Silah mı, insan mı öldürüyor? Etik-Tetik, Yasa-Tasa İlişkileri
Kısmet olursa (!) kış aylarında "avcılık", yaz aylarında ise "gezi" ağırlıklı yazıları kaleme alacağım.
Bu kış için, üretken olduğum söylenemez. Sebebi var.
Ara ara da olsa yaşama sevincimi kaybettiğim oluyor, küsüyorum!
Yakın zamanda kaybettiğim değerli arkadaşlarım aklıma geldikçe, boynum bir tarafa bükülüyor.
Göz göre göre ülkem için kaybedilen zamanı gördükçe...
İnsanların vurdum duymaz tavırlarına şahit oldukça...
Evrensel değerlerle yerel değerlerin, birbirine hiç ama hiç uymadığını anlayınca...
Velhasıl;
Elimden hiç bir şeyin gelmediğini, bu şartlar altında gelemeyeceğini de bir güzel anlayınca...
Tavşan misali dağa küsüyorum.
Dolayısıyla elim kalem tutmuyor.
Bunun dışında "beynin de beslenmeye ihtiyacı var" diye düşünmekteyim.
Yeni bakış açıları ortaya koymak veya farklı söylemler üretmek için doğal olarak yeni bilgilere ihtiyaç var.
Her gün köşe yazısı yazmak mecburiyetinde olan gazetecileri hayretle izliyorum.
İster istemez sorguluyorum.
Bir insan her gün yeni bir fikir üretebilir mi?
Bunu yapabilen sınırlı sayıdaki yazara saygı duymamak elde değil.
Ama!
Kendini tekrar eden,
Polemiklerle ayakta kalmaya çalışan,
veya
Okunabilmek için rotasını mutlaka "şeytan üçgeni"ne çeviren yazarların, içinde bulundukları topluma ne gibi katkı sağladığı tartışılmalıdır.
Şeytan üçgeninden kastım "siyaset, spor ve seks"tir.
Kolay, ucuz ve merak uyandırıcı...
Bundan sonra bu tanımı yeri gelir de ima etmek istersem "SSS" diye yazacağım.
Okuyucu (Toplum), bu yazılar sayesinde bir fayda (!) elde ediyor mu?
Sorgulamak isterim.
En çok okunan yazarın 2 gün evvel ne yazdığını okuyucusuna sor, bilirse ben de Arap olayım.
Bunu neye dayanarak söyledim!
Örnek vereceğim:
Televizyonda izlemişsinizdir.
Pakize Suda Hanımefendi elinde mikrofon önüne çıkana, gözüne kestirdiğine arka arkaya soruyor.
- Kaçıncı asırda yaşıyoruz?
- 12
- Kaçıncı asırda yaşıyoruz?
- 100
- Kaçıncı asırda yaşıyoruz?
- Ne bileyim ben. (Cehennemin dibine kadar yolun var)
Bunca insan hangi zamanda yaşadıklarını bile bilmediklerine göre, bir köşe yazarının 2 gün evvelki yazısını mı bilecek?
Varsayın ki bildi diyelim.
Çok daha önemlisi o yazıdan ne anladığıdır.
Bu da yetmez.
Anladığını hangi ölçüde içselleştirdiği, kabul ettiği doğruları hayatına nasıl aksettirdiği ise her şeyden çok daha önemlidir.
Gelin görün ki bu konuda tespitime destek olabilecek veriler hiç de hoş değil.
7 Şubat 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde büyük puntolarla yazılmış bir haber var.
"Kitap 235'inci ihtiyaç"
Türkiye'de genel ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235. sıradaymış. (Sıraya girdiği için şükretmeliyiz)
Gazeteden, Türk halkının okumaya yılda sadece 6 saat ayırdığını söyledikten sonra Afrika ülkelerinin gerisinde kaldığımızı öğreniyoruz.
Türkiye'deki kütüphanelerde toplam 13 Milyon kitap varken;
Bulgaristan'da 46 milyon,
Rusya'da 739 milyon kitap varmış.
Türkiye'de 68.500 kişiye bir halk kütüphanesi düşerken,
Almanya'da 7.500 kişiye bir halk kütüphanesi düşüyor.
Japon yılda ortalama 25 kitap,
İsviçreli 10,
Fransız 7 kitap okurken
Bir Türk 10 yılda 1 kitap okuyor.
Araştırmaya göre kitapların içeriği genellikle siyaset, aşk ve cinsellik üzerineymiş.
Türkiye’de toplamda 2.000 civarında kütüphane varken,
Kahvehane sayısı 570.000'den fazlaymış.
Araştırma, 95 kişiye bir kahvehane düştüğü söylüyor.
Bu verilerden en iyimser tahminle her gün 25 milyondan fazla insanın bekleme odasında (!) vakit geçirdiğini düşünüyorum.
Demokrat Eğitimciler Sendikası "Okuma Alışkanlığı Raporu"
Merak edip internet ortamında kısa bir araştırma yaparsanız;
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre yerel, bölgesel ve yaygın basın olarak 5 bin 665 gazete ve dergi yayınlandığını, bunların 2 bin 479'u gazete, 3 bin 186'sının da dergi olduğunu öğrenirsiniz. (2009)
Konumuz ağırlıklı olarak avcılık, dolaylı olarak da silah.
2.479 gazetede zaman zaman avcılık ve silah üzerine yazılar yayınlanır.
2.479 gazetenin hiç birinde bu konuda uzmanlaşmış köşesi olan kadrolu bir tek yazar yoktur.
Bu gazeteler yeri geldikçe topluma doğruluğu tartışmalı haberleri duyurmakta hiç bir sakınca görmezler.
İlgili haberin muhatabı pek çok olsa da, suçlananların dayanabilecek bir sırtı (!) yoktur.
Avcıları ve silah severleri kast ediyorum.
(...)
Futbolda yaşanan kirliliği hep beraber izliyoruz. "Yeter ki ayakta kalalım" veya "Fırsat bu fırsattır" mantığı ile oynanan oyunu hayret ve ibretle izliyoruz.
Üç aşağı beş yukarı bu alandan nemalanan 10 bin kişi için, 75 milyon insanın gündemine 24 saat zorunlu olarak futbol pompalanmaktadır.
8 aydır televizyonların ana haber bültenlerinde birinci haber "şike"dir.
Yine benzeri haberler, gazetelerin birinci sayfasını işgal etmektedir.
Televizyon programlarına çıkan spor adamlarının;
"Pardon abi... Pardon yani..."
"Hiç anlamam ben dalarım..."
"Hocam bak şimdi.." ağırlıklı söylemleri gecenin geç saatlerine kadar sürmekte, bu yetmezmiş gibi "tekrar" başlığı altında toplum ezbere zorlanmaktadır.
Hangi kanalı açarsanız açın benzer nitelikte 3-4 uzman (!) ile karşılaşırsınız.
İşin en acı tarafı "bu pisliğin içinde hepimiz varız" şeklindeki itiraflardır.
(aHBR TV'de yayınlanan "90'a" başlıklı spor programı bu eleştirinin dışındadır.)
Bazılarının "Sen de seyretme, sana silah dayatan mı var?" dediğini duyar gibiyim.
Ama gelin görün ki bu savunma onları kurtarsa da, var olan duruma mazeret teşkil etmez.
Topluma bu kaotik ortamdan çıkış yolu gösterileceği yerde, yangına körükle gidilmektedir.
" Az sonra..." şeklindeki spotlarla beslenen kokuşmuş ortam, birileri için kazanç vesilesidir.
Siyasi arenada da benzeri bir durum yaşanmaktadır.
"Nuh Peygamber'in kaptanlık yapmak için ehliyeti var mıydı!" diye bir soruşturma açılırsa şaşırmayalım.
Özde, devletin tutarlı bir sosyal politikasının olmadığını düşünüyorum.
Dolayısıyla akıbet (!) kaçınılmazdır. Bkz: (Mankurt)
Kısır döngünün bilerek devam ettirildiği yolunda bir kanaate sahibim.
Konu futbol olunca;
Aşağı yukarı 10.000 kişinin tatlı hayat yaşaması için milyonlarca insanın çırpınması trajikomiktir.
Bu konuda son sözü bir bilim adamına bırakalım.
"Halk o kadar cahilleşti ki, yaptığı şeylerin veya kendisine yapılanların çoğunun ahlaksızlık olduğunu, bu ahlaksızlıkların er veya geç kendisini zarara uğratacağını, çoluk-çocuğunu süründüreceğini göremez hale geldi, safsatayla uyutulmayı tercih eder oldu.
Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur veya şehirlerini şekilsiz gökdelenlerle doldurup oraları modernize ederek yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle, şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir. Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır."
Prof. Dr. Celal Şengör, Bilim Teknoloji (Cumhuriyet) Sayı:1258
Elektronik posta kutuma bir mektup geldi.
Önce okuyalım sonra düşünelim:
Abi selam,
Şimdi uçakta gelirken Guns and Ammo şubat sayısında U.S Dept.of Health Human Services (Amerikan İnsan Sağlığı Bölümü ) yani hükümete bağlı bakanlık biriminin açıklamasını okudum.
Senin ilgini çeker diye sayfanın fotoğrafını da çektim. İstersen dergiyi de gönderirim.
Amerika'da 700.000 doktor varmış ve doktor hatası yüzünden yılda 120.000 kişi ölüyormuş.
80 milyon silah sahibi varmış.
Yılda 1500 kişi kaza ile ölüyormuş.
Doktor hatasından ölenlerin yüzdesi 0,171 (Binde 171)
Silah kazasından ölenlerin yüzdesi ise 0.000188 imiş. (Bir milyonda 188)
Kaan Otçu
Bu konuda benzer bir habere daha erişiyorum.
Onu da okuyalım.
Almanya'da bir yılda doktor hataları ve tıbbî ürünlerde yetersizlik nedeniyle en az 1712 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı.
Alman televizyon kanalları verilerin Almanya Sağlık Bakanlığı tarafından Almanya Federal İstatistik Dairesi’nden alınan bilgilerle yayınlandığını aktardı.
Almanya’da 2010 yılında doktor hatası ve tıbbî ürünlerdeki yetersizlikler nedeniyle ölenlerin sayısının % 35 oranında arttığı belirlendi.
Özellikle doktorların yaptığı hatalar nedeniyle kurtarılamayan hasta sayısı;
2009'da 551 iken, 2010'da 944'e yükseldi.
Almanya'da sık görülen hasta ölüm nedenleri arasında, yetersiz dezenfeksiyon, nakledilen organların hastanın vücudu tarafından kabul edilmemesi ve protez takılması sırasındaki komplikasyonlar öne çıktı.
Açıklamalara göre hastane veya sağlık kuruluşlarındaki dezenfeksiyon sorunu nedeniyle ölenlerin sayısı 410 olarak belirlendi. Ameliyat dikişlerinin gerektiği gibi yapılmaması nedeniyle de 61 hasta kurtarılamadı. Ameliyatlarda yanlış kesim nedeniyle 47, endoskopi sırasındaki hatalar nedeniyle 33 hasta öldü.
Bonn'da bulunan Hasta Güvenliği Eylem Birliği Derneği'nin Genel Sekreteri Hardy Müller, Deutsche Welle'de, “Bu rakamlar buz dağının görünen bölümü” derken resmî istatistiklerde her ölümün kaydedilmediğini;
Yılda yaklaşık 17 bin kişinin doktor hatası nedeniyle yaşamını yitirdiğini tahmin ettiklerini söyledi.
Haberlerin doğruluğunu elimden geldiği ölçüde araştırdım.
Amerika'da karşı görüş bile oluşmuş.
Doktorlar da şöyle diyor.
Evet:
700,000 doktor var
120,000 kişi doktor hatasından ölüyor.
Kabaca her 6 doktordan biri adam öldürüyor.
Toplam USA nüfusu 312 milyon.
80,000,000 kişi silah sahibi (dikkat avcı değil silahlı) Yılda 1500 kişi "silah kazasıyla" ölüyor.
(Her 53,300 silah sahibinden biri)
Bu hesaba göre doktorlar silahlardan 9000 kat daha tehlikeli.
"Bu demagojidir" dedikten sonra konuya "hekim hatası" sigortasından giriyor.
Amerikada bir muayenehanenin en büyük giderlerinden başında hekim hatası "malpraktis" sigortası geliyor. Yani doktor "ya birisini öldürürsem, ailesi de bana dava açarsa nasıl öderim milyon dolarlık tazminatları" diye düşünmemek için sigorta yaptırıyor.
Aynı şeyler hastaneler için de geçerli olduğundan USA sağlık hizmetlerinin en pahalı olduğu ülkelerden biri olmuş durumda. Yazar diyor ki "silahlılara da hatalı kullanım sigortası zorunluluğu getirilsin."
Yıllık 170,000 $ kazanan bir doktorun gelirinin yarısından fazlası sigortaya gidiyormuş. Ölen ve yaralanan adam başına maliyet hesabından yola çıkarak "Her silah sahibine yıllık 1000 dolarlık zorunlu sigorta getirilmeli" diyerek bitirmiş.
(...)
Doktorların ölümün kucağından kurtardığı insan sayısının milyonlarca olduğu yönünde en ufak bir şüphem yok.
Toplumda doktorların ne denli saygın bir konumda olduğu, gerçeğin bir göstergesidir.
Yanlış anlaşılmış olmak istemem. Benim sözüm "at gözlüğü" takan kesimedir.
Bu ve benzeri örnekler senelerdir Rahmetli Ali Kozanoğlu ve her yeri geldikçe benim ısrarla anlatmaya çalıştığımız bir olgunun somut delilleridir.
Ne demiştik!
Eşya suç işlemez.
Silah değil, insan öldürür.
Avcılık değil, yasa dışı avcılık yapan, kural tanımayan insan kötüdür.
Yanlış iş yapan, yasaların öngördüğü çizginin dışına çıkan insanın;
Ne mesleğinin,
Ne dininin,
Ne de, milliyetinin bir önemi vardır.
Bana göre avcılık ve ateşli silahlarla ilgili yasalarda mutlaka değişiklik yapılması gerekiyor.
Dolaylı olarak da bu alanları kapsayan ceza hukukunda da yeni düzenlemeler yapılmalı.
Bu yazıları yazdığım anda televizyonda silahlarla ilgili bir haber yayınlanıyordu.
Bir yandan haber içeriğini takip ederken, bir yandan da fotoğraf çektim. Yakalayabildiklerim aşağıda.
Vatandaş Silahlanıyor! İyi de kime karşı? Bu cümle "yarım" anlamlı değil mi?
Size göre fakir fukara mı silahlanıyor?
Bin kişide bir kişi silah alıyor deseniz daha doğru değil mi?
Yazının başından beri vurgulamaya çalıştığım yanlış yönlendirmeye güzel bir çok örnek bir arada.
Anlatmak isterim.
Ülkemizde 75 milyona yakın bir nüfus var.
Aile sayısı ise: 15.070.093 Bkz:
Bu hesaba göre silah alanların oranı binde birdir.
"Bin kişi de bir kişi silah alıyor derseniz! Bu haber olmaz. Anlatabildim mi?
Aşağıdaki bilgiler de Türkiye gerçeğidir.
Araştırmalar, iki yıl önce Türkiye'de milyoner sayısı 20 bin civarında iken, bugün bu sayı 50 binin üzerinde olduğunu gösteriyor.
2008 itibariyle Türkiye'deki dolar milyarderi sayısı 38. Bu rakam, Japonya'nın bile üzerinde.
Türkiye'de aylık geliri 150 bin doların üzerinde 1800 aile yaşıyor.
Türkiye son 5 yılda, dünyada en çok lüks otomobil satılan 5 ülkeden biri.
Dünyada en çok Porsche, Maserati ve Ferrari satın alan 5 ülkeden biri Türkiye.
İstanbul son 5 yılda, gayrimenkul fiyatlarının en çok arttığı ikinci Avrupa şehri. Bkz:
Türkiye, rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür.
Bir diğer iddiaya göre de dünya ondokuzuncusudur.
Dünya ülkeleri arasında cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri arasında adı anılabilecek ilk 500 arasında hiçbir üniversitesi yoktur. Prof. Dr. Celal Şengör, Bilim Teknoloji (Cumhuriyet) Sayı:1258
Bu bilgileri, kitap ihtiyacının 235. sırada olması ile birlikte yorumlayın.
Yaşanan tüm yanlışlıklar özensiz bir idarenin eseridir. Cumhuriyet tarihinde bu ve benzeri milyonlarca örnek bulabilirisiniz.
Aşağıdaki fotoğraf, konuya hakim olmayan biri için ilk bakışta "aferin avcılara" denilecek gibi görünse de, aslında her fırsatta ifade etmeye çalıştığım yanlışlıklara ait küçük (!) bir örnektir.
17 Şubat 2012 / Hürriyet Gazetesi - Ankara eki
Sarı yuvarlakla dikkatinizi çekmeye çalıştığım fotoğrafa bakan bilgili ve dikkatli bir göz;
1- Her iki silahın da yarı otomatik olduğunu,
2- Arka plandaki silaha ayrıca "uzatma" takıldığını,
3- Her iki silaha da bir av silahında asla olmaması gereken "kayış" takıldığını,
4- Her iki avcı adayının da oturarak (!) nişan aldığını görebilir.
Bunların hepsi de tartışmasız olarak yanlıştır.
Sanki her şey dört dörtlükmüş gibi bir de "hayvanların nasıl kesilip temizleneceği" hususu anlatılmış.
Halbuki 3'üncü sıradaki "kayış" hayati önem arz eder. Avcılar kayış yüzünden hayatlarını kaybederler.
Avın hiç bir halinde oturarak silah kullanılmaz. Av silahı ayakta kullanılır.
Kimin umurunda ki!
Gazetede yer almak başarıdır ve yeterlidir!
"Her iki silahın da yarı otomatik olmasında yanlış nerede?" diye düşündüğünüzü biliyorum.
Avcılığın felsefesini öğrenen bir avcı, bunu bilir. Beypazarı'na, Nallıhan'a, Çayırhan'a eğitmen olarak bir kaç kere geldim. O dönemin avcılarına sorarsanız ne demek istediğimi size anlatabilirler.
Yarı otomatik tüfeklerin "yasadan" kaynaklanan değil, "gelecekle ilgili tasadan" dolayı sıkıntısı vardır.
Avcı kendi özgür iradesi ile milyonlarca yıl öncesi gibi yaşayan canlılara teknolojinin kendisine sağladığı imkânlarla yaklaşmamalıdır.
Bir tetikle arka arkaya bir sürü (5-8) fişek gönderenin, "tetikle" değil "etikle" sorunu var demektir.
Bilmem anlatabildim mi?
Bunu göremeyen, bu gerçeğin farkında olmayan bir eğitmen, bunu nasıl anlatacak ki!
-!..
Uzun bir yolu tercih ettiğimin farkındayım.
Konuyu evirip çevirip önce okumaya,
Sonra okuduğumuzdan ne anladığımıza,
Dünyada yaşanan gelişmelerden örnek vermeye,
Ülkemizde yaşanan yanlışlıklardan örnek vererek, doğrular hakkında kişisel görüşlerimi sizlere arz etmeye,
Nihayetinde ise,
Doğru gibi gösterilen bir yanlışı analiz ederek, sizlere farklı bir bakış açısı sunmaya gayret ettim.
Bu mücadele nereye kadar devam edecek?
Levent Büyükkocaoğlu kardeşim bana bir mektup göndererek Rahmetli Vedat Gür için başsağlığı dileğinde bulunmuş.
"Şimdilik görüşmeye ara verdiğiniz dostlarınıza Tanrı'dan rahmet, size ve ailenize sağlıklı, uzun ömürler dilerim. Başınız sağ olsun…
Bir gerçek, ancak bu kadar zarif anlatılabilir.
Mücadelemiz dostlarımıza kavuşana kadar devam edecek.
Görüşmek (!) dileği ile...
Herkes ancak anladığını duyar
Goethe
Mehmet Emin Bora
24 Şubat 2012 / Ankara