Malatya
Malatya
Erinç, Maçahel gezisine işleri dolayısıyla katılamadığı için çok mutlu olmuş.
Telefonla beni arayarak "Yazıyı okudum, Maçahel kapalı bir havza, fotoğraflardan yatırım yapacak büyüklükte bir arsa göremedim" dedikten sonra, bir tarafı eksik kalmış olacak ki "bir yerlere gidelim" diye tutturdu.
Ben oldum olalı bu tür tekliflere sıcak baktım hala da sıcak bakarım.
Gezi sonrası eve döner dönmez seyahat çantamı o akşam boşaltır, ertesi gün yenilerim ki...
Hazır kıta misali. "Hadi" der demez 5 dakika içinde seferi olabileyim.
Bu şans nereye kadar sürecek!
Var oluştan bugüne kadar cevabı olmayan tek soru da bu...
-!..
Uzunca bir zamandan beri aklımızda Hakkari, Şemdinli, Bingöl, Siirt ve Muş var.
Yaşanan sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Bu illerin bazılarında kırsal alanlar, idarenin aldığı kararlarla sivillere kapatıldı.
Batı, bir kaç ilin dışında beni cezbetmiyor.
Düşüne düşüne bu gezinin ana hedefini Nemrut Dağı olarak tespit ettik.
Bu fikrin oluşmasında dağda bulunan heykellerin koruma amacına dönük olmak üzere, düze (!) indirilme söylentisi önemli bir faktör oldu. Kültür Bakanlığı heykelleri "yıpranıyor" diye Adıyaman Müzesi'ne kaldırılabileceğini söylüyor.
Bu heykellerin "bir müzede sergilenmesi insanlara ne denli cazip gelir?"
Yanıtlanması, irdelenmesi gereken soru budur.
Bana sorsalar kesinlikle "Hayır" derim.
Bunlar kap kacak, çanak çömlek veya bir sarayın içini süslemek için yapılmamış heykeller değil ki!..
O büyüklükteki taşları nerdeyse can verecek kadar işle, bu yetmezmiş gibi bir de kır dağın doruğuna çıkar!
Neden! Çünkü yüklendiği işlev orada olmasını elzem kılıyor.
Pes doğrusu...
Taşları oradan çıkartmayalım. Şapka çıkaralım.
2000 yılı geçen bir zamana karşı direnen bu yapıtı, ben yerinde görmek isterim.
Neden taşınmamalı!
Farklı bakış açılarından birkaç örnek vermek isterim.
Mesela;
Eyfel Kulesi'nin aynısını yapabilir miyiz?
- Evet.
Yaptık ve Ankara'ya diktik.
- Oldu mu?
- Evet oldu.
Rezil olduk.
Bunun gibi bir şeyden bahsediyorum. Büyüsü, bulunduğu konumdan kaynaklanıyor.
Bir başka örnek.
Acıktınız canınız da balık çekiyor.
Varsayalım ki acıktınız.
Balığı bir otogarın lokantasında yiyebileceğiniz gibi,
Boğaz'da denize nazır salaş bir lokantada da yiyebilirsiniz.
Birinci tercihinizde boğazınızdan geçen her lokmada, bilmem ne turizmin yanık sesli host'u (!);
"Sayın yolcular Ankara Konya istikametine doğru hareket edecek aracımız 5 dakika sonra 2 No'lu perondan...) şeklinde başlayan anonsu sizin içinse, kılçığın boğazınıza takılması an meselesidir.
Aksi takdirde biteviye devam eden çağrıların içinden sizi ilgilendireni algılamaya çalışırken, galsamaları yemeniz de bir olasılıktır.
İkinci seçenekte ise:)
Dalgalar kulağınıza Thai masajı yaparken, içinize çektiğiniz hava mis gibi iyot kokar.
"Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi
Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
Ben de şaştım nasıl oldu, yüreğime inmedi
Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi,"
sözleri ile arka planda devam eden şarkı, sofranızı şölen boyutuna taşır.
İlk bakışta bir sevgili için yazıldığı düşünülen bu güfte Osman Nihat Akın'a aittir ve tavla arkadaşı Ahmet Refik Altınay’ın vefatı üzerine kaleme alınmıştır. Özde, bir dost için yazılıp söylenmiştir.
Müzik eşliğinde geçmişe yapacağınız bu yolculukta, tabir-i caizse kanatlanırsınız.
Düşler dünyasının derinliklerinde mest olursunuz.
Önünüzden geçen teknelerin, sizi selamlamak için demir aldığını düşünebilirsiniz.
Özgürlüğün tadını çıkartırsınız.
Bu düşlerin hiç kimseye bir zararı olmadığı gibi garson, bu keyfin bedelini adisyona ekleyemez.
Diyeceğim odur ki, Nemrut Dağı'nda soluyacağınız hava, içinde bulunduğunuz doğanın güzelliği, hayal gücünüzü zorlayan yapıtlar, sizin 2200 sene evveli düşlemenizi kolaylaştırır.
Bununla da kalmaz!
Konsantrasyon beceriniz, yüksek seviyede ise, 2200 yıl önce yapılan bir tiyatral gösteriyi izlemeniz işten bile değildir.
Varsın ortada kimseler olmasın... Ne gam!
Bu somut örneklerden sonra şimdi ne düşünüyorsunuz?
-!..
Neticede yediğinizin her ikisi de balık değil mi?
Şimdi tercih sizindir. Hangisini yerseniz.
Sonuç!
Taş (!) yerinde ağırdır.
(...)
Gezi programını yaparken görmediğimiz yerlerden geçmeyi alışkanlık haline getirdik.
Kısa sürede çok yol yaptığımız için geceyi de rahat geçirmek istiyoruz..
İyi bir uyku, sıcak bir banyo ve düzgün bir yemek direncimizi artırıyor.
Bu bağlamda yaptığımız ön araştırmalar Nemrut Dağı'na çıkmak için 2 ayrı güzergahın varlığından bahsediyor.
1- Adıyaman - Nemrut Dağı (85 km)
2- Malatya'dan Pötürge ilçesi Tepehan beldesi üzerinden Nemrut Dağı (110 km civarında.)
Gezi için aradığımız kriterlere uyan yer Malatya. İkinci seçeneği tercih ediyoruz.
Anne ve baba tarafından aslen Malatyalıyım.
250 sene evvel Kazan'dan gelen Hacıhaliloğlu soyundanım.
Kayısı diyarına gittiğimiz için bilmenizi istedim.
Okuyalım;
"Hacı Haliloğlu bugün Malatya kayısısı olarak bilenen en nefis kayısı türünü asırlar önce Malatya iklimine alıştırıp onun şuurlu olarak gelişmesini sağlayan zattır.
Bugün Malatya bu üründen trilyonları kazanarak büyük zenginliklere kavuşmuş durumdadır.
Soyadları değişik olsa da birçok aile Hacı Haliloğlu’nun torunları oldukları bilincindedirler."
Bu metin benim soyağacımı anlatan sayfadan alınmış kısa bir bölümdür.
http://arpacik.net/secere/index1.htm
Malatya Gezisi
23.09.2011 / Saat 04:39
Aslında her yeni gün bir yolculuğa çıkarız ama farkında olmayız.
Bilerek ve isteyerek yaptığımızı "seyahat" veya "gezi" diye adlandırıyoruz.
İrademiz dışında oluşanı ise; Son yolculuk.
Şimdi size bir alıntı aktaracağım.
"... O sırada yeni bir yolculuğa hazırlanıyordu. Yine inceden inceye hesaplar yapmış, her şeyi ayarlamıştı.
Şimdi sıra olabildiği kadar çok insanı yapacaklarından haberdar etmeye gelmişti.
Harcayacağı çabayı düşündükçe ben helak oluyordum.
İşte o gün dayanamayıp sordum;"
"Peki yaptığın bu yolculuklardan geriye ne kalıyor?
Çıkacağın yolculukların sana getireceği ne olabilir bu kadar planladıktan, planlarını herkese anlattıktan sonra?"
"Ben yollarda olduğumu söylemezsem ne yollar beni bilir ne de yolcular.
Arkamda kalanlar sesimi duymazsa ben nasıl yaşarım o yolları cevabını verdi."
(...)
Bu kısa bölüm Sn. Özcan Yurdalan'ın aşağıda kapağını gördüğünüz kitaptan alınmıştır.
Yaşamı sık sık sorguluyorsanız bu kitabı okumanızı özellikle öneririm. Kitap büyük bir olasılıkla cevabını bulamadığınız soruları yanıtlayacaktır. Yazarın fotoğraf ve gezi üzerine birbirinden güzel çok sayıda eseri var.
Ben randevu saatinden önce -her zaman olduğu gibi- yoldayım. Erinç de tam saatinde geliyor.
Hiç durmadan yola devam ettiğimiz için saat 12:45 gibi Malatya'da oluyoruz.
Amacımız öğlende Malatya yemeği yemek.
Ama önce ziyaret etmek istediğim bir dostum var.
Hasan Şahin.
Yıllardır Hasan Bey'in sahibi olduğu dükkanlardan alış veriş ederim.
Bu konuda olmazsa olmazlarım var.
Göreceğim, soracağım, tadıp alacağım.
Kargo ile gönderilince bir yanım eksik kalıyor!
40 sene boyunca rahmetli babam benzer şekilde alışveriş yapmıştı.
Onlarca sene Urfa'dan teneke teneke tereyağı geldi.
Bu yağların eritme aşamasında elde edilen "Kef" ile yapılan yemeklerin tadı hala damağımdadır.
Bilmeyenler için anlatmak isterim.
O yıllarda buzdolabı sahibi olmak başlı başına bir ayrıcalıktı.
Sonbaharda elde edilen tereyağının, bütün bir yıl boyunca bozulmadan kullanılabilmesi için büyük bakır kazanlarda içerisine yeterince tuz konularak kaynatılması gerekirdi. Kaynamanın belirli bir aşamasında kazana bir avuç dolusu un atılır ve ocak kapatılırdı.
Dibe çöken unun işlevi, tereyağının içindeki göze hoş görünmeyen son parçacıkları toplamaktan ibaretti.
Yağ donmadan başka bir kaba tülbentden süzülürken, dipte kalan son kısma "kef" adı verilir.
Müthiş bir lezzete sahiptir. Sadece bu yağla yapılan yemekler ve unlu mamüller vardır.
2011
Sürdürmeye çalıştığım bu hal "eskiye duyulan özlemden kaynaklanıyor" olabilir.
Hasan Bey'in Malatya'da 2 ayrı işyeri var.
İkisi de birbirinden güzel ve temiz.
İnsanın içi açılıyor.
Göreceğim
Tadacağım
Alacak!..:)
Kuru yemişleri tada tada neredeyse öğle yemeği yiyemeyecek duruma gelmiştik. Siparişlerimizi yazdırdık ve zamanı olmamasına rağmen kayısı borsasının oluştuğu yer olan Şire Pazarı'nı görmek istediğimizi söyledik.
Erinç "Ankara'daki dostlarıma eli boş gidersem olmaz" diyerek pek çok hediyelik aldı.
İnsanın, onu düşünen dostları olması ne kadar güzel değil mi?
Şire Pazarı
Hasan Bey bizi kırmadı, Şire Pazarı'na götürdü. Haziran ayı içerisinde burada 1 metre kare boşluğun olmadığını söyledikten sonra kayısı üretimi hakkında geniş bilgi verdi.
Daha sonra da bizi öğle yemeği için ünlü Öz Sinan Et Lokantası’na götürdü.
Et Lokantasının sahibi, Hacı Mustafa Saygı, lokantanın 80 senelik bir geçmişe sahip olduğunu söylüyor. Duvarlarda Turgut Özal dahil pek çok ünlü devlet adamının, sanatkârın ve spor adamlarının fotoğrafları var.
Yemek öncesi izin alarak bir kaç fotoğraf çektim.
M.Emin.Bora - Hacı Mustafa Saygı
Patlıcanlı Kebap
Kağıt Kebabı
Tandır
Bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim. Burada yediğiniz etler daha sonra gün boyu burnunuzdan gelmez.
Bu özellik büyük oranda yörenin etinden kaynaklanıyor. Sebzelerin tadını, ustanın becerisini buna ekleyince ortaya muhteşem bir tad çıkıyor. Giderseniz kulaklarımı çınlatacağınıza adım (!) gibi eminim.:)
Özsinan Lokantası
Akpınar Halfettin Mahallesi No: 19 - Malatya
Telefon: 0 422 321 39 41
Yemekten sonra çarşıyı dolaştık. Alışverişin canlı olması insana yaşama sevinci veriyor.
Pazar otantik halinden kısmen uzaklaşmış olsa da hala yaşam mücadelesini el becerileri ile sürdüren bir esnaf kesimi var.
Dünya kuru kayısı ihtiyacının %70 den fazlasını Malatya'nın karşıladığını basından takip ediyorum.
Hacıhaliloğlu aşısının başarısı ile gurur duyuyorum. (Hacıhaliloğlu bir kayısı türünün adıdır)
Malatya'ya İlk defa 1958 yılında gitmiştim, o tarihlerde nüfusu 40.000 dolayındaydı. Şimdi 850.000 den fazla.
Aradan 53 sene geçmiş. (Yanlış anlaşılmasın ara ara çeşitli vesilelerle gittim.)
Özal'dan sonra Malatya'da pek çok şey değişti.
İnönü Üniversitesi (1975) ve Turgut Özal Üniversitesi'nin (2009) kentin yaşam düzeyinin değişmesinde önemli rol oynadığı aşikar.
Turgut Özal Tıp Merkezi yılda 500.000 hastaya cevap verecek kapasiteye erişmiş. Ortadoğu'nun en büyük tıp merkezi ünvanını elinde bulunduruyor. Gurur duymamak elde değil.
Turgut Özal Tıp Merkezi
Kuzey'de Keban ve Karakaya, Güney'de Atatürk Barajı Malatya'nın Doğu ve Kuzeydoğusunda zengin bir sulak alan yaratmış.
Daha doğrusu yeni bir su yolu var!
Farkında mıyız?
- Hayır.
Dolayısıyla da kullanılmıyor.
Ne Eski Malatya'da, ne de Pötürge - Kale arasındaki dağ yolundan geçerken suda bir tek tekne fotoğrafı çekemedim.
Aşağıdaki haritaya dikkatlice bakın.
Ve...
Ne büyük bir zenginliğe sahip olduğumuzu görün.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede Denizcilik Bakanlığı olmamasını anlayabiliyor musunuz?
-!..
Binlerce teknenin olması gereken bu devasa baraj göllerinde, sadece iki yaka arasında gidip gelen çok az sayıda tekne var. Yaşanan gerçek bu.
Ama gelin görün ki Türkiye'nin gündeminde tartışılan güncel bir konu var.
Emperyal Türkiye!
-!..
İyi de, bunun "olmazsa olmaz" öncelikleri var!
Örneğin; açık denizlerde bile mutlak hakimiyetini sürdürebilecek bir deniz gücü!..
Var mı?
-!..
Hava gücü!..
-!..
Daha çok sayıda sorgulanacak ana başlık var. Gereksiz buluyorum.
Enerjimizi daha akılcı kullanmamız lazım.
Egomuzu şişireceğiz diye savaş çığırtkanlığı yapmanın akılcı hiç bir yanı yok.
(Bu sözüm rüzgar gülü kılıklı gazetecilere!)
Var olan tablolar ve yaşanan gerçekler onları değil, beni doğruluyor.
Eski Malatya
Not: Eski Malatya'nın adı 1987 yılında Battalgazi olarak değiştirildi.
Malatya'ya kadar gelmişken Aslantepe Höyüğü'nü görmemek olmaz.
Aslantepe Höyüğü
Aslantepe Höyüğü Malatya'nın Orduzu Belediyesi sınırları içindedir
İlk kazı 1930'lu yıllarında Fransız arkeologlar tarafından yapılmış.
1961 yılında başlayan kazılar halen devam etmekte olup İtalya / Roma "La Sapianz Üniversitesi"ne ait arkeologlar tarafından yürütülmekte. Aslantepe ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı yer olarak tanımlanıyor.
Arkeolojik kazılar her an, bildiğimizi pek çok bilgiyi yeniden gözden geçirmememiz gerektiğini hatırlatacak nitelikte hızla devam ediyor. Göbekli Tepe kazıları bu söylediğimi doğruyor.
Müze girişi
Demokan ne kadar çok severse, Erinç de bi o kadar müze gezmekten hoşlanmıyor.
Daha sonra bana söylediğine göre modern çatıları görünce satılık villalar olduğunu zannetmiş.
Yoksa "hayatta girmezdim" diyor.
Nitekim kısa bir geziden sonra göz göze geldiğimizde "nereden geldik buraya" anlamında bir sinyal gönderdi
Halbuki son 5.000 yıl içinde İ.Ö 400 de başlayan süreçte Aslantepe Höyüğü'nün bulunduğu alanda üst üste 11 ayrı yerleşim yeri kurulumuş.
Aslantepe Höyüğü’nde çalışmalar yapan Prof. Dr. Marcella Frangipane, “Yine burada kaliteli metaller bulduk. Metal işlemeyi çok iyi biliyorlarmış. Bazı kılıçlar gümüşten. O zamanlarda büyük metal teknolojisi olduğunu anlıyoruz. Bu, çok önemli. Kılıç ve mızrak ucu bulduk. Bulduğumuz kılıç dünyadaki en eski kılıç. Bundan sonraki en eski kılıç 600 sene kadar sonra Alacahöyük’te bulunuyor. Ama bu bulduklarımız, hemen hemen 1000 yıl daha öncesine dayanıyor. Bulunan 9 kılıç, olağanüstü bir şekilde tek parça halinde ve üzerleri işlemeli olarak çıkarıldı.” şeklinde konuşuyor
Kaynakça / http://wowturkey.com
Malatya'ya Saat 12:45 de geldik, neredeyse akşam olmakta. Henüz bu gece için konaklayacak bir yer bulamadık.
Hasan Bey, yeni yapılan Anemon Otel'de de bir işyerine sahip olduğunu söyledikten sonra bu otelde rahat edebileceğimizi söylüyor. Hatta odalarımızı ayırtabileceğini sözlerine ilave ediyor. Bundan iyisi Şam'da kayısı. Daha ne isteyelim ki.
Otel prıl pırıl. Söylenecek tek söz yok. Odaya yerleşip akşam yemeği için arayış içine giriyoruz.
Mahalli bir tadı nerede bulacağımızı sorduğumuzda resepsiyonda çalışan görevliler adresi "Tavacı Şükrü" olarak belirleyince doğruca önerilen adrese gidiyoruz.
Yemekler güzel. Çiğköfte çok güzel. Kısacası doğru adresleri bulabilirseniz Malatya'da yemek sorunu yok.
Fiyatlar!
Büyük şehirlerde görmemişlerin otoparkçıya verdiğinden daha az. Daha ne diyeyim ki.
MKS
Malatya Kaburga Sofrası
Şehit İhsan Alpay Bulvarı No:3
0 532 685 22 16
kaburgasofrasi@tavacisukri.com
Bir gün içinde iki ayrı, ama iki doğru adreste yemek yeme şansını elde ettik.
Bu akşam Fenerbahçe maçı var. Erinç'de ben de Fenerbahçeliyiz. Maçı seyredeceğimiz bir yer bulmak için dolaşa dolaşa kent merkezinde ara bir sokakta bir kahve buluyoruz.
Kahve, ana evimizin hemen yanı başında. Tesadüf dediğin ancak bu kadar olabilir.
İki saate yakın bir zaman taburelerde oturmaktan belimiz tutuldu. Sonuçta Fenerbahçe galip, biz ise çok yorgunuz.
Doğruca otele dönüyor ve yatıyoruz. Sabah saat 07:00 de kahvaltı salonunda buluşmak üzere sözleştik.
Yarın Nemrut Dağı'na gideceğiz.
Bu satırlara son noktayı koyduğumda Hakkari'den gelen acı haberle yıkıldım. Kendimi o insanların yerine koydum. Ana ve babalarını, eşlerini, çocuklarını, yakınlarını ve yarınlarını (!) düşündüm.
Bizler en geç bir hafta sonra (sürmez) yaşamın hayhuyları içinde yuvarlanıp gideceğiz. Bir ay, bilemedin bir yıl sonra pek çoğumuz bu olayı hatırlamayacak bile...
Ama onlar!
Yani aileleri!
Ölene kadar unutmayacaklar.
Bu düşüncelerin etkisi ile başıma giren ağrılar beni çaresiz bıraktı.
Milletimizin başı sağolsun. Şehitlerimiza Allah'tan rahmet geride, kalan yakınlarını da baş sağlığı diliyorum.
Mehmet Emin Bora
20 Ekim 2011 / Ankara