Kelebekler Renkler ve Ölüm
Üç yıldır "kelebeklerle uçuyor, kelebeklerle konuyorum..."
Her geçen gün, "nasıl oldu da ben bu kadar geç fark ettim" diye kendimi acımasızca eleştirdiğim anlar oluyor...
Geçmişi sorguluyorum.
Neden? Nerede? Neyi atladık? Yanlış olan neydi? şeklindeki sorularım yanıtsız kalıyor..
50 yıl önce nasıl yaşıyorduk ki!
O zamanlar ilköğretim 5 , orta öğretim, 3, lise 3, yüksek öğrenim de minumum 4, yıl idi.
Etti mi sana 15 yıl. Doktor olmuşsan bu süreye asgari 3 yıl daha eklemeniz lazım.
Sıradan eğitimin olmazsa olmazı 15 yıl üzerinde anlaştık sanırım.
Ben sıradışıydım. Okulumu çok severdim. Bu süreyi aştığımı hatırlıyorum.
Allah aşkına söyleyin bana, üniversite dahil geçen bu süre zarfında -istisnalar hariç- kaç hocadan "fakındalık" üzerine 3-5 kelime duydunuz?
Kaç hocanız sizlere -müfredatın dışında- yaşam üzerine aklınızda kalacak bir şeyler söyledi?
Çevre üzerine, yabanhayatı üzerine, hiç söz söyleyen oldu mu? Bu kavramlar telaffuz bile edilmezdi.
Bilinmiyordu ki, içeriği doldurulabilsin.
Gelip geçici (!) olduğumuzu hatırlatan!
Ölümden söz etmeye cesareti olan!
İstisnalar dışında bir hocanızı anımsıyor musunuz?
Bu sorularımın muhatapları, emekliliklerini hak etmiş, 65 yaş üstü "genç yaşlı" (!) kardeşlerimdir.
(Şimdi, bizlere nezaketen böyle hitap ediyorlar.)
Özde "o denli eksik kalmışız ki..." demeye getiriyorum. Tabii ki bütün suçu hocaların üzerine yıkmanın da alemi yok.
Tahsil hayatımızdan sonra onca uzun bir zaman da geçti...
Anlama özürlüymüşüz ki, bir türlü tamamlanamadık.
Dolayısıyla bizim kuşağın apronu (!) dernekler, kahvenaneler, veya televizyon karşısında konuşlandırılmış özel bir koltuktan öte değildir.
Al kızı, ver papazı, şeklinde biteviye oyunlarla vakit geçiririz.
Televizyon karşısında zaman öldürmek yaygın bir yöntemdir.
Tam kendini güven içinde olduğunu zannederken bir anda kutsal çağrı gelir.
Pist açıktır. Şimdi tek başına uçma zamanı...
Böyle yükseliriz (!) gökyüzüne...
Çoğu zaman böyle olmuyor mu?
Haksız mıyım!
(...)
Son yazımdan bu yana 15 gün geçmiş. Ama gerçek sizin düşündüğünüz gibi değil.
Tembellik yapmıyorum. Bu arada bir konferans düzenledim.
Konu başlığı "Renklerin Dansı". Sunan, kendisine çok saygı duyduğum Prof. Dr. Ali Demirsoy.
Namı diğer "Doğaperest"... Çoşkulu, tutkulu, dolu dolu, sıra dışı, örnek alınması gereken bir bilim insanı...
Gündeminde yer işgal ettiğim için, kendimi ölene kadar bahtiyar addedeceğim.
Hem de bir yıla yakın bir zaman içinde 2 kere. Diğer konferansın başlığı "Evrim Gerçeği" idi.
Saygıdeğer hocam, bu konferanslar için nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim, hala da bilmiyorum....
Prof. Dr. Sn. Ali Demirsoy
15 Ocak 2010 / Ankara
Sn. Demirsoy "Renklerin Dansı" başlıklı konferansını aslında herkes dinlemeli....
Dinlemeli ki "cehaletinin farkına varsın".
Bu konuda öncelikli sorun "ne olup, ne olmadığımızla ilgilidir".
Ne görüyoruz? Gördüklerimizden (!) ne anlıyoruz?
Algılamalarımızla gerçekler arasında ne gibi farklar var?
Mesela;
Kış aylarında açan menekşeler hep ilgimi çekmiştir...
Kara kışın ortasında neden çiçek açıyorlar ki! Bahar aylarının suyu mu çıktı, diye düşünürdüm.
Bu davranışlarının altında "rekabet" unsurunun olduğunu nereden bilecektim ki!
Ya da zebraların neden gün boyu pijama (!) ile ortalıkta dolaştıklarını hiç sorguladığınız oldu mu?
Bu kıyafetin (!) aslında bir barkod olabileceği ihtimali, hiç aklınıza geldi mi?
- !..
Türkçe argoda yaygın bir söz vardır. Ortada çözülmesi zor bir problem var ise "bu iş için t....k ister" derler.
Konferans sonunda "t....ğın" önemini hepimiz anladık.
Maymunlar dünyasında lider olmak için "t...ğın kırmızısı" prim yaparmış.
Benzerlik bağlamında öteden beri tartışılır insan - maymun ilişkisi...
Görülen o ki, lider olacaksan yüzünün kızarmasını dert etmeyeceksin. Hatta sevinmelisin!
Taş çatlasın, arada 50 cm fark var.
Konferansın tamamını dinleme şansını, bir gün elde ederseniz sakın ha kaçırmayın derim.
Hele hele "avcıyım" diye sağda solda dolaşıyorsanız.
M.Emin.Bora - İsmail Haykır - Prof. Dr. Ali Demirsoy
Kelebek fotoğrafları sergisi
Tüsiav Kadın Platformu
Ben avcı arkadaşlarıma davetiye gönderdim. Ne acıdır ki bir teki bile gelmedi.
Ama eşimin arkadaşları geldi... Bana fazlası ile "teşekkür" ettikten sonra ;
"Ne çok şey öğrendik" dediler...
"Evimdeki çiçeğe şimdi farklı gözle bakacağım" dediler...
Bunlar aklımda kalanları... Onlardan pek çok sıcak mesaj aldım.
Bu sözler konferansın amacına ulaştığının delilidir...
Bir şeyi daha hatırlatmak isterim. Bu hanımlar 15 çocuğun eğitimine düzenli olarak her ay katkı koyuyorlar.
Binlerce avcının akıllarına bile getirmediği işi yapıyorlar.
En az 300.000 olduğumuz kesin de...
http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=402
http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=347
Konferans sonrasında ağırlıklı olarak "kelebek" fotoğraflarımın olduğu bir sergi açtım.
2010 yılının ilkbaharında çekmiştim.
Mayıs ve haziran ayları içinde başlayan kelelebeklerin çiftleşme ritüelleri, görkemli bir şölene dönüşüyor.
Avcı yılın 365 günü çeşitli vesilelerle dağda geziyor. Yasal avlanma günlerinin dışında kimi orman içi alanlarda yabandomuzu avına gidiyor, kimi de alabalık avına...
Kaç avcı böyle bir şölene şahit olmuştur acaba?
- !..
Varsayalım ki bu olağanüstü halin tanıkları oldular.
Onlardan, aidiyet duygusu taşıdığı topluma elde ettikleri çıkarımları aktarmasını beklemez misiniz?
İlla kelebek görmesine gerek yok ki?
Bu böcek, kuş, mantar, sürüngen, çiçek veya bir bitki de olabilir.
Bu çalışmaları yapsalar, elde ettikleri bilgileri Çevre ve Orman Bakanlığı'nın ilgili birimlerine aktarsalar fena mı olur?
Bir veri bankası oluşturmanın, kime ne zararı dokunur ki!
Avcılar neden bu ve benzeri sıra dışı hallerle ilgilenmezler?
Bakanlık, avcıları bu yönde teşvik edecek projelere imza atmalıdır.
Bakanlığın her yıl düzenlediği fotoğraf yarışmasının, nasıl başladığını biliyor musunuz?
-!..
Oldum olası avcıların gündemini;
Silah türü - avlanma limitleri - avlanma günleri oluşturur.
Geride kalan son 25 yılın gündemi, bu üç ana başlık üzerinden kurgulanmaktadır.
Avcılardan, bu şeytan üçgeninin dışına çıkmalarını beklemek, gerçekleri bilmemekle eş değerdir.
Çünkü, aldıkları eğitim sulandırılmıştır.
Önlerine orta ve uzun vadede ayakları yere basan projeler sunulamamıştır.
Daha da önemlisi, avcı elini taşın altına sokmak istemez. Külfeti değil, niymeti payşlaşmaya meyillidir.
(Avcı olmanıza gerek yok, bu tanımlamalar hepimiz için de geçerlidir.)
Eli kalem tutanların -ki bir kısmını tenzih ederim- pek çoğunun kaleme aldıkları av öykülerinin içeriği;
"Bi çaktım, post oldu,
Çok yağlıydı,
Sabun kalıbı gibi olmuşlar uçamıyorlar,
Geçiyordu yıldızdan (!) indirdim,
Tek atışta yıktım,
Namluya 1 magazine 11 alıyor" şeklinde şiddet içeren tanımlamalarla doludur.
Öğreti (!) bu yönde ivme kazanırsa yabanhayatının geleceği açısından bir sakınca doğar mı?
Ne acıdır ki bu sorunun muhatabı, derin bir uyku halindedir.
Örnek vermek isterim.
Çok değil 15 gün önce bir elektronik posta mesajı aldım. Beraber okuyalım.
"Sevgili Mehmet Emin Bey,
Ben ODTÜ Biyoloji Bölümü, Biyoçeşitlilik ve Koruma Laboratuvarından Deniz Mengüllüoğlu. Master tezimi Ankara yakınındaki bir alanda fotokapanlama yoluyla büyük memeli ekolojisi üzerine tamamladım ve sundum. Aynı bölümde doktorama devam etmekteyim. Bilmiyorum belki takip ediyorsunuzdur, yaklaşık 2 yıldır tramem.org'da tür tanımlama işiyle de ilgileniyorum.
Bugün itibariyle ......com'da paylaşılmış olan sırtlan videosunu gördüğümü ve bu konuda çok üzüldüğümü belirtmek istiyorum. Böyle nadir büyük bir memelimizin 20 yıl önce dahi olsa avının ballandıra ballandıra anlatıldığı bir videonun sitede paylaşılıp alkış alması açıkçası çok vahim bir durum. Elimizde böyle belgeler olsa bile yanlış bu şekilde kullanılabilmesi ve istemeden de olsa teşvik edici şekilde sunulması bence çok yanlış. Tür koruma çalışmalarının yeni yeni kendini bulmaya çalıştığı bu dönemde böyle nadir türlerin korunması için elimizden geleni yapmamız gerekirken bunun tam tersinin uygulandığını görmek de çok üzücü. Haberi duyup, siteyi açtıktan sonra videoyu izleyince insan mutlaka bu konuda birşey yapmak ihtiyacını hissediyor. Sizin de bu konuda daha hassas eski bir avcı olduğunuzu bildiğimden, bu konuyu size bildirip sitede sözü geçen biri olarak yayından kaldırılması konusunda gereken müdahaleyi yapacağınızı düşündüm. Video aşağıdadır."
Mektubu okur okumaz linki aktif hale getirdim. Keşke hiç seyretmeseydim!
Bir gün sonra Sn. Deniz Mengüllüoğlu'na aşağıdaki mektubu gönderdim.
Sn. Mengüllüoğlu,
Uzun senelerdir bu ve benzeri görüntüleri izleyemiyorum. Bilmem hatırlar mısınız? Uzunca bir zaman önce Sakarya Nehri'nde kimyasal atıkların kontrol edilememesinden ötürü, toplu balık ölümleri olmuştu. Aradan onca yıl geçti, hatırladıkça hala beni ter basıyor. O sahne, rüyalarımın karabasanı oldu. İnsanlık adına utanç duyuyorum. İçim acıyor, yanıyor ne derseniz deyin... Sizin gönderdiğiniz adresteki bahse konu görüntü, bir insanlık ayıbıdır. İsmini bile bahsetmek istemediğim malum kanalın yayın felsefesinin (!) karlılık üzerine inşa edildiğini düşünüyorum.
Ticari kaygılarla "insanların içlerinde var olan öldürme güdüsünü tetiklemenin" savunulacak hiç bir tarafı yoktur.
(...)
Mektubumun içeriği bu kadar değil. Çözüm yolları da önerdim. Özde; Çevre ve Orman Bakanlığı'nın bu tür yayınlara karşı sorumluluk duygusu ile "karşı tavır" sergilemesindan bahsettim.
Kısacası, vahşeti paraya çevirme gayreti içinde olanları benim anlamam mümkün değil.
Sn. Deniz Mengüllüoğlu'nu yaklaşımından dolayı kutluyorum.
Dilerim ki Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü konuya gereken ilgiyi gösterir. Takip edeceğim ve sık sık hatırlatacağım. Dilerim ki buna gerek duymayalım. Kurumda görev bağlamında yüksek ölçüde hassasiyet sergileyen insanların var olduğunu biliyorum.
Doğada avlanma amaçlı gezenlerin pek çoğunun, doğanın dilinden anladığı pek söylenemez.
Müthiş bir beceri sergilerler, tencereyi evde unutmuşlarsa demlikte güveç yapabilirler, 1 metre karın içinde ateş yakar, olmazsa 2.80 uzanıp yatarlar. Hiç bir şey de olmaz (olmasını da hiç istemem).
Bu doğanın dilini bilmek değil, canını kurtarmaktır.
Doğanın kendine özgü mesajlarını almak başka bir şeydir. Eğitim gerektirir. Öncesinde de farkındalık...
Bu dili öğrenme yolunda çaba sarf ederler mi? Ben pek zannetmiyorum.
Mayıs ve haziran ayları, avcıların büyük bir çoğunlukla göl ve akarsu kenarlarına akın ettiği aylardır.
Gözler, ufuk hattını izlemekten suya, akıl ise, bir süre için oltaya takılmıştır...
Ne kelebeğin üremesi, ne de bir başkası önemlidir...
Avcı değişmez ve evrilemez...
"Olmaz" olduğundan değil, istemediğindendir. Kolayı seçer...
Ya idare!
İdare eder.
-!..
Yaşanan sürgit budur.
Mayıs aynın başından beri dağlardayım. İlkbaharın çoşkusu her yanı sarmış...
Gözlerimi dört açıp "ilginç bir şey görebilir miyim? sorusuna yanıt arıyorum.
Alıçkelebeği / Aporia crataegi
13 Haziran 2010 / Ankara
Yukarıdaki manzara karşısında donup kaldığımı anımsıyorum.
Fotoğraf karesinin sağ alt köşesinde arabanın tekerlek izini gördüğümde ise yıkıldığımı...
Eğilip elime aldım, çaresiz çırpınanı...
Zaman zaman, bu fotoğrafa baktığımda göz yaşlarıma mani olamıyorum...
Onlar, sizce ölümü hak ediyorlar mı?
-!..
Göz göre göre elinizde ölüyor! Çaresizlik kadar acı olan başka ne olabilir ki?
Son ayakta kalanlar...
"Ölümün kıyısında"
Çokgözlü Türk Mavisi / Polyommatus turcicus
03. 06 2010 / Ankara
Bu fotoğrafıma bu adı verdim. Şimdi sizler de nedenini anlıyorsunuz...
Halbuki bu vadiye 5-10 tane ikaz levhası koyabilsek... Ne çok canlıya hayat verebileceğiz!
İstemez misiniz? Bir pazar günü gitsek 10 tane direk dikilmesi taş çatlasa bir günümüzü alır...
Ne kaybederiz ki?
"Dikkat yol boyu kelebek var, lütfen onları ezmeyin"
"Onlara yaşam hakkı tanıyın" diyebilsek!...
Yapabilir miyiz? Sorularıma yanıt alabilecek miyim?
- !..
Bu basit eylem sonunda kimleri kurtaracağız? Görmek ister misiniz?
Benekli İparhan / Melitaea didyma
Alıçkelebeği / Aporia crataegi
Atalanta
Yalancı Cadı
Aglais urticae
Kırlangıçkuyruk / Papilio machaon Anadolu Orakkanadı / Gonepteryx farinosa
Yabanhayatını derinlemesine gözlemlerseniz...
Yaşama dair pek çok sorunun da yanıtını öğrenme şansınız olur...
Sungurlu / Çorum / 2010
Elma Dağ / Ankara / 2009
Bir gün kelebeklerin sonu gibi bir sonla karşılaşabileceğimiz gibi, mutlak sona, farklı bir yol ile de erişebiliriz.
Gerçek bu...
(...)
Hayat bazen ister istemez de olsa, sizi dağın başındaki tek ağaç misali yalnızlaştırır...
Bu halde bile olağanüstü güzellik vardır. Yeter ki siz farkında olun... Doğrudan yana olun.
Tek başına kalmak, bazen yanlış değil, "yanlışlıklara ortak olmak istemediğiniz için" de olabilir.
Hiç bu yönde düşündüğünüz oldu mu?
-!..
Aklımız bize destek olsun.
Yüz'de ısrar etme "Doksan da olur",
İnsan dediğinde "Noksan da olur",
Sakın büyüklenme "Elde neler var",
Bir ben varım deme "Yoksan da olur",
Hatasız dost arayan "Dosttan da olur".
Hz. Mevlana
Mehmet Emin Bora
20 Ocak 2010 / Ankara