Siz halâ şaşırıyor musunuz?


Yabanhayatı can çekişiyor...

Bu acıyı yüreklerinde hisseden insan sayısı sınırlı.

Yaşanan aksaklıklardan sorumlu olan kurum ve kuruluşların çalışanları vurdumduymaz olmanın yanı sıra afra tafradan yanlarına yaklaşılamıyor.

"Ben bilirim" diyorlar. Başka bir şey demiyorlar.

Görünen o ki yabanhayatının idaresinden sorumlu olanlar, çözümü "Bilgisayar üzerinde arama gayreti" içinde.

Yaşamını -eğer gerçek anamda milli parkçıysa- sahada geçirmesi gerekenler:

Masa başında -harp oyunlarını yönetir gibi- "Şunlar şuraya, bunlar buraya" şeklinde alt kademelere emir yağdırıyorlar.

İş sarpa sararsa!..

- Neden yaptınız?

Başarı olursa!..

Ben yaptım.

Oynanan oyunun kısa özeti bu denilebilir.

Daha açık anlatacağım. Önce kısa bir öykü...

Hikâye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.

Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.

Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"

İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:

"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."

Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:

"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."

İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.

İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.

Eşek keyifli bir şekilde anlatır:

"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..."

"Eee, sonra ne oldu?"

"Ne olacak beni başkan seçtiler!"

"Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?"

"Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!"

"Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?"

"Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"

Fıkra, günün moda tabiri ile "zamanlama açısından çok manidar."

Üzülerek söyleyebilirim ki bazı şeyleri "ya anlayamıyoruz, veya bir diğerine anlatamıyoruz."

Ben bu savımı somut bir örnekle desteklemek bağlamında "yabanhayatından vereceğim bir örnekle desteklemeye çalışacağım.

100 yıl sonra yaşayacak avcı kardeşlerime ışık tutmak istiyorum.

Yabanhayatı "hızla geriye gidişten de öte" "çöküş" yaşıyor demiştim.

Bu halin, yüreğinde hayvan sevgisi olan sınırlı sayıda insanın gözünden kaçmadığını düşünüyorum.

Şimdi sizlere bazı gazetelerden derlediğim haberleri sunmak sureti ile: "Dramatik sona adım adım nasıl gidildiğini" gözler önüne sermeye çalışacağım.

Yöntem olarak: konuyla hiç ilgisi olmayanların da kolay anlayabileceği bir üslup olacak.

Derdim: "Ben bunu hiç bilmiyordum, duymamıştım" mazeretini "Sözde aydın geçinen insanların" elinden almak.

Önce bu oyunun "taraflarını -veya aktörlerini- bilmemiz anlamamız" lazım.

Yabanhayatı denildiği zaman bir tarafta "yabanhayvanları" olduğu tartışılmaz bir gerçek..

Konu avcılık olduğuna göre diğer tarafın da "avcılar" olduğunu işin doğasından kaynaklanıyor..

Avcılıkla ilgili yasal düzenlemeleri yapan kurum Orman ve Su İşleri Bakanlığı'dır.

Bakanlık bu görevi: Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile yürütüyor.

Yabanhayatı, tüm canlıları içinde barındıran bir "ekosistem" içinde varlığını sürdürmeye çalışıyor.

(...)

Yabanhayvanları ve avcılar arasında milyonlarca yıldır süre gelen:

Hayvanlar için söz konusu olduğunda yaşam mücadelesi:

İnsan odaklı bakıldığında ise "ayakta kalma mücadelesi" diyebileceğimiz bu öykü, günümüz dünyası için öykü olmaktan çıkmış "çok ciddi disipline muhtaç bir olgu" haline gelmiştir.

Bunun başlıca sebebi insan aklıdır.

Şaşırdınız mı?

-!..

Milyonlarca yıldır evrilen insan, aklı sayesinde -somut bir örnekle açıklamak isterim ki- uzayda "fink" atarken yabanhayvanları halen ilk gün ki gibi davranmaya devam etmektedirler.

Siz:

Yüksek performanslı ateşli silah, araba, uçak, telsiz, telefon, yardımcı elaman, ve benzeri sayabileceğimiz pek çok destek alarak avlanırken...

Onun: kendisini korumak için milyonlarca yıl evvel olduğu gibi sadece,, boynuzu, dişleri veya patileri vardır.

Üstüne üstlük "o" değil "siz" onu öldürmek istiyorsunuz.. Saldırgan olan insandır.

-!..

Özde avcılığı tarif etmek gerekir ise:

Bir tarafın "etken" diğer tarafın "edilgen" olduğu farklı türler arası bir mücadele de diyebiliriz.

İşin özü bundan ibarettir.

Amansızca süren bu mücadelede üçüncü taraf olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nı anlatım kolaylığı bağlamında bu andan itibaren "İdare" "Kurum" veya "Yönetim" diye tanımlayacağım.

Aksi takdirde yazım Resmi Gazete'ye dönebilir.

Bunca sözden sonra anlaşılacağı gibi -taraflar arasındaki eşitsizliği gidermek bağlamında- "idareye" çok önemli yükümlülükler getirdiği apaçık görülmektedir.

Etik olarak "kurumdan" her ne olursa olsun ağırlığını ağzı, dili olmayan hayvanlardan yana kullanması beklenir.

Çağdaş olmanın önemli gereksinmelerinden biri budur.

Özde: hayvanları sevecek ve koruyacaksın.

Onları farklı gerekçelerle hasım (!) ilan etmeyeceksin. (Yabandomuzlarını kast ettim.)

Telafisi mümkün olmayan durumların oluşmasına izin vermeyeceksin.

Olması gereken durumu, tarafları ve rolleri anlatabildiğimi zannediyorum.

Şimdi ülke genelinde yaşananlara bakarak "biz bu öykünün neresindeyiz?" sorusunu yanıtlamaya çalışalım.

Gazete kupürleri yaşadığımız acı gerçekleri yeterince anlatıyor diye düşünüyorum.

Yeri geldikçe haberi ben de yorumlama gayreti içinde olacağım.

Yoruma gerek duymuyorum

Bir avcı neden kuğu vurur ki!

-!...

Hiç şüpheniz olmasın ki bu adam veya adamlar avcılıkla ilgili eğitim almamışlardır. (Aslında çoğunun avcılık ruhsatı var!..)

Neden?

Mutlaka yanıtlanması gereken bu sorunun cevabını yazının sonuna bırakalım.

Adam baykuş vuruyor!

Buna ne avcı denir, ne de insan.

Suçun yoğunluğuna bakar mısınız?

-!..

Aradan altı sene geçti.

09 Şubat 2008 tarihinde başlığı "Tuzak " olan bir yazımda:

"Bu ahlak dışı yöntemleri "avlanma metodu" zanneden insan müsveddeleri de kendilerini "avcı" diye tanımlar.

Tuzakların türü, her ne olursa olsun, hepsinin ortak paydası acı ve ölümdür.

Dolayısıyla 21'inci yüzyılda savunulacak hiç bir yanı da yoktur." demişim.

Fikrim değişmek şöyle dursun daha da kavi hale geldi.

Bkz: http://arpacik.net/www/Icerik_Detay.ASP?Icerik=178

Bir diğer örnek!

Avcıların %99'u havada uçar vaziyette gördüğü bir su kuşunu tanımaz, daha doğrusu tanımlayamaz..

Bu yönde kendini eğitmiş avcı sayısı çok ama çok sınırlıdır.

Aşağıdaki haberin üzerinde özellikle durmak isterim. Çok çok önemli.

Haberin içeriğinde anlaşılmaz bir şey yok.

Yasa dışı avlanılmış ve sonuçta avda kullanılan silahlar ve araç müsadere edilmiş.

Bu atılması gereken birinci,

Suçluların mahkemeye verilmesi ikinci,

Mahkemenin kararı ise üçüncü adımdır.

Dava, yargının vereceği bir kararla sonlanacaktır.

Yaklaşık olarak 4 ay önce yaşanan bir örneği sunmak isterim.

Olayda yasa dışı avcılık yapan şahısların avda kullandıkları silah ve malzemelerinin yanı sıra suçta kullanılan araçları da kolluk kuvvetleri tarafından müsadere edilmiş ilgili yasa gereği haklarında tutanak tutularak suçlular savcılığa sevk edilmişler.

Mahkemenin nihai kararından anlaşıldığı kadarı ile suçta kullanılan aracın sahibine iadesine karar verilmiştir.

İşin özü budur.

-!...

Neden böyle oldu diye merak edenler için ilgili linki okumalarını öneririm..

Bkz: http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/meaki.htm

Yasa dışı avcılığa ait pek çok örnek sunabilirim.

Ben bu başıbozukluğun neden kaynaklandığını adım gibi biliyorum.

Sizlerin de bilmesini istedim.

Yasa dışı uygulamaların hangi boyutlara yaklaştığını bilmeniz için bir kaç örnek daha sunacağım.

Eli silahlı kişinin yüreğinde merhamet olması gerekiyor.

Bir efsaneye göre kurt bizim yarı anamız.

Peki bu işe ne demeli!

-!..

A-Se-Na (Çince yazım şekli) / Vay-Sen-Ha (Türkçe algılama nidası)

Bir soru sormak istiyorum.

Bu genç insanın ölüm sebebi sizce nedir?

Laf cambazları "donarak ölmüş" derken bir yandan da sırıtırlar.

Sorum insanlara...

Bu genç adamın avlanma ruhsatı var ise yaşasaydı ona da "Hipotermi ne demek" diye sorardık.

"Bu ruhsatı nasıl aldın?" diye sorardık.

Şimdi idareye "Bu ruhsatı nasıl oldu da verdiniz?" diye sormalıyız.

İdare bu sorulardan rahatsız olur.

Aşağıdaki gazete kupürlerini dikkatle okumanızı rica ediyorum.

Bakın akil insanlar avcılıkla ilgili olmak üzere ne demişler?

Avcılar dağa taşa ateş edeceklermiş!

Oldu...

Bir eksik buydu.

Benzer bir örnek verilecek ise:

Kara yollarında yanlış yapanlar var, onlar da arabalarını dağa taşa sürsünler. Olamaz mı?

Bu işin uzmanı olan Ömer Boravalı'yı dinlemiyorlar... Konuşuyorlar.... Yazık ki ne yazık.

(...)

Şimdi sizlere var olan Kara Avcılığı Kanunu'nun geçmişte nasıl çıktığı ile ilgili olma üzere bir anımı anlatacağım.

4915 sayılı eski kanunun komisyonlarda tartışıldığı zaman ben de "Avcı Eğitimi ve Yaban Hayvanı Üretme Vakfı Başkanı" sıfatı ile komisyona müşahit sıfatı ile çağrılmıştım

İlgili komisyona gidiyor zaman zaman masanın arkasında, yeri geldiğinde duvar dibinde sorulunca söyleyenler arasında yerimi alıyordum.

Tasarı santim santim yürüyor metre metre geriliyordu.

Şimdi adını anımsamakta güçlük çektiğim iktidar partisinin bir komisyon başkanı vardı.

Hatırladığım: onun Erzurum milletvekili olmasının yanı sıra Profesör sıfatını taşıdığı idi. Anımsarsam adını da yazarım.

Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen çalışmalar yeterince ivme kazanamıyordu. İstanbuldan katılan avcılar uzun yoldan bıkmış, tabir-i caizse komisyonda yalnız kalmıştım.

Yine yeni bir çalışma günü başladığında komisyon başkanı herkese "hoş geldiniz" dedikten sonra masanın en uzak ucunda oturan beni parmağı ile göstererek:

"Arkadaşlar bu kanunu bir an evvel çıkartmak istiyorsak şu sakallı beyefendiyi ikna etmemiz gerekecek başka türlü iş yürümüyor" a yakın bir cümle kurdu.

Utandığımı anımsıyorum.

Başkan neden böyle demişti ki!

Komisyon üyelerinin pek çoğu avcı olmadığı için işin özüne ait işlevleri doğal olarak bilemiyorlardı.

Onlar "Düz mantıkla: anlarım, söylerim, yazarım olur biter" gibi çıkmaz bir yola girmişlerdi.

Verdiğim örnekler akıllarını karıştırıyordu. Bana için için de olsa kızıyorlar, ama hakkımı da veriyorlardı.

(...)

Anılarım tetiklendi!

Yine farklı bir günde bir toplantı öncesi o güne kadar komisyonda hiç görmediğim iki beyefendi gelmişti.

Merak ettim ve sordum.

- Affedersiniz siz hangi kurum adına katılıyorsunuz? Bu güne kadar sizi hiç görmedim.

- Diyanet işleri adına.

- Nasıl yani anlamadım.

- Biz benzer komisyonlara otomatikman katılırız. Belli mi olur, belki de bize ihtiyaç olur. Kuruma iş çıkar.

-!..

(...)

Ömer Boravalı avcılık konusunda tüm meclis üyelerinin tamamından daha fazla bilir.

Bilmem anlatabildim mi?

Bu işi Vali, Milletvekili, Komisyon Başkanı, Bakan hatta Başbakan çözemez.

Çözer. Emir verir kanun olur.

Olur mu?

Olur.

-!..

Problemleri çözer mi?

Çözmez.

-!..

Pek çok konuda bu ülkenin tıkandığı nokta burasıdır.

"İşi ehline ver bir ekmek fazla ver" sözünde hakikat payı büyüktür.

Dilerim ki anlatabilmiş olayım.

Şimdi ne demek istediğimi daha da somut bir örnekle sizlere sunacağım.

Aşağıda Siirt Valisi Ahmet Aydın'ın bir beyanatı var.

Önce okuyun

Şimdi bir kaç soru sormak istiyorum.

Leoparı yakaladığınızı (!) farz edelim.

Hangi hocaya teslim edeceksiniz?

Varsayın ki hocayı (!) da buldunuz teslim ettiniz.

Hoca ne yapacak?

-!..

Hocadan kastınız nedir?

-!..

Yine varsayalım ki yakalan leopar dişi.

Bunu eşleştirmek için ömrümüz erkeğin yakalanması için dua ile mi geçecek?

-!..

Bu arada kaç tanesi telef olacak?

"Yabanhayvanları ehlileştirilmemeli" ne demek? Bu cümleden ne anlıyorsunuz?

Ayrıca son 50 sene içinde canlı yakalanmış bir tek örnek yok.

Genetik ağırlıklı bilemediğimiz bir proje mi var?

Canlı Leopar yakalanması için emri vali verdiğine göre:

Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın bu yönde bir izni olmalı.

Var mı?

-!...

Leoparı bilemiyorum.

Aranan ayı olsa! Sorun çözülür diye düşünüyorum

Yeri geldi. Aktarmak isterim.

Çoban su kenarında koyunları otlatırken, bir ağacın altında bikini ile güneşlenen Fransız turisti görmüş.

Adam zaten uzun zamandır dağda, dayanamamış kadına tecavüz etmiş.

Ama ne tecavüz, defalarca...

Fransız turist soluğu Jandarma'da almış. Jandarma, çobanı yakalamış. Getirmişler karakola ifadesini alıyorlarmış.

Fransız turist demiş ki:

- Böyle bir erkek!

Ben asla görmedim, benimle birlikte Fransa'ya gelirse şikayetçi olmam...

Adam düşünmüş taşınmış ve:

- Ben nasıl gelirim? Koyunlar var, çoluk çocuk var, gelemem. 

Kadın ısrar etmiş:

- Gelmezsen seni hapse atacaklar.

Adam bakmış ki iş ciddi, kendince bir çözüm yolu bulmuş:

- Benim bir kardeşim var, o bekar, onu alıp götür.

Fransız turist sormuş:

- O da senin gibi mi? Yani güçlü kuvvetli bir erkek mi?

Çoban:

- Valla bilmiyorum ama 2 sene evvel bir ayıya tecavüz etmişti, ayı 2 senedir hala eve bal getirir.

Şaka bir tarafa tekne ciddi ölçüde su alıyor.

Yabanhayatının idaresi zannedilenden çok daha zordur.

Yeni cezalar Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın elini kolunu bağlamış.

Sahaya çıkan az sayıdaki fedakar insanlar yeterince desteklenmiyor.

Onlar için alınan malzemeler araziye çıkmayan masa başındaki görevlilere -sessizce- dağıtılıyor.

Çok daha önemlisi 79 yıldır yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) yürürlükten kalkarken, yerini 5237 sayılı TCK aldı.

Tamam da "müsadere faslı" yeni ceza kanununda bu şekli ile nasıl komisyondan nasıl geçti?

Komisyonda neden direnmediniz?

Neden? Neden? Neden?

!..

Şimdi herkese soruyorum.

Avcılar bundan sonra ava çok pahalı arabalarla giderlerse -ki gerçek de böyledir- müsadere korkusu olmaz ise ne olacak?

Kaçak ava koşa koşa giderler.

Anadolu'da "Olursa başım suyu, olmazsa aşım suyu" şeklinde ironi yapılır.

Geyik için 10.000.00 TL vereceğine.... Bırak silahı müsadere etsinler...Bin arabana çek git...

Anlatabildim mi?

-!..

Avcıları korkutan en büyük cezayı ortadan kaldırdınız.

Şimdi suçlu arıyorsunuz.

İki arkadaş, hararetle tartışıyormuş:

Tartıştıkları konu: "sigara içerken İncil okunup okunmayacağı imiş." Sonuç alamayınca Papa'ya sormaya karar vermişler.

Papa'nın yanına gidip sırayla sorularını sormuşlar.

Biri olumsuz cevap alırken diğeri, izin almayı başarmış.

İzin alamayanın sorduğu soru :

- Papa hazretleri, İncil okurken canım sigara içmek istiyor, içebilir miyim?

- Oğlum, İncil okunurken Tanrı'yla ilgilenmen lazım. O sırada dikkatinin dağılmaması lazım. O yüzden İncil okurken sigara içilmez.

İzin alanın sorduğu soru :

- Papa hazretleri, sigara içerken canım İncil okumak istiyor, okuyabilir miyim?

- Oğlum, her nerede ve ne koşulda olursan ol, İncil okuma isteği duyarsan okuyabilirsin.

Kıssadan hisse:

1) Esas olan, aldığın cevap değil, sorduğun sorudur.
2) Beceri; almak istediğin yanıtı alabileceğin soruyu sorabilmektir...

"Avcılık" ağırlıklı yazı yazmadan eskisi kadar keyif almıyorum.

Neden mi?

Avcı eğitimi ilgili onlarca kere yazı yazdım. Değişmiyor. Hiç bir şey değişmiyor...

Örneğin:

Avcılık belgesi almak işten bile değil.

100-200 TL arası bir bedelle kursa hiç katılmadan avcı olabilirisiniz.

Avcılık belgeniz şehirler arası kargo ile adresinize geliyor.

Ankara'nın ilçelerinde verilen kurslarda (!) imtihan günü adaylar adlarını ve soyadlarını yazdıktan sonra iş bitiyor.

Sınav kağıtları "aman ha yanlışlık olmasın" diye ilgililerce toplanıyor!..

( Allah var...Bu konuda çok hassaslar)

Bu uygulamayı yapanlar için iki getiri söz konusu.

1- Belge alan avcı sayısını olabildiğince yükseltmek. Dolayısıyla iş yapmış gibi görünmek

2- Her mali yılda zorunlu olarak 100 TL gibi bir parayı maliyenin kasasına gelir olarak yazmak.

Rutin olarak bir kaç ayda bir bakanın karşısına çıktıklarında:

"Beyefendi eğitimli avcı sayısı geçen yıla göre % (!) bilmem şu kadar arttı.

Veya:

Benzeri istatistikler sunmak sureti ile yabanhayatını idare ettiklerini zannediyorlar.

Beklentileri ise kişisel konumları muhafazadan öte değildir.

(...)

Avcılar, avlanma belgelerini iptal ettirmeye başlamış.

Biri de çıksa belgeyi nasıl aldığını anlatsa ya... Bunu niye anlatmıyorsunuz?

Öküz öldü ortaklık bitti.

Bekliyorum, bir gün bu da olacak.

Her yeri geldikçe işin başındaki, sahadaki, masa başındaki, herkesi dinliyorum.

Diyorlar ki:

"Bizde makam yükseldikçe sorumluluk azalır, buna karşılık yetki çoğalır.

Titriniz ne denli küçük ise, sorumluluğunuz o denli yüksek olur.

Davul işi yapanların boynunda, tokmak ise masadaki adamın elinde" ....

Yabanhayatının sahadaki kahramanlarının görev şevki neredeyse kalmamış gibi...

Biz yakalıyoruz, adalet bırakıyor havası hakim.

Yazımın başlığını içeriği ile beraber "Siz halâ şaşırıyor musun?" şeklinde kurgulamıştım.

Yabanhayatında olduğu gibi aslında yaşanan her şey bir sonuçtur.

Bizler ne yaptık da bu günlere geldik diyebilirseniz sorgulama başladı demektir

Bu iyiye işarettir.

Ama ne yazık ki günü geçiştirmek bu topraklarda neredeyse gelenek haline gelmiştir.

Mümin Sekman "Yaşadığınız coğrafya sizin kaderinizdir" diyor.

Konu insan. Hemen ekliyor:

"Davranışsal kodları bozuk olabilir"

-!...

Bkz:http://www.muminsekman.com/

Kötü yönetilmek bizim kaderimiz midir?

Siz ne düşünüyorsunuz?

-!..

Sorunları veya soruları akıl yerine zeka ile çözmeyi veya yanıtlamayı adet haline getirirseniz:

Şark'ın karanlığında boğulursunuz.

Buyurun bir zeka örneği daha:

Erzurumlu eve geldiğinde karısını âşığıyla basıyor. Hemen atlıyor adamın üstüne, alıyor altına ve başlıyor yumrukları patlatmaya.

Bu sırada kadın üryan vaziyette edepsizce cazgırlık ediyor :

"Vur herifim, vur aslanım! Bu namussuzun mahallede yapmadığı karı kalmadı."

Derken, âşığı bir punduna getirip üste çıkıyor ve bu sefer o başlıyor kadının kocasını dövmeye.

Kadın duruma hemen uyum sağlayıp, devam ediyor bağırmaya:

" Vur Zeki vur! Ne kendi yapir, ne de bırakır ki başkası yapa!"

Budur cihanda en çok beğendiğim meslek

Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek

                                                                                   Mehmet Akif Ersoy

 

Mehmet Emin BORA

29 Ocak 2014 / ANKARA

 

 

 

 

 

 

Bu yazı 5433 kez okundu...