TOLAZLAR’DAN ÇIKTIM
"Tolazlar'dan çıktım efe... Köpek önümde tingildeyipduru." dedi Üsen Dayı.
Hepimize kaçamak bakışlar atarak dikkatimizi ölçüyordu. Sanki bizi yetersiz görüyor gibiydi, hayalinde daha önemli kişilere anlatıyordu. “Efendim, keklik bakıyoz tabii. O zamanlar bıldırcına tüfek atıldığı mı var? Sıkıları kendin dolduruyorsun. Saçma yok, barıt yok. Yokluk zamanı gari. Ördeklerin bile ikisini üçünü bir yere getirince sıkı atılıyor. Para mı var? Nerde para?”
“Yok artık Üsen Dayı” dedim. “Ördeğe de sıkı atıyorsunuzdur herhalde, yapma o kadar!”
“Bene inanmıyorsan babana sor oğlum” dedi Üsen Dayı, biraz bozularak… “Babanlan da çok gezdik biz. Balıkçıdır da o. Hem bildiğin balıkçılardan değil, ağını serpmesini kendisi örerdi. İnsanlara da örüverirdi. Şimdi galmadı gari o ağlar, tuzaklar. Nerde o evvelki balık? Balık mı galdı?”
Başka bir konu açılmak üzereydi. Av muhabbeti kaynamasın diye hemen bir soru ile önceki anısını hatırlattım.
“Eee, Üsen Dayı, çok mu vardı Tolazlar’da keklik?”
“De gidi de!” dedi Üsen Dayı, elini sallayarak… Bize baktı, abartmak istediği belliydi. Eski avcıların biz yeni yetmelere hava atma yollarından birisi de buydu. Eskideki bol avlar anlatılırdı ve bizim bu devirde doğru dürüst bir şey göremediğimiz ima edilirdi.
“Biyo hatta alayı kıstırdık, dağıttık da… Parça parça Ortası Mezarlığının içine kaçtılardı. Hasanağa Kahvesindekiler öttüklerini duymuşlar gari o sabah… Alay bir gecede zor toparlanıp tekrar dağa çıkmış.”
Ortası Mezarlığı denen yer, Yenipazar’ın çıkışında eski bir mezarlıktı. Hemen arkasında yer alan tepelerde tarihi Orthosia antik kenti yer aldığından dolayı bu mezarlığa bu isim verilmiş olsa gerekti. Antik kentteki tonoz adı verilen yapılardan dolayı da Yenipazar’da bu yer Tolazlar Mevkii diye bilinirdi. Yerin hazineye ait olması, sarp yapısı ve gerisindeki yarı yaban dağlar nedeniyle eskiden beri avcılar tarafından sevilen bir bölgeydi.
“Biz de öyle uzun uzadıya av yapmayacaktık esasında… Hemen ikişer keklik vurup öğlen yiyiverecektik. Maksat köpekler öğrensin. O zamanlar bu enek vardı işte. Ne köpekti yav. Hem kokusu, hem alıp getirmesi vardı.”
Üsen Dayı’nın köpek sohbeti başlamak üzereydi. Eski zamanlarda av köpeklerinden beklenenlerin ne kadar az şeyler olduğunu düşündüm. Bugün köpek kulüpleri, yarışmalar, şecereler ve çeşitli saf ırklarla dolu köpek dünyasını düşününce insan ister istemez, “acaba ileriye mi gittik” diye endişe ediyor.
“Ben bu köpeği taa Tire’den bulduydum, sonra gidip aldık geldik. Görüverdiğimde bildim bunun güzel köpek olduğunu. Ellerimle besledim büyüttüm, rahmetli desem yeri valla. Havadan koku alırdı bu. O zamanlar enekti. Gene tutturdu bi koku, gidiyor. Durun dedim, bu buldu. Burada gezinmişler bunlar. Hiç boşa çakılmazdı benim enek. Diken çalının içine de girer çıkarırdı ne varsa. Tüysüz cins değil mi, hiç çekinmezdi. Kaç kere sıkı attırmadan tavşanı tuttu tuttu geldi.”
“Ondan sonra, bizim oğlan…” Üsen Dayı’nın “Efe” hitabı “bizim oğlan”a döndüğü için artık hayali kişilere anlatmadığı ve bizi adam yerine koyduğu anlaşılıyordu. Avcıların birbiriyle sohbetinde yaş farkı olmazdı. Av sohbeti ilerlediğinde bizi kendi yaşıtı gibi görüyordu.
Üsen Dayı keklikleri kaldırmış, atmaya başlamıştı. Keklik alayına atışlarını anlatırken heyecanlanıyor, bir bu yana bir öbür yana atış hareketleri yapıyordu. Tüfeğinden bahsetmeyi de ihmal etmiyordu.
“O alayda en az elli kuş vardı, şimdi yalan söylemeyeyim, biz o gün on kadar vurduk. Eh dedim ben, bi gavurmalık oldu gari… Der demez önümden iki keklik harlayıverdi. Bi birine, bi birine! İkisi de düşüverdi.”
Keyiflendi Üsen Dayı. Bizlerin güldüğünün farkına bile varmıyordu.
O gün beraber gittikleri diğer bir avcıyı kastederek karşılaştırmalar yapıyordu bir yandan…
“Ona dedim ben, Efe, burası ovaya benzemez, keklik kalktığında nereden geldiğini bilemezsin dedim. Onun habarı yok tabii. Biz her sene keklikte öğrenmişiz tüfek atmasını…”
Eskiden beri avcılık Yenipazar’da bir yarışma gibi algılanmıştı. Vurulan av sayısında birbiriyle yarışan Yenipazarlı avcılar, sezonun ilk avını vurmada da birbirleriyle çekişme içerisinde olurdu. Atış mahareti, daha fazla yer gezme gibi konular kesin üstünlük sağlanması gereken hususlardandı. Zamanında traktörlerle ve farla yapılan gece tavşan avlarında korkunç rakamların söz edildiği olurdu. Bugün o sayılar Yenipazar’da nostalji ve hayal sayılıyor. Yenipazar’da bir kişi tavşan vurduğunda neredeyse belediye hoparlöründen ilan edilecek kadar önemli bir hadise oluyor.
Üsen Dayı’nın da gözleri daldı, o günlere gitti. “Biz o zamanlar kekliğin böyle biteceğine akıl erdiremedik oğlum” dedi. Ciddileşmişti, biraz da pişman gibiydi.
“Hesapsız avlandık, hiç biteceği mi vardı bu dağlarda kekliğin? Bu Yörük Mahallesinden keklik ötüşü duyulurdu o zamanları. Yollarda önüne tavşan çıkıverirdi insanın. Azıcık ovaya gidiver, tilki çakaldan geçilmezdi, akşamları Pev! Pev! diye bağırırlardı. Ne oldu da böyle oldu? O zamanlar biz de bilmezdik, binerdik traktöre farla tavşan vururduk, bitmez sanırdık. Gün geldi, hepsi bitti. Yok gari…” Üsen Dayı sustu, lafın buraya geleceğini kendisi de tahmin etmemişti. Canı sıkılmıştı.
“Bak balık da kalmadı Menderes’te” dedi. Yüzündeki kırışıklıklar derinleşmişti. Canı sıkkın, konuşmakta zorlanıyor gibiydi: “O kuzu gibi yayınlar, sarıbalıklar, ilan balıkları gitti gari, yalan gibi oluverdi” dedi.
“Mehmet” dedi, yüzüme bakarak… “Sen okumuşsundur, bu yabancılar nasıl ediyorlar, ne ediyorlar, bak geçen günü televizyonda gösterdiler. Kuş savruluyor her yerde. Attılar attılar tüketemediler. Biz de bunlar ne yaptıysa öyle yapsak ya?”
“Üsen Dayı” dedim, “Dediğin gibi, bizim bir şey yapmamız lazım. Siz gördünüz, biz de hadi yarım yamalak gördük geçtik, ama çoluk çocuğumuzu düşünmemiz lazım”
Üsen Dayı gözlerini kırpıştırdı. Ona av yönetiminin nasıl yapılacağını anlatabilme imkânım yoktu.
“Av hayvanının korunması, çoğalması için evvela yaşama alanı lazım. Bak, Menderes kirlenince, her yaz suyunu kesince balık mı kalır? O zaman derdimiz balık tutanlar değil, Menderes Nehri… Aynı onun gibi, avcı da dert bazen ama esas derdimiz, memlekette yaban hayvanlarının üreyeceği, rahatsız edilmeden yaşayacağı, çoğalacağı yerler bırakmamış olmamız.”
“Avlak dediğimiz yerler aynı zamanda tarla, zeytinlik, otlak, mera, karışık… Sadece yaban hayatına ayırdığımız bir yerimiz var mı? Yok. İşte o zaman bu av neden azaldı diye sormamak lazım, neden av hayvanına ayırdığımız yerimiz yok diye sormak lazım. Bak bu bizim dağlarda insan kaynıyor. Her taraf zeytinlik, incir bahçesi. Daha yukarıda da sürü geziyor. Kaçak avcılar da sezon dinlemeden vuruyor. Sanki hayvanların nesline düşmanlar.”
Etraftaki arkadaşların ilgisinin, mevlit dinleyenlerin ilgisi düzeyine düştüğünü fark ettim, ders vermeye başladığımı anladım. Üsen Dayı da sorduğuna pişman olmuş gibiydi. Hâlbuki bize “sihirli değnek” çözümleri lazımdı. Mesela devlet kuş salsaydı… Bir bölge ava yasaklansa hemen kuş çoğalıvermez miydi?
Ben de sustum.
Üsen Dayı, “Neyse canım..” dedi. “Şimdinin köpekleri o zaman elimizde olsaydı, ah ülen ah” diye konuyu geçmişe çekmeye çalıştı. Ancak der demez kendi yüzü de ekşidi. Tatsız sohbet cini şişeden çıkmıştı bir kere… Kıpırdandı.
“Ben bi berberde sıra gelmiş mi diye bakayım geleyim” dedi.
Anlamıştım, avcının geçmiş avların büyüleyici dünyasından çıkmış, günümüz gerçekliğinin sert duvarına denk gelmiştik. Üsen Dayı günümüz sorunlarına üzülüyor, ancak çözüm konusunda düşünmek istemiyordu. Geçmişteki görkemli av hatıraları ona yetiyordu. Zaten av olsa da dağa çıkabilecek hali yoktu.
Peki gençler? Gençler neden düşünmüyordu?
Benimle oturan gençlere baktım, onlar da cep telefonlarını karıştırmaya başlamışlardı.
Mehmet EKİZOĞLU
Ankara - 2012