Maçahel
Artvin / 2011
Maçahel - Camili
Geçen sene Artvin'e yapmış olduğum gezi sırasında Sn.Aykut İnce ile yol boyu uzun uzun sohbet etme şansımız olmuştu. Yeri geldi ona, Maçahel'in fotoğraf (görüntü) açısından nasıl olduğunu sorduğumda;
"Çok zorlanırsınız, kayda değer bir manzara çekebilmeniz için hem yerel bir rehbere, hem de uzunca bir zaman ihtiyacınız olur" demişti. Bkz: Şavşat / http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=391
Yine hatırladığım kadarı ile 4-5 sene önce Borçka Karagöl'e giderken çok yakınından geçtiğimiz Maçahel'i aşırı yorgunluk ve zaman sorunu yüzünden görme şansımız olmamıştı.
Artvin / Gezi Notları / http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=47
Şimdi bu eksikliğimizi gidereceğiz.
Artvin'den sabah erkence bir saatte yola çıkarak önce Borçka'ya, oradan da Maçahel istikametine ayrıldık.
Artvin - Maçahel arası yaklaşık olarak 80 Km bir mesafe.
Borçka'dan çıkar çıkmaz aşağıda görülen HES içimizi acıtıyor. Çoruh Vadi'sinde onca baraj varken "bu ucubeye ihtiyaç var mı?" sorusu kafamızı kurcalıyor.
Saat 07:31'de trafik levhasında "Camili 42 Km" yazsa da evdeki hesap çarşıya uymadı. Camili'ye vardığımızda saat 09:30 'u gösteriyordu. Yolda, olsa olsa 30 dakika kadar oyalandığımızı düşünüyorum.
Söz yoldan açıldı, yılın 6 ayı her türlü araba Maçahel'e kolaylıkla gider diyebilirim. Yol sorunu hemen hemen ortadan kalkmış gibi. Her geçen gün de iyiye doğru gidiyor.
Camili'nin denizden yüksekliği 400 m. Sorun etrafının yüksek dağlarla çevrili olmasından kaynaklanıyor.
Kışın yolun kapanmasının ana sebebi ise aşırı kar yağışı ve özellikle de heyelanmış.
Sorduğumuzda bize böyle anlattılar.
Maçahel'e yaklaştığınızda ilk defa aşağıdaki levha ile karşılaşıyorsunuz. Burada yükseklik 1850 m.
Vadiyi görebileceğiniz nadir noktalardan biri de Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün vadiye "giriş kapısı" sayılabilecek bir noktada bulunan bu binanın çevresi.
Orman Bakanlığı'nın sık sık isim değiştirmesinden onlar değilse de ben yoruldum. Bundan sonra bu kurumdan sadece Orman Bakanlığı diye bahsedeceğim. Sizler neyi kast ettiğimi anlarsınız.
Son sırtı aşıp vadiyi gördüğümüzde Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün sanki giriş kapısı anlamında yapılmış bir binasını gördük. Bizi güler yüzlü iki görevli karşıladı. Maçahel'e gelmeden önce yöre hakkında o kadar çok şey işittik ki! Demeyin gitsin.
Hal hatır sorma faslından sonra vadi hakkında bilgi alacağımızı düşünerek soru sormaya başladık.
Örneğin benim kurduğum hayalde;
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün orada özel bir binası var, araştırma ile görevli insanlar harıl harıl çalışıyor. Bkz. Mersinden Yükselen Işık. http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=346
Çok uzun yıllar el değmemiş, dünyanın önem verdiği korunan bir alanı siz olsanız nasıl hayal edersiniz?
Bu alan Türkiye'nin korunan ilk biyosfer rezerv alanı.
Bu düşüncelerle kapıda görevli arkadaşlara;
"Camili'ye nereden gidebiliriz?"
"Araştırma binası nerede?"
"Orada bakanlığı temsil eden kim?" gibi anlamsız (!) sorular sordum.
Cevap olarak; "Valla biz Camili'ye hiç gitmedik ki, biz dağın bu tarafındayız (güneyi kast ediyor) O taraf bize çok uzak" demezler mi! (Yaklaşık olarak 10 km.)
Dolayısıyla ne bilgi alabildik ne de bir harita veya benzeri bir doküman...
Bu örnek, insanımızın ne denli merak sahibi olduğunun somut bir göstergesidir diye düşünüyorum.
Sorgulamayı biraz derinleştirince de Orman Bakanlığı'nın -o sahada sürekli olarak- her hangi bir görevli istihdam etmediğini de öğrendik.
Madem bu alan çok önemli de, bu ilgisizlik neden?
Sorulacak çok şey var da... Cevap verecek kimse yok.
Atlas Dergisi Ağustos 2011 tarihli sayısında Türkiye Atlası adı altında bir ek vermiş.
Bu ekte Milli Parklar - Doğa Alanları ve Arkeolojik Yerler ana başlık yapılmış.
Yere göğe koyamadığımız Maçahel bu ekin 100'üncü sayfasında yer almış.
Maral Şelalesi'nden bahsediliyor ama "yolu zor" denilerek geçiştirilmiş. Bir tek kare fotoğrafı yok.
Yazıda Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nün adı bile geçmiyor.
Soldan Sağa: Şaban Asal - Doç.Dr. Demokan Erol - İsmail Kara
Kendimi her ne kadar da çevreyi gözlemeye adamış olsam da "kelebek gafam" "konaklama sorununa takılmış vaziyette.
Yer bulamazsak yandık ki yandık.
"Nasıl olsa bir yer bulunur yatarsınız" şeklindeki bir düşünce uzunca bir zamandan beri bizim için geçerli değil.
İkimiz de tek kişilik ve 24 saat sıcak suyu akan banyolu bir oda istiyoruz.
"Huysuz ihtiyar" rolünü üstlenmek istemeseniz de, zamanı gelince bu unvan ister istemez size bir huyunuzdan dolayı yapışıyor.
Örneğin;horlayan insana tahammül edemem, ama benim de dehşet bir şekilde horladığım rivayet (!) ediliyor:)
Mazeretim ne denli kabul görür bunu bilemiyorum.
Aslan burcuyum, zorunlu olarak teşriki mesai (!) yaptığım yakın dostlarım, ertesi sabah kızarmış gözleri ile "yakışıyor" deseler de bu ifadeyi yüz hatlarından dolayı pek samimi bulduğumu söyleyemem:)
Tek çıkar yol tek kişilik oda.
Gafamdan (!) bunlar geçiyor, İstikamet Camili (Maçahel)
Ankara'dan yola çıkarken Maçahel'de 2 gün kalmayı planlamıştık. İnternet üzerinden yaptığımız araştırmalara göre konaklama imkanı sınırlı olduğundan özellikle burada yer ayırtmak için özel bir çaba sarf etmiştik.
Malum müdürden, dolaylı yoldan 15 gün önce "tamam" sinyali gelmişti.
Artvin'deki fiyaskodan sonra içime kurt düştü.
Yol boyunca hala erimeyen karlar, zengin bir bitki örtüsü fotoğraf açısından doğru söylemek gerekiyorsa "hoştu" diyebilirim.
Yol boyunca gördüğümüz evler Aykut İnce'nin ne demek istediğini kolaylıkla anlatıyor.
Bu görüntüyü sadece yoldan alabilirisiniz. Başka bir yaklaşım açısı hemen hemen imkansız gibi.
Yaklaşık olarak 20 dakika sonra Camili'ye vardık.
Buraya kadar da sora sora geldik.Tek bir yönlendirme levhası her zamanki gibi yoklar listesinde.
Tema Vakfı'nın kurucu üyesi olan Sn. Ali Nihat Gökyiğit Camili'ye çok şey kazandırmış. Hakkında bilgi edinmek için internete girdiğimde okuduklarımla gurur duydum. Merak edenler için adres vermek isterim.
http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=3784
Konuk evinin girişinde bizi Sn. Ayşe Köse karşıladı.
Adımıza konaklamak için rezervasyon yapılıp yapılmadığını sorduğumuzda çok net bir şekilde;
"Öyle bir kayıt hiç olmadı "dedi.
Artvin'de rezervasyonu iptal ettirmişti. Bunu yaptırmamış bile! Yakıştı.
Ayşe Hanım, iki ayrı oda isteğimizi "bir gece için karşılayabileceğini" söylemek sureti ile içimizi ferahlattı.
Ertesi gece için pansiyonlarda çözüm arayacağız.
Ayşe Köse
Maçahel'e geleli yarım saat olsa da, burada görsel açıdan sizlere uzun boylu bir şeyler aktaramayacağımı fark ettim. Buna uzun yıllar sonra edindiğim tecrübelerden kaynaklanan bir yeti veya sezi diyebilirsiniz. Bu konuda hiç yanılgıya düşmedim diyebilirim.
Bana göre kalmak için burada bir gün yeterli. Kapalı havzalar benim içimi daraltıyor.
Ben böyle düşünürken Demokan da bu kanıya varmış. Bu işimizi kolaylaştırıyor.
Dolayısıyla şimdi eylem saati.
Ayşe Hanım'a "öncelikle nereyi görmemiz gerekiyor?" diye sorduğumda "Maral Şelalesini görebilirsiniz" dedikten sonra ayrıntılı bir yol tarifi yaptı.
Hiç vakit kaybetmeden yola düştük.
Şelaleye giden yolda göreceğiniz tek leva bundan ibaret.
Ayşe Hanım "Hep sağa döneceksiniz. Cami sağınızda kalacak" diye ikaz etmişti.
İnternet üzerinden araştırma yapan herkes "Camili" diye sorguladığında ilk olarak "Maral Şelalesi"ni görür.
Ama gelin görün ki şelaleye nasıl gidileceği, anlatanın kabiliyetine, sizin de ferasetinize kalmış bir şey.
3 tane yönlendirici levha koymayı becerememişiz. Maral Şelalesi!
Neresinden bakarsanız bakın "su işleri" değil mi? Kim sorumlu?
Boyları 50 metrenin üzerindeki köknar ağaçları tek kelime ile muhteşem.
Ayşe Hanım referans olarak "Giderken yolun sağında kocaman ağaçlar göreceksiniz" de demişti.
Doğru güzergahta olduğumuzun kanıtları bunlar.
Bu ağaçların üst dallarına kovan yerleştirmişler. Oraya nasıl çıkılır? Anlamış değilim.
Çeşmeyi bulduğumuzda şelaleye inen yolun başlangıcını bulduğumuzu anladık. Şelale gezisini bitirdikten sonra, sizlere kolaylık olsun diye de bu fotoğrafı kurguladık. Çünkü bu noktaya varmadan önce benzer bir iki sapak daha var. İnşallah birilerine faydası olur. Bakanlık işaret levhası koysa olmaz mı?
Herhalde olmaz ki koymuyor.
Zaman zaman çalıların arasından, bazen de aşağıdaki fotoğraflarını koyduğum merdivenlerden (!) inmek zorunda kaldık.
Siz siz olun elinizde mutlaka bir sopa veya bir baton olsun. Hem inerken hem de çıkarken çok faydasını göreceksiniz.
Yapraklar ıslak dolayısıyla kaygan. Sivri uçlu bir sopa kurtarıcı olabilir.
Merdivenler kelimenin tam anlamı ile berbat. Yer yer arasından bile geçilemiyor. Ağaç basamaklar her an sorun yaratabilir. Telafisi çok zor bir sorun yaşanırsa hiç şaşırmam.
Bunun adı "sorumluluk duygusundan uzak olmak" demektir.
Onca ağacın içinde doğru dürüst bir merdiven yapmaktan, 2-3 yönlendirme levhası koymaktan aciz bir idare!
İnmeye başladıktan bir süre sonra bir noktadan şelaleyi görebiliyorsunuz. "Dibine kadar ineceğim" derseniz önünüzde zor bir parkur olduğunu söyleyebilirim.
Ya bu görüntü ile yetineceksiniz. Ya da o merdivenlerden ineceksiniz.
Biz inmeyi yeğledik.
Aşağıda çok "aman aman" denecek bir görüntü yok. Aslında dökülen suyun geldiği yeri görseniz var ya...
İsterseniz bu konuya daha fazla girmeyelim.
Nasıl çıkacağız?
Yaklaşık 15-20 dakika sonra yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladık. Yolda rastladığımız bir gruba inişin zorluklarını anlatınca onlarda gördükleri ile yetinerek geri döndüler. Bence doğru da yaptılar. Çünkü yanlarında çocukları ve eşleri vardı.
Fotoğraflardan elde ettiğim zaman kayıtlarına göre bu gezi 3 saate yakın bir süre almış. Yürüyüş temposunun da "ortalamanın üstünde" olduğunu da hatırlatmak isterim. Fotoğraf meraklıları için söylemek isterim, uygun zaman öğleden sonra.
Geri dönüş yolu üzerinde bal üretimi yapan bir eve girdik.
Evin altını etnoğrafya müzesine çevirmiş. Bu tür eşyaların saklanması önemli.
Yörede çoğunlukla kestane ve ıhlamur ağırlıklı süzme bal satılıyor.(Kg/ 60 TL)
Sahayı gezerken önümden bir yılanın kaydığını görünce hemen deklanşöre basıyorum.
Balcının elinde kocaman bir kürek, o da basacak!
Sonucunu görmek istemediğimden hızla oradan uzaklaşmayı yeğliyorum. Türü, ne olursa olsun hayvan ölümü görmek istemiyorum.
Konuk evine dönüyoruz.
Ayşe Hanım ve çalışma arkadaşları akşam yemeği için hummalı bir çalışma içindeler.
Onca telaşın içinde "acıkmışsınız" diyerek bize yemek ve çay ikramında bulunuyorlar.
Bu arada konuk evinde bizim gibi kalan diğer misafirlerle sohbet ediyoruz. Ben var olan şartların fotoğraf açısından bir getirisi olamayacağını savunarak, ertesi sabah burayı terk edeceğimizi seslendirince, bu sözlerim bir çiftin ilgisini çekiyor.
Bu konuda sohbet derinleşiyor.
Yeri geliyor, Bursa'da aile hekimi olarak çalıştıklarını öğreniyoruz. Bir ara onlara "Yusufeli/Yaylalar Köyü" ve çevresi hakkında bir ön bilgi veriyorum. İlgilerini çekiyor. Hatta dönüş yolunda güzergah değişikliği yapabileceklerini söylüyorlar.
Bu arada Demokan köyü gezmeye çıkıyor. Hocanın böyle bir adeti var. Her gezide 2 saat kadar ortadan kaybolur.
Konuk evi yol seviyesinden 2-3 metre altta. Yoldan büyük bir gürültü duyunca makineyi kaptığım gibi koşarak yukarı çıkıyorum. Bu sesler bana yabancı değil. 30 kadar genç asker akşam sporu için koşu yapıyorlar ve hep bir ağızdan yüksek sesle bağırıyorlar.
"Bu gece operasyon var!"
Sizlere sunamadığım görüntü de askerler önümden koşarak geçerken arka plandaki danalarda toplu olarak yola paralel bir şekilde koşuyorlardı. Ta ki önlerine çit çıkana kadar. Onlar da gaza geldi ben de.
Yıllar öncesi Şemdinli'de her sabah ben de askerlerle beraber koşardım. O günden bu güne 35 sene geçmiş!
Bu gece operasyon var.
Akşam yemek vakti gelince salona geçiyoruz. Her şey pırıl pırıl ve düzenli.
Bu düzeni başta Ayşe Hanım eşi Nuri Köse ve çalışma arkadaşları sağlıyor.
Sakıp Özbaş - Melek Ertürk - Süleyman Dalkıran
Sakıp Özbaş, Mersin Üniversitesi Turizm Seyahat bölümünde, bu sene 3. sınıfa devam edecek
Süleyman Dalkıran Selçuk Üniversitesi Çevre Mühendisliği 2. sınıf öğrencisi
Melek Ertürk Maçahel'de ikamet ediyor.
Tüm çalışanlar son derece nazik ve konuksever. Evinizde gibi rahatsınız. Bilirsiniz ben bu tür bir kanıyı kolay kolay deklare etmem.
Yemek öncesi ve sonrası bu insanlarla çeşitli konular üzerine sohbet ediyoruz. Yöre insanı A. Nihat Gökyiğit'in başlattığı çalışmalara önce koyu bir muhalefet göstermişler. Şimdi ise ona dua ediyorlar.
Konuk evinde yöreyi anlatan iki kitap satılıyor. Hemen alıyorum ve şu anda bu yazıyı yazarken bir yandan da onları okuyorum.
Bu kitaplara emeği geçen herkese içtenlikle teşekkür etmek isterim. Keşke her ilçenin buna benzer yayınları olsa.
Yemekten sonra bavullarımızı topluyoruz. Yarın sabah yolcuyuz.
Sabah 08:00 de kahvaltı sonrası yola çıkıyoruz. İstikamet Yusufeli / Yaylalar Köyü.
Yol boyu fotoğraf çekmeye devam ediyorum.
Orakkanat / Gonepteryx rhamni
2111 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim,
Cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana -eğer yanlış bir araştırma yapmadıysam- bu güne kadar Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü' Genel Müdür olarak 20 kişi atanmış.
Rahmetli Muhsin Zekai Bayer bu işin 1 numaralı öncüsü. 1942 yılında İstanbul Orman Fakültesinden mezun olmuş 1950 yılında Amerika'da yaptığı inceleme çalışmaları sonunda ilk defa Milli Parklar kavramının oluşmasında öncülük etmiştir. Milli Parklar yaklaşık olarak 1960 dan sonra işlev kazanmaya başlamıştır.
Özde başlangıç yılını 1960 olarak alırsanız 51 senede 20 Genel Müdür demektir. Hemen hemen her iki buçuk senede bir Genel Müdür görev almış diyebiliriz.
Merak ettim aklıma bir kaç soru takıldı.
1- 20 Genel Müdürden acaba kaç tanesi Maçahel'e gitmiştir?
2- Kaç tanesi Milli Parklar'ın tamamını görmüştür? (41)
3- Kaç tanesi Doğa Alanları'nın tamamını bir çırpıda sayabilir? (35)
4- Belki de en önemlisi bu görevden ayrıldıktan sonra onu hangi özgün çalışması ile hatırlayacağız?
-!..
Birinci soru bu yazı ile ilgili olduğu için cevaplıyorum.
Bu güne kadar Maçahel'e sadece 2 Genel Müdür gitmiş.
Sn. M.Kemal Yalınkılıç ve son Genel Müdür Sn. Yaşar Dostbil.
Mutlaka cevaplanması gereken bir diğer kritik soru da bu seyahatlerin getirisinin ne olduğudur?
Maçahel -dolayısıyla ülkemiz- bu tetkik seyahatlerin sonunda ne kazanmıştır?
Özde, görev yapan Genel Müdürler o dönemde kendilerini neye adamışlardır?
-!..
Sn. Yaşar Dostbil için bu soru zamansızdır. Çünkü göreve başlayalı bir yıl ancak dolmaktadır.
Ya diğerleri!
-!..
Not: Maçahel'de özgün bir çalışma yapılıyorsa buradan o çalışmaları duyurmaktan gurur duyarım. İlgililer beni, ben de kamuoyunu aydınlatayım. Maksadımız üzüm yemektir.
2111 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim,
2 avcı gece yabandomuzu avına gidiyor. Biri, diğerini vurarak öldürüyor. Savunması "canım sıkıldı dolaşıyordum. Yabandomuzun gözünü gördüğümü zannettim ve ateş ettim" den ibaret.
Size göre bu hangi eksikliğin bir sonucudur?
-!..
"Avcılık eğitimi sulandırılıyor" diye burada onlarca yazı yazdım. O sınavlarda soruların cevabını veren (!) her kimse şimdi gece rahat uyuyabiliyor mu? Bu cinayette,onun hiç mi sorumluluğu yok?
Veya,
Bu cevaplar verilirken sırıta sırıta testleri cevaplandıran avcılar... Sizin hiç mi günahınız yok?
Son 8 satırda yaptığım sorgulamayı bir gün olsun kendisine dert edinmeyen bir topluluğun (sınırlı sayıdaki avcı kardeşlerimi tenzih ederim) bu yazının ana konusunu anlayabileceğinden büyük ölçüde şüphem var.
Muhtemelen bu yazıyı yayınladıktan kısa bir süre sonra bana bal siparişi veren bir kaç kişi çıkar.
Sorgulayan bir akıl ve meraklı gözlerle ülkemizi dolaşmaya çalışıyorum.
Bir süre sonra doğal olarak bu imkanımız kısıtlanacak. Telaşımızın altında bu duygu yatıyor.
Yaşayan büyük sayıdaki avcılardan umudumu kestiğim için de, 2111 yılına gönderme yapıyorum.
Vefa duygusu dedim de...
Aşağıda Maçahel'de çektiğim bir kare var.
Katılır mısınız? Bunu bilemiyorum. Beni çok düşündürdü. Olabilir mi?
Dilerim ki umutlarınız kırılmasın, yaşama sevinciniz dünden daha fazla olsun.
Kendini adama,
ölçülebilir ve elle tutulabilir şeylerle ölçülür,
nutuklarla değil.
Murgatroyd
Gelecek yazı
"Çoruh ve Barhal Vadisi - Yaylalar Köyü"
Mehmet Emin Bora
30 Ağustos 2011 / Çamlıdere