Hadde Torna ve Zor Bir Şey!


Hadde Aparatı

Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde "hadde" kelimesinin karşılığı;

"Madenleri tel durumuna getirmek için kullanılan ve türlü çapta delikleri olan çelik araç" olarak belirtiliyor. Açıklamanın konudan uzak olanlar için yeterli olmadığını düşünüyorum.

Fotoğrafı koymasaydım hayal gücünüzü zorlamanız gerekecekti.

Bu aparatın sağ başında bulunan ilk delik 3 mm çapındadır.

Sola doğru ilerledikçe her seferinde 0.1 mm eksilerek son delikte bu çap 2.3 mm'ye düşüyor.

Özde: elinizde bulunan 3 mm çapındaki bir teli, sıra atlamadan aparatın deliklerden geçirirseniz, son delikten çıkan telin çapı 2.3 mm'ye düşer. 0.7 mm talaş kaldırdığınız söylenebilir.

Hangi çapta bir tele ihtiyacınız varsa, teli o çapa kadar düşürecek bir aparat yapabilirisiniz.

Bu işe "teli haddeden geçirmek" kısaca "haddelemek" denir.

Soğuk olarak yapılabildiği gibi, çapı çok büyük olan metallere de sıcak olarak uygulanır.

1990 öncesi çelik almak için Fransa'ya gitmişim. Lyon yakınlarındaki büyük ölçekli bir tesiste akkor halindekii çok büyük demir kütüklerin sıcak haddeden geçtiğini gördüğümde çok ilgimi çekmişti. Ne yazık ki o zaman fotoğraf makineme girişte el koymuşlardı.

Aynı işi torna makinesi ile de yapabilirisiniz.

Kalın bir metal veya ahşap parçanın istenilen forma girmesi için torna tezgahında yapılan işlemlere ise "torna" veya "tornalamak" denir. Çok daha çabuk olan bu işlem sırasında "daha kalın parçalar" (talaş) atılabilir.

Bu aparatı 26 sene evvel üretim sırasında kullandığımız metal telleri istenilen çapa getirmek için atölyemde yaptırmıştım.

Aparatı yapmak için ham bir metali önce şekillendirdik. Bu aşamada metalin sertlik derecesi düşüktür. Delikleri kolayca açabilirsiniz. Müdahale etmek kolaydır.

Daha sonra da "ısıl işlem" yaparak -daha yaygın söylemle- "metale su vermek" sureti ile aparatı sertleştirdik.

O dönemde pek çok derdimize deva oldu. Çünkü istediğimiz kalınlıktaki teli piyasada bulamıyorduk.

Zaman içinde bu aparata ihtiyaç kalmadı.

Ben bu parçayı atmadım sakladım.

Yaşamınıza giren pek çok cansız obje, zaman içinde size geçmişinizi hatırlatır.

O günleri anımsarken duygu seline kapıldığınız anlar olur.

Hava bir anda buz kesilir, gözleriniz sulanır.

O objeler bir diğer anlamda "nereden gelip nereye gittiğinizi gösteren rehber" niteliğindedir.

Farkında bile olmadan bu eşyalarla aranızda bir bağ oluşur.

Geçmiş ile gelecek arasında köprü görevi görürler...

Aslında hayat da bizi haddeler!

Doğumdan sonra yaşanan her gün haddeden geçeriz!

Tek sorun, pek çoğumuzun bunun "farkında" olmamasıdır.

Ufak ufak haddeden geçmeyenlerin gün gelir "tornalanması" kaçınılmaz olabilir!

Rahmi Koç Müzesi
Kasım 2012

Objelerden örnek vererek yapmaya çalıştığım sembolik anlatım avcılık için de geçerlidir.

Bu ilişkinin yeterince sağlıklı olabilmesi için avcılığın kısa tarihi hakkında bilgi sahibi olmamız gerekiyor.

Avcılığın Kısa Tarihi

Bugün, eldeki imkanlar çerçevesinde, biyolojik evrim tarihinin 3 milyar yıl kadar gerilere uzandığı izlenebilmektedir.

Kalıntı bulguların verilerine göre, çok hassas radyoaktif zaman saptama yöntemleri ile yapılan hesaplar neticesinde, insansıların günümüzden 30-35 milyon yıl evvel yaşadıkları tespit edilmiştir.

Ana konumuz olan avcılığın başlangıç tarihinin insanlık tarihi ile eş zamanlı olarak başladığını ise bizlere çeşitli bilim dalları söylüyor. Onun içindir ki biz de:

“İnsanın tarihi avlanmanın da tarihidir” diyebiliyoruz.

Kökeni binlerce yıl öteye dayanan avcılık eylemi, ilk insanın hayatta kalmasını sağladı.

İnsanlaşmanın öyküsünün Doğu Afrika Serengeti savanlıklarında, ve Afrika'nın muhtelif yerlerinde başlamış olabileceği varsayılmaktadır. Bu insanlara, “Yetenekli insan” anlamına gelen “Homo–Habilis” denilmektedir.

Homo–Habilisler’in günümüzden 2.6 ile 1 milyon yıl kadar önce yaşadıkları var sayılmaktadır. Yeteneklerini geliştiren bu insanların geliştirdikleri aletlerin çoğunun yaşadıkları yörelerde bolca bulunan bazalt, kuvars, ve volkanik obsidyen taşlarından yapıldıkları görülmüştür.

Bu insanlar, yaşayabilmek için doğal olarak avcıdırlar.  

“Ayağa kalkan” veya “Dikilen insan” anlamına gelen -Homo Erectus’lar ise 700-300 bin yılları arasında yaşamıştır. Homo Erectus'lar avcılığı gruplar halinde sürekli yapılan bir iş olarak gerçekleştirmişlerdir.  

Ren Nehri yakınında bulunan Neanderhtal'ler ise yine edinilen bulguların ışığı altında zamanımızdan 300-250 bin yıl evvel yaşamış olabilecekleri saptanmıştır. Gezegenimizin milyonlarca hatta milyarlarca yıl önce başlayan oluşumu içinde bizlerin somut olarak bildiği, sadece geçen son 10.000 yıllık süredir.

 

Bir milyon yıl kadar bir süre, önce sadece yaşamak için, ihtiyacı kadar hayvanı öldüren atalarımızla hayvanlar arasında basit bir anlaşma vardı: Karnımız toksa ve bize bir zarar vermiyorsanız, biz de sizi rahat bırakırız.

 

Avcılık, güçlü bir bölgecilik gelişimi, iş bölümü ve konuşma ile yeni bir üretme biçimi de doğurmuştu.

Ancak avcılığın doğrudan yiyecek üretimi olmadığını da unutmamak gerekir. Halen, doğanın hazır sunduklarının peşinde koşulmaktadır. Avcılık eyleminin uygulanma süresi içinde ortaya çıkan

İşbirliği,

İşbölümü,

Topluluk içindeki bireyler arasında sorumlulukların dağıtılması,

Verilen görevlerin zamanında yerine getirilmesi,

Zaman zaman da olsa düzenli besin elde edilememesi hallerinde birlikte tüketim durumu,

Grup dayanışmasını grup psikolojisini ortaya çıkaran nesnel temellerdir.

Pek çok hayvan türü avlanarak öldürülmekte, insanlar ise, avladıklarını yiyerek yaşam olanakları bulmaktadır. Hayvanlardan temin edilen proteinler, insan organizmasında yapı taşlarına dönüşmekte ve insana yaşam vermektedir. İlkel insan, bu sürecin, ayrıntılı biyokimyasal dinamiklerini bilmese bile ölümle–yaşam, avladığı hayvan türüyle kendi yaşamı arasındaki diyalektik ilişkiyi, her yeni gün tekrar tekrar yaşayarak bu olguyu derinliğine kavramıştır.

İnsanlık alemi:

Toplayıcılıktan avcılığa,

Avcılıktan tarım toplumuna geçerek yerküre çapında büyük bir değişime uğramıştır.

20 bin yıl önce başladığı varsayılan iklim değişikliği sonunda tüm Avrupa’yı ve Asya’yı kaplamakta olan tundralar ve stepler ortadan kalkmış, buzul tabakası kuzeye çekilmiştir.

Avrupa, ormanlarla kaplanmıştır. Coğrafyada yaşanan bu köklü değişiklikler daha önceleri sürüler halinde avlanan av hayvanlarının avını hemen hemen olanaksız hale getirmiştir.

Fiziki şartlar, sürek avının yapılabilmesine artık imkan vermemektedir.

İklimsel değişikliklerle beraber yukarı paleolitik avcıların süreç içinde ortadan kalkmasına karşı, yaşama olanaklarının tümünü avcılığa dayandırmamış toplumlular için farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.  

Doğadan asalak biçiminde yararlanma temeline dayanan avcılık ekonomisinin ötesinde, doğanın doğrudan üretim süreciyle döndürülmesi anlamına gelen hayvancılık ve tarımın geliştirilmesi işini bu toplumlar başarmışlardır. Bu tavır G. Childe tarafından “Neolitik Devrim” diye tanımlanmaktadır.

Bu öyküyü özellikle burada sonlandırmak istedim.

"Doğadan asalak biçiminde yararlanma temeline dayanan avcılık!"

Bu cümle aslında o kadar çok şey anlatıyor ki!

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşanan onca sıkıntının temeli burada...

Binlerce yıl geçti, iklimler değişti, dünya değişti, değişmeyen bir tek avcı kaldı.

Bir biçimden başka bir biçime doğal olarak dönme diye anlamlandırdığımız evrilmek, ne yazık ki pek az sayıda avcıya nasip olmuştur.

Avcı "doğadan asalak biçiminde yararlanma" alışkanlığını terk edememiştir.

Evrilmek istemeyen (!) avcı günümüz dünyasının değerleri ile ters düşmekte ve eleştirilmektedir.

Bundan da daha doğal hiçbir şey yoktur.

Değişime karşı çıkmak aslında bir sonun başlangıcıdır.

Ne yapmalıyız? sorusuna cevap aramak için hayatı gözlemlemek yeter de artar.

Ufak ufak haddeden geçeceğiz.

Düşünmesini öğreneceğiz. Örneğin:

En azından "Av hayvanları milyonlarca yıl öncesi gibidir. Öyleyse onunla yüzleşirken (!) teknolojinin bize sağladığı en son imkanları kullanırsak haksızlık etmiş oluruz." diyebilmeliyiz.

Isıl ışlem öncesi metal ne halde ise, çocuklarımız da okula başlarken bu haldedir.

Onları süreç içinde topluma faydalı bir birey olarak kazandırmak istiyorsak, zaman içinde eğiteceğiz.

Haddelenecekler. Bilimin önderliğinde yol almalarını sağlamamız gerekiyor.

Zaman içinde onlara;

Merhameti,

Farkındalığı,

Empatiyi,

Evrensel değerlerin ne olduğunu,

Hayatı sorgulamayı öğretmemiz gerekiyor diye düşünmekteyim.

Sabırla, sıra atlamadan haddeden geçen tel misali ufak ufak incelecekler... Değer kazanacaklar.

21'inci yüzyılın insanı, sadece örf adet ve geleneklerle yetinmeyi yeğlerse, hayatın gerçeklerini kavramakta eksik kalır.

Dolayısıyla avcıların sıkça söyledikleri;

"Dedem avcıydı, babam da avcı, ben de avcıyım" şeklindeki tumturaklı sözlerle "ben her şeyi atadan deden bilirim" havasına girilse de, bu söylemin arkasına sığınan pek çok avcının temel bilgilerini bile bilmediği yaşanan süreçte görülmüştür.

Eğitmen sıfatı ile avcılara ders verirken:

"Elinizdeki silahın adı neden 12, 16, 20 veya 28 diye söylenir" diye sorduğumda bir büyük ilçenin ileri gelen 50'ye yakın avcısından bir tek doğru cevap alamamıştım. Hatta sınıftaki avcıların hemen hemen hepsi bir kenarda oturan yaşlı bir avcıya bir anda dönerek gözleri ile;

"Hani sen çok bilirdin şimdi bu soruyu sen cevaplasana" dercesine bakmışlardı.

Manevi baskı altında kalan avcı söz alarak:

"Şey şimdi silahın boyunun dipçiğe olan oranı...

Yani silah çapının namlu uzunluğu ile çarpımından meydana gelen...

Toplam sayının 12 ye bölümü...

Yani kısacası "kriminal" demişti.

O derste öyle anlar yaşadık ki... 7 saatin nasıl geçtiğini bile anlamadık.

Avcılar özellikle güvenlik kurallarını bilmiyorlar. Bilenler de uygulamıyor.

Bu iddiamın somut delili yaşanan av kazalarıdır.

Yakın zaman diliminden örnekler vermek isterim.

Av kazaları

Arkadaşının ağzındaki sigarayı gece karanlığında yabandomuzun gözü gibi gördüğü için ona ateş ederek öldüren avcının olay sonrasındaki ifadesi eğitim eksikliğinin gerçek boyutunu gösteriyor.

"Sıkıldım bi dolaşayım dedim"

Bek avında dolaşıyor!

Bkz: Hürriyet Gazetesi 11 Ağustos 2011 "Domuz avında arkadaş kurşunu"

Çanakkale'nin Ezine İlçesi'ne bağlı Köprübaşı Köyü'nde yabandomuzu avına çıkan 8 kişi arkadaşları H.S'yi yanlışlıkla öldürdüler.

Bkz: 25 Ocak 2011- Hürriyet Gazetesi. "8 Arkadaşın domuz avı kanlı bitti"

Mersin'in Tarsus İlçesinde H.A ile M.G birlikte dağ keçisi avına gidiyorlar. Gece kalmak için mağara arayan arkadaşlardan H.A çalılar arasında ses duyunca kurt zannederek kaza ile arkadaşı M.G'yi vurarak öldürdü.

Bkz: 24 Ocak 2011 Hürriyet Gazetesi. Avcı "Kurt" niyetine arkadaşını öldürdü.

Av kazalarında hayatlarını kaybedenlere öncelikle Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum.

Bir şekilde bu olayın faili durumunda olanlara da engin sabırlar dilerim.

Onlar yaşam boyu her gün ölüp ölüp dirilecekler.

(...)

40 sene evvel benzeri bir kazaya sebep olan bir avcı ile bir balık avında bilmeden beraber olmuştum.

Bütün gün hemen hemen hiç konuşmayan bu arkadaşı o gün onu ava getiren Rahmeti Vedat Gür'e sordum.

M.Bora - Bu arkadaşınız hiç konuşmuyor! Acaba bilmeden bir hata mı yaptık, kırdık mı onu?

V. Gür - Hayır öyle bir şey yok. İki sene evvel Bala'da yapılan bir avda, istemeden genç bir avcının ölümünde kusurlu bulundu. Bir gecede saçları bembeyaz oldu. O gün bu gün bu ruh halini yaşıyor...

-!..

Avcıların çok ciddi boyda eğitim eksikliği var.

Var olan durum "bile bile lades"ten farkı yoktur.

Bu işten sorumlu olan idarelerin vurdum duymaz tavırları ibret vericidir.

Halbuki;

Haddelenmeyen er veya geç tornalanacaktır.

-!..

Bu ülkede en az 250.000 insanın evinde av tüfeği var.

(Her 3 evden birinde silah olduğu söyleniyor. Bu da 5 Milyon adet silah demektir.)

Acaba kaç tanesi av silahı?

Resmi rakamlar yaklaşık her yıl 75.000 kişi civarında avcı için yasal avlanma belgesi düzenlendiğini gösteriyor.

31 Ekim 2011 itibarı ile Ankara'da 5173 avcı avlanma pulu almıştır.

(Yetkililer yıl sonuna kadar bu sayının Ankara için 5500 ulaşmasını bekledikleri ifade ettiler)

Bu -en iyimser tahminle- aynı zamanda 175.000 kişiye yaklaşan avcının (!) bir şekilde yasa dışı avlandığını gösterir.

Pompalı av tüfeği, arabaların bagajında olmazsa olmazların arasındadır.

Yakında araç muayene istasyonlarında "Nerede senin pompalı?" diye sorgulanırsanız şaşırmayalım.

Hemen hemen her gün gazetelerin 3. sayfasında av tüfeği ile işlenmiş bir cinayeti okuyoruz.

Bir yılda silahla öldürülen insan sayısı 3000. (Bkz: 28 Şubat 2010 /Habertürk Gazetesi)

Tüm olumsuzluklara rağmen;

Yarı otomatik av silahlarının satışı diğer silahlardan çok daha fazla talep görmektedir.

Şarjör kapasitesi ne kadar büyükse, talep de o kadar fazla olmaktadır.

Bu sıkıntıların altında değişmeyen, evrilmeyen avcı figürü vardır.

Günübirlik çıkarlarını düşünen, kendine güveni olmayan, 15 günlük kursu bile suistimal etmeye meyilli, avcı!

Bunlara asla avcı denemez.

Olsa olsa avcılığı günümüz koşullarında anlamaktan uzak, doğadan asalak biçiminde yararlanma şeklini marifet zanneden, insansı demek daha doğru olur.

(Kendini bilen, yaslara kurallara uyan, sınırlı sayıdaki avcıları tenzih ederim)

Ne yapılmalı?

Var olan problemlerin çözüm yolları zannedildiğinden çok daha kolaydır.

Örneğin:

Nasıl ki motor gücü, total ağırlığı ve modeli yüksek araçlardan diğer araçlara göre daha fazla vergi alıyorsanız, yarı otomatik ve pompalı av tüfeklerine de benzer bir uygulama getirilirse, çok ciddi bir tedbir alınmış olur.

Zaman zaman toplumu bir konuya yönlendirmek için teşvik uygulaması yapıyorsanız çifte ve süper poze tüfeklere uygulayacağınız muafiyetler avcıları mutlaka bu silahlara yönlendirecektir.

Her iki uygulama fabrika çıkışlarında hayata geçirilmelidir.

Üretim vergilenmelidir. (Yarı otomatik ve pompalı av tüfekleri için)

Üretime vergi muafiyeti getirilmelidir. (Süper poze, çifte ve tek kırma av tüfekleri için)

Bu birinci yoldur.

Yarı-otomatik bir tüfekle avlanan avcıdan alınan avlanma bedeli, çifte veya süper poze ile avlanan bir avcıdan alınan avlanma bedelinden çok daha büyük ise, bu uygulama da avcıları daha az fişek kapasiteli silahlara yönlendirecektir.

Anlaşılması kolay olsun diye çok uç bir örnek vermek istiyorum

Ağızdan dolma av tüfeği ile avlanan bir avcıdan alınan yıllık avlanma bedeli 10 TL ise,
(Böyle bir silah kullanan tek bir avcı bulsam, başıma taç yaparım)

Tek kırma tüfekle avlanandan avcıdan 50 TL,

Çifte ve süper poze ile avlanandan avcıdan 200 TL,

Pompalı ile avlanandan avcıdan 750 TL,

Yarı-otomatik av tüfeği ile avlanan 1000 TL alırsanız, avcılar ister istemez evrilirler.

Bir diğer anlamda "haddeden" geçmedikleri için zorunlu olarak "tornadan" geçerler.

Bu ikinci yoldur.

Üçümcü yol ceza hukukunun yetki alanındadır. Çok etkin olacağını düşünüyorum

Dilerim ki "Hadde-Torna" ilişkisini anlatabilmiş olayım.

İki Şey

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:

                              1- Bakış açısını değiştirmek
                              2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı  engeller:

                             1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
                             2- Hak yememek

İki şey geri bırakır:

                            1- Kararsızlık
                            2- Cesaretsizlik

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:

                            1- Niyetin saf olması
                            2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:

                            1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
                            2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:

                            1- Anne
                            2- Baba

İki şey geri alınmaz:

                            1- Geçen zaman
                            2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:

                            1- Sevgi
                            2- Bilgi

İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:

                            1- Nefes alabilmek
                            2- Nefes verebilmek

"Giordano Bruno"

Zannedilenin aksine "bir şey" çok zordur

"Avcı olmak"

 

Mehmet Emin Bora

02 Mart 2012 / Ankara

 

 

Bu yazı 5182 kez okundu...