Çamlıdere'de Yaşam. Doğru - Yanlış ve Yancaluş!


(Bir avcının bakış açısı ile...)

Yedi yıldan bu yana yaz aylarını Çamlıdere'de geçiriyorum.

İlçe sınırları içinde ayak basmadığım yer kalmadı. Hatta defalarca gittiğim pek çok yer var.

Çamlıdere'de yaşayanların yarısından fazlasını yüz itibari ile görmüşlüğüm olabilir. Belki de çok daha fazlasını...

Tabii ki onlar da beni - en azından - şapkamdan ve elimden düşürmediğim fotoğraf makinemden dolayı tanıyor olabilirler.

Daha da iddialı olarak diyebilirim ki beni mutlaka tanırlar.

Bana kısa bir süre bakınca "Ulan sen tam kelebek gafalusun" demediler mi? Bkz:

İçli dışlı olduğum çok sayıda esnaf var. Beni kendilerine yakın gördükleri için yeri geldiğinde onlarla dertleşiyorum..

Hemen hemen hepsi de Çamlıdere'nin var olan durumu ile ilgili olmak üzere gerçekçi analizler yapıyor.

İlçenin tüm sorunlarını biliyorlar, ama çözümün bir parçası olmak niyetinde değiller.

Yaşanan gerçek bu.

Yazıya sanki birileri bana ahret sorusu sormuş da ben de cevap veriyormuşum gibi başladım.

Bu tavır tasarladığım (!) yazının içeriğinden kaynaklanıyor.

Çamlıdere'ye gerçekçi bir gözle, avcı gözü ile baktığınızda neler görebilirsiniz?

(Avcı gözü ile bakmak ne demek? Onu bir başka yazıda teferruatı ile anlatacağım)

Çamlıdere'yi bu bağlamda gözlemlerken iki temel yaklaşım sergiledim.

Bakmakla - Görmek / Bilmekle - Anlamak

Dilerim ki objektif kriterlerden uzaklaşmamış olayım.

-1-

"Bakmakla görmek!"

Az gelişmiş ilçelerin, hatta az gelişmiş illerin arasında benzerlik gösteren ortak paydaların biri yollarda sahipsiz gezen hayvanlardır.

Tek ölçüt bu mu?

Elbette ki değil.

O kadar çok olmazsa olmaz var ki!

Onlarca parametreden bahsedebiliriz.

Bırakın ilçeyi, ili, Türkiye'nin geneline bakın.

-!..

Neden bizi Avrupa Birliği'ne almıyorlar?

(Bana göre "almasalar da olur" . Başkaları istiyor diye değil ama "biz mutlaka değişmeliyiz")

-!..

Birkaç basit örnek sunmak isterim.

Geçen sene Kızılcahamam istikametine giderken gördüğüm manzara dikkatimi çekmişti.

1-2011

2-2011

Arabamı bir kenara çekip hayvanı izlemeye başladım.

3-2011

İnek tıpkı güreşçi gibi başını ve boynunu fidanın etrafında dolayarak yapraklı kısmını ağzının hizasına indirmeye çalışıyor.

(3 puan)

4-2011

5-2011

Başarıyor ve yiyiyor... (3 puan daha)

Benim onu izlediğimi fark edince...

Bence düşünüyor:-) (10 Puan)

6-2011

Beni tanıyor "Bu adam yazsa ne olur yazmazsa ne olur" diyerek kaldığı yerden işine devam ediyor.

(Büyük alkış)

Tahminen 15 dakika sonra " maç bitti akasya gitti" diyebiliriz..

Sonuç = İnek 16 - Ben 0

Aradan bir yıl geçiyor...

Aşağıdaki fotoğrafı çekiyorum.

Fidanlar tuş olmuş / 2012

Her geçen gün nüfusu hızla azalan Çamlıdere'de 7 senedir bu bağlamda değişen hemen hemen hiç bir şey yok.

İnekler var olan yasalar gereği "ilçe içinde olmaması gereken ahırlardan" sabah yaylıma çıkıp akşam yine kendi başlarına evlerine dönüyorlar. Beraberlerinde getirdikleri 15-20 kg süt, hane halkının geçimine katkı payı sağlıyor.

Ama gelin görün ki ilgili yasalar başka şey söylüyor.

(...Belediye tarafından tayin ve tespit edilen bölgeler haricinde, ağıl ve ahır yaparak, büyük ve küçükbaş hayvan beslemek, hayvan gübrelerini ve diğer atıklarını sokaklara, parklara, bahçelere bırakmak dökmek, yasaktır)

İlgili yönetmelikte bu yaptırımı destekleyen pek çok madde daha var.

Yasa öyle söylese de ineklerin pek de taktığı söylenemez.

Onlar "Başlarım (!) sizin yasalarınıza..." modundalar.

Ayrıca inekleri suçlamanın manası da yok. Çamlıdere'yi zorla işgal etmediler ki!

Onlarla aynı mahallede oturmuyor muyuz?

Çamlıdere'de bu ve benzeri manzara sergileyen onlarca ev gösterebilirim.

Bunun adına "bile bile lades" denir.

Var sayın ki bir araba ineklere ilçe hudutları içinde çarptı ve can kaybı oldu!

Sorumlusu kim?

Buna kader diyebilir miyiz?

Ama Doğu / Batı farkı diyebiliriz!

-!..

Belediye bir kısım vatandaşı düşünürken çok daha büyük bir kısmını da görmezden geliyor. Yaşanan gerçek bu.

2012 tarihinden itibaren ineklerin işi zorlaşacak.

Çünkü Çamlıdere Adliyesi kapandı.

Adliyede işi olan artık Kızılcahamam'a gidecek.

"Geçti Çamlıdere'nin pazarı, sür ineğini (!) Kızılcahamam'a"

Belediyenin işi çok zor.

Ahırları mühürlese bir dert, mühürlemese başka bir dert.

Tarafsız bir gözle bakıldığında belediye, yaşananlara karşı tümden kayıtsız da değildir.

Bir örnek vermek isterim.

Geçen sene başı boş bir ineği zabıtalar derdest edip belediyece uygun bir yerde tutuyorlar.

İneğin sahibi "K.A" ile bizzat konuştum.

K. A son derece akıllı ve düzgün cümlelerle meramını fazlası ile anlatabilen bir kişi.

Mizah yönü de oldukça kuvvetli.

Olayı baştan sona kadar bana anlatırken bir hayli güldük.

Kemal Bey'e göre inek suçsuz.

Beni yanına alarak ineğe suç isnat (!) edilen mahale götürdü.

K. Bey'in anlattığına göre zannedersiniz ki burası ineklere ait gezi yolu. Ama biliyoruz ki işin aslı öyle değil.

K. Bey işin arkasını bırakmayacağını uzun uzun anlatıyor. İlgili yasaları öğrenmiş hatta ezberlemiş.

Hukuki yollara başvuracağını söylüyor.

Tutuklu ineği için ona "ineğin sağ olsun dilerim ki bir gün bu esaret günleri biter" demekten başka çare bulamıyorum.

Hüzünleniyor.

Ayrılıyoruz.

K. A

Aradan uzunca bir zaman geçiyor. Duyduğuma göre K. Bey dava açmaktan vazgeçmiş.

Hatta "Belediye bu davranışında haklı" diyormuş.

Sonuç!

İnek kesilmiş ve satılmış. K. Bey'de parasını fazlası ile almış.

Bu olayın diğer inekler üzerinde korku yarattığına dair herhangi bir emare görmedim.

Hatta "hodri meydan" der gibiler...

Çamlıdere'li dostlarım her zaman olduğu gibi olayı dışarıdan izleyerek bıyık altından gülüyorlar:-).

İdare: bir yandan az gelirli vatandaşını korumak isterken, diğer yandan da haklı olarak "otoriteyi ben temsil ederim" mesajı veriyor.

Aşağısı sakal yukarısı bıyık!

Çamlıdere'ye isterseniz otobandan gelmiş olun, olmadı Kızılcahamam istikametinden....

Var olan ana caddeden mutlaka geçmek zorundasınız.

Burası aynı zamnda Çamlıdere'nin tek çarşısıdır.

İstanbul'da Beyoğlu,

Ankara'da Kızılay,

Bursa'da Heykel,

İzmir'de Alsancak, size ne ifade ediyorsa bu çarşı da Çamlıdere için aynı anlamı taşır.

Günlük yaşamın merkezi, alışverişin odak noktasıdır.

Cuma günleri ilçenin pazarıdır.

Ne acıdır ki (!) ilçe köylerinden gelenler sebze meyve başta olmak üzere çeşitli ihtiyaç maddelerini bu pazardan satın alırlar.

Örneğin: Kızılcahamam'ın bir köyü olan Bulak marulu, biberi,

Avdan fasulyesi,

Çeltikçi pirinci ile meşhur olurken benzeri bir üne kavuşmuş bir tek köyü, Çamlıdere hudutları içinde göremezsiniz.

(Acıdan kastımın ne olduğu dilerim ki anlaşılabilmiş olsun.)

Bir dönem Ankara'nın armutunu temin eden ilçenin hali hazır durumu budur.

(...)

Çamlıdere'ye ilk defa gelenler var olan tek cadde üzerinde mezar satıldığını görünce ister istemez irkilirler.

Lafı uzatmadan soralım.

Kızılay'da, Beyoğlu'nda Heykel'de Alsancak'ta mezar satışı yapabilir misiniz?

-!..

Çarşı üzerinde işyeri olan bir esnaf geçmişte yaşadığı bir anıyı bana anlatıyor:

"Benim işyerimin tam karşısında direğe yaslanmış halde tabut satılıyordu.

Moral bozucu bir görüntüydü.

Zabıtaya şikayet ettim. Beş dakika sonra geldiler. Sevincim kısa sürdü.

Çok geçmeden tabut sayısı 2'ye çıktı.

Gelen görevli "uhrevi dünya" üzerine bir nutuk çekerek son sözlerini "gün gelecek hepimiz öleceğiz" diye bitirdi.

Bana bakışlarından mesajı almıştım" diyor.

Varsayın ki bir anne 4-5 yaşındaki çocuğu ile çarşıda dolaşıyor ve soruyor:

Anne mu ne?

-!..

Yaşamı yeni yeni anlamaya çalışan bir çocuğa ölümü anlatabilir misiniz?

-!..

Anlatmalı mısınız?

-!..

Çarşının tek yanlışı bu mu?

Tabii ki değil.

Hırdavatçılar, marangoz atölyeleri, inşaat malzemesi satanlar olmaması gereken yerdeler.

İşyeri sahipleri dükkanlarının önünü araç park etmesine mani olacak şekilde kapatıyorlar.

Ana cadde üzerinde tamamlanmamış binalar var ve görüntü kirliliği yaratıyor.

Kaldırım işgalleri almış başını gidiyor. İlçede panayır havası hakim.

Cuma günleri kurulan pazar yerinde araçlar tezgahların olması gereken yerde park ederken;

Pazarcılar da otoparkın içinde yer alıyorlar.

Kaos hali "bir düzenmiş" gibi algılanıyor.

Haksızlık etmek istemem. İster otoban üzerinden isterseniz de Kızılcahamam istikametinden gelmiş olun, ilçeye giriş olması gereken gibi görünüyor!

"Görünüyor" diyorum çünkü dikkatli bir gözün yanlışlıkları görmemesi hemen hemen imkansız.

"Bakmakla - Görnek arasında ne fark var?" diyenlere anlatmak isterim.

Var sayalım ki otoban üzerinden ilçeye gelmiş olun.

Aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi "Cibilli Dede Dünyanın İlk Çevre Dostu" şeklindeki cümle taşa yazılmak sureti ile çok iddialı bir tanıtım yapılmış.

Çevre koşullarının tüm dünyayı ilgilendirdiği bir dönem yaşıyoruz.

Birisi çıksa da "bu iddianı ispat et bakalım" derse ne yapacaksınız?

-!..

İnternet üzerinden yaptığım araştırmalara göre:

"Çamlıdere Yaylası'ndan Kös Yayla'ya giderken yol üzerinde Cibilli Dede'nin mezarı vardır. Cibilli Dede'nin ormanlarda yaşayan geyikler ile diğer hayvanlara tuz, su ve yiyecek veren bir gönül eri olduğu rivayet edilir." denilmektedir.

Kısacası bilgi bağlamında elimizde "söylentiden" öte bir şey yoktur.

Yine internet üzerinden edindiğim bilgiler çerçevesinde aşağıdaki saptamaya ulaşıyorum.

"Cibilli Dede 1800’lü yılların sonlarında yaşamış ve hayvanları, özellikle de geyikleri beslermiş." Bkz:

İyi de elimizde Fatih Sultan Mehmet'in Türkçeleştirilmiş vasiyeti var! 15'inci asırdan bahsediyorum.

Okur musunuz?

Ben ki, İstanbul'u fetheden aciz bir kul olan Fatih Sultan Mehmet, bizzat alın teri ile kazanmış olduğum parayla satın aldığım, İstanbul'un Taşlık bölgesinde bulunan, sınırları belli 136 adet dükkanımı, aşağıdaki şartlar çerçevesinde vakfı sahih eyledim.

Şöyle ki:

Bu gayrimenkullerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin ettim. Bunlar, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu kömür külü olduğu halde günün muayyen saatlerinde sokaklarda gezecekler! Yere tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökecekler. Bu işi yapacak olanlar günlük yirmi akçe alacaklar!

Ayrıca, on cerrah, on hatip, üç de hasta bakıcı tayin ettim. Bunlar, ayın muayyen günlerinde İstanbul’u gezecekler! İstinasız her kapıyı çalacak ve içeride hasta olup olmadığını soracaklar; var ise, hastanın şifa bulmasını sağlayacaklar! Durumları ciddi ise hiçbir masraf ettirmeden hastaneye kaldırıp tedavi ettirecekler!

Allah korusun! Herhangi bir gıda maddesi buhranı yaşanabilir. Böyle bir durum yaşanırsa, bırakmış olduğum yüz silah, usta avcılara verilecek. Bunlar, hayvanların yumurtada veya yavruda olmadığı zamanlarda, ormanlara ava çıkacaklar ve hastaları gıdasız bırakmayacaklar!

Ayrıca, külliyemde inşa ettirdiğim imarethanede şehitlerimizin aileleri ve İstanbul’un fakirleri yemek yiyeceklerdir! Yemek yemeye veya almaya gelemeyen olursa, bizzat görevliler, yemekleri hava aydınlanmadan, kimsenin sokaklarda olmadığı zamanlarda, kapalı kaplarla evlerine götüreceklerdir!

Bu gerçeklerle yetinmediyseniz ekteki linke tıklamak sureti ile çok daha eski tarihlerde çevreci yaklaşımların sergilendiğine şahit olursunuz. Bkz:

Dünyada yeni bir yaklaşımın öncüsü olan Theodore Roosevelt var! Bkz:

Bu bakış açısı ile ortada bir de Nuh'un gemisi var!

Var oğlu var!

Tufan öncesi bırakın geyikleri tüm hayvanları gemisine koyan o değil mi?

-!...

Şimdi ne diyeceksiniz?

-!..

Özde bir ilçenin girişine iddialı bir slogan yerleştirmeden önce "Neden?" ve "Niçin?" gibi sorular mutlaka yanıtlanmalıdır.

Gazetecilerin sizi pohpohlamasına inanmayacaksınız. Çoğunun amacı günü kurtarmaktır.

Bitmedi.

Başka bir problem daha var.

Dikkatli bir göz geyiklere bakınca düzenlemenin anormalliğini hemen fark eder.

Alanda sergilenen 9 geyik maketi var. (Kızıl geyik / Cervus elaphus)

3 tanesi erkek,

3 tanesi dişi,

3 tanesi de yavru.

Doğada böyle bir manzaraya asla şahit olamazsınız.

Geyikler sürü halinde yaşarlar 15 ila 20 bireyden oluşan topluluklarda çoğunlukla dominant karekter sergileyen bir adet erkek geyik bulunur ve sürünün genellikle en iri geyiği ve lideridir.

Süreç içinde geyik sayısı çoğalınca genç bireyler yeni gruplar oluşturmak için sürüden ayrılırlar.

Düzenlenen kompozisyonda 3 adet erkek de aynı boyda olmasının yanı sıra boynuzları biri birinin aynı yapıda olması imkanızdır.

Bırakın üç ayrı geyiğin boynuzlarının aynı olmasını... Bir geyiğin iki boynuzu bile birbirine benzemeyebilir.

Ayrıca ne hikmetse "bir çağrı almış gibi" üçü de aynı istikamete bakmaktadır.

Keza dişilerde aynı açı ile yemlenir gibi yere bakmaktadırlar.

Neden?

Çünkü bu imalat seri üretimdir ve bu üretimi yapan kişilerin bu konuda çok ince düşündükleri iddia edilemez..

Onların aklına geyik sürüsü satabilecekleri gelmemiş olabilir.:-)

Bu düzenlemeyi yapanlar ise konudan bihaberdir. Sonuçları da ortadadır.

Görülebilen (!) yanlışlıklar bununla sınırlı değil.

Bu alana 500 metre mesafede Çamlıdere çöplüğü bulunmaktadır.

Özde "Dünyanın İlk Çevre Dostu" çöplerle iç içedir.

Çöplük ise adından da anlaşılacağı gibi tam bir pislik deposudur.

Başka bir seçenek yok mu?

-!..

Var.

Örneklemek isterim.

Almanya'nın Güney Batısında bulunan Freiburg im Breisgau Baden-Württemberg eyaletinin dördüncü büyük şehridir.

Kendi başına bir ilçedir.

Bu fotoğraf ilçe çöplüğünde çekilmiş. Bir yandan çöplüğün üzeri toprakla kapatılırken diğer yandan da çürüyen çöplerden metan gazı elde edilmeye çalışılıyor.

Çöplerin üzeri sürekli olarak toprakla kapatılıyor.

Bizde durum nedir?

Önce geçmiş hakkında bilgi sahibi olmamız lazım.

Sn. Dr.Latif Tufan Erdoğan'ın yaşadıklarını bir kere daha anımsayalım.

-"Bakın şimdi size bir şey anlatacağım. 2005 yılında "Biyogaz" projesini hayata geçirmek için yoğun çaba sarf ettim. Birleşmiş Milletlerden % 100'ü hibe olan bir kaynak yarattık. Aslını söylemek gerekiyorsa bu para başka bir ilimize gidiyordu. Çamlıdere'ye yönlendirdik. Elören Köyü'nde hayata geçirecektik. Tüm işlemler bitti. Köyün ileri gelenleri ilk uygulamanın yapılacağı hane reisinin muhalefet partisini desteklediğini söyleyerek işleme onay vermedi. Parayı olduğu gibi geri göndermek durumunda kaldık. Hala gideceği ilden buraya yönlendirdiğim için üzülürüm. Karşılıksız bir para idi... Siyaset uğruna heba edildi. " Bkz:

Not: Sıcak su ile ilgileniyorsanız linkini verdiğim o yazıyı mutlaka okuyun. Birazdan benzeri bir konuda sizleri aydınlatmaya çalışacağım.

Çamlıdere çöplüğü

Toprakla kapatılamaz mı?

-!..

Freiburg'da yaşayan insanlar karar mekanizmasının içinde...

Pek çok yer araç trafiğine kapalı. Toplu taşıma ön planda.

Sürdürülebilir enerji ise birinci planda. (Bu fotoğraflar ve bilgiler İz TV'nin ilgili yayınından alınmıştır.)

Solar

Almanya'da yıl içinde güneşli gün sayısı 70 civarında iken

Türkiye'de bu gün sayısı 110 dur.

Anlatmak istediğim şudur.

"Biz çevre dostuyuz..." "Dünyanın İlk Çevre Dostu bizdendir" demek yerine: bunun için "somut adımlarının atılması" çok daha önemlidir.

Bu konuda son sözü büyük ustaya bırakalım...

"Kirli çevre insanın ruhunu kirletir,

Kirli ruhlar da çevreyi..."

                                                       Aziz Nesin

Kurban Bayramını geçirmek için Çamlıdere'ye geldiğimde aşağıdaki manzara ile karşılaştım.

Yakından incelediğim zaman da gördüklerime inanamadım.

Anlatmama gerek yok diye düşünüyorum.

Gerçekleştirilmesi gereken çok sayıda önemli işler bekleye dursun, ilçe makyajla meşgul!

Bu somut bir "şark" a mahsus davranış biçimidir.

Batı insanı medeniyet yolunda savaş verirken biz günü kurtarmakla meşgulüz..

Çok değil bir kaç ay sonra bunları söküp atacaksınız. Yazık değil mi?

Eskiden kalma bir sözdür ama içeriği çok anlamlıdır.

"Zarfa değil mazrufa bakın" Dışına değil içine bakın -veya içeriğine- anlamına gelir.

Bu bağlamda var olan görüntü Hacivat'la Kargöz'ün vücut bulduğu hayal perdesi gibi...

Bir de pencerelere insan figürleri yerleştirirlerse oradan geçen herkes çok mutlu olacak!

Çünkü bizler embesiliz. Öyle mi görünüyoruz?

Gelelim sıcak su işine.

Dr. Latif Tufan Erdoğan
25 Ağustos 2012

Dr. Latif Tufan Erdoğan 1974 yılında ODTÜ Jeoloji Bölümünü birincilikle bitirmiş. Aynı yıl maden mühendisliği bölümünün derslerini de tamamlamış. İki doktora çalışmasının yanı sıra çoğunluğu uluslararası 30 kadar tebliğ ve 3 adet bilimsel kitap sahibi olan, çalışma hayatı başarılarla dolu değerli bir bilim adamımız.

Tufan Erdoğan Bey'i sizlere bu şekilde daha önce de tanıtmıştım. Bkz:

Hatırladınız değil mi?

O da benim gibi Çamlıdere sevdalısı. Bu ilçe için ne iyi olursa bizler seviniriz. Hem de tahmin edemediğiniz kadar.

Dolayısıyla ilçe coğrafyası içinde yıllardır aranıp da bulunamayan sıcak su, bizim öncelikli ilgi alanımızdır.

Jeotermal enerji içenin yaşam standardını olumlu yönde doğrudan doğruya etkileyecek önemli bir güçtür.

İlçe merkezinde anlatılan bir öykü var.

İktidar Kızılcahamam'da yerel seçimleri kaybedince başbakan "Çamlıdere'de sıcak su bulunması yönünde" kati emir vermiş.

Çok da iyi yapmış..

Bir anda aramaların hızlanmasının sebebini buna bağlıyorlar.

Haberi duyar duymaz sondaj çalışmalarının yapıldığı Muzrıpağcın'a gitmek istiyorum. Tufan Bey'le ilk gidişimiz böyle oldu.

Sondaj Sahası

Dr. Latif Tufan Erdoğan yurt dışında benzeri işler yapıyor.

Kuleyi görür görmez gereken teknik bilgiyi kendisinden kolaylıkla alıyorum. Tufan Bey anlatıyor:

Kulenin boyunun 28 m olduğunu üzerinde bulunan motorun VR 6 silindirli diesel bir motor olduğunu söylüyor.

Tufan Bey'e göre motorun gücü bu uzunluktaki bir kule için yetersiz. "Sıkıntı yaşanabilir" dedikten sonra ayrıntılı açıklamalarda bulunuyor.

Rusya'da buna benzer sondaj makineleri ile kule kurulduktan sonra 15 gün sonunda aramayı sonuçlandırdıklarını anlatıyor.

Ama buradaki sondaj çalışmaları her nedense 3 aydan fazla bir zamandır devam ediyor.

Tufan Bey'e bunun nedenini sorduğumda "Sondaj 24 saat devam eden kesintisiz bir iştir. Zorunlu olmadıkça işin duraksamadan devam etmesi "işin olmazsa olmazıdır". Aksi halde çöküntü olur ki bu istenmeyen bir durumdur." diyor.

Araya bayram seyran girince bizde işler 90 günü aşarken usulüne göre yapıldığı takdirde 15 günde bitirilebileceğini de bu şekilde öğrenmiş oluyoruz.

Şark insanının iş anlayışını anlamak çok zordur.

Bu arada yeri geldiği için bir konuya da açıklık getirelim. Yurt dışında çalışanlara ödenen ücretler çok daha fazlaymış..

Mühendise ödenen ücret orada 7.500 $ civarında iken bizde ise bu ücret 1.500 $ düzeyinde.

Rusya'da 1 ay çalışana 1 ay da izin verilirmiş.

Sıcak su arayışında son durum ne?

Hemen hemen 3 ayı aşkın bir zaman sonunda 1020 metreye ulaşılmış.

Zeminde 80 derece civarında sıcak su bulunsa da yukarıya çıkana kadar suyun sıcaklığı 40.5 dereceye düşmüş.

Cevaplanması gereken soru bu düşüşün nedenidir!

!..

Çöküntü olmuş olabilir mi?

-!..

40 derece bir su sıcaklığı yörede inşa edilecek termal bir otelin ihtiyacını karşılayabilirmiş.

Kaloriferlerin çalışabilmesi için yakın çevrede yeniden bir arama işine başlanacağı söyleniyor.

Belediye Başkanı işin peşini bırakmıyormuş.

80 derece bir su bulunursa Çamlıdere'nin ısınma ihtiyacını giderecek.

Şu anda merkeze olan uzaklık kuş uçuşu 1,5 - 2 km kadar. Bu çok küçük bir uzaklıkmış. "Olsa olsa 1 derece ısı kaybı olur" diyorlar. Önemli olan suyun debisiymiş.

Bu konuda uzman olanlar "Her şey yolunda giderse 4-5 sene içinde Çamlıdere ve civarı sıcak suyla çalışabilen kalorifere kavuşabilir" diyorlar.

Görüldüğü üzere bu bilgileri sizlere aktarırken pek çok "miş-muş" kullandım.

Başka türlüsünü düşünemiyorum. İlgli olmak bilgili olmak anlamına gelmez.

Tufan Bey ikinci sondaj yerinin birincisine çok yakın olması halini "skandal" olarak nitelendiriyor.

Görünen o ki sıcak su konusunda vuslat bir başka bahara....

(...)

Bu yıl 2012 yılının nisan ayı sonlarında Çamlıdere'ye geldim. Markete alışveriş için gittiğimde kasa yanında aşağıdaki kitabın sergilendiğini gördüm. Zaman içinde satın aldığım kitapların sayısı 3'e erişti. Beni ziyarete gelen yakın arkadaşlarıma hediye ediyorum.

Daha da önemlisi benim gibi yaşamının büyük bir kısmını Çamlıdere'de geçiren biri için başvuru niteliğinde bir kitaba kim sahip olmak istemez ki!

Çamlıdere için bir ilk sayılabilecek bu kitap her şeyden önce "ilk" olduğu için takdire layıktır.

Dolayısıyla emeği geçenlere teşekkür etmek isterim.

Şimdi kitap hakkında bir kaç şey söylemek istiyorum.

Bu eleştirimi gelecekte basılacak benzeri kitaplar için iyi niyetle yapılmış ikaz olarak kabul edilmesini arzu ederim.

(...)

Aşağıdaki fotoğrafa dikkatli bakıldığında kapak soldan sağa-doğal olarak- yazıldığı halde sırt yazısı sağdan soladır.

Bu arzu edilmeyen bir haldir.

Kitap masaya konulduğunda kitabın adı baş döndürülmeden okunabilmelidir.

Kitapçılara gittiğiniz zaman raflara dizilen kitap adlarını okuyabilmek için boyun fıtığı olma ihtimaliniz kuvvetlidir.

Kitabı okuduğumda ise çok sayıda yanlışa şahit oldum.

Yazar yaptığı yanlışı göremez.

Bu hal son derece doğaldır.

Bunu bertaraf etmek için kitap basılmadan önce konuya yabancı ama dikkati tartışılmayacak, Türkçeye hakim en az 3 uzman kişiye dağıtılır.

Bu işin sorumluluğunu bir kişi üstüne alır.

Bu kişiye editör deriz.

Süreç sonunda bulunan hatalar tek tek düzeltilir. Tekrar çıktı alınarak yeniden gözden geçirilir. Baskı aşamasından sonra bir kere daha kontrolden geçmesi işin olmazsa olmazıdır. Yanlışlar düzeltilmiştir ama bu sefer bilgisayara geçerken yanlış harf basılmış olabilir.

Baskı sonrası kitapta gözden kaçan hatalar için yanlış - doğru cetveli yapılarak bir üst yazı ile basılır okuyucudan özür dileyerek kitabın içine konur. Asgari yaklaşım böyle olmalıdır.

Bahsettiğim hatalara genel olarak yazım hatası veya imla hatası diyoruz.

Çok daha önemlisi mantık hatalarıdır. Bu ciddi bir uzmanlık isteyen iştir.

Kitabın indeksinin (dizin) olması ona değer katar.

Fotoğraf altlarına yazılacak açıklamalar kitabın özenli bir çalışmanın sonunda yayınlandığının delilidir.

Saymaya çalıştığım ana başlıklar bu çalışmada ne yazık ki göz ardı edilmiş.

Kitap daldan dala atlamak sureti ile bütünlükten uzak bir plan içeriyor.

Örneğin kitapta "Yaylalar" başlığı altında ilçeye bağlı köylerin yaylalarına numara verilmiş.

Bu yaklaşım doğru ise bunu "ilçenin göllerinde barajlarında ve ilçeye bağlı köylerde" neden göremiyoruz?

Kitapta "kaynakçalar" başlığı altında belirtilen eserlerden çok sayıda (yaklaşık olarak 169) alıntı yapılmış.

Bu alıntılar muhtemelen "kopyala -yapıştır" metodu ile aktarıldığı için, içinde barındırdığı yazım hataları ile beraber gelmiş.

Benzer bir teknikle "Dipnotlar" başlığı altında 129 ayrı yazı referans olarak kabul edilmiş.

Bu kadar alıntı yaparsanız doğal olarak çok sayıdaki yanlış da beraberinde gelecektir.

Ben kabaca 150 sayfayı kontrol ettim. Çok sayıda yanlışla karşılaştım.

Her şey bir tarafa 105'inci sayfa ila 128'inci sayfa arasında 98 bitkiden sadece birinin ne olduğu belli.

Adları bilinmeyen 3 adet kelebek fotoğrafının orada ne işi olabilir ki?

-!..

Aynı fotoğraf defalarca basılmış.

-!..

Ya sayfa 152 de yayınlanan keklik fotoğrafına ne demeli? Hiç mi keklik görmediniz?

-!...

Yine aynı sayfadaki yırtıcı kuş ile su kuşunun adını bilen çıkmadı mı?

!..

Son söz olarak kitap bu konuda" ilk olduğu için" herkesin eline sağlık demek doğru bir yaklaşımdır.

Yancaluş adını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Bir süre sonra Yalcaluç Yalvaluş ve benzeri isimleri duyunca merakım daha da arttı. Tanıdığım hemen hemen herkese sordum. Bu yerin doğru telaffuzu nasıldır? Anlamı nedir? İsim nereden kaynaklanmaktadır?

Üzlülerek söyleyebilirim ki bir tek doğru cevap alamadım. Hatta oralı olduğu söylenen insanlarla konuştum. Hiçbiri bilemediği gibi merak da etmemişler.

Çamlıdere'nin güney batısına düşen yerleşim yerinde sınırlı sayıda insan ikamet ediyor. Aslında burası bir mandıra.

Bu sene Belediyede çalışan Yazı İşleri Müdürü Ahmet Çiçekçi Bey çarşıda benimle karşılaşınca :

"Mehmet Bey Yancaluş ne demek diye araştırma yapıyormuşsunuz. Ben söyleyebilirim" diyor ve kelimenin aslının "yağlı alıç" dan türeyerek bugünkü haline geldiğini anlatıyor.

Çamlıdere Atlası'nın 365'inci sayfasında: Aluçdağı Spor Alanı başlığı altında Halim Baki Kunterin anılarında ise sayfa 366'da Yalıca Aluç Çiftliği'nden bahsediyor.

Belki de doğrusu bu.

Benim merakım insanların kayıtsızlığı!

Nasıl oluyor da insanlar köylerinin, yaşadıkları semtin ve benzeri tanımlamaların manasını bilemiyorlar!

Bu Çamlıdere halkına mahsus bir davranış biçimi değildir.

Zaman zaman yüksek tepelere çıktığımda var olan siteleri fotoğraflarım, yeri geldikçe de evleri sayarım.

Barnaz Sitesi / 2012

Aluç Dağı Yapı Kooperatifi / 2006

Mavi Çam

Neden? diyeceksiniz...

Kabaca evleri sayıyorum daha sonra da örneğin 500 civarında ev varsa diye bu rakamlar üzerine hayaller kuruyorum.

Düşündükçe ateşim çıkıyor.

7 senedir dağlarda dolaşıyorum.

İnsan bir kişiye bile rastlamaz mı?

Bu 500 haneden bir tek meraklı da çıkıp dağları dereleri gölleri gezmez mi?

Bu düşünceler arasında boğulur gibi oluyorum.

Bu kadar mı meraktan uzak insanlarız!

İşin özünde dışarıdan Çamlıdere'ye gelen de meraksız Çamlıdere'li de...

500 kişi bir araya gelse el ele verse idareye destek olsa!

Çamlıdere uçar uçar...

Herkes hizmet bekliyor. "Ben de şu işi yaparım" diyen yok. (Tufan Bey hariç)

Yancaluş Mezarlığı'nda anıt ağaç niteliğindeki çam ağacı

Uzunca bir yazı yazdığımın farkındayım.

Yazımı sonlandırırken Çamlıdereli bir dostuma özel bir soru sordum.

- "30 seneden fazla bir zamandır Çamlıdere'de yaşadığınızı biliyorum. İdareye karşı muhalif düşünceler beslediğinizi de...

Şimdi sizden bir ricam olacak. Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin. Son 30 sene içinde sizce en başarılı belediye başkanı kim?

- Evet ben muhalifim ama Allah var hiç biri var olan belediye başkanının yaptığının yüzde birini bile yapamadılar.

-!..

İsteklerimiz sınırsız ama olanaklar sınırlı. Hep eleştirdim. Ama yapılanları da göz ardı etmek de imkansız.

Kanalizasyon çalışması başlı başına bir başarı.

Geçmişte ağaç kesilmelerine karşı çıkmıştım. Yine aynı düşüncedeyim.

Bu arada kesilenden çok da dikilen var. Bunu da görelim.

Çamlıderenin en çok eleştirilen sorunu içme suyu problemi.

Belediye başkanı bu sorunu çözebilirse "En başarılı belediye başkanı" sıfatını kazanması işten bile değil.

Çamlıderede ister yazın yaşayın isterse kışın. Var olan sorunları ortadan kaldırma yolunda çözümün bir parçası değilseniz...

Kusura bakmayın ama sizler Çamlıdere'yi hak etmiyorsunuz.

Biraz olsun değişmeye ne dersiniz!

Çamlıdere

Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür,

ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

 

Mehmet Emin Bora

05 Kasım 2012 / Ankara

 

 

Bu yazı 7267 kez okundu...