerikan askeri botları çok ağır olmasının yanı sıra pahalıydı.

Onun ikinci eli bit, yenisi ise Amerikan pazarlarında arsa fiyatına satılıyordu.

Ayrıca onu her babayiğit ayağında taşıyamazdı. İt ölüsü gibi ağırdı.

Görüldüğü üzere Mekap listenin üst sırasında yalnız kalıyordu.

Aradan 44 sene geçti o tarihte aldığım Mekap'ı halâ saklarım.

Ayakkabıyı bir kere giymeye görün.

Hem insanda hem de ayakkabıda karşılıklı olarak bir bağlılık duygusu gelişiyordu. Etle tırnak gibi.

İnanın bana yaşamadan anlamak da anlatılması da zor.

Temsil:

O (!) avcıyı imamın kayığına kadar yolcu ederdi.

Maliye onu ölenin malvarlığından sayar, dolayısıyla veraset vergisi isterdi.

(Çok mu attım acaba?)

O tarihlerde böylesine önemli bir konuydu Mekap.

Altına zamk mı sürüyorlardı ne! Taşa bastın mı -yosunlu bile olsa- "it gibi yapışıyordu".

Kaymanız söz konusu bile olamazdı.

Avcılıkta birinci iş ayağın yere kavi basmasıdır.

Akşama kadar keklik gibi taştan taşa seke seke gezer dururduk.

Dolaysıyla teröristler de bu ayakkabıyı çabuk keşfetti.

Bir süre sonra doğal olarak güvenlik güçleri de!

Asayişle ilgili yapılan kontrol çalışmalarında vatandaşların araçlardan indirildiği andan bahsediyorum.

Siz büzülürken onlar sizi süzerler,

Ve:

"Sen şu tarafa geç bakim" dediler mi! Marmara çırası gibi yanardınız.

Enselenmenizin altında yatan olgunun, ayakkabı tercihiniz olduğunu anlayana kadar iş işten geçmiş olurdu.

Dağda tazı gibi dolaşan teröristler bir süre bu ayakkabı bağımlılığı yüzünden enselendiler.

Çok şükür (!) şimdi bu sıkıntı ortadan kalktı.

Silah da bomba da ayakkabı da internet vasıtası ile adrese teslim geliyor.

Olmadı, helikopterden (!) atıyorlar.

Doğruca arabaya giderek yeni bilgileri Kaan'a aktardıktan sonra:

"Bana sorarsan önce yeni lâle alanlarını bir görelim ne dersin?" diye sordum.

Kaan da "olur" dedi.

İstikamet Hava alanı. Konu 2. kere lâleler.

Aklınızda olsun Hava Alanı'na yaklaşırken önünüze üst geçit çıkacak.

Onun üstünden yol sola dönüyor. Lâleler 1000 m sonra yolun sağında kalıyor

.

Hava alanı çevresi -1

(Ok hava alanı istikametini gösteriyor.)

Havaalanı çevresi -2

Kaan'ın kolları Jimmy jip gibi. Ha yoldan geçen biri bizi fotoğraflamış ha da Kaan

 

Bu bölgede de fotoğraf çektikten sonra. Hamurpet Gölü'ne gitmek için hava alanı bölgesini terk ediyoruz.

Her yerde olduğu gibi burada da yollar birinci sınıf.

Muş

Polislerden öğrendiğimize göre gidiyoruz ama ortada bir tek bir yönlendirme levhası yok.

Göl Korunan Sulak Alanlar statüsünde.

Elbette bir tabela olur diye gözlerimizi dört açıyoruz.

l

Git Allah git bir yol soracak tek bir kimseye rastlamak mümkün değil.

Uzunca bir süre sonra karşımıza bir yerleşim yeri çıkıyor. Yolun sağında birisi var.

Kaan'a "yanaş da soralım" diyorum.

Kaan'ın gözü dönmüş vaziyette! Etrafta yiyecek satan bir yer arıyor.

İş bana kalıyor.

Adama usulünce soruyorum.

- Selamün aleyküm hemşerim. Burası nere?

- Aleyküm selam. Burasi Varto'dir.

-!..

- "Hamurpet'e gitmek istiyoruz da herhalde yolu şaşırdık" diyorum.

O bir sağa bir de sola bakıyor. Kısa bir süre sonra:

-Tamam yanliş gelmişseniz... 10 km kadar geri gidacahsınız... Orada daşın dibinde yol ayrilir... Aha ordan içeri...

- Temam!

- Tamam teşekkür ederiz

- Buyurun şimdi yemek yiyah.

- "Teşekkür ederiz yolumuz uzun sağ olasın" diyerek Varto'dan ayrılıyoruz.

Yemek daveti Anadolu'ya özgü bir haslet. Müthiş bir gelenek. Yaşatan da bu insanlar.

Bunun ne demek olduğunu ancak açlık çeken bilir.

Ben dağlarda bir kaç kez bu durumu yaşadım.

Ayrıca bu empatiyi yapabilmek için dağlara gitmeye de gerek yok.

Gözünüz "gören göz" ise söylenecek çok şey olduğunu düşünmüyorum.

-!..

Geri dönerken Kaan'la birbirimizi yokluyoruz.

- Abi sen levha gördün mü?

- Yok.

- Sen gördün mü?

-Yok.

-!..

Şimdi gözler fazla mesai yapıyor. En küçük sapakta dahi etrafı dört gözle kolaçan ediyoruz.

Bir süre sonra mutlu son...

Sen istedin bir levha Allah sana verdi onca levha. Bak bak dur...

Alttaki kare, bu fotoğraf karesine sığmayan levhaları içeriyor..

Tamam çok sayıda levha var ama aradığımız yönlendirme tabelası yok!

Hamurpet Gölü ile ilgili herhangi bir levha göremiyoruz.

Ne olacak şimdi!

Bir kaç dakika kahvaltı etmiş karga gibi pis pis düşünüyoruz.

Bu tür durumlarda düşünerek fazla zaman kaybetmenin hiç bir anlamı yoktur.

Daha doğrusu hızlı düşünüp hızlı karar alacaksınız.

Hemen oylama yapıyoruz ve oylam sonucunda kahir ekseriyetle (2-0) "yola devam" kararı çıkıyor.

Birbirimizi tebrik ediyoruz.

Yol boyu fotoğraf çekmek için çok sayıda fırsat oluşuyor..

Kimini arabadan inmeden, kimisini de inerek değerlendiriyoruz. Zamana bağlı olmasak neler neler yaratabiliriz ama...

Ama yani...

Atlar

Yıl 2014.

Doğu Anadolu'da at hâla önemli bir ulaşım aracı.

Yazın bir tarafa, atlar daha en az 200 yıl bu önceliğini muhafaza edecek.

Başka türlü komşu ülkelerden, nasıl mazot kaçırabilirsiniz?

At şöyle dursun, katır ve eşek'i de saymazsak inanın bana onlar da gönül koyabilirler!

Üçünden de vazgeçemezsiniz.

At aynı zamanda bölgede ulaşım aracı olmasının yanı sıra, statüyü de belirlemede baş etken.

Bu durum ata sözlerine de yansımıştır.

Örneğin: “Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur” gibi.

Bozkır kültürü at üstüne inşa edilmiştir. Bağlama ile dillenir.

"At demezsem sana kardaş derim,
Kardaşımdan ileri.
Başıma bir iş gelse yoldaş derim,
Yoldaşımdan ileri!"

                                Dede Korkut

Başka bakış açıları da geliştirilebilir.

Karda kışta, var sayın ki doğum olacak veya acil tedaviye ihtiyacı olan bir hasta var.

Ne yapacaksın şimdi?

Herkesin kar motosikleti mi var?

Köyü bırak ilçede bile bulmazsın.

İlde var sayın ki paletli bir ambulans olsun. Onu da da ihtiyaç duyulduğu anda çalıştramazlar.

Usta bulunur, parça yoktur. Falan filan...

At öyle mi! Ver yemini sür gemini.

İşin özü 21. yüzyılda medeniyetin nimetlerini gerektiği gibi kullanan uygar ülkelerin "olmaz ise olmaz"larının:

"Bu coğrafyada pek de bir anlamı yoktur"

Neden?

Çünkü,

Dünya 2014'ü yaşarken biz en az 3-5 asır geriden geliriz.

- Yaşamın fıtratında (!) bu var. Halâ anlamadın mı? diye sorabilirsiniz.

- Anlamadım derim.

Anlaşıldığını düşünüyorum.

Azimle yolumuza devam ediyoruz.

Bir süre sonra yolun sola döndüğü noktada -yeni istikamete göre bu sefer yolun sağında- aradığımız yönlendirme levhasını buluyoruz.

Tamam da levhada göle kaç km kaldığı belli değil ki!

Levhaya bir iki rakam "yazmamak" için nasıl bir gerekçe üretildi acaba?

Üzerinde çokça (!) düşünüldüğü belli.

Kurumları adı yazılı ya!

Müdürden "aferin" garanti. Çünkü sistem böyle çalışıyor.

Yeri geldi.

Kolay anlatabilmem için olası bir ihtimali öyküleştirelim.

Varsayın ki bu geziye çıkmadan evvel birileri Ankara'da Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne gitmiş olsun.

İlgili Şube Müdürü'nü bulunca, lafı uzatmadan "Hamurpet Gölüne nasıl giderim?" diye sorduğunu farz edelim.

Neler yaşanabilir?

Anlatıyorum.

Bir süre ortam derin bir sessizliğe bürünür.

Daha sonra "Vallahi ben bu şubeye Orman Genel Müdürlüğü'nden yeni geldim, bilemiyorum ki!" demek sureti ile bir anda o da sizinle aynı safta yer alır. Hatta ifade öylesine saf ve temizdir ki üzülürsünüz de...

Böyle bir durum asla olamaz mı?

Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=755&Yazar=815

Başka ne olabilir?

Örneğin sorunuza karşı soru sorarak:

-"Neresi demiştiniz?" demek sureti ile çaktırmadan mola (!) alabilirse internetten bakarak size kaçamak bir kaç cevap verebilir.

Son şık ise:

"Hamurpet Gölü Muş'a 75 km mesafededir.

Muş'tan göle 1,5 saatte varabilirsiniz yolda fazla ikaz levhası yok. Adresinizi bırakın size geniş bilgi verelim" diyebilir.

Ben 25 seneden fazla bir zamandır bu kurumu takip ederim. (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nü kast ediyorum)

Bu veya benzeri bir tavrı sergileyebilecek çalışan sayısı son derece azdır.

Var olanı pasifize ederek "dikensiz gül bahçesi yaratmak" sıkça uygulanan bir yöntemdir.

Neden mi?

Onlar işlerine gönülden bağlı insanlardır.

Öğrenme arzusu ile doludurlar,

Sorgularlar, dolayısıyla biat etmezler,

Yanlışın ne yanında, ne de içinde olurlar.

Benim kahramanlarım onlardır.

Yaşayanlara içtenlikle teşekkür ederken, aramızdan ayrılanlara da Allah'tan rahmet diliyorum.

-!..

Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=675&Yazar=815

Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=760&Yazar=815

Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=520&Yazar=815

Levhada kalmıştık.

Bu noktadan sonra Hamurpet Gölü'ne en az 25 km daha var. Belki birilerine lazım olur.

7 km sonra Yeşilpınar Köyü'ne varıyoruz.

Öğrenciler henüz derse girmemiş. Kendi başlarına eğleniyorlar.

Pencereden kafamı uzatarak onlara sesleniyorum.

- Çocuklar bana bir poz verir misiniz?

Bir gülüşmedir gidiyor. Onların kıkırdamalarını dinlerken bir yandan da hazırlık yapıyorum.

Aşağıdaki 3 kare bu şekilde oluştu.

Yeşilpınar Köyü /2014

Çocuk dediğin aynen böyle bir şeydir... Fıtratında saf ve temiz duygular barındırır.

Bu pozdan sonra onları yanıma çağırıyorum. Koşarak sevinç ile geliyorlar.

Onlara küçük bir armağan veriyorum...

İstikamet büyük bir olasılıkla köy bakkalı...

Çığlık atarak uzaklaşıyorlar...

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler...

 

Not:

Bu çocuklar belki de çok kısa bir süre sonra bu fotoğraflara bir vesile ile erişecekler.

Olmadı, belki de yıllar sonra... Ama çocukluk yıllarını mutlaka bulacaklar...

Buna olan inancım çok, ama çok kuvvetli.

Çünkü devir iletişim devri...

(...)

O tarihte!..

Kimi öğretmen, kimi doktor, kimi de kendi çocuğunu yetiştirmeye çalışan bir anne olacak.

Onlardan bir tek isteğim var.

Çocuklarını mutlaka okutsunlar.

Hepsi hepsi bu kadar.

Hepinizin gözlerinden öperim.

Mehmet Dedeniz:)

Yeşilpınar'ı arkamızda bırakarak yola devam ederek Karapınar Köyü'ne ulaşıyoruz.

Köy toplam olarak 5-10 hane gibi görülüyor.

İnanmayacaksınız ama köyden çıkacak ve göle gidecek yolu bir türlü bulamıyoruz.

Yönlendirme levhalarının köküne kıran girdi ya... Yapacak bir şey yok. Debelenmeye devam.

Ara ara bazı evlerin kapıları açılıyor ve insanlar bize el kol işareti ile olmadık bir istikameti gösteriyorlar.

O yöne bakıyoruz ve "olamaz" diyerek köyü fır fır dönüp duruyoruz.

Köylü ise istikamet konusunda ısrarcı.

Biz ise kısa süreli bir akıl tutulması içindeyiz.

Nihayet "ayıyoruz" diyelim.

Allahtan hava soğuk. Olsa olsa yüzümüzün kızarıklığını buna yorarlar.

Karapınar Köyü

Kaan yolu bulmak için köyü dört dönerken ben de durum tespiti yapıyorum.

Köyden çıktıktan sonra tahminen 7 -8 km sonra göle kavuşuyoruz

Gezi öncesi belirlediğim hedeflerimden bir diğerine de ulaştım.

Küçük Hamurpet Gölü / Akdoğan Gölü

Küçük Hamurpet Büyük Hamurpet Gölü'nün yaklaşık 300 m kadar güneyindedir.

2173 rakımda ve küçük dairesel bir yapısı vardır. (Bu bilgiler alıntıdır)

Arka plânda görülen göl: Büyük Hamurpet Gölü

Büyük Hamurpet Gölü / Akdoğan Gölü

Büyük Hamurpet:Varto ilçesinin kuzeybatısında Hamurpet Dağları'nın Batısında yer alır.

2149 Rakımda ve 21 metre derinliğindedir.

 

Büyük Hamurpet Gölü ile ondan daha yüksekte olan Küçük Hamurpet Gölü arasında 76 m yükseklik farkı var.

Küçük Hamurpet Gölü'nden Büyük Hamurpet Gölü'ne dipten bağlantı olduğu bilinmekte.

Daha fazla bilgi edinmek isteyenler için:

Bkz: http://www.muskulturturizm.gov.tr/TR,56114/goller.html

Bu fotoğrafları çektikten sonra, çok kuvvetli rüzgar olmasına rağmen gözden bir şey kaçırmış olabilir miyim diye etrafta dolaşıyorum.

Arazinin en yüksek noktasına çıkıp Güney istikametine baktığımda çok büyük bir sulak alan görüyorum.

Öylesine bir soğuk var ki!..

Elim donuyor, gözlerimden yaş geliyor.

Bu arada zaman zaman benden ısrarla ayrılmak (!) isteyen şapkamı ikna etmeye çalışıyorum. Yorucu oluyor.

Eve dönünce onu bir kalıplayacağım ki mutlaka aklı başına gelecektir.

Erentepe Baraj Gölü

Yöredeki bitki örtüsü dikkatimi çekiyor.

Bu bitkinin adını bilmiyorum. Ama öğreneceğim, hiç süpheniz olmasın

Ben bunlarla uğraşırken cebimde taşıdığım (12-24 mm f.2.8 / Nikon) geniş açı objektifimi düşürdüğümü fark ediyorum.

Hadi bakalım şimdi sil baştan yapacağım.

Bu basit bir metod. Filmi baştan oynatmak veya geri sarmak da diyebilirisiniz.

İlk nerede durmuştuk, ne yapmıştım, daha sonra ne yapmıştım ve benzeri söylemler gibi.

Sonu olmayan sorgulamaları yaparken bir yandan da o soğukta koşuşturmak gerekiyor.

Birazdan karanlık çökecek. Üstüne üstlük geceyi Tatvan'da geçirme kararı aldık.

Kızım otelde yerimizi bile ayırttı.

En az iki tur attım dersem bana inanın.

Bir yandan da düşünüyorum. Objektif taşa düşse kırılır ama en azından bir ses çıkartır.

Öyleyse!

Yumuşak alanları bir kere daha dolaşma fikrini bu mantıkla buldum.

3. turun sonlarına doğru onu çok yumuşak bir toprak üzerinde sırıtırken yakaladım.

Nereden bakarsan bak, söz konusu 2000$.

Akşam akşam!

Zaman zaman yakın dostlarım benden veya fark etmez sizden fotoğraf ister.

Doğru mu doğru. Olur mu olur.

Kendi evi için, çalışma odası için olsa! Buna tüm içtenliğim ile "evet" derim. Sayısı bile önemli değil.

Başım gözüm üstüne.

Ama işin arka plânında bir şekilde ticaret söz konusu ise... Hayır işte bu olmaz, daha doğru bir ifade ile olmamalı.

Böyle söyleyince duyacağınız ilk söz: "Ne var yahu alttarafı digital makine, masrafı ne ki!" şeklinde bir cümle olacaktır.

Madem konuyu açtım bunu da söyleyelim de o (!) da rahat etsin ben de...

Evet alt tarafı digital üst tarafında da digital flaş var.

Ama gel gör ki fiyatı orta sınıf full aksesuar 0 km bir araba kadar.

-!..

5-6 parça objektif ve iyi bir gövde alırsan çok daha fazlasını ödersin.

Objektifler elinde kalsa bile gövdenin belirli bir ömrü vardır. Tıpkı araba motoru gibi...

Bir süre sonra biter.

Gelelim işin diğer tarafına.

Bir kare için zaman oluyor yaşamımızı riske atıyoruz.

Bunun bedeli ne olabilir? Söyler misiniz?

Bilgi birikimi için ödediğimiz faturalar ne olacak?

Yukarıda anlatmaya çalıştığım stres dolu dakikalar da işin cabası.

Dilerim ki anlatabilmiş olayım.

Dönüş hazırlığı içindeyiz. Bu eşşiz gezinin izlerini muhafaza edebilmek için biraz daha çaba sarfediyoruz.

Kaan Otçu

B. Hamurpet Gölü

Yol çok dar. Arabayı uygun bir alanda geri çeviriyoruz. İstikamet Tatvan

Yol boyunca, Ankara'ya geldikten sonra, Çamlıdere'de ve yazımı bitirdikten sonra bir kere daha uzun uzun düşündüm.

Hemem hemen her akşam televizyonda yapılan tüm açık oturumları seyretmeye çalışıyorum.

Diyebilirim ki: Konuşulanların pek çoğu bu ülkenin gerçek gündemi değil.

Speküle edilen konular bu ülkede yaşayan 75 milyonun sadece 1-2 milyonunun sınırlı ölçüde sorunu.

Bana:

"Anayasa tarıtışılıyor" bu nasıl olur da 1-2 milyon insanın sorunu sayılabilir?

Bu konu bu topraklarda yaşayan 75 milyonun sorunu değil mi? diye sorabilirsiniz.

Ben size "Ya anlamıyorsunuz ya da anlamak işinize gelmiyor." derim.

Bak şimdi bir örnek vereceğim. Anlamaya gayret et.

Tartışmada taraflardan biri Magna Carta'ya bir gönderme yapsa sizce kaç kişi anlar?

-!..

Adam daha yönünü bile doğru tayin edemiyor ki!

Ülke trafiği hâla "sağ dön", "sola dön" ile idare edilmiyor mu?

Sınırlı sayıda ilde "Batı çıkışı" "Doğu çıkışı" gibi trafik levhası var.

Yalan mı?

Daha onlarca değil binlerce örnek verebilirim.

Türkçeyi öğretemedik ki ekonomi veya siyaset öğrenebilsin!

Bu ülkenin en büyük bankalarından birinin bankamatiğinin üzerine yazabildiği bu!

Geri ne zaman .....r!..

Haber kanallarında yapılan ekonomi programlarını hayret ve ibretle izliyorum.

Bu programları kaç kişi izler, kaç kişi söylenenleri anlar?

Tenis gibi!

Sorun bakalım Türkiye'de kaç kişi tenis oynar-olmadı golf de diyebiliriz- kaç kişi tenis maçını televizyondan takip eder.

Bu ülkede her iki spor dalının tüm kaidelerini bilen 100.000 kişi ortaya çıksın! Siz de bana ne derseniz deyin.

O zaman ülkenin ana sorunu üzerinde odaklanalım. Kısıtlı enerjimizi gelişi güzel sarf etmeyelim.

Kenti köye çevirmeye son verelim. Köylüyü kentli yapmaya çalışalım.

Köye ışık taşıyalım.

Köylüye 21.Yüzyılın gerçeklerini öğretelim.

Bu gidişle "akıbet hayır" diyemiyorum.

Anadolu'dan görebildiklerim şimdilik bunlar.

 

Gece hırsızın, ışık hakikatin dostudur

                                                            Shakespeare

4. Bölümün sonu

Devam Edecek ...

Tatvan - Keban - Kemaliye

 

 

Mehmet Emin BORA

23 Haziran 2014 Pazartesi

Çamlıdere / Ankara

 

Bu yazı 4179 kez okundu...