KEKLİĞİN HAKKI
Çankırı'nın dağlarının zirvelerinde parça parça kar tutmuş. Aşağıda ise ayazı var. Öğleye doğru ayaz hafifliyor. Biz de tepeleri tırmanıp derelere indikçe üstümüzdeki paltolar sıkmaya başlıyor. Keklik avı böyle... Adamın burnundan ter akmazsa et yok...
Dostlarımızın bize 50'lik alaylar söz verdiği yerlere geliyoruz. Alaylardan eser yok. Tepelerden gelen keklik sesleri umut veriyor, peşine düşüyoruz.
Uzaktan kalkan parça keklikler, "cııık cıııık" sesleriyle güvenli derelere doğru uçuyorlar.
Uzak mı yakın mı karar veremediğim bir kekliğe tek atış yapıyorum, temiz karavana!
Ekim ayında her yerde olan, her adımda kaçışan çekirgelerden artık eser yok. Bu sene sezonun başında bu çekirgelerden çok vardı. Özellikle palazlar için çok iyi olmuştu bu. Aradaki kırmızı kanatlı çekirgeler, hem kınalının, hem de çilin en sevdiği menü başlığı..
Vurulan kekliklerin kursağına bakıyorum. Hem ot tohumu, hem de buğday tanesi var. İkisi de eşit yoğunlukta. Yakılmayan ve sürülmeyen anızlar, bu derecede uzak noktalarda, tarımsal üretime uyum sağlayabilen kınalı keklik, çil keklik ve bıldırcın gibi yaban hayvanları için kurtarıcı olabiliyor. Tabii ki, yaban hayvanlarının tek ihtiyacı beslenmek değil...
Hayvanın barınmaya, korunmaya ve yuva yapmaya da ihtiyacı var. Bunun için sürülmemiş, taşlı, çalılı, geven dikenli, çil keklik için uzun otlu yabani alanlara ihtiyaç var. Su kaynağının da uzakta olmaması lazım. İşte bunların hepsi birden habitat oluyor zaten... Neyse ki, Anadolu coğrafyasının tümü ekime elverişli değil... Traktörle dahi sökülemeyen kayalık tepeler, ekilemeyecek derecede dik yamaçlar yaban hayatı için çok önemli rezervuar görevi yapıyor.
Üstümüz başımız hep ot tohumu... Bu da onların tohumlarını yayma ve çoğalma yöntemi... Araziden uzaklaşana kadar üzerimdeki tohumları temizlemiyorum. Boş gördüğüm yerde üzerimdeki ot ve diken tohumlarını silkerek, otların çoğalma süreçlerindeki küçük de olsa görevimi yapmış oluyorum. Bazı diken tohumları öyle inatçı ki, onlar da sanırım çamaşır makinesinde üreme niyetindeler...
Ankara avlaklarında sık sık gördüğüm tilki ve çakalı burada göremiyorum. Tilki ve çakallar her sene zehir kurbanı oluyor. Ya tilki zehirlemek isteyenlerin marifeti, ya da tarla farelerinden kurtulmak isteyen çiftçilerin... Aslında yapılması gereken, tarla faresi mücadelesinden sonra zehirlenmiş fareleri toplamak. Ancak tarlalarına kilo kilo zehir boca eden Anadolu köylüsü bir de oturup fare ölüsü mü toplayacak? Zehirli bedenleri temizlemek Anadolu tilkisine ve Anadolu çakalına kalıyor. O zavallım da bu ucuz yemeğin bedelini ağır ödüyor.
Biz zamanında Kara Avcılığı Kanunu ve Çevre Kanununa dayanarak tarlalara zehir atılmasına karşı çıkmıştık. İki sene kadar da bu uygulama, itirazlarımızın Valiliklerce dikkate alınması sayesinde, yapılamamıştı. Sonra Tarım İl Müdürlükleri baskın geldi. Önce ziraat odalarını "fişteklediler". "Hayvanseverler farenin canını çiftçiden önce tutuyor" deyip üstümüze saldılar. Sonra da Tarım Bakanlığının şu malum "Biz zehiri bilinçli kullanıyoruz" teranesi çıktı ve yeniden zehir uygulaması başladı. Gördük bilinçlerini... Buyurun, Büyük Menderes Ovasında bir gün gezin ve rastladığınız tilki, çakal, baykuş, puhu ve atmaca gibi yırtıcıları sayın. Tarla faresi yine aynı popülasyonunda ama ortada yırtıcı kalmadı. Helal olsun bizim bilinçlilere (!)
Girdiğim derenin içinden yukarı doğru çıkarken bir kınalı horozu kalkıyor. Beni atlattığını düşünmüş olmalı. Çok erken. Bana "swing" yapmak için yeterli zaman veriyor. Tek atışta horoz çalıda. Elime aldığımda son seğirmesini geçiriyor. Gagasından kan gelmiş. İçimden bir pişmanlık dalgası gelip her yerimi kaplıyor. Mahmuzuna bakıp sırtıma atıyorum.
Bu duygu gün geçtikçe artıyor. Sabah ava başlarken içimde kıpır kıpır olan heves, ilk vurulan av ile birlikte hemen azalıyor. Beni her sene bu dağ başlarına, kuru sarı ovalara koşturan nedir? Buralara gelip keklik ve tavşanları görsem yeter mi? Elimde tüfek olmadan bu kadar dolaşabilir miyim? Hiç sanmıyorum. Evde bıldırcın çorbası içmekten, fırında keklik yemekten büyük keyif alıyorum. Çocuklara da özenle yedirmeye çalışıyorum. Henüz sadece foto avcılığına geçmeye hazır değilim.
Arabaya geri dönmek üzere tepeden aşağı iniyorum. Geven dikenleri yetiştikleri yerde toprağı öylesine tutmuşlar ki, botumla basmama rağmen tek parça toprak kımıldamıyor. Müthiş bir erozyon önlemi! Dikenlerin üzerinde sanki çiçekçilerin aranjman yaptığı çiçek süsleri gibi tohumları çıkmış, rüzgarda titriyor. Doğa en acımasız görünen ortamlarda bile güzellikler sunmayı başarıyor.
Doğa deyince aklına sadece Abant ormanları veya Uzungöl manzarası gelen gençlerimizi yeni baştan eğitmemiz gerekiyor. Bozkırı bilmeyen burasını “boş arazi” diye görüp burayı yok edebilir ya da yok edilmesine ses çıkarmayabilir. Bozkırın zenginliğini, bozkırın güzelliğini çocuklarımıza, gençlerimize öğretmemiz gerekiyor. Herkesi avcı yapamayız. Avcılar olarak bunun yollarını bulmamız şart… Vurduğumuz kekliklerin üzerimizdeki hakkı bu…
Rastgele
Mehmet Ekizoğlu