Şerefsiz!
Çamlıdere 2013
Yaklaşık olarak üç aydan beri Çamlıdere'de kalıyorum. Kıştan çıkan bir evi "yaza" hazırlamakla meşgulüm.
Dolayısıyla yazılarıma zorunlu olarak ara vermek durumunda kaldım.
Tabii ki tek sebep bu değil.
Bu süre içinde duygularımı rencide eden çok sayıda olay yaşadım.
Ticari hayatta "sözün" beş para etmediğine şahit oldum.
28 senedir süren mahkemeyi kazandım . İdare mahkeme kararına uymuyor.
Belediye arsama el koydu ama kamulaştırmıyor. Dolayısıyla bedelini de ödemiyor. Sürekli işi yokuşa sürüyor!
Neden acaba?
-!..
Kaç sene daha yaşayacağım ki!
Mahkeme kararları uygulanamıyorsa ne yapacağız?
Böylesi hallerde insanın yaratıcı tarafı körleşiyor.
Yaşamı sorguluyor "neme lazım" veya "lanet olsun" fikri ön plana çıkıyor.
Sıradanlaşmak an meselesi...
-!..
Bu süre zarfında biri yabanhayatının idaresi ile ilgili, diğeri ise avcılıkla olmak üzere bakanlıkta karar mekanizmasında etkin rol alabilecek üst düzey yöneticileri ile iki görüşmem oldu.
İkisi de ümit kırıcı olmaktan öte değil.
Her iki konuyu da sizlere önümüzdeki günlerde detayları ile anlatacağım.
Son bir aydır çok sayıda fotoğraf çektim. Günlük ortalamam 500 kare diyebilirim.
Özellikle kelebekler için müthiş bir ay. Gün oluyor 1500 kare çekiyorum.
Bunların önce elden geçirilmesi ve daha sonra arşivlenmesi çok zaman alıyor. Şimdilik kabaca saklıyorum.
Bu hıza bilgisayarın var olan donanımı yetişmiyor. Dolayısıyla son bir aydır var olan sistemin kapasitesini artırmak için yakın arkadaşlarım uğraşıyor. Ortaya çıkan sorunları gidermek çok da kolay olmuyor.
Arz etmeye çalıştığım odur ki boş durmuyorum.
06 Haziran 2013 günü Yüksekova - Şemdinli - Hakkari ve Van'ı kapsayan bir geziye çıktım.
Jandarma Asteğmen olarak görev yaptığım Çatalca Karakolu'na gittim.
Askerlik anılarımı yedi bölümde sığdırabilmiştim.
http://www.arpacik.net/www/Icerik_Detay.asp?Icerik=117
Aradan tam tamına 36 yıl geçmiş. Onca seneden sonra neler değişmiş veya neler hiç değişmemiş!
Eşsiz fotoğraflarla desteklemeye çalışacağım bu yazı dizisine kaleme almama çok az kaldı.
İnanın bana gece gündüz kafam bu yazı ile dolu.
Görüldüğü üzere var gücümle çırpınıyorum. Dilerim ki beni bağışlarsınız.
Şimdi yaklaşık olarak 3 ay geriye dönelim.
Aylardan nisan...
(...)
Çamlıdere'de kuşlar için yaptırdığım yemliğin üzerindeki kediyi görünce yaram depreşti. Önce onu geyik başının üzerinde otururken çektim. Oradan yemliğin üzerine geçti. Sonra da sabırla oradan inmesini bekledim.
Tahmin ettiğim gibi oldu.
Bir sabah uyandığımda kapıyı açar açmaz karşıma onu gördüm.
"Ne olacak benim halim?" der gibiydi...
Yaşlanmış olacak ki terk edilmiş...
"İnsan oğlu insan" işte...
İşi bitene kadar... Geçmişi unutması an meselesi.
Fotoğraf çekmeyi özlemişim...
Geldiği gün kaburgaları sayılıyordu. Derhal kadroya aldım. Bir ay süreyle ona baktım topaç gibi oldu.
O da evi benimsedi
İki defa çivili tasma aldım. Çevrede kurt var. Haziranın son haftası içinde evime 3 km mesafede kurtlar iki danayı parçaladı. Kurtlar, köpekleri de bir punduna getirip yiyiyorlar. Yaşlılık onun için bir zaaf oluşturmasın, kendisini koruyabilsin istedim.
Çamlıdere'de yaşayan "aşağılık bir adam" iki tasmasını da çaldı. Tasma 8.TL
Demek ki adam daha ucuz.
Köpeğe yakın biri olmalı ki tasmasını çıkarabilsin! Anlıyorsunuz değil mi?
"İnsanoğlu insan" demek sureti ile hayvanları tenzih etmek istedim.
Her neyse... Aradan bir süre geçti kediler ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla da ezeli rekabet...
Duman eve yaklaşırken korkulu gözlerle etrafı süzüyor...
Tekir öğretmen kapı yerine zor yolları deniyor...
Bir gün köpek hamile bir kedime saldırdı. Zor bela müdahale edebildim. Kedi canhıraş bir feryat ile kaçtı.
Önce pek bir şey anlamadım. Ta ki bir kaç gün sonra kediyi görene kadar...
Hemen çenesinin altından büyük bir yara açılmış. El kadar bir parça sallanıyor...
Çıldıracak gibi oldum. Gözlerimden yaş aka aka köpeği site dışına çıkardım.
Bu kadar karmaşık duygular yaşadığım bir an olmamıştı.
(...)
3 gün için Ankara'ya gittim.
Bu arada balkona "bir diğeri" yerleşmiş haberim yok!
6 adet yumurta yapmış
Rahatsız olmasın diye 15 gün balkona çıkamadık.
Balkona "doğum odası" gözü ile bakıyoruz. Gürültü de yok hizmette sınır da... Yem var su kabı var...
Tek eksik galoş takmıyoruz..
Bu arada içimi bir korku sardı. Altı yumurtanın hepsi sağlam çıkmayabilir.
Sağlam çıksa da yavrulardan bir kısmı yaşamını yitirebilir. Kitaplar böyle yazıyor.
Aldı mı beni bir düşünce...
Elimde ölen bir yavruyu düşünemiyorum.
Gidip kıza bir bakayım dedim..
O da ne odası boş! Yer yarıldı sanki! Ne kızımız var ne de potansiyel yavrular!
?..
Boş yuvayı masaya koydum ve hiç bir şey anlamadım.
Yere yuva yapan kuşlar yumurtalarını taşıyabilir. Bunu biliyorum. Ama bu yukarıda!
Sözün özü hayvanlar alemi zor mu zor...
İçine çok girerseniz dengenizin bozulması an meselesi.
Yazılmayı bekleyen onlarca konu başlığı var. Çok geç kaldıklarım hariç.
İşte bunlardan bir tanesi:
02.09 2011 tarihli bir mektubu sizinle paylaşmak istiyorum.
Tekrardan Merhabalar Mehmet Bey,
Ben de biraz geç cevap yazdığım için üzgünüm fakat mailinizi şu anda okuyabilme fırsatı buldum. Anılarınızda yazdıklarınızı da şimdiki mailinizi okurken de gözyaşlarım sel oldu... Rahmetli babamın iyi gün dostlarının bir selamını bile göremezken sadece kısa süren bir birlikteliğin ardından babamın şövalye ruhunu keşfedebilen sizin gibi "ince ruhlu" bir beyefendiden mailime cevap alabilmek beni çok onurlandırdı... Umuyorum ki sizinle tanışabilme fırsatımız da olur ve babacığımı birlikte yad ederiz. Sizden babamla olan anılarınızı canlı dinleyebilmek beni hem çok mutlu eder hem de gururlandırır. Elbette ki benim de anlatacak çok şeyim var ve bunlarla yazılarınıza az da olsa katkıda bulunabilmek isterim.
Saygılar...
F.Şahin
***
Merhaba Sn. Şahin,
Önce yazıyı okudum.Şimdi gözyaşlarımı siliyorum. Yarım (!) akılla da olsa hemen cevap vermek istedim. "Geç cevabın" ayıp sayıldığı bir zihniyetin hakim olduğu iklimde yetiştik.
Babanızla bir kaç kere beraber olduk. Belki "az süren" bir birliktelikten bahsediyor olabilirim. Bir gece evimde yatılı kalmıştı. Ama bu süre onu tanımam için bana yeterliydi. Klas bir adamdı. 3-5 e bakmaz, küçük hesapların adamı olmadı. Kısacası " şövalye " ruhluydu.
Ne yazık ki etrafındaki iyi gün dostlarını göremedi! (Ben de göremedim) Zaman insana çok şey öğretiyor. Bir dizi yazıyı planladım. Bekleyen konu başlıkları var. Ama Fuat Şahin'i bir kere daha yad etmek için tekrar yazmayı çok istiyorum. Vesile oldunuz. Söylenecek çok şey var. Dilerim ki usulünce ifade edebileyim.
Mektubunuz için teşekkür ederim. Beni düşündürdünüz. Bu çok önemli. Yaşam görme üzerine empati üzerine kurulu. Keşke birileri her gün benim düşünebilmemi sağlasa!
Bu vesile ile Rahmetli babanızın aziz hatırası önünde saygı ile eğilir, saygılarımın kabulünün sizin ve değerli aileniz içinde olduğunu ifade etmek isterim.
Esenlikler dilerim.
M.Emin BORA
Vefat eden bir avcı arkadaşımdın kızından gelen bir mektubu ve cevaben yazığımı sizlerle paylaşmak istedim.
Ölümüm her hali hüzün vericidir...
Arkasından içinde "keşke" diye bir cümle kuruyorsanız daha da acıdır.
"Keşkesiz" yaşamlar diliyorum.
Çok yakın bir arkadaşım yaşamının bundan sonraki bölümünü Çamlıdere'de geçirmek üzere buradan bir ev aldı.
Bence müthiş bir cesaret. Yaşam size değil, siz yaşama yön veriyorsunuz.
Tanımlarken "Rüzgara karşı durmak" da diyebilirisiniz.
Mesleği mali müşavir.Çok uzun bir zamandan bu yana memeli hayvan avı yapıyor. Dolayısıyla birbirimizi kolaylıkla anlayabiliyoruz.
O evinin yapılması sırasında zaman zaman Çamlıdere'ye geliyor. Boş zamanlarda yeri geldikçe av ve avcılar üzerine sohbet ediyoruz. Konu balık avından açılınca Taner Bulut bir anısını bana nakletti. İçinde alınacak çok ders olan bu öyküyü Taner Bulut'un izni ile sizlere aktaracağım.
Öykünün kahramanı rahmetli Esen Özdilli.
Önce tanımayanlar için Esen Özdilli hakkında bir kaç şey söylemek isterim.
Benim bu güne kadar gördüğüm, tanıdığım en iyi balık avcısı.
Üst seviyede bir zeka. Bilgisi tam, becerisi çok yüksek...
Esen aynı zamanda iyi bir hatipti...
Öyküye mimikleri ile destek verir, ses tonunu değiştirmek sureti ile tek kişilik tiyatroyu başarı ile sürdürürdü.
Ona "meddah" dersek yanlış betimleme yapmış sayılmayız.
Yaşanan her olaya mizahi yaklaşan bir üslup sahibi...
"Esen ile arkadaşlık yapanın ömrü uzardı" dersem "onu anlatmış olurum" diye düşünüyorum.
Esen Özdiili özellikle kefal avlama konusunda hep bir numara oldu.
Ankaralı balık avcıları ondan çok şey öğrenmişlerdir.
Tek işi ağırlıklı olarak balık malzemesi olmasına rağmen...
İşyerinde ne ağ satmış ne de tırıvırı denen o alçak mekanizmayı...
Beraberce kaçak balık avcılarına karşı mücadele vermiş, televizyonun ana haber bültenine çıkacak kadar traji komik olaylar yaşamıştık. Özde Esen Özdilli yasalara uyan bir avcıydı.
(...)
Sene 2003 yer Esen'in dükkanı...
Ortamda fotoğrafçı İbrahim, Kemal Albay ve Taner Bulut kardeşim var.
-!..
Olay Eğrekkaya Barajı'nda geçmiş. Eğrekkeya Kızılcahamam İlçesi'ne yakın bir içme suyu barajı.
Esen'nin mihmandarlığında kefal avına gidilecek.
Önderlik edeceği kişi Genel Kurmay Başkanlığında Kurmay Albay olarak önemli bir görev üstlenen bir balık avcısı ve onun yakın koruma görevini üstlelenen bir astsubay arkadaş...
Her ikisi de Esen'in methini duymuşlar, bir vesile ile irtibat kurulmuş. Hafta sonunun programı kısaca bundan ibaret.
Esen Özdilli anlatıyor:
Sahaya vardık. Arkadaşları arazinin uygun yererine yerleştirdim. Onlar olta atarken bende kamp yerini düzenlemek için arabanın yanına döndüm. Masayı kurarken yanıma bir askeri araç geldi. Selam sabah demeden pencereden başını uzatan uzman çavuş:
- Ulan şerefsiz ağları nereye attınız. İhbar var söyle bakalım...
-!..
(Burada Esen'i tanımayanlar için söylemek isterim. Böylesi benzer hallerde Esen'in kafası 8 çekirdekli bilgisayarlardan çok daha hızlı çalışır. Gözlerini kısması ile açması arasında geçen sürede karşı saldırı planı hazırlanmıştır.)
Esen cevap verir:
- Komutanım ben ağ atmadım. Olta ile avlanıyorum. (Eli ile biraz evvel sahaya yerleştirdiği arakadaşlarını göstererek.)
- "Şu şerefsizler oraya kocaman bir ağ bıraktı" der.
Uzman çavuş gazı almıştır. Hızla arabadan inerek av yapanların yanına doğru giderken bir yandan da bağırmaktadır.
- Ulan şerefsizler gösterin bakalım ağın yerini...
Esen anlatmaya devam ediyor:
"Arada 200 m bir mesafe var. Uzman çavuş sivil kıyafetle avlanan albayın yanına gelince albay cebinden hüviyetini çıkardı.
Kısa bir kaç şey söyledi ve yüzünü göle çevirerek avlanmaya devam etti.
Bu arada bağrışmaları duyan astsubay hızla albayın yanına geldi.
Aniden çıkan bir rüzgar başlarındaki söğüt dalını hızla sallamaya başladı.
Dal bu zamansız esen rüzgarın etkisi ile uzman çavuşun yüzüne çarpınca ister istemez başındaki şapka yere düştü.
Bunu gördüm."diyor.
Yerden şapkasını alan uzman çavuşun tüm hayalleri yıkılmıştır.
Üstüne üstlük aracına dönerken zorunlu olarak Esen'in yanından geçmesi gerekmektedir.
Esen de kendini zaten bu sahne için hazırlamıştır.
- Dur bakalım komutan der. Uzman çavuş durur ama bedbin ve bezgindir. Yaşadıkları onun tam bir yıkım olmuştur.
Esen kendi şapkasının ucundan tutarken konuşmaya başlar:
- Bu şapkanın altında kim vardır bilemezsin.
Merhaba demeden bana "Ulan şerefsiz "dedin.
Oldu mu?
Yakıştı mı?
Şimdi var git yoluna"der.
Öykü kısa, ama içeriği zengin bir zeka ürünüdür.
Özellikle halkla iç içe yaşayan güvenlik görevlilerine, orman muhafaza memurlarına yeri geldi bir şeyler söylemek isterim.
Abaya, kürke (!) aşırı itibar Osmanlı'dan bu yana gelen kötü bir alışkanlıktır.
Şekilcilik de bu toplumun önemli zafiyetlerinden biridir ve ne yazık ki önceliğimizdir.
Oysa 21 yüzyılın önem verdiği değer, bakış açısı, görünüşe değil içeriğe dönüktür.
Aslında benzeri durumlar için söylenen pek çok özlü söz, bizim toplumumuzun düşün ürünüdür.
Ne yazık ki anımsamakta zorluk çekeriz.
Örneğin:"Altın semer vursan eşek yine eşektir" sözü binlerce yılın içinde süzüle süzüle gelen bir özdeyiştir.
Biraz sükunet, yeterince sabır, zarif bir dil, sizi küçültmediği gibi tam aksine yüceltir.
Yoksa!
Benzeri bir öyküyü yaşamanız an meselesidir.
Yazımı zamanında yazamadım. Dolayısıyla tüm kardeşlerimden tekrar tekrar özür diliyorum.
Beni affetmeniz için bu sene çektiğim nadir bulunan bir kelebeği beğeninize sunuyorum.
Tavuskelebeği / Inachis io
Özür dilemek sizin haksız olduğunuz anlamına gelmez.
Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin; egonuzdan yüksek olduğunu gösterir.
Sigmund Freud
05 Temmuz 2013
Ankara / Çamlıdere