Unutulmak ve Ölüm Üzerine


30 Ocak 2009 günü kaybettiğimiz değerli bilim adamı
Prof. Dr. Uçkun Geray'ın
aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.


 

Prof.Dr.Uçkun GERAY
(1939-2009)

En zor şey bir vefat haberini duymak...

Dostların ki başka, sırasız olanların ki bir başka...

Gazetelerde gencecik insanların ölüm haberini okudukça, kanımın damarlarımdan çekildiğini hissederim...

Başım kazan gibi olur...

Hiç tanımadığım bu insanlar için, gözlerimden yaş taneleri dökülür...

Teselli bağlamında da olsa "kader" düşüncesi beni tatmin etmez...

Ayaklarımın boşta kalacağını bile bile, var gücümle sorgularım...

Bilinmeyenle yüzleşme korkusunun öznesi ölümdür.

Herkes aynı sonu yaşayacak olsa bile, ölümün korkutmadığı insan sayısı zannedersem çok azdır...

Pek çok felsefe kitabı ölümü kurtuluş gibi anlatsa da...

-!..

Can Yücel ölüm üzerine yazmıştır...

Okuyalım mı?

Tersine yaşam!..

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir...

Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.

Nasıl mı?
 

Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifat ar, çocuklar torunlar hepsi hazır.

Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev... Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda el pençe divan...

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.... Aman ne güzel günler başlıyor. Derken bir gün patron size 'artık üniversiteye gitsen daha iyi olur' diyor.

Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun...'

Keyfe bakar mısınız?

Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanma derdi de yok artık....
 

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna' diyorlar. Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
 

Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
 

Veeeeee....

En güzeli deeee......
 

Günün birinde müthiş keyifli bir geceyle hayatınız bitiyor...

Ölüm üzerine okuduğum en güzel yazılardan birisi budur...

Bir diğeri de J.Krishnamurti'nin tanımlamalarıdır. Ayaklarınızı yere bastırır...

"Ben ve evim - ben ve karım - ben ve banka hesabım - ben ve geçmiş tecrübelerim..."

(...)

"Hayattan kastettiğimiz budur değil mi? Yaşamak zihinde bilinç ve bilinç dışında çeşitli mücadelelerle bir devamlılık sürecidir. Bütün bunlara hayat diyoruz ve karşısında bunlara son veren ölüm vardır. Karşıtını yani ölümü yaratıp korktuğumuzdan, yaşamla ölüm arasında bir ilişki ararız; aradaki boşluğu bir açıklamayla öbür dünyada devam edeceği inancıyla kapatabilirsek tatmin oluruz. Reenkarnasyona ya da başka bir devam şekline inanırız ve bilinenle bilinmeyen arasında ilişki kurmaya çalışırız."

(...)

Yaşarken, bilinmeyeni deneyimleyemeyeceğimiz için ondan korkarız...

Çoğu insan gibi ben de ölümden korkarım.

Korkumun temelinde yatan "bir şeylerin yarım kalacağı"nın kaygısıdır.

Yaşımın bana öğrettiği, bedeli oldukça yüklü olan kazanımlarımı birileri ile paylaşmak, hiç ama hiç tanımadığım insanlara doğruları sunarken, çağrılmak (!) bana "yarım kalmak" gibi geliyor... Bu düşüncelerin ışığında zaman zaman, geçmişe dönük yazdığım yazılara bakıyorum. Söylenmedik ne kaldı diye...

Bilelim hani... Yarım mıyız, tam mıyız? Hazır mıyız?

-!..

Bu muhasebe korkunun temelini oluşturuyor...

Kim ne zaman tam olur!

"Benden bu kadar" denilecek bir an, bir zaman yaşanabilir mi? Bu sorunun cevabını herkes kendi içinde aramalı...
 

"Gelecek misin?" diye soran olmadığını aklımızdan çıkartmadan.

Uçkun Hoca'yı düşünüyorum... Ne çok şey yapmak istiyordu!

Dolu dolu bir insandı bilim adına... Dik başlı, mağrur, çalışkan ve gururlu...

Eksiği de yoktu, eyvallahı da... El pençe durmadı, menfaat ilişkilerine hiç bulaşmadı, arkadan da vurmadı.

Tabuları yıkmaya çalıştı, bu uğurda dost bildikleri ile de çatıştı...

Yabanhayatının iyileştirilmesi yönünde çok katkı koydu.

Ormanın sadece ağaç ve çalılıklardan oluşmadığını, bu sahaların yabanhayvanlarının bir anlamda evi olduğunu ilk ondan duyduk. Sürdürülebilir yabanhayatı kavramının içeriğinin ne anlama geldiğini de...

Kendisini yakinen tanımaktan hep gurur duydum.

Bana "Kütüphaneni ne yapacaksın?" diyen tek adamdı.

Hala tek adam!

İstanbul Orman Fakültesi'ne götürmek istiyordu.

Bilgi ve belgenin ne denli önemli olduğunu her yeri geldikçe yakın çevresine anlatan hoca, aydın bir bilimadamı tavrını ortam ayırd etmeksizin her yerde fütursuzca sergiliyordu. O, konuşmasına başlamadan önce paneli terk edenleri ünlüleri hatırlarım!

Atatürk Ormanlarımız ve Hukukumuz
Panel

Harp İş Salonu / Ankara

Bir şekilde öleceğiz... Ama, insanlığın da ölüp gitmemesini istiyorsak, insana ait değerlere sahip çıkmaktan başka çaremiz yok diye düşünüyorum.

Saygı değer hocam, sizi herkes gibi ben de hep hayırla yad ediyorum.

Ve bir şey daha biliyorum.

Aslında siz ölmediniz, hep aramızdasınız, sizi hiç unutmadık.

Çünki biliyoruz ki, bir insan, aslında isminin son kez anıldığı zaman gerçekten ölmüştür...

Ölme şansınız hiç yok ki hocam...

Eğer 'unutmak' 7 harfi yanyana getirmek kadar kolay olsaydı,

biz de 5 harfi yanyana getirip 'mutlu' olurduk

                                                                                                              Can Dündar

Geçmişe dair daha fazla bilgi edinmek için:

http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=348 (Uçkun Geray)

http://arpacik.net/guncel_detay.asp?id=252  (Körler Memleketinde Şaşılar Padişah Olur)

http://arpacik.net/guncel_detay.asp?id=182  (Cynegetique!)

 

Mehmet Emin Bora

30 Ocak 2010 / Ankara

Bu yazı 3635 kez okundu...