Dörtdivan Kuş Gözlem Evi
1. Bölüm
Kızıl Şahin/ Bolu-Dörtdivan
Son yazımı 24 Ekim 2013 tarihinde Çamlıdere'de yayınlamıştım.
O günden bu güne neredeyse 3 aya yakın bir zaman geçti.
Benim için sıkıntılı bir dönem oldu.
Çamlıdere'deki evimizi kış sezonu başladığı için kapattım. Bilirsiniz ev kapatıp açmak başlı başına bir külfettir.
Ankara'ya döndüm. Aklım geride bıraktığım kedilerimde kaldı.
Kışı nasıl geçirecekler?
-!..
Bu senenin yavruları ile sayıları 25'e ulaştı.
Doğdukları günü biliyor, analarını babalarını senelerdir takip ediyorum.
Kim kimin kızı, oğlu bilirim.
Baskın karakterli babaların sergiledikleri koruyucu tavırları, duruşlarını gözlemlemeniz lazım.
Üstad
Bazı okuyucular içlerinden "bunlar çok mu önemli?" diye düşünebilirler.
Evet önemli.
Hayat bana "benim için önemli olmasının" yeterli olduğunu öğreteli epeyce bir zaman oldu.
Özde, onların davranış biçimlerini yakından izlemek beni mutlu ediyor.
Ne hissediyorsunuz?
Seneye anne veya baba olacaklar
Oldum olası ayrılık içeren ritüellerden haz etmem.
Çamlıdere'de 8. yılımı tamamladım.
Her yıl yaşanan bu "zorunlu ayrılık" sırasında zaman zaman da olsa yol boyunca ağladığımı anımsarım.
Yeri geldi söylemek isterim.
"Avcılar ağlayabilmelidir." Ağlamayandan korkun.
(...)
Dilerim ki anlaşılmış olsun!..
Elbette ki dertlerim bununla sınırlı değil.
Örneğin 7 ayda çektiğim fotoğraflar 550 GB kadar oldu.
Bunun dışında düzenlenmeyi bekleyen 11 tane de harici disk var. (20 TB)
Arşiv büyüdükçe iş zorlaşıyor.
Binlerce fotoğraf elden geçecek.
Ana bilgisayarda ilgili üst başlıkların altında dosyalanacak.
Özde sistem, herkesin kolayca bilgiye erişebileceği şekilde yapılanmalı.
Benden sonrası için "olası soruları şimdiden cevaplama gayreti" içindeyim.
Sürekli çalışırsam -ki bu imkansız- bir yıldan fazla bir süreye ihtiyacım var.
Bu şartlar altında düzenleme 3-4 sene sürer gibi görünüyor.
Yeni yapılacak çekimler bu hesabın içinde yok.
(...)
Kapasite ihtiyacından dolayı Ankara'ya gelir gelmez bilgisayarımı yeniden yapılandırmaya karar verdim.
Bu işlem, yaşanan aksaklıklardan dolayı tam tamına iki ayımı aldı.
Bilgisayarımın kapasitesi 14 TB olurken 4 TB büyüklüğünde bir fotoğraf albümü oluştu.
Fotoğrafların ortalama büyüklükleri 5 mg piksel olsa...
Söz konusu 80.000 fotoğraf karesinden bahsediyorum.
Bunun dışında 6000 dia, 3000 taranmış ve düzenlenmiş pozitif baskı var.
Düzenlenmeyi bekleyen, taranacak kart sayısı ise 2000'den fazla.
Gelecek kuşaklara şahidi olduğum anları aktarmak için gayret sarf etmem lazım.
Bunun yanı sıra;
Bir yandan maişet derdi,
Her geçen gün değişen ve ağırlaşan sağlık problemleri,
Ve....
Yazmakla kendimi yükümlü -veya hükümlü de denilebilir- hissettiğim yazılarım...
(...)
100 yıl sonra yaşayacak avcı kardeşlerim beni mutlaka anlayacaklardır.
Geride kalan son 3 ay içinde beni çok etkileyen önemli bir olay yaşadım.
Tarih 02 Kasım 2013.
Aşağıdaki anlatacaklarıma "1'inci Bölüm" diyebiliriz.
02 Kasım 2013 günü yaşadıklarımı "2'nci Bölüm" de anlatacağım.
01 Eylül 2012. Günlerden Cumartesi.
Mengen'e bağlı Dörtdivan Köyü'nde kuş gözlem evinin açılışı yapılacakmış.
Davet edildik, gideceğiz. Hem de büyük bir keyif ile...
(...)
Sabah 08:30 gibi Çamlıdere'den eşimle birlikte yola çıkıyoruz. Yol boyunca düşünüp durdum...
"Neden avcıların benzer ağırlıkta bir aktiviteleri yok!".
Var:
"Afrika'da avlanıyoruz..."
"Fil avındayız. Tüfeğin dürbününden baktığımda" (!)
"En büyük boynuz bende,"
"Benimkinin dişi seninkinden daha büyük,"
"Bıldırcınlar sabun kalıbı gibi, çok yağlı"
"Bi çaktım! Post oldu..."
"Beş büyük tamam, rekor bende"
"Şu duvarda gördüğün kafayı Kamçatka'da vurdum .."
"Bu köpeği İtalya'ya eğitime gönderdim. 5000 EURO ödedim ama değdi be üstadım"
"Teybi kurduk... Gelen düşüyor, gelen düşüyor..." "235 tane oldu buzluğa doldurduk vınnnn hehh heh he.. "
"Geyiği vurduk anında parçalayıp arabaya attığımız gibi yallah, iyi mi?"
"Çok şanslısın vallaa.. Ben Beypazarı'nda enselendim, ABD'de de aynısı oldu." "Ben de şans yok ki!"
Daha da uç bir örnek var:
"Hayatım ben kaşık istemem. İçkimi, vurduğum ayının penisinden çıkan kemik ile karıştırıyorum"
-!..
İyisi ile kötüsü ile üç aşağı beş yukarı benzeri söylemleri sizler de üretebilirsiniz.
Var olan sorunların -çok uzun bir zaman dilimi için- sağlıklı bir çözüme ulaşacağını ben göremiyorum.
!..
Ama yine de "umudu kesmemek lazım".
Avcılık ve yabanhayatı bağlamında ne zaman sağlıklı bir şey hayal ettiysem;
Elimde kalan "Umut fakirin ekmeği. Ye Memet ye.." özdeyişi olmuştur.
Az kaldı, 100 yıl sonra düzelecek.
Açılıştan kısa bir süre önce Akbaba Kuş Gözlem Evi'nin önündeyiz.
Ankara'dan gelen Milli Parklarla ilgili görevlilerin arasında Ömer Kıraç'ı görünce seviniyorum.
Aynı anda farklı açılardan fotoğraf çekmenin rahatlığını yaşayacağım.
Ömer Kıraç iş başında
Bir süre Akbaba Gözlem Evini kıskanarak (!) geziyorum. Her şey güzel, her yer düzenli.
Satışa sunulan yastıklar çok şirin.
Daha da önemlisi kitap satıyorlar. Gel de kıskanma.
Avcıları buraya sokamazsın, soksan tutamazsın, hele hele kitabı -hediye de etsen- asla okutamazsın.
Cavit Bilen tarafından "Türkiye'nin Kuşları" adlı çok ciddi bir kitap üretildi.
Bir fırsat bulabilirseniz Cavit Bey'e sorun."Kaç kitap satıldı? Talep hangi kesimden oluştu" diye...
-!..
Cavit Bey kitabını benim adıma imzalıyor
21 Şubat 2007 / Bilkent
Grubun içindeki -benim tanıdığım- güçlü figürlerden biri Cavit Bilen kardeşim.
Kendisi ile ilk defa 34 sene evvel İncek sırtlarında tanışmıştım. Ben tek başıma bıldırcın ve çil keklik avlıyordum.
Onların ise 3-4 kişi kadar olduklarını anımsıyorum. Bu olaya ait yaşadıklarımızı Cavit Bilen kardeşim ile yıllar sonra ikinci kere karşılaştığımızda ricam üzerine video çekiminde anlatmıştı.
Dünya küçük, yine beraberiz. Cavit Bilen'in yaban hayatına katkısı gerçekten büyüktür ve her türlü takdiri fazlası ile hak eden bir kişidir.
500.000 avcı içinde onu yabanhayatına katkılarından dolayı tanıyan 500 tane avcı çıkarsa, siz de bana ne derseniz deyin.
Cavit Bilen, bilen bir kişi olmasının yanı sıra, soylu bir de yüreğe sahiptir.
Onu eşsiz kılan da bu özelliğidir.
Soldan Sağa: Cavit Bilen - Ali Mutlu - Nevzat Ceylan
Soldan Sağa: Yönetim Kurulu Bşk. Mehmet Gürbüz - Kaymakam N. Vural Zorlu - Cavit Bilen
Bir süre bekledikten sonra Valiye vekaleten Vali Mu. Nurullah Ertaş. gözlem evinin açılışını gerçekleştiriyor.
Ömer Kıraç yukarıdaki fotoğrafı yakın plandan çekerken, ben de -içeriden- görevimi yapma gayreti içindeyim.
Av. Sn. Özlem Bora - Mehmet Gürbüz
Vali Mu. Sayın Halit N.ÖZEROĞLU
İçeride protokol icabı bilgilendirme konuşmaları yapılıyor.
Ben bir kaç fotoğraf çekerek dışarı çıkıyorum. Kafamdaki senaryoyu çoktan oluşturdum.
Madem ki gözlem evi açılışı yapılacak!...
Herkesten önce gözlemevine giderek fotoğraf çekmek için uygun bir nokta bulmalıyım.
Ayrıca dışarıda onlarca araba var. Toz toprak yemenin bir alemi de yok doğrusu.
Sahayı Ömer Kıraç'a emanet ediyorum.
Vınnnnn...
Yerime yerleşmemle konvoyun uzaktan görünmesi hemen hemen ucu ucuna denk geliyor..
Doğru tespit.
Doğru karar.
Doğru sonuç.
Bolu - Dörtdivan, Sorkun Köyü / Yol ayrımı
Yukarıdaki karede ilk arabanın durduğu noktadan sonra arabaların sahaya girmesi uygun değil.
Aksi takdirde kuşlar tedirgin oluyorlarmış.
Bu kavşaktan kuş gözlem evine doğru (Sağa) dönmez de düz giderseniz, çevredeki başka köylere ulaşırsınız.
Gözlem evine kadar zorunlu olarak yürünecek.
Soldan sağa: Mehmet Gürbüz - 9.BL.Md.Zeki Şaltu -Vali Mu. Halit N.Özeroğlu - Kaymakam N. Vural Zorlu
Gözlem evi 2. Dünya Savaşı'ndaki yer altı sığınaklarını anımsatıyor.
Çatısı doğal malzemelerle kamufle edilmiş.
Kuşlar gözlem evinin üstünden geçerse doğa ile uyumsuz herhangi bir görüntü olmaması lazım.
Ana fikir bu.
Pencereler doğal eğimden dolayı hemen hemen yere sıfır yükseklikte.
Gözetleme odasına uygun bekleme düzenekleri ve gerekli malzemeler daha sonra gelecekmiş.
Her yer pırıl pırıl...
Bana sadece gönülden alkışlamak düşüyor. Daha ne diyeyim ki.
Fotoğrafta görülen pencereleri aklınızın bir kenarına yazın.
Gözlem evinin çevresinde küçük gruplar sohbete başlıyor...
Öykü saati...
Yani ayrılmanın tam zamanı.
Yoksa toza bulanacağız.
Cavit Bilen anlatıyor...
Soldan Sağa: V.Mu. Halit N.Özeroğlu - Kay.N. Vural Zorlu -9.BL.Md.Zeki Şaltu -Nevzat Ceylan
Sefer Akman - Y.Krl.Bşk.Mehmet Gürbüz
Sn. Nevzat Ceylan anlatıyor...
Saat 11:00'e yaklaşmak üzere. Nereden bakarsak bakalım 1.5 saat yolumuz var.
Nevzat Ceylan'ı yemeğe davet ediyorum. Beni kırmıyor. Hüsrev Özkara ve Ali Mutlu'da bize katılıyor.
Tabii ki Ömer Kıraç.
Kızılcahamam'da yemek yiyeceğiz.
Yol boyunca bir dönem (Hatta 2 dönem bile diyebiliriz.) Milli Parklar Genel Müdürlüğü yapmış olan Nevzat Ceylan'la samimi bir sohbetin içine giriyoruz.
Ona soruyorum.
- Ne yapıyorsunuz? Siyasetin neresindesiniz?
(Nevzat Bey uzunca bir süre Doğruyol Ankara İl Başkanlığı yapmıştı.)
Aldığım cevap benim adıma üzücü oldu.
- Bizim dönemimiz bitti. Siyaseten bir gelecek beklemiyorum.
Yasa insanlara 65 yaşına geldiğinde (İstisnalar hariç):
"Bizimle işin bitti. Bundan sonra senden ne köy ne de kasaba olur".
En azından "devletle işin olamaz" diyor ve onu emekli ediyor.
(...)
-Sistem bu mu?
- Bu.
Peki, doğru olan bu mu?
-!..
"Ben size iş yerinde çok genç olmasına rağmen ruh gibi dolaşan insanları gösterebilirim" dersem ne dersiniz?
Masa başında uyuyanı mı desem,
Çekirdek çitleyerek,
Örgü örerek,
Olmadı:
Çaktırmadan bütün gün bilgisayarda oyun oynayanı,
Borsayı takip edeni yok mu?
Ne dersiniz, ne düşünürsünüz?
-!..
Devlet "geçim kapısı" ise "karşılığı mutlaka verilmeli" diye düşünüyorum.
Bu ülke insanın büyük çoğunluğu devlet memuru olmak için çırpınır durur.
Sorumluluk yok. Maaş garanti!
Hayatın neresinde böyle bir düzen var?
!...
Bir diğer açıdan 65 yaşında emekli olan çok sayıda değerli insanımız da sistemin hışmından kurtulamıyor.
Halbuki bu insanlar tecrübenin ve özümsenmiş bilginin en doğru adresi.
En azından korkuları yok.
Ne, nasıl olur bürokrattan daha iyi hiç kimse bilemez.
Öyleyse nasıl bir yapılanma olmalı? Bir örnek vermek isterim.
Hangi kurumdan olursa olsun emekliye ayrılan genel müdürleri bir çatı altında toplasan, danışma kurulları oluştursan, rapor verme mükellefiyetini omuzlarına yüklesen çok mu şey kaybedersin!..
Bu ülkede aktif genel müdürlerin toplam sayısı 200 civarındadır. Daha da az olabilir.
Emekliye ayrılan son 3, 4 veya 5 dönemden bahsettiğimi varsayın.
Müsteşarların sayısı ise bakanlık sayısı kadardır. Her birinin dört tane de muavini olsun.
Bu insanlardan faydalan. Onlar da hayata küsmesin.
Herkesin yaşı 65 olunca otomobil gibi "perte" ayırmak ne derecede doğru?
Eni sonu toplam 1000 kişiden bahsediyorum.
Bir ayakkabı kutusuna (yeni para birimi) ülkedeki tüm genel müdürleri 1 yıl çalıştırabilirsin.
Bu konuda çok şey söyleyebilirim...
(...)
Yemekten sonra çayımızı Çamlıdere'de içiyoruz.
Yorgunluğumuzun ölçüsü yüzümüze vurmuş.
Neredeyse "defin sonrası helva" havasındayız
Soldan sağa: Hüsrev Özkara - M.E.Bora - Nevzat Ceylan
Dörtdivan Kuş Gözlem Evi
2. Bölüm
Kuzgun ve Şah Kartal
Çamlıdere / 21 Ekim 2013 Pazartesi
Sonbahar bitmek üzere. Kasım ayının büyük bir kısımı yağışlı oluyor.
Fotoğrafçının takvimi yöreye göre değişiyor dersem daha doğru olur.
Bir orman o gece don yaparsa iki gün içinde tüm yapraklar renk değiştirebiliyor.
Fotoğrafçılıkta zamanlama çok önemli.
Kış yavaş yavaş yüzünü göstermeye başladı.
Geçen sene edindiğim tecrübelerden yola çıkarak mantar fotoğraflamak için Yedigöller Milli Parkı'na gidiyorum.
Çamlıdere'den yola çıkış saatim 05:45
Yedigöllere varışım ise 08:00
Kısa sürede, mantar sezonunu yine 15 gün gibi zamanla kaçırdığımı anlıyorum.
Çamlıdere yağış almamıştı. Burada ise erken başlamış. Mantarların formu bozulduğu gibi renkleri de kararmış.
Elde kalanlarla yetinmek durumundayım.
Tavşan memesi /Ruscus
(Bu bilgiler sayın Ayça Günaydın'dan alınmıştır.)
Ben fotoğraf çekerken yabancı uyruklu bir aile milli parka bisikletle girdi.
Bayıldım doğrusu
Anne - Baba ve Oğul
Akşama kadar sıradan manzaraları fotoğraflamaktan öte bir şey yapamıyorum.
Bu sene kelebek çekimleri iyi oldu.
Haziran ayında gerçekleştirdiğim Van - Yüksekova - Şemdinli - Hakkari ve Akdamar Adası seyahati:
Fotoğraf ve haber niteliği açısından -benim için- çok tatmin ediciydi.
2013 iyi geçti diyebilirim.
Ta ki son yaşadığım olaya kadar...
Anlatmak istiyorum.
02 Kasım 2013 / Cumartesi.
Cumartesi günü hem Mengen'in hem de Gerede'nin pazarı.
Mevsim icabı yöresel ürünlerin en bol bulunduğu son pazar günü denilebilir.
Hafta sonları Çamlıdere'ye yakın olan bu ilçelere giderek hem alışveriş yapıyoruz hem de ben fotoğraf çekiyorum.
Mantar çeşidinin bu kadar bol ve bir arada olduğuna hiç şahit olmamıştım.
Sebze ve meyve çeşidi tavan yaparken fiyatlar Ankara'daki etiketlerin yarısı hatta yarısından bile az olarak tüketiciye yansıyor. Hem de dalından yeni kopmuş tadında.
Pazar alışverişini erkenden yapınca geriye uzunca bir zaman dilimi kaldı.
Hava yazdan kalan bir gün tadında.
Ya erkenden eve döneceğiz. ya da araya kısa bir gezi programı daha ilave etmemiz lazım.
Bu ve benzeri gezilerde aksaklık yaşanırsa çok kısa sürede farklı seçenekler yaratabilirim..
Aklıma yol üstünde olan -geçen sene açılışı yapılan- Dörtdivan Kuş Gözlem evini arkadaşlarıma göstermek geliyor.
Bu fikri Taner Bulut Kardeşime açıyorum. Hızla onaylıyor.
Yakın dostum Taner Bulut avcı. Bir avcıya kuş fotoğrafçılarının neler yapabildiğini göstereceğim.
Büyük bir ihtimalle Çamlıdere'ye dönerken yol boyu "Avcıların neden bir şey yapamadığı" tartışacağız..
Bu arada bir noktaya önemle dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bahse konu tarihte ben bir objektif satın almak için araştırma yapıyorum.
Dolayısıyla bu konuda bilgi ve becerisi benden daha çok olan Murat Demirtaş Beyefendi ile temas halindeyim.
(Bu bilgiyi bir kenara koyun).
Mengen'den Murat Demirtaş'ı telefonla arayarak Dörtdivan Kuş Gözlem Evi'ne gitmek istediğimi söylüyorum.
Aradan bir yıl geçince yol sapaklarını hatırlayamadım.
Murat Bey, nasıl ulaşacağımı ayrıntıları ile anlatıyor.
Kuş Gözlem Evi'ne kolaylıkla ulaşıyoruz.
İlk işimiz hanımları arabada bırakarak doğrudan çöplüğe yöneliyoruz.
Olası ihtimalle bir yırtıcıyı iş başında yakalayabilmek umudu ile, elim deklanşörde, sessiz iki büklüm ve temkinli...
Çok uzaklardan bir şah kartal kalkıyor.Elimdeki objektife göre menzil dışı...
Döne döne yükselirken kuzgunlar onu taciz ediyor.
Dayanamyıp bir kaç kare fotoğraf çekiyorum.
Taner Bulut Kardeşim ile çöplüğü geziyoruz.
Çöplük gezilir mi?
Gezilir.
Avcıysanız gezersiniz.
Taner'in gözünden kaçmayan şeye 1 ay baksanız sizin için bir anlam ifade etmez.
Taze kurt dışkısı
Eski kurt dışkısı
Taner kardeşim iyi iz sürüyor ve çok dikkatli. Ben göremezdim doğrusu.
Bu arada sıkı bir rüzgar ve soğuk var. Bakmayın havanın pırıl pırıl olduğuna.
Araba ile gözlem evine yaklaştığımızda çok büyük taşlarla yolun kesildiğini görüyorum.
Kullandığım araba arazi taşıtı olduğu için kenarından köşesinden geçip gözlem evine 50m kala hızla arabadan iniyorum.
Taner Bey, Asuman Hanım ve eşimden öndeyim. Amacım sahada yırtıcı varsa fotoğraflamak.
Pısa pısa yaklaşıyor ve yırtıcıları görmek için kafamı yavaşca kaldırıyorum.
Ortada bir tek kuş yok.
Hal böyle olunca gözlem evinin ön tarafına geçerek -yazı konusu olabilir düşüncesi ile- gözlem evini fotoğraflıyorum.
Güneş o kadar parlak ki çektiğim kareyi görmekte zorlanıyorum.
Bu sırada bizimkiler güle oynaya bana doğru geliyorlar.
O sırada kulağıma bir ses geliyor.
- Beyefendi bütün günümüzü mahvettiniz!
İnanın bana ben hala işin farkında değilim.
Hatta "Taner neden bana böyle resmi bir dil kullanıyor diye düşünerek "Acaba neyi kaçırdım" diye düşünüyorum.
O ses bir kere daha aynı cümleyi tekrar edince....
İşte o zaman durumu fark ediyorum ve hemen:
- Çok özür dilerim kusura bakmayın şeklinde bir kaç kere aynı sözü tekrarladığı şimdilerde anımsıyorum.
Başımdan aşağı kaynar sular dkülüyor.
Ne diyebilirim ki!
Hızla oradan uzaklaşarak bizimkileri de el işareti ile geri çeviriyorum.
Hızla oradan uzaklaşırken gözlem evinden çıkan bir bey bizi izliyor
Neden?
Bu soruyu daha sonra ben cevaplayacağım
(...)
Aşağıdaki kareleri eve gelince gördüm.
Çamlıdere'ye geliyoruz. Ben çok üzgünüm. Huyumu bilen eşim "bu kadar büyütme ne var ki" diyor.
Tatsız bir yemek yiyiyoruz.
20:30 gibi telefon çalıyor.
Arayan Murat Demirtaş.
Hoşbeşten sonra :
- Abi sen bugün Dörtdivana gittin mi? Demez mi!
- Tabii ki gittim. Yolu da siz tarif ettiniz başka şekil mi var! şeklinde bir cevap veriyorum.
Murat Demirtaş:
- Abi arkadaşlar bana geldi. Sakallı Kovboy şapkalı biri deyince, ben hemen sizin olduğunuzu anladım.
-!..
Başım dönüyor.
Murat Demirtaş konuşmaya devam ediyor:
Diyarbakır'dan Urfa'dan İstanbul'dan gelen arkadaşlar var.
Gün iyi geçmemiş veya buna benzer bir şeyler söylüyor .
Gerisi pek aklımda kalmadı.
Tadım iyice kaçtı.
Yemeği terk ediyorum....
Bu fotoğrafı büyütünce iki kare aşağıdaki (A) başlıklı fotoğrafı elde ettim.
Akşam 24:00 sularında kafam karışık vücudum yorgun kendimi yatağa zar zor atıyorum.
Beni yakından tanıyanlar iyi bilir. 365 gün pencere açık yatarım.
Yorgana yumularak temiz havada yatmak avcılıktan kalan bir alışkanlık olsa gerek. Kısacası çok zor üşürüm.
Gece 03:00 sıralarında uyku bölünüyor. Burnum akıyor. Baş ucumda peçetelik var.
El yordamı ile aldığım peçete bir anda ıslanınca içimden "kalk bakalım" komutu gliyor.
Işığı açınca kan gölünü görüyorum. Çarşaf da yorgan da batmış. Tansiyon kaça çıktıysa!
Seneler öncesi Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan yazılarım bir anda sebepsiz yere yayından kaldırılmıştı.
Bir kaç gün sonra gündüz gözüne burnumdan kan fışkırdığını bugün gibi hatırlarım..
O hastane senin bu benim derken bir ay ortalarda dolaştığımızı en sonunda Numune Hastanesi'nde 1 hafta yatmak zorunda kaldığımı anımsadım.
Neyse hemen başımı havaya kaldırdım. Kağıttan tampon yaptım. 15-20 dakika sonra kan kesildi.
Hanım görür de panikler diye ortalığı olabildiğince topladım.
Saat 05:00 olmuştu.2 saat kadar da alt katta divana uzandım.
Yeni güne böyle başladık.
Bir hafta sonra Ankara'ya geldik.
Kanamanın üzerinden 15 gün geçti geçmedi 2'ncisi ile, bir kaç gün sonra da 3'üncüsü ile uyandım.
Bunların şiddeti ilki gibi olmasa da hoş değildi.
Ben yaşta doktor arkadaşlarım var. Onlara gittim.
Uyku sırasında yaşanan kanamaların normal olmadığını söyleyerek:
" Yoğun bir stres gece uyku halinde kanama yapabilir" diyerek beni sorguladılar.
- Var mı böyle bir hal?
-!...
- Tamam konuşmayacaksın konu anlaşılmıştır dedikten sonra tansiyon ilaçlarımın dozunu artırdılar.
İnanırsınız veya inanmazsınız yaşadıklarım bundan ibaret.
(...)
Bu olayı yazmadan önce aradan 90 gün geçmesine rağmen, hemen hemen her 3 günde bir yaşadıklarımı anımsadım.
Hala bana sitem edecekseniz "haksızsınız" derim.
Önce bilgilenelim.
Yarım asra yakın bir zamandır dağlarda dolaşırım.
Avcılığın felsefesi benim ilgi alanımdır. Bu konuda çok şey söyleyebilirim.
1958'den bu yana da fotoğraf çekerim.
Bu iki farklı ilgi alanı müthiş benzerlikler içerir.
Dolayısıyla avcılık etiği ile fotoğrafçılık etiği birbirinden farklı değildir.
Ben avcılara bunu anlatıyorum. "Bu doğru, bu yanlış" diye...
Ben bilerek bir yanlışı hangi maksatla yapmış olabilirim?
Hayatım boyunca hiç kimsenin hakkını hiç bir konuda ihlal etmedim ki tanımadığım insanların düzenini bozayım?
Geldi geçti ve üzdü. İşin özü bu.
Peki yanlış nerede?
Aslında sorgulanması gereken tek gerçek bu.
Şimdi bunu yapacağım.
Sahaya girdiğimizde yakın çevrede bir tek araç bile göremedik.
Çöplük civarında -ki o noktadan sonra gözlem evine yol ayrılıyor- yine araba yoktu.
Doğal olarak evi boş zannetim.
Şimdi soruyorum:
Ben sizin arabanızı köye bıraktığınızı nereden bilebilirim?
Neden gözlem evine uygun bir mesafede uyarı işareti yok?
Neden gelen ziyaretçiler için açıklama ihtiva eden bir levha veya tabela yok?
Neden sahayı çeviren -örneğin- bir tel örgü yok?
Neden evden uzakta da olsa bir görevli yok?
Neden fotoğraf sitesinde (!) evin boş veya dolu olduğunu gösteren bir tablo yok?
-!..
(A) Köye bırakılan İstanbul plakalı minübüs.
Yukarıda sorduğum sorulara ekleyecek çok daha fazla soru sorabilirim.
Yaşadıklarım aslında bir sonuçtur.
Sonuçtan rahatsız olanlar "sebebin ne olduğunu bulmalı ve onu ortadan kaldırma kaldırma yönünde gayret sarf etmelidir."
Kabul edilen bir yanlışlık, kazanılmış bir zaferdir.
Gascoigne
Not:
Şu anda bu projeye statü kazandırmak için yoğun şekilde çaba sarf eden insanlar var.
Şimdiden ellerine sağlık diyorum.
Mehmet Emin BORA
13 Ocak 2014 / ANKARA