Belki Son Gezi! (3'üncü Bölüm)
Kale - Kömürhan - Elazığ - Bingöl - Yüzen Adalar
ve
33...
27 Nisan 2014 Pazar / Saat 08:02
Malatya'dan erken ayrıldık.
Pötürge'ye varmadan Kale istikametine döneceğiz.
Bu levhayı sizler için fotoğrafladım. Ola ki, bizden sonra aynı güzergahı kullanmak isteyebilirsiniz.
Unutmamanız gereken; köprüden geçtikten sonra gidiş istikametine göre hep sağa dönmek olacak.
Bu yola vakitli gelinir ise iyi fotoğraf kareleri elde edilebilir.
Ben bunları düşünürken bir alay arı kuşunun solumuzdaki çalılıklara konduğunu fark ediyorum.
Kaan'a "solunda" diye seslenerek hedef gösterirken ben de aracın durmasından istifade ederek hızla dışarı çıktım...
Bu suretle (70-200 f. 2.8 Nikon) havada arka arkaya bir kaç kare çekim yapma fırsatım oldu.
Kuşla aramızda tahminen 70 m gibi bir mesafe vardı.
İyi objektif, iyi diyafram seçimi, iyi sonuç.
Arıkuşu /Merops apiaster
Malatya - Elazığ yoluna tekrar bağlanabilmek için bu üç ok takip edilecek
Bu güzergah üzerinde bolca sincap fotoğrafı çekeceğimi umut etmiştim. Maalesef bu arzum gerçekleşmedi.
Gördüğümüz sincaplara objektifimizi doğrultamadık bile...
Neden bu kadar tedirgindiler? Hiç bir fikrim yok.
Gelincik / Papaver rhoeas
Eldeki güzelliklerle yetinmek zorunda kaldık derken Kaan: "Keklik" diye bağırarak beni uyardı.
İlk aşamada her zaman yaptığım gibi aracın içinden -dolayısıyla kirli bir camın ardından- bu puslu kareyi çekebildim.
Arabadan inerek onu ürkütmeden bir kaç kare fotoğraf elde edeblimek için yavaş yavaş ona doğru yürümeye başladım.
Doğal olanı bulunduğu noktadan kendisini dere aşağı salması olmalıydı. ( Salma tanımı avcılara özgü bir tanımlamadır.)
Tam tersini yapınca onun yaralı olabileceğini düşündüm.
Büyük bir ihtimalle kanat kırığı olabilir.
Şimdi acı bir gerçeği yeri geldi tekrar seslendireceğim.
"Frederic Courteney Selous'un yazmış olduğu,"Av ve Gezi" adlı kitabını Sn.Derin Türkömer tercüme etmişti.
Frederic Courteney Selous, 1894 yılında İstanbul'a geliyor. Avcılıkla ilgili anılarını yazıyor."
Yukarıdaki cümle benim eski tarihli bir yazımın içinden alınmıştır. Devamını okuyabilmeniz için bir link hazırladım.
Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=510&Yazar=815
"Küçük Asya'da av 24 saat 365 gündür"
Evet av sezonu çoktan kapanmıştır ama 120 yıldan bu yana değişmeyen acı gerçek de budur.
Asfaltı terk eden keklik kendini kırsala atıyor. Onu yormak istemiyorum.
Güle güle sağlıcakla...
Yorulduğumu hissediyorum...
Belki de tükeniş... Daha iyimseri bıkkınlık...
Aynı konuları tekrar etmek beni yıpratıyor...
Av camiası (!) sanki aydınlanmaya karşı bayrak açmış gibi!
Sadece "daha çok nasıl vururum" sorusuna yanıt aranıyor.
Silahın yarısı kadar büyüklükte bir dürbün "en çok satılanlar" listesinde baş köşede...
Köpeklerin boyunlarında elektronik tasmadan geçilmiyor. Hayvanlar astronot gibi dolaşıyor.
Aslında bir de köpeklere silah kullanmasını öğretilebilsek var ya...
Tadından yenmez.
"Armut piş ağzıma düş."
Halbuki:
Yabanhayatı milyonlarca yıl öncesi gibi... Tabii, duru, yalın ve vahşi...
Sen bu kadar basit bir donanımı, teknolojinin son icatları ile alt etmeye çalışıyorsun.
Hiç mi utanman yok!
Yivli silahla 1000 m'den nasıl vurabilirim yarışı var.
Bana sorsalar "füze edinin" derim.
Var say ki 2000 m'den vurdun!
Sonra!
Yanlışta ısrar eden, merhametten nasibini almamış, öldürmeye odaklanmış büyük bir topluluk...
İçim yanıyor...
Ankara uyuyor...
Ekran üzerinde sanal düzenlemeler yaparak kendini kandırıyor.
Çamlıdere'de tavşan avı had safhada!
Ayı vuruluyor.
Geyik vuruldu.
Başka nasıl duyurulur?
Daha ne diyebilirim ki!
-!..
Not: Az sayıdaki gerçek avcıları tenzih ederim.
Kendimi çaresiz hissediyorum.
Düşüne düşüne vardığım son nokta çocuklar oluyor.
Onları eğitebilirsek kesin sonuç alırız.
Çocuklar! Tek ümidim onlar...
Bu arada objektifime takılanlar oluyor.
Kızıl Şahin / Buteo rufinus
Karakaya Barajı'nın kollarını fotoğraflıyorum.. Tek bir yelkenli tekneye rastlamak imkansız!
Neden? Neden?... Neden?
Rüzgârın ve güneşin gücünü "yeterince" kullanamadığımızı düşünüyorum.
Medeniyetin imkânlarından gereği kadar faydalanabiliyor muyuz?
Üç tarafımız su yolları ile kaplıydı şimdi iç sularımız da kullanılmaya uygun.
Medeni ülkelerde bu imkân sonuna kadar zorlanıyor.
Ya biz!
-!..
İlkokul son sınıfta okurken Çetin Altan'ın radyoda yapmış olduğu sohbetleri dinlerdim.
1956-57. Bu tarihlerden bahsediyorum.
Bu sohbet programını cuma akşamları saat 21:00 de Türkiye Radyoları yayınlardı.
Televizyonun olmadığı bir dönem olduğu için böyle yazdım.
Çetin Altan'ı hep okudum, hep takip ettim.
Bir ara kendini tekrar etmeye başlamıştı ki ona o zamanlar çok kızmıştım.
70'ine gelince anladım.
İnsan çaresiz kalıyor... (muş)
O her eleştiri yazısını "Enseyi karatmayın" diye bitirirdi.
Ben de "Karartın" ve "Çözüm yolu arayın." diye bitirmek isterim.
Kaan Otçu
Karakaya Barajı
Kömürhan
Eski Kömürhan benim geçmişe dönük anılarımın içinde köklü olarak yer etmiştir.
Anımsadığım kadarı ile 1959 yılında Malatya'da avukatlık yapan Fahrettin Dayım Ankara'ya geldiğinde Wartburg marka Doğu Almanya malı bir araba almıştı.
O tarihteki fiyatının 20.000 TL civarında olduğunu anımsıyorum.
Arkası tenteli ve 3 silindirli olan araba, o zaman hepimiz için bir heyecan vesilesi olmuştu.
Malatya'dan Sivrice'ye giderdik. 150 km'ye yakın toprak bir yoldan bahsediyorum.
Hazar Gölü kıyısında olan ilçenin yoğurdu o zamanlar dillere destandı.
Arabanın ön tarafı zar zor sürücü dahil 3 kişi alırdı.
Tabi ki onlar da ailenin büyükleri olurdu.
Geriye kalan 5-6 kişi arkaya konan döşekler üzerine tabir-i caiz ise "yığılırdı"
Tente bir ölçüye kadar tozdan korurdu.
Sivrice'ye veya Malatya'ya geldiğimizde un çuvalından çıkmış gibi olur birbirimize bakar gülüşürdük.
Hiç kimsenin kafasında ne yarınlar vardı ne de ince hesaplar...
Onlar genç, bizler ise çocuktuk.
Hepimiz mutluyduk.
O tarihte Kömürhan Köprüsü'ne geldiğimizde yolculara kahvaltı veren kerpiçten yapılmış 2 katlı bir ev vardı.
Malatya istikametinden Elazığ'a giderken yolun sağında diye anımsıyorum.
Tereyağı ve bazlamaları ile ün yapmıştı.
İşte şimdi yemek yiyeceğimiz Kömürhan Kavurmacısının 56 sene evvelki hali aynen anlattığım gibiydi.
Vahap Kömürhanlı /D.Tarihi 1921
56 sene evvel o kerpiçden damı meşhur eden dede işte bu...
Bugün erişlen noktanın yaratıcısı... Orada olduğunu duyunca nasıl heyecanlandım bilemezsiniz.
Sizce de çok hoş değil mi?
Vahap Kömürhanlı'nın 8 çocuğu oluyor. 4'ü kız, 4'ü erkek.
İşi erkek çocuklar yürütüyor.
Soldan Sağa: Nihat Kömürhanlı - Vahap Kömürhanlı - Hasan Yağdıan
Gökhan Göl
Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş.
O zamanlar yol boyunca bir şeyler yemek sıra dışı bir aktivite sayılırdı.
Şimdi ihtisas alanları kavurma ve pilav.
İSO belgesi de almışlar.
Seçenek az ama inanın ki pişman olmazsınız.
Elazığ
Saat 13:00 gibi Elazığ'da oluyoruz.
Kömürhan'da yediğimiz kavurma ile biz daha çok yol alırız diye düşünüyorum.
Kaan bu yöreye ilk defa geliyor. Onu Kale'ye çıkartmak istiyorum.
Elazığ böyle gezilmez ama bir anlamda "zamana karşı yarışıyoruz " diyebilirim.
Çarşısında aklım kaldı.
Harput Kalesi
Bugünlerde en çok ihtiyaç duyulan iki şeyi bir arada görmek insanı sevindiriyor.
İstikamet Bingöl
Elazığ bu gezide sadece güzergah üzerinde kaldı.
Eylül ayında düzenlenecek Malatya- Elazığ gezisi çok keyifli olabilir.
Özellikle "farklı tatlar" üzerine meraklı olanlar için...
Bingöl
Bingöl Merkez Camii
27 Nisan 2014 Pazar, 16:50:54
Bingöl'e vakitli geldik.
Otele yerleştikten sonra kendimizi şehir merkezine attık.
Işkın /Rheum ribes
Her Doğu Anadolu gezisine çıktığımda "ışkın" bir vesile ile mutlaka gündeme gelir.
Işkın hakkında internet üzerinden yaptığım kısa bir araştırmada:
Kuzukulağıgiller (Polygonaceae) familyasından 1000 - 4000 m yüksekliklerde yetişen, Mayıs-Haziran aylarında sarımsı beyaz çiçek açan, 40-150 cm boyunda, çok yıllık, otsu bir ravent türü olarak tanımlanıyor.
Ben en az 4-5 kere yemeye çalıştıysam da beceremedim.
Kaan tanışsın diye bir demet aldım.
Yol yorgunu olduğumuz için dinlenme arzusu ile bir çay bahçesine girdik.
Garson yanımıza gelince de çay içmek istediğimizi söyledik.
O ise kuşkulu gözlerle bize bakarak biraz da manidar bir üslupla :
- Aileniz nerededir? diye sordu.
Allah var duygulanmadım dersem yalan olur.
Bir anda içimden "Anadolu insanı bir başka oluyor" diye düşündüm.
Kısa bir sessizlik oldu.
Cevap vermem gerektiğini fark ettim ve melankolik bir ifade ile kafamı öne eğerek:
- Ankara'da diyebildim. (ffıırt!)
- Olmaz burada olacak dedi.
Bu kararlı ifade karşısında daha da utandım ve;
- Ne yapabiliriz ki? diyebildim.
(Ben halâ konunun ne olduğunu kavramış değilim)
- Erkekler bölümüne geçecahsınız...
Acı gerçekle bu şekilde yüzleştik.
Ses tonunun kararlığı karşısında başımız önümüzde "erkekler" bölümüne bu şekilde şutlandık.
Ben azimle bir kere daha ışkına, Kaan da telefona daldı.
Işkını güzelce soydum. Her zaman yaptığım gibi bir ucundan ısırdım!
I ııhhh olmuyor.
Çıkan haşırtıyı duyan Kaan da şansını denedi.
Yüzü yukarıdaki kareden de kötü oldu. Gerisini siz hayal edin.
Garsona; "bunları alabilirisiniz" dedim.
Bu durum izlenmiş olmalı ki...
Bir anda yan masadan bir nara yükseldi!
- Yiyesin ha şifadir. Her türlü hastaliga iyi gelecektir. Ye ha ye...
Kafamı sesin merkezine doğru yöneltince bana doğru mevzilenmiş alaycı bir çift göz ile karşılaştım.
Karşılıklı olarak sırıttık.
Anlamsız bir iki el kol işareti daha yaptım.
Gerginlik tam anlamı ile düşmese de azaldı.
Daha sonra aklıma çevre masaları kontrol etme fikri geldi.
Çaktırmadan bedenimi sabit tutma gayreti içinde kafamı olabildiğince sağa sola kanırttım.
Kelimenin tam anlamı ile muhasara altındayız.
Onlarca erkek (!) gözlerini bize dikmiş bakıyor!
Yukarıdaki ünlem sizi yanlış düşünmeye sevk etmesin.
Artık biliyorsunuz bahçe iki ayrı bölümden oluşuyor.
Muhtemelen hanımlar da olsa aynı bakış açısı ile izlenecektik.
Garson masadaki tüm ışkın demetini götürene kadar bunları yaşadık.
Işkın gitti dert bitti.
Veya ben öyle zannettim diyelim!
Hışırtı sesine aydım.
Işkın demeti çok kısa sürede garson tarafından çevredeki masalara dağıtılmış ve büyük bir zevkle tüketiliyordu.
Birliktelik duygusu böyle bir şey olsa gerek.
Akşam yemeği yiyeceğiz.
Bingöl'de iyi yemek yapan bir lokantanın adresini yola çıkmadan Ankara'da not defterime kayıt etmiştim
Doğu Anadolu'nun bir çok yerinde "yemek" denilince akla ilk gelen "karnı doyurmak" eylemi olarak algılanıyor.
Damak tadı hakkında hemen hemen herkesin söyleyecek bir kaç sözü var.
Ama inceliklerinin ne olduğu yönündeki kriterler farklı.
Örneğin pideyi yerken kıymanın arasında kendine yer bulmuş (!) sinir parçası dişlerinizin arasında "ben buradayım" diyebilir.
Onun ağzınızda "yağlanmamış kağnı tekeri gibi ses çıkartması" pek çok yerde "vukuatı adiyeden" bir iştir.
Yemeği o anda bırakırsanız size uzaydan gelen adam muamelesi yaparlar.
Usta o akşam sizi dostlarına anlatırken mutlaka hayırla anacaktır. Hiç şüpheniz olmasın.
(...)
Lokantadan çıkarak cadde üzerinde yürüyoruz.
Kaan merakından olsa gerek bir balcı dükkanına giriyor.
Arkasından da ben dalıyorum.
Masa başında oturan: Apdurrahman Atalay (Balcı)
0 542 779 77 66
Kalite kontrolü!
Yarın Muş yolu üzerinde olan "Yüzen Adalar"ı göreceğiz.
Uyusak iyi olacak gibi.
Yol boyunca
28 Nisan 2014 Pazartesi / 06:04
Batı'da böyle yol yok.
Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki Türkiye'nin hiçbir bölgesinde bu kadar düzgün yol yok.
Bu tespitim hemen hemen tüm Doğu ve Güney Doğu Anadolu için geçerli.
Direksiyonu iple sabitle, koy ver gitsin. Yollar o kadar düzgün...
Dolaysıyla arabanızla geziye çıkacaksanız zerre kadar tereddütünüz olmasın.
(...)
Erken yola çıkıldığında yolun da size sürprizleri oluyor.
Yüzen Adalar
Adalar hakkında Bingöl'e gelmeden bilgi edinmiştim.
Tabi ki yeterince olmadığını yöreye gelince anladım.
Bingöl - Muş istikametinde Solhan'a yaklaşırken Kuzey'e ayrılarak yaklaşık olarak 5 km kadar yol alacaksınız.
Şu ana kadar bir yönlendirme levhasına rastlamadık.
Yol kenarında oturan iki küçük kız çocuğu görüyorum.
Ama onlar yere bakarak bizi görmek istemiyorlar.
Ne diyebiliriz ki!
Bir süre sonra doğru yolda olduğumuzu anlıyoruz.
Yönlendirme tabelası
Yeri geldi bu konudaki gözlemlerim sonunda edindiğim kanaatlerimi sizlerle paylaşmak isterim
Onlarca senedir dağ taş gezerim. Doğu Anadolu'da koruma kontrol çalışmaları ile ilgili bir tek uygulamaya şahit olmadım.
İnsan hiç mi rastlamaz?
Buna rağmen hiç unutmamamız gereken bir gerçek var.
Bu ülkede her türlü avcılık 365 gün 24 saat yapılıyor.
İşin en vahim tarafı bu insanların yaptıkları eylemlerin suç olduğunu kabul etmemeleri.
Sizleri yeterince aydınlatabilmek için zaman zaman Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne koruma kontrol çalışmaları ile ilgili istatistiki bilgi içeren dosyaları "Bilgi Edinme Kanunu" çerçevesinde görmek istediğimi dilekçe ile talep ederim.
Gerçekler işlerine gelmediği için durumu kurtaracak bir iki bilgiyi paylaşırlar.
Bu sitede bu konuda yazdığım çok sayıda yazı var. Ben aklımda kalan iki örneği sizlere sunuyorum.
Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=662&Yazar=815
Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=744&Yazar=815
Çok kısa bir süre sonra Yüzen Adalar'a vardık.
Burası Hazarşah Köyü Aksakal Göl Mezrası
Bizi karşılayan manzara bu.
Yeşil bidonu poşetlerin üzerine daha uygun yerleştirebilseler tam anıt olacak ama!..
Yine de "bravooooo" demek isterim.
(Beni şaşırtmadığınız için)
Bilgisayar başından ayrılıp, sahaları bizzat kontrol etmezseniz olacağı bu.
Ne girişte bir görevli var, ne de etrafta dolanan bir bekçi.
Yüzen Adalar Tabiat Anıtı gördüğünüz kadarı ile sınırlı.
Eni de boyu da, bundan ibaret.
Adalar hakkında daha geniş bilgi edinmek istedim. Siz olsanız ne yapardınız?
Ben de onu yaptım.
Bingöl Valiliği'nin web sitesine girdim. Bkz: http://www.bingol.gov.tr/default_B0.aspx?content=251
Sitede var olan bilgilendirme ile ilgili yazıyı okudum.
Metnin içinden dikkatimi çeken cümleleri sizler için ayıkladım.
Bakın metinde neler var! (İnce ve yatık yazılar siteden alınmıştır.)
"Solhan ilçesi Hazarşah Köyü Aksakal Göl mezrasındaki ada, o yörede yaşayan halk tarafından keşfedilmiştir."
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün memleketten haberi yok ki bu işler vatandaşa kalıyor.
Söz konusu ada şimdiye kadar görülmemiş bir tabiat olayına sahiptir.
Gerçek dışı bir iddia!..
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mustafa Özdemir, 9 ilde bulunan yüzen adaların turizme kazandırılması için çalışmalar yapılması gerektiğini söyledi
Bkz: http://www.zaman.com.tr/gundem_yuzen-adalar-turizme-kazandirilmali_603261.html
Tabiat Anıtı olduğuna göre Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın sorumluluğunda olan yüzen adalar hakkında web sitesinde bilgilendirme yazıları dervam ediyor..
Gölün derinliği 50 metreden fazla olduğu sanılmaktadır.
Sanılıyor!
Neden?
Olası ihtimalle uzun ipleri yok ki iş "sanılara" kalmış.
-!..
Ayıp nedir?
-!..
Batı dünyası yeryüzünden 65 milyon Km ötede araştırma yapıyor. O mesafeden fotoğraf da geliyor.
Biz 50 m ötesini ne merak ediyoruz, ne de ölçebiliyoruz.
Bunun nasıl bir mazereti olabilir ki?
-!..
Sebebini öğrenmek ister misiniz?
Yanıtınız "Evet" ise aşağıdaki kısa alıntıyı okumanızı öneririm.
"...Ancak kazanma hırsını bir türlü gideremeyen yöneticilerimiz korkarım ki önümüzdeki günlerde müdahale edilemeyen sınav sistemini geliştireceklerine, mülakat ucubesi ekleyerek yandaş sınav sistemine geçilmesini gelecekleri için güvence göreceklerdir. Bir bakanlığa birçok meslekten adam alınır; bunların sınavını kim yapacak; mülakatta çeşitli mesleklerdeki yetkinliği kim ölçecek; bunu başaran dünyada bir ülke olmuş mudur? Geçmişte olduğu gibi yukarıdan gelen talimata ve ellerine tutuşturulacak listeye göre atamalar yapılacaktır. Türkiye böylece belirli bir kesimin ülkesi haline dönüştürülmüş olacaktır."
Prof. Dr. Ali DEMİRSOY
"İşe göre adam" yerine, "adama göre iş" için hazırlık yapılıyor da diyebilirisiniz.
Sonuçları ne mi olacak?
Görmüyor musunuz!
Not: Prof. Dr. Ali DEMİRSOY'un web sitesine girerek yazının tamamını okuyabilirsiniz.
Bkz: http://yunus.hacettepe.edu.tr/~demirsoy/Ana_Sayfa.html
Bingöl'de görmeyi hedeflediğimiz ikinci bir nokta yok.
Geri dönerken o iki küçük kıza tekrar rastlıyoruz.
Aynı tavrı sergiliyorlar.
Yaşları olsun olsun 10-11
Bu yaştaki çocuklar, çocuktur çocuk...
Ama gelin görün ki bazı kafalar iflah olmaz ölçüde hastadır hasta...
Hürriyet Gazetesi /14 06 /2014
Ne demek istediğimi dilerim ki anlatabilmiş olayım.
Muş istikametine doğru yol alıyoruz.
Yol üstündeki bayraklar dikkatimizi çekiyor.
Yaklaşınca bu acı olayı hatırlıyoruz.
Bingöl'de 24 Mayıs 1993 yılında terör örgütü PKK tarafından şehit edilen, 33 er anısana yapılan anıt mezardayız.
Her bir bayrağın altında bir askerimiz yatıyor.
Taşların üzerine askerlerin fotoğrafları konmuş...
Bakamıyorum bile, her biri vatanın dört bir tarafından gelmiş...
Alçakça düzenlenen bir tuzağa düşürülmüş silahsız 33 genç...
Nasıl kıydınız onlara?
Göz yaşlarımı saklamak için kısa bir süre oradan uzaklaşıyorum.
Elinde silahı olmayan, 20'li yaşlarda, hayatın ilk baharını bile yaşamamış 33 insanı katlediyorsun.
Sen nasıl bir insansın (!) bunu anlayamıyorum.
(...)
Bkz: http://www.sondevir.com/tarihtebugun/72495/33-silahsiz-mehmetcik-bingolde-sehit-edildi.html
Bu konuda gezilerim sırasında yapmış olduğum gözlemlere dayanarak şahsi düşüncelerimi söylemek isterim.
Dönem, düşüncelerimizi cesaretle seslendirebilme zamanıdır.
Kapalı kapılar arasında fısıldaşmak, sizin "aydın" olduğunuzu kanıtlamaz.
Tam aksine:
Bu sizin "korkak" olduğunuzun yanı sıra halâ "ayamadığınızın da" somut delilidir.
Sizlere "Aydı" değil "ayamadı" demek lazım.
Ben:
40.000 kişinin katili ile yürütülmeye çalışılan barış sürecinin doğru bir seçenek olduğuna inanmıyorum.
O "'sayın" ise, Hitler çok çok daha saygın olmalı. Alıştırma süreci işliyor!
Televizyon ekranlarında ona "sayın" diyenler artık tepki çekmiyor.
Barış sürecinin başarıya ulaşacağına inanmıyorum.
Kürt kardeşlerimin demokratik haklar konusunda benden bir eksikliği olduğuna ise hiç ama hiç inanmıyorum.
Anadolu'yu karış karış geziyor ve insanlarla konuşuyorum.
Sorunun temelinde her türlü zeminde "kişisel çıkar" hesapları var.
Siz insan hayatını değerli kılarsanız hiç kimse durduk yerde dağa çıkıp silah kuşanmaz.
İster Kürt isterse Türk olsun. Bir insan, hayatını bir anda hiçe sayabiliyorsa önemli bir sosyal problem var demektir.
Yarınlarından kuşku duyan bir toplumun büyük çalkantılar yaşayacağı gün gibi aşikârdır.
Dolayısyla bu konuda pek çok siyasi iktidar bana göre başarısızdır.
Bakın Cumhuriyet Tarihi'ne, her dönemin sonunda devlet büyümüş, millet ise biraz daha küçülmüştür.
(...)
37 yıl sonra askerlik yaptığım yöreye gittim.
37 sene içinde civar köyler de dahil olmak üzere hiç ama hiç bir değişime şahit olamadım.
Kaçakçılık meslek olarak tescil edilmiş. Değişen sadece bu.
Bkz: http://arpacik.net/icerik_yazar.asp?Icerik=769&Yazar=815
Buna "dur" dediğiniz zaman bilin ki en kısa sürede silahlar patlayacaktır.
Yazın bir kenara .
Çözüm!
Küçük (!) ama güçlü bir devlet,
Çağın teknolojisi ile bütünleşmiş, okuma oranının yanı sıra okuduğunu anlayabilen zengin bir millet.
Bu fotoğraf karesine ulaşabilmenin bir tek yolu var.
Zahmetli ve uzun bir yoldan geçeceğiz.
Eğitimden bahsediyorum
Uluslararası değeri (!) olan bir eğitimden.
Güçlü bir beşeri sermaye.
Seferberlik ilan edin.
Köy Enstitüleri'ni açın.
Hemen şimdi.
25 sene sonra değişimi fark edebiliriz.
O günleri görebilirseniz?
Acı gerçek bu.
(...)
Atatürk'ün büyüklüğünü her geçen gün daha iyi anlıyorum.
Sadece 4 gün evvel bizleri bekleyen büyük tehlikenin ne olduğunu anlatan bir cümleyi sizlerle paylaşmak istedim.
Aynı kanıdayım.
Ben: Biz Türklerin yurt edindiğimiz bu coğrafyada kalıcı olacağımızı zannetmiyorum.
Bu cehaletle bu bilgisizlikle bu topraklarda hüküm sürmemize izin vermezler
Dr. Necdet Özgelen
Kaynak: Habertürk Gazetesi /11 Haziran 2014
Eğitimdir ki;
Bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır,
ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder
Mustafa Kemal Atatürk
Lafın tamamı deliye söylenirmiş
Anlayanlara....
Devam edecek...
4'üncü Bölüm
Muş - Hamurpet Gölü - Tatvan - Keban - Kemaliye
Mehmet Emin BORA
16 Haziran 2014 Cumartesi
Çamlıdere / Ankara