Kapuzbaşı / Kayseri - 3. Bölüm
Eminkadı Köprüsü
İkinci bölümü "İnsanı arıyorum " diye sonlandırmıştım.
Açıklamak isterim.
Yaşım ilerledikçe -herkes gibi doğal olarak- fiziki kudretim azalıyor.
Bu dışarıdan somut şekilde görülüyor da esas olan "yaşayanın" bunu görmesi, daha da doğrusu kabullenmesi....
Geçmişte kol saatime bakınca kadranı anında görebiliyordum...
Şimdi kolumu kaldırınca saatin kayışını görüyorum.
Saatin kadranı bana değil de sanki karşımdakine gösteriyormuşum gibi duruyor.
Bileklerim inceldiği için kayış bollaştı ve kayıyor... Gerçek bu; yavaş yavaş azalıyorum :-)
Geçmişten farklı örnekler vermeye başlarsam.... Daha çok canım yanar.
Kayıplarımı biliyor ve görüyorum... Yaşam böyle bir şey...
Ya kazancım!
İnanın bana kazandıklarımı "tecrübe ve bakış açısı" diye adlandırırsam fiziken yitirdiklerimin yerine koyabileceğim pek çok farklı yetiler kazandım.
Edindiklerimi gençliğimde kazanmış olsaydım yaşamımda çok şey değişirdi.
Yanlış bir anlaşılma olmasın. Pişmanlığım hemen hemen yok gibi...
"Gençler düşünebilse yaşlılar yapabilse" şeklindeki özlü sözün içeriği bana göre çok derin.
Yazımın sonunda daha somut örnekler verebileceğimi düşünüyorum.
Konumuza dönmek istiyorum.
Aşağıdaki fotoğraftan anlaşılacağı üzere köprüyü yukarıdan görecek şekilde, hakim bir noktadayız.
28.04.2012 / Saat:13:45
Bana göre köprüye tam zamanında gelmişiz.
Karayolu bağlantısı olmayan köprünün asli sahipleri iş başında.
Şimdi sizden bir ricam var. Lütfen sabırla aşağıdaki karelere tek tek bakın...
Bir yandan da insanların sıra gözeterek yapması gereken işlevleri hatırlayın!
Ve
Aramızdaki "Neandertaller"i anımsayın. Aslında onlara "Homo erectus'"ları demek lazım.
Her ikisi arasında 1.300.000 yıl var
Metroda, otobüste, herhangi sıra gerektiren bir yerde itişip kakışmalarından onları hemen ayırt edebilirsiniz.
Onlara insan, aşağıdakilere de "hayvan" diyerek hakaret ediyoruz.
Sessiz sakin ve düzenli
Yavrusu ile köprüden düzenli bir şekilde geçen keçiler beni derin derin düşündürüyor...
İnsanların biribirlerine "hayvan" ağırlıklı hakaret içeren söylemlerinin amacına ulaştığını düşünmüyorum.
Bizler fotoğraf çekerken köprünün yakınından, bir göçebe aileden çok içten ve ısrarlı bir davet alıyoruz. EIlle kolla işaret vererek bizleri yanlarına çağırıyorlar.
Karşılama o kadar sıcak ki anlatılacak gibi değil... Buz gibi ayran bütün yorgunluğumuzu alıyor.
Bu arada ufak ufak fotoğraf çekimlerine devam ediyorum.
Bir yandan da muhabbet derinleşiyor.
Edindiğim bilgilerden anladığıma göre bu göçer topluluğun Aladağlar'ın kuzey yüzünden zirveye doğru başlayan yolcukları sonbaharda Ceyhan Ovası'nda sonlanıyor.
Süleyman Örs mevsim koşullarına bağlı olarak göçer kültürünün ona verdiği bilgiler çerçevesinde yaşamını sürdürüyor. Çadırlar defalarca kurulup defalarca sökülüyor...
Mevsimsel şartlar uygun gitmez ise 500-600 kg, iyi giderse 1.000 kg tulum peyniri üretebildiğini söylüyor.
Peyniri Çukurova'da 20 TL/kg 'ye sattığını yine kendisinden öğreniyorum.
Aynı zamanda arıcılıkla da uğraşıyor.
Muhabbet derinleşince bizler için çay demliyorlar.
Ben bu arada sözü tekrar fotoğrafa getirerek:
- "Bakın daha uzunca bir süre buraya bir fotoğraf meraklısı gelir mi! Bunu bilemeyiz. Gelin şu anı değerlendirelim sizin bir aile fotoğrafınızı çekmek isterim" diyorum
Beni kırmıyorlar.
Ben de aralarına girerek bu misafirperver aile ile o anı ölümsüzleştiriyoruz.
Daha sonra "neden eşinizle çocuklarınızla değil?" sorusu üzerine aşağıdaki kareyi oluşturuyorlar.
Ön sırada sağ başta oturan Süleyman Örs
Bundan 37 sene önce Şemdinli'de hudut karakolunda Jandarma Asteğmen olarak görev yapmıştım.
Yaşadıklarımı bu sitede 7 bölüm halinde yazdım. Bkz:
O zaman çektiğim fotoğraflardan o tarihlerde ufacık çocuk olanlar şimdilerde zaman zaman beni arayarak mutluluklarını dile getiriyorlar.
Bu karedeki bebek de 30 sene sonra aynı duyguları yaşayacak. Tabii ki gençler de...
Söz yine fotoğraf üzerine devam ediyor. Bana bu fotoğrafları onlara nasıl ileteceğim sorulunca ben de:
"Keşke elimizde imkan olsa da bu fotoğrafları sizlere bu akşam internet vasıtası ile iletebilsem" diyorum.
Arkamdan bir ses yükseliyor.
- Amuca ben size feysbuk adresimi vereyim ona yollayın!
- Tamam söyle yazayım.
- Amuca sen yazamazsın ver ben yazayım.
Yaş günüme daha aylar var. Bu anı "bir yaşıma daha girdiğim gün olarak" her zaman hatırlayacağım.
Göçebe yaşayacaksın, ömrün dağlarda geçecek, "facebook" sayfan olacak!
Ne kadar sevindim bilemezsiniz.
İşte bu!
Aradığımı buldum.
Geleceğe güven içinde bakabileceğimizi düşünüyorum.
Siz ne düşünüyorsunuz?
Her türlü olumsuzluğa rağmen "gelecek" Zeynep'in Ayşe'nin Fatma'nın Mehmet'in elinde...
Şimdi sorun bu çocukların eğitiminde...
Şunu çok açık olarak görüyorum.
İnsanımızda doğuştan eksik olan en ufak bir şey yok.
Benim çözüm odaklı bir hayalim var. Paylaşmak isterim.
(...)
Benim yaş grubumun bu dünyadan alacağı çok şey olmadığını düşüyorum.
Katılır veya katılmazsınız. Benim görüşüm bu yönde...
Alacağımız yok ama verebileceğimiz olmalı. Hatta bu borcumuzdur.
Yaşamı anlamlı kılan aldıklarınız değil verebildiklerinizdir.
Her düşünen insan gibi ülkemi güvenli yarınlar içinde görmek istiyorum.
Çözüm yollarını düşünüce bu işi kotarmanın yolunun "sadece ve sadece iyi yetişmiş bir nesil" ile mümkün olabileceği geliyor.
Yetkim olsa Türkiye genelinde çok büyük bir araştırma yapar, binlerce çocuğu zeka testine sokar (IQ) sonuçlarına göre en az 10.000 çocuğu özel bir eğitime alırdım.
Yaş grubu olarak 6 yaşını benimserdim.
(Ben sadece anlatım kolaylığı için bu öneride bulundum. İşi uzmanına bırakmak en doğrusu)
25 sene içinde ana dili dışında en az 2 lisan öğrenecek bu çocuklar için evrensel ölçekli bir eğitim uğruna çok ama çok para harcardım.
Buna birinci şart diyebilirsiniz.
İkinci olmaz ise olmazım "ahlaki boyutta bir eğitim süreci" dir.
Bundan kastım evrensel doğruları benimseyen bir eğitimdir.
30 sene sonra öyle bir kazanıma sahip olursunuz ki.... Hayal ederken bile heyecanlanıyorum.
(...)
Nereye varmak istiyorum!
Örneklemeye devam edeceğim.
Bu ülkede şu an için 21 bakanlık var diye biliyorum. Siz bir an için bu sayının 30 olduğunu varsayın.
Her bakanlığın bir müsteşarı var. Etti mi 30 Müsteşar.
Kiminin 2, kiminin 4 yardımcısı var.
30x4 = 120 Müsteşar yardımcısı.
200 Genel M üdür olsun.
800 Genel M üdür Muavini ilave edelim.
500 Daire Başkanı...
200 Vali
1000 Kaymakam
150 Rektör
Toplam sıradandan öte 3000 üstün yetenekli insana ihtiyacımız var.
Sizin elinizde 10.000 nitelikli insan var. Var sayın ki % 50 de fire verdiniz.
Çok nitelikli, ahlaken çok düzgün 5000 kişiyi, ülke çapında "siyaseten değil liyakaten" görevlendirin.
-!..
Sonuçlarını düşünebiliyor musunuz?
Rahmetli Recep Yazıcıoğlu gibi 5000 kişi!
Ne demek istediğimi dilerim ki anlatabilmiş olayım.
Özde "insanı arıyorum" derken:
Bir hayalimin "gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlama gayreti içinde olduğumu" kast etmiştim.
İnsan kaynağı var...
Kaynağı harekete geçirecek öngörü yok.
Ben görmesem de çözüm yolu budur. (Nitelikli eğitim, düzgün insan)
Yoksa ülke çapında hüzün duyduğumuz günde bile "birbirini hediyelerle pohpohlayan" idarecileri daha çok görürüz.
Aynı yanlışta ısrar ederek farklı sonuçlar beklemek, hele hele eğitim sisteminin başına siyaseten atama yapmak, Şark'a mahsus davranış" biçimidir.
Sonuçları da ortadadır.
Yarın Ankara'ya döneceğiz.
Bizi içtenlikle misafir eden bu aile ile vedalaşıp otelimize dönmek için yola çıkıyoruz.
Tabii ki gözümüz sizlere sunabileceğimiz güzellikleri arıyor.
Ömer Kıraç
Hangi amaçla yola çıkacak olursanız olun, yol boyu eşlik edeceğiniz arkadaşlarınız çok ama çok önemli...
Gezi bir anda cehenneme dönebileceği gibi mutluluk dolu bir anı olarak uzun yıllar hafızanızda yer edinebilir.
Bu bağlamda Engin Bey'e ve Ömer Bey'e teşekkür borçluyum.
Birbirimize hiç bir şeyi anlatmak durumunda kalmadık. Gözler söze ihtiyaç bırakmadı.
Direksiyonu devir ederken güven duyduk.
Hayır kelimesini de hiç kullanmadık.
Bunlar geziyi unutulmaz kıldı.
Bir kere daha yol arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Engin Çalışır - Ömer Kıraç
Yazılarımın yayınlanması geçmişe göre biraz zaman aldı.
Masum mazeretlerim var.
Mayıs ayının ortalarında kullanmış olduğum Nikon D3 fotoğraf makinam büyük bana büyük bir sıkıntı yaşattı.
Çekim sırasında sistemin bir kısmının miyadı dolmuş. Çalışmaz oldu.
Şap gibi ortada kaldım.
Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Makine önce Ankara'ya oradan da İstanbul'a, servise gitti..
Makine elim kolum gibiymiş de farkında değilmişim.
Bunun bana yaşattığı travmanın altında yatan olgu, özellikle kelebek sezonun geçmekte olduğu gerçeği idi...
Sorunu acilen çözmem gerekiyordu.
Çözdüm de...
Tabir-i caiz ise takasa girdim.
Av tüfeğimi Nikon D800 ile değiştim.
-!..
Bu yaştan sonra sizlere "tüfek odaklı" yeni bir yaşanmış öykü sunamayacağım. Bunu biliyor ve görüyorum.
Ama yüzünüzü bir fotoğraf karesi ile güldürebilirim diye düşündüm.
Mısırlı "Nile" ve kızı "Rehema"
"Nile" Nil'den gelen, "Rehema" da şevkatli, sevecen demekmiş...
Şimdi asıl soru kedilerin adının neden Mısır'a ait hanım isimlerinden konulduğu olmalıdır.
Anlatmaya çalışayım.
Bu kediyi Çamlıdere'de ilk defa gördüğümde aklıma Side'de kaldığım otelin giriş kapısı geldi.
Horus Paradise Otel'in giriş kapısındaki kedi heykeli Mısırlı "Nile"
Aklıma bir anda Mısır'da özgün bir konumu olan kediler geldi. İsimlerin öyküsü bundan ibaret.
(...)
Kedilere olan aşırı sevgim bu sene doyuma ulaştı.
17 tanesi yavru 7 tanesi yetişkin toplam 24 kedi ile fotoğraf çalışması yaptık.
4 ay içinde Çamlıdere'de yüksek çözünürlüklü 576 GB fotoğraf çektim.
Binlerce diyebilirisiniz.. Onları düzenleyerek sizlerin beğenisine sunacağım.
Bir yarısı kedi, diğer yarısı da kelebek...
Kısa mesafeli geziler düzenledim. İlginizi çekeceğini düşündüğüm notlar aldım.
Yaşama dair tespitler yaptım özellikle de yaşlı avcıları ilgilendirecek gerçeklerle sizleri yüz yüze bırakmak istiyorum.
Bu ve benzeri konularda fikrinizi öğrenmek "Yaşamı olabildiğince anlamlı kılmanın yolları"nı sizlerle tartışmak isterim
Side / Antalya
Çamlıdere
Erik Kırlangıçkuyruk / Iphiclides podalirius / Çamlıdere
Yaşamak bir şölendir.
Bu şölene çağrılan kimseler pek çoksa da,
masaya oturmayı başaranlar pek azdır.
Darwin
Mehmet Emin Bora
14 Eylül 2012 / Ankara