Kapuzbaşı / Kayseri 1. Bölüm
Ankara'ya geldiğim tarihten bu yana tam tamına 54 sene geçmiş.
Uzunca bir zaman!
Böylesine sert geçen bir kışı yakın zaman yaşadığımı hatırlamıyorum.
Zannedersem 1961 veya 1962 yıllarından biri olacaktı... Selanik Caddesi'nde 50 cm'ye yakın karın içerisinde Ulus Sineması'na yetişmek için koşuşturuyordum. Cebimde 2.5 TL harçlık vardı. 125 Krş sinema, gerisi de leblebi gazoz parası.
Ne güzel günlermiş!
-!..
2012 bana çocukluğumu bir kere daha özlemle anımsattı...
Bu bağlamda; Cicero’ya yaşlılığında sorulan,“Üstad, yeniden gençliğe dönmek ister miydiniz?”sorusuna verdiği yanıt anlamlıdır :“Yarışı birinci bitiren bir at, neden bir daha başlangıç çizgisine dönmek istesin ki…”
Ayrıca bu göreceli bir kavram! Bir yarışmadan bahsedilebilmesi için birden fazla kişiye ihtiyaç var.
Ben bunu tek başına becerebiliyorum.
Kendimle yarışmak sureti ile...
Mükemmeli arayarak...
Yaşam sadece "nefes alabilmek"ten öte bir şey olmalı...
Ele güne muhtaç olunmadan "yatakta değil ayakta bir son" yeterince anlamlıdır.
Mal sahibi mülk sahibi...
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan...
Büyük şair Yunus Emre'nin tanımlamasının üzerine "daha gerçekçi bir söz söylenemez" diye düşünenlerdenim.
Mallar el değiştiriyor ama öykülerin sahipleri değişmiyor.
(...)
Kışın yoğun geçtiğini anlatıp "Değil geziye çıkmak, evden bile dışarı çıkamadık." diyecektik lafı nerelere taşıdık.
Nisan 2012'ye bu duygularla geldim.
Yakın dostlarımla gerginliğimizi atacak kısa süreli bir gezi planladık. Kayseri'ye bağlı Yahyalı ilçesine 95 km uzaklıktaki Kapuzbaşı Şelalesi'ne gideceğiz.
Yoğun geçen kıştan ötürü şelalenin suyunun maksimum seviyede olduğunu düşünüyoruz.
Amaç fotoğraf çekmek ise zamanlamamız da doğru olmalı.
27 Nisan 2012
Sabah 06:00 da yola çıkacağız.
Arkadaşlarım bizim eve gelecek. Çünkü Kayseri'ye Gölbaşı, Bala üzerinden gideceğiz.
Kapuzbaşı Şelalesi'ne nasıl gidilir? Ola ki merak edip gitmek isteyenler olabilir... Yanıtlamak isterim:
Ankara - Kayseri : 316 km
Kayseri - Develi - Yahyalı 85 km.
Kayseri - Erciyes Dağı - Develi yoluyla Yahyalı'ya varıldıktan sonra şelalelere iki ayrı yoldan gidebilirsiniz.
Yollardan biri Yahyalı Dikme - Çamlıca - Ulupınar üzerinden gidildiğinde 55 km...
İkincisi ise:
Yahyalı - Dikme - Deli Ali Uşağı - Yeşilköy - Balcıçakırı üzerindendir. Bu yolun toplamı ise 65 km.
Yol Yahyalı'dan itibaren yaklaşık olarak 1.5 saat sürmektedir. Kapuzbaşı Şelalesi'nin yolu tamamen asfalt.
Artık eskisi gibi dostlarımı evlerinden alamıyorum. Kent o kadar büyüdü ki! Almak da evine bırakmak da seyahatten daha yorucu hale geldi.
Yola çıkacağımız saat bana göre biraz geç. Ben adetim veçhile saat 04:00'de hortluyorum. Bu benim huyum. Birilerini bekleteceğim diye çok korkarım. Bana "saygısızlık" gibi geliyor. Böyle öğretildi.
Yola çıkmanın da bana göre bir usulü var. Her türlü hazırlık günler öncesinden yapılacak. Hatta mümkün ise araba gün içinde yerleştirilecek. Evden sessizce çıkılıp apartman sakinleri rahatsız edilmeyecek.
Dostlarınız geldiğinde birbirinize fısıltı halinde "merhaba" diyeceksiniz. Yüksek sesle konuşmak bana göre çok büyük bir ayıp. Arabayı çalıştırıp hemen oradan uzaklaşacaksınız. Bu işin raconu, doğrusu budur.
Sabah saatlerinde insanların uykularını bozmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Köpek seslerinin ayyuka çıktığı, yüksek seslerin hakim olduğu bir buluşma anının savunulacak hiç bir hali yoktur.
Bu sözüm özellikle avcı kardeşlerime!
Bu böyle biline...
05:49
Ben ne kadar sessiz olmaya çalışsam da eşim mutlaka uyanır ve beni yolcu eder.
Ömer Kıraç - Engin Çalışır
05: 57
Arkadaşlarım zamanında geliyorlar...
Arabanın kapısı yavaşça kapatıp Gölbaşı üzerinden Bala'ya doğru yola çıkıyoruz.
Kayseri'ye 10:43'te vasıl oluyoruz.
Ömer Kardeşim rahatsız. Yakındaki bir hastanede ona doktor tarafından önerilen bir iğnenin yapılması lazım. Önce bunu hallediyoruz. Daha sonra da her zaman yaptığım gibi soluğu pastırmacıda alıyoruz. Telefonla geldiğimizi bildirince ustamız koşarak geliyor.
Merhabadan sonra biraz pastırma bolca da sitem yiyiyoruz.
Neden haber vermeden gelmişiz!
Özel bir pideyi 15 dakika içinde hazırlatabileceğini ısrarla söylüyor.
Bu arada pastırmanın çemenleri sıyrılıyor. Bu hali ile pastırma değil "pastil" diyebilirsiniz.
Dil üzerinde konuşlanması ile mideye doğru uçması an meselesi.
Sırtın incelen bir tarafı var. aynı güzellikte paketler olsun diye tabir-i caizse harman çekiyor.
Hangi konuda olursa olsun işini iyi yapanı saatlerce seyredebilirim. Gözlem insana çok şey öğretir.
O pastırmaları kutulayıp vakumlarken biz de öğle yemeğini Develi'de yiyeceğimizi bu sefer bizi affetmesini rica ediyoruz.
İlişkiye bakar mısınız?
Bu alışverişin 10 katını büyük kentlerde yapın... Suyu bile size zor ikram ederler. Hele hele alışveriş merkezlerinde ölsen, sahip çıkanın olmaz.
Anadolu'yu, Anadolu insanını çok seviyorum.
(...)
Develi'ye doğru yola çıkıyoruz.
Genel Harita
Ömer Kıraç kardeşim tarafından sizler için hazırlanan özel harita.
İlk durak Erciyes Kayak Merkezi.
Erciyes Dağı / 2012
Hava parçalı bulutlu, yer yer kar var. Arkadaşlarım derhal tripodu kuruyor 360 derece fotoğraf çekiyorlar. Ben de boş durmuyorum.
Bu seyahat sonrası tripod için özel bir kafa aldım. Çok daha nitelikli fotoğraflar çekebileceğimi umut ediyorum.
Erciyes Dağı
Yakın çevremde tarla fareleri bir delikten bir diğerine koşuştururken farklı duygular yaşadığımı fark ettim.
Ben neden yıllar öncesi bu duyguları yaşayamadım!
-!
Eksik olan neydi?
Bu ve benzeri konular ileride yazacağım yazılarımın ana teması olacak. Bazı konular netleşmeye başladı!
Tarla faresi (Microtus arvalis)
Nedenli doğrudur bilemiyorum. Tarla fareleri eşlerine çok bağlıymış. Sevimli oldukları tartışılmaz.
Sorumsuz insanlar her yerde olduğu gibi dağı taşı ateşe veriyorlar...
Onlar için önemli olan sadece "bu gün". Tarla fareleri kimin umurunda ki!
Bu insanların doğal yaşamın önemli bir parçası olan diğer canlılar hakkında en ufak bir fikri olduğunu zannetmiyorum.
Yarınları düşündüklerini de...
Göl kenarında fotoğraf çekerken çok sayıda ölü balığa rastladık!
Sebebi bizim için bilinmeyecek...
Dirisinin peşinde koşuşan milyonlarca insan var ama, ölüsüne bakan bile olmaz...
(...)
Kayak merkezinde bir alışveriş alanı oluşmuş.
Çok farklı lezzeti bir arada bulma imkanınız var. Özellikle tulum peyniri çeşidi insanı şaşırtacak kadar çok.
Develi'ye az kaldı... Öğle yemeği için ağzımızı "Develi cıvıklısı"na hazırladık.
İlçeye gelir gelmez Ömer Bey'in mihmandarlığında hemen "sofra başı" yapıyoruz.
Pideler sofraya gelince içinizden "bunu nasıl bitireceğim" deseniz de çok kısa sürede bu düşünceden eser kalmıyor.
Develi küçük bir ilçe ama düzenli sayılır. Ermeni taş ustalarının el izleri yer yer kendini göstermekte...
Develi
Camiye yapışık diğer binalar caminin güzelliğine gölge düşürüyor.
Gelişmiş ülkelerde "kent meydanı" denilen bir kavram var. Biz ise tüm yapılar iç içe...
Dolayısıyla "görkem" denilen sözcük bizde karşılığını asla bulamıyor..Tabela kirliliği ise had safhada.
İşte bir örnek;
Aşık Seyrani
27 Nisan 2012 / Saat 14:15
Yahyalı'ya doğru yola çıkıyoruz. Develi - Yahyalı arası yaklaşık olarak 40 km.
Yahyalı'da gördüğüm manzaralar hiç de iç açıcı değil.
Geçmiş yazılarımda benzeri konularda bir çok kere farklı örnekler vermiştim.
Bkz:http://www.arpacik.net/www/Icerik_Detay.ASP?Icerik=261
Biz değişime karşı dirençliyiz!
Yabancı seyyahlar böyle söylüyorlar bizler de her geçen sene bu iddiayı doğruluyoruz.
Dolayısıyla değişmiyoruz. Örneğin olası İstanbul depremi gündemde birinci sırada...
Olmalı da ... Peki Yahyalı'da deprem olursa ne olacak!
-!..
Aşağıdaki fotoğrafta görülen evde yaşam devam ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Yahyalı'nın içinden geçerken arabanın içinden çektiğim bu fotoğraf için ne söylemek istersiniz?
Medeniyetin bizlere sunduğu olanakları kullanmak bizleri medeni insan yapmıyor.
İşte örneği.
Önce bundan 12.000 yıl önce yapılan Göbekli Tepe yerleşim alanında yapılan evlere, tapınaklara bakalım sonrada bu evlere!
Bkz:http://www.arpacik.net/www/Icerik_Detay.ASP?Icerik=294
-!..
150 yıl önce yaşamımıza giren arabaları hala yapıp yapmama husunda tartışıyoruz...
Neresinden bakarsanız bakın. Binlerce yıldır devam eden alışkanlıklarımızı terk edemiyoruz.
Milyonlarca cep telefonu kullanarak çoluk çocuk dahil habire konuşuyoruz...
Yeri geliyor gemilerimizi karadan yürüttük diye övünüyoruz. Doğrudur.
Ama onun üzerinden 500 yıldan fazla zaman geçti. O zaman karaya da denize de hükmetmiştin.
Ya şimdi!
Karaya diktiğin evleri su basıyor 12 insanın ölüyor... Ne diyeceksiniz?
Denizin 1200 m altındaki uçağı çıkartmak için gavurdan (!) medet umuyoruz! Daha neler neler...
Binlerce yıl öncesi gibi yapılan taş evlerin önünde son model arabalar!
Bu bize yetiyor galiba!
Şimdi bir deprem olur da bu insanlarımızı kaybedersek sizce bu kader mi?
Bu çocukların bizim çocuklarımızdan ne farkı var? Buna kader diyebilir misiniz?
Bu satırları kaleme aldığım günün tarihi 12 Temmuz 2012
Geziye çıktığımdan bu yana tam tamına iki buçuk aya yakın bir zaman geçmiş.
Hayatımda ilk defa bir geziyi bu kadar geç kaleme alıyorum.
Çünkü;
Derinlemesine bakınca gördüklerim karşısında yoğun bir üzüntü yaşıyorum.
Kimi zaman umutlarım tükeniyor, kimi zaman da tam aksine içimde yeniden çocuksu bir sevinç oluşuyor.
Bu gelgitler o kadar çoğaldı ki! Anlatılacak gibi değil.
İmkan olsa kesintisiz 10 saat konuşabilirim.
Yazacağım onlarca konu başlığı var. Nasıl baş edeceğim? Sıkıntı burada.
İnsan zaman zaman kendini "Ben ne yapıyorum" diye sorguluyor!
Yahyalı'nın çıkışında "Küçük Şelale" diye bir tabela görünce tereddüt bile etmeden ana yoldan saptık.
Küçük Şelale
HES'lerin yanlış bir iş olduğu ne kadar ayan beyan görünüyorsa, akan suların boşu boşuna gittiği de bir o kadar gerçek. Çevre düzenlemeleri ise tek kelime ile iğrenç.
Su temizlik demektir değil mi?
-!..
Küçük Şelale'yi terk edip yola devam ediyoruz.
Kocaman bir yapay gölet dikkatimizi çekiyor. Yine istikamet değiştirip gölün kenarına yaklaşıyoruz.
Ağcaşar Göleti
Bu açıdan çok hoş görünüyor.
Ya bunlara ne demeli!
Çöp Baba adak ağaçları
!
Gölün her yanı pislik içinde.
Ne diyeyim ki!
Bence bu gavur işi. Biz her zaman temiziz...
Yola devam ederken çok sayıda rüzgar türbinleri görüyoruz. Burası yolumuzun üzerindeki Dikme Köyü civarı.
Dikme Köyü Mevkii
Bu arada türbinin kanatlarının üzerinde uçan bir yırtıcı kameramın görüş alanının içine giriyor.
Rüzgar Türbini
2. karede yukarıdaki görüntüyü elde ediyorum.
Kartal figürü tarihte bir çok farklı alanda özgürlüğün, kudretin gücün bir sembolü olarak kullanılmıştır.
Mısır ve İran geleneklerinde güneş tanrısı bir kartal olarak betimlenir. Kartallar şans sembolü olarak görülürler ve Zeus’a kurban edilirler. Kartal bazı durumlarda Zeus’un simgesidir; onun gücünü, zekasını ve kutsallığını simgeler. Romalılar kartallara “fırtına taşıyıcıları” adını vermiştir.
Yeni dünya düzeninde özgürlüğün arka planında güç, dolayısıyla da enerji yatıyor.
Güçlüyseniz özgürsünüz...
Bu bağlamda bu kare her iki dönemin simgelerinin bir ortak noktası veya eski ile yeninin kucaklaşması gibi algılanabilir.
Bu çalışmaları görünce çocuk gibi seviniyorum dersem inanır mısınız?
Her yeniliğe karşı çıkmak bizde adettendir.
Pervanesi gölge yapıyormuş!
Çevreciler ÇED raporu istiyorlar.
Kapuzbaşı'na az bir yolumuz kaldı. Yol da güzelleşti. Düzgün bir kare yakalamak için gözlerim dört dönüyor.
Çok uzun zamandan beri arabada çocuklar için bir hediye çantası taşıyorum. Aslında büyükler için de...
Dağdaki bir çobana hediye edilen bir bıçak onu hem şaşırtıyor hem de sevindiriyor... Kol saati hediye ediyorum, toka, küpe ve benzeri aklınıza ne gelirse...Çantada neler yok ki!
Size şüphe ve ürkek gözlerle bakan çocuklar,
"Senin araban varsa benim de var" derken,
Siz beklenmedik bir şekilde durunca!
Bir süre sonra o bakışlar yerini ya bir gülüşe ya da mağrur bir duruşa terk ediyor...
Bu ülkeye yeni baştan bir çeki düzen verilecek ise tek umut çocuklardır. Başka bir seçenek yoktur.
Yol boyunca göze hoş gelen manzaralar olduğu gibi içimizi burkan görüntülere de şahit olduk.
HES!
27 Nisan 2012 / Saat: 17:42
Kapuzbaşı Şelaleleri / 17:58
Bu seyahatte hem umudu hem de hüznü yoğun bir şekilde yaşadım.
Bir yıl içinde çok değişmişim! Yeni fark ettim. Gülmeyin siz de 70'e merdiven dayayınca o zaman beni anlayacaksınız.
Yaşıtlarım anladı bile...
Olaylara çok farklı bir gözle bakıyorum. Yanlışları gördüğümü zannediyorum. Çözüm yollarını da..
Çaresiz insanların sıkıntılarını yüreğimin derinliğinde yaşatıyorum. Beni aşan dertlerimin yanına bunlar da eklenince...
Fazla geliyor doğrusu...
Oyun devam ediyor. Gittiği yere kadar...
İsmet İnönü 1954’te 70 yaşındadır.
Evde viyolonsel dersi almaya başlar. Annesi söylenir: “Oğlum, bu yaştan sonra öğrenip de ne yapacaksın?” İsmet Paşa öyle düşünmüyor olamlı ki “Anne benim geleceğim var, geleceğim!” yanıtını verir.
“Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer.
Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır.
Ama görüş açınız genişler...”
İngmar Bergman
Devam Edecek...
Not:
Onca senedir dağ tepe dolaşır yazı yazarım...
Bugüne kadar hiç başıma gelmeyen bir durum ile karşı karşıyayım...
3 gün boyunca tutmuş olduğum not defterini bulamıyorum.
Ne uyku kaldı ne de düzen... 2 aydır köşe bucak evde aramadığım tek bir delik kalmadı.
Esas önemlisi, gördüğüm, şahit olduğum olaylar, yaşadıklarım bu bölümden sonra!
Ne yapacağım! Bilemiyorum.
Aklımda kaldığı kadarını anlatma gayreti içinde olacağım.
Yazımı alışagelmiş zamandan çok daha uzun bir süre içinde yazmamın bir sebebi de bu.
Herkesten özür diliyorum. Öncelikle de Sn. Dr. Burak Büyükeren'den
Mehmet Emin Bora
12 Temmuz 2012 / Ankara /Çamlıdere