Yaylalar Köyü
Yaylalar Köyü (Hevek)
Artvin/ Yusufeli
Yaylalar Pansiyonu
Yusufeli'nden ayrılıp, iki saati aşan, bir yolculuktan sonra Yaylalar Köyü'ne geldik ve doğruca Yaylalar Pansiyonu'na yerleştik.
Saat:15:38
Hava serin, karşılama sıcak.
İçimden bir ses "doğru yerdesin" diyor.
Etrafa alıcı gözle baktığımda, 58 yıl evvelini anımsadım.
İlkokula gidiyordum... Her yıl, en az iki ay kalmak üzere yaylaya çıkardık... Yörede adet buydu.
Adana'nın, Mersin'in sıcaklarına dayanmak zordan da öte birşeydi...
Buzdolabı sınırlı saydaki evlerde bulunurdu. Amerikalılardan 2. el olarak temin ediliridi.
Fındık, Namrun,Tekir, Gülek veya Bürücek yaylalarına çıkardık. Tabir buydu! Yaylaya çıkmak.
Çocukluk günlerim! Güven dolu yıllar...
-!..
Burası, Mersin yaylalarına benziyor. Pek çok şey, hala geçmişteki gibi...
Sehbalar, yılların tüketemediği, değirmen taşlarından yapılmış...
Görkemli bir son...
Şadırvan
Akan dere üzerine kurulan bu şadırvanda, köy sakinleri çay içip sohbet yapıyor.
Her yeri geldiğinde ifade etmeye çalışıyorum. At, katır ve eşek, belki de sonsuza kadar ulaşım bağlamında hayatımızdan çıkmayacak gibi görünüyor.
Yazının ilerleyen bölümlerinde bu fikrimi (!) destekleyen argümanlar sunacağım.
Özellikle katırlar için...
Zeka seviyeleri bu denli yüksek ise, niye hayatımızdan çıksınlar ki!
Su değirmeni
Ekmek Fırını
Herkesin aklı ayrı bir yerde...
Köyün minibüsü akşama doğru yaylaya geliyor. Saat 18:54
Yolculardan 4 tanesi yabancı uyruklu, yanılmıyorsam İngiliz olduklarını anımsıyorum. Yaş ortalamaları tahminen "60" civarındadır diye düşünüyorum. Şapkalı ve uzun boylusu 76 yaşındaymış. Tur rehberi Sn. Özkan Yaşar'dan edindiğim bilgiler çerçevesinde: Gezginleri, istenilen hava alanından alıp, istenilende bırakmak koşulu ile, arzu edilen rotada, hatta dağlarda konaklamak sureti ile, turu tamamlayabiliyorlarmış.
"Kaş"ta oturan Sn. Özkan Yaşar, "4 lisan bildiğini, istenilir ise bu tür guruplara özel tur düzenleyebileceğini söyledikten sonra telefon numarasını veriyor.
Olur ya.. 0 532 481 09 67
Ben onların bu yaşama sevincini izlerken, onlar da köy halini anlamaya çalışıyorlar.
İstisnaların dışında bir de bizim insanımızı düşünün. O yaşta, kalkıp bir başka ülkeye gidecek. Dağdan dağa saatlerce yürüyecek, dağda yatacak! Bu da, "can güvenliğinin" tartışıldığı bir ülkede gerçekleşecek.
(!)
Yusufeli'nden ayrılmadan önce Milli Parklar'a uğrayıp, sorumlu mühendis arkadaşıma nezaket çerçevesi içinde "merhaba" demek istemiştim. O saat itibarı ile bana, ilçede olmadığını söylemişlerdi.
Yaylalar Köyü'ne geldiğimde, sıhbet konusu dönüp dolaşıp Milli Parklar'a gelince;
"Müdür bu sabah dağa çıktı, akşama doğru dönecek" dediler. Yöre hakkında en doğru bilgiyi, kendisinden alabileceğimi düşünerek, sevindim doğrusu.
Yüzümdeki endişeli bakışları görünce;
- Minibüsle mecbur buradan geçecekler, sen merak etme biz arabayı durdurur, müdürle seni konuştururuz dediler.
Aradan yaklaşık olarak 3,5 saat geçti.
Gerçekten de minübüsü durdurdular ve müdürle (!) beni tanıştırdılar.
Olanca şirinliğimle (!) müdüre yaklaşarak;
"- Merhaba, ben Mehmet Emin Bora... Siz de Yusufeli Milli Parklar mühendisi olmalısınız" dedim.
Memnuniyetsizliği bir anda yüzüne vurdu. Davudi bir tonda;
"- Ben genel müdür Hüseyin Karaosmanoğu'yum, dedikten sonra, elime bir tarafı İngilizce yazılmış bir kartvizit tutuşturdu. Ben İngilizce bilmediğimden, diğer tarafını okuyup anlamaya çalıştım.
Ahaaa, gördün mü şimdi! Genel müdüre, mühendis dedik!
Başladım, evirip çevirip, gevelemeye...
- İstifa etmiş olduğunuzu söylediler. Hatta yerinize de bir müsteşar muavini atanmış. Bu durumu pek anlayamadım doğrusu diyerek, cehaletimi olanca açıklığı ile ortaya koydum ki...
Ohh be... demeye kalmadı.
Yanıt, tokat gibi geldi.
- "İstersem istifamı geri alırım, bu benim bileceğim bir şey" -veya benzeri- şeklinde bir şeyler söyledi...
Bu kısmını da pek anlamadım. İstifa etmiş. Geri alabilirmiş. O zaman niye ettin ki! (Bunları soramadım tabi)
Derhal konuyu değiştirmem gerektiğinin idraki içine girdim.
"dağlar nasıldı?",
"çiçek, böcek, kelebek var mı?",
"zirvede kar var mı? şeklinde, çok anlamlı soruları, hızla birbiri ardına sıraladım.
Sorularımın hepsine müspet yanıt alınca, sohbeti üzülerek de olsa bitirmek zorunda kaldık.
Bu diyalog, digital fotoğraf kayıtlarına göre tam tamına 1 dakika sürmüş.
(...)
04.07 2010 / Saat 19:17
Sn.Hüseyin Karaosmanoğlu
Emekli Milli Parklar Genel Müdürü
Saat 19:18
Bu ülkede, ne zaman ki "taşınan kartvizitler değil de, yapılan işler" ön plana çıkarsa, işte o zaman "bir şeyler değişecek" diye düşünüyorum.
Yaklaşık olarak, 20 seneden bu yana, Milli Parklar'da özveri ile çalışan, yürekten emek sarfetmiş, görev yapmış ve süreç içinde "arkalarında eserler bırakmış" bir çok insanı tanıyorum.
Bu çalışmaları, aradan yıllar da geçse bugün gibi akıllarda...
Rahmetli Sabit Tarhan'ı
Rahmetli Celal Acar'ı
Rahmetli Mehmet Karapolat'ı hatırlıyoruz.
Allah uzun ömür versin:
Sn. Nevzat Ceylan'ı
Sn. Hüsrev Özkara'yı unutmadık.
Evrensel ölçekli bir başarı ölçüsü varsa, o insanları, yaptıkları hizmetlerle anarsınız...
-!..
Doğal olarak, tanımadıklarım da olacak tabi...
(...)
Akşam olunca yemeğe davet ediliyoruz. Burası önemli.
Pansiyonda verilen tüm yemekler, ev sahibi tafından yapılıyor. Hem lezzetli, hem de çokça...
Pek çok yemeği ikiye böldük. "Neden porsiyonlar bu kadar büyük" diye sorduğumuzda: "Burası dağ başı, insanların karnı iyice doymalı, bunda sorun yok" diye cevap aldım.
Yemeklerin lezzetli olmasının yanı sıra, mutfak da pırıl, pırıl.
Buraya gelen ziyaretçilerin günü iyi değerlendirmeleri için, kahvaltı erken saatte sunuluyor. Hatta "ben gece yarısı 04:00 de yola çıkacağım" derseniz, bu isteğiniz de güler yüzle karşılanıyor. Dahası "giysileriniz uygun mu? Yoksa size uygun giyeceğimiz var" demek sureti ile misafirlerine "aidiyet duygusu" aşılıyorlar.
Bu, çok önemli güven duygusu, dağda gezerken beyninizde "Ben yalnız değilim" fikrini güçlendiriyor.
Nitekim, dağda belinden rahatsızlanan bir kişi için, bir gurup insanın onu sedye ile köye getirmek için, organizasyon yaptıklarına şahit oldum.
Bu inceliklerin bu fedakarlıkların bir bedeli olabilir mi?
Misafirler çay içsin diye, gün boyunc aücretsiz çay servisi yapılıyor.
05 Temmuz 2010
Ertesi sabah, tavsiye üzerine köyün tam karşısında bulunan vadiye gidiyoruz.
Buranın eski adı "Eskalo"
Yol, her an yükselerek devam ediyor.Doyumsuz güzellikte manzaralara şahit oluyoruz.
Yaylalar Köyü'nün Eskalo'dan görünüşü. Çerçeve içine aldığım binalar ise, kaldığımız pansiyona ait.
Köy vadide kaldı, biz hala yükseliyoruz.
Bu vadide çok zengin bir bitki örtüsü var. Yer yer insan boyuna yaklaşıyor. Bir süre sonra çiçeklerin polenleri, var olan allerjimi o denli azdırıyor ki, sürekli hapşırmaya başlıyorum. Bağazım kuruyor. Boğulacak gibi oluyorum.
Çok değil, 30 dakika sonra gözlerim yaşarıyor, önümü görmekte zorlanıyorum.
Eşimi de, yılan korkusu sarıyor. Çakılıp kaldığı yerden, onu almak için geri dönüyorum.
Bu arada kelebekleri buluyorum! Talihsizliğime bakar mısınız!
Onca yol gel... Tam çekim yapacağım anda...
Zorlayarak da olsa, aşağıdaki -adları hususunda ciddi şüphelerim olan- kelebekleri fotoğraflayabildim.
İsmini, hiç bilemediğim çekirge türleri de var.
Çok daha iyisi olabilirdi...
Sahayı süratle terk etmezsek, iyi sonuçlar doğmayacak. Tek gerçek bu.
Çokgözlü Mavi / Polyommatus icarus Aglais / Aglais urticae
İparhan / Meiltaea cinxia Benekli İparhan / Melita didyma
Sarı Antenli Zıpzıp / Thymelicus Lineola
Phonochorion Satunini
Çokgözlü! ?
!
İskoç Güzelesmeri / Erebia aethiops
Terk ettiğimiz bu vadiye, hemen hemen her gün , ayı indiği söyleniyor.
Yaylaya gelip duş almak sureti ile gözlerimi bol su ile yıkıyorum. Vakit kısıtlı "Göller Köyü"ne gitmek için tekrar yola çıkıyorum. Köy, yaklaşık olarak Yaylalar'a 10 km mesafede...
Fotoğraf açısından verimli bir bölge.
Büyük Çay
Göller köyü'ne giderken yolda yürüyen bu gençlere rastlıyorum. Yaşları 17-18 gibi görülüyor. Birisi de kız.
İnsanlar gece gündüz demiyor, bir dağdan bir diğerine aşıyor. Sırtlarında çadırları, ellerinde ise bir kitap, bir de harita... Kitabı yanılmıyorsam Hollanda asıllı bir hanım yazar kaleme almış. Kitapta patika yollar bile anlatılıyor. Üstüne üstlük, dönem dönem ortalama sıcaklıklar ve iklim koşulları hakkında referans olabilecek değerler de verilmiş.
Kitabı sizlere göstermek için satın aldım. Ama evde ara ki bulasın! Çamlıdereye götürmüş olabilirim. Bulunca daha detaylı tanıtacağım.
Kitabın 30.000 civarında sattığı söyleniyor. Adını da "The Kaçkar" olarak anımsıyorum.
Ne acı değil mi? Bir yabancı, bize ülkemizi anlatıyor. "Yer yarılsa da içine girsem" diye bir söz vardı...
-!..
Olgunlar
Barhal Çayı'nın tamamı Yusufeli sınırları içerisinde yer alıyor. Kaynağını Altıparmak Dağları ve Kaçkar Dağı'ndan (3937 m.) temin eden bu çayın, iki kolu Yaylalar (Hevek) Köyü'nün aşağısında birleştikten sonra buradan Kuzeydoğu istikametine doğru akarak, Yusufeli'nden geçiyor ve Çoruh Nehri'ne karışıyor. Yaylalar Köyü içerisinden geçtiği için, doğuşundan Altıparmak Köyü'ne kadar olan bölümüne yörede "Hevek Suyu" adı ile anılıyor.
Bu çayın uzunluğu 50 km civarında...
Bardağınızı, nereden isterseniz oradan doldurun.
Buz gibi ve temiz.
Debisi yüksek.
Bu su binlerce, belki de milyonlarca yıldır akıyor...
Dünya "su" diye kırılıyor... -Bu fazla oldu ise- en azından "Ortadoğu" kırılıyor...
Biz bakıyoruz...
Zaman zaman, içimde oluşan acıyı, deşarj etmek için "gözlerimden yardım istediğimi" anımsıyorum.
Bu çocuklar şimdi gülebiliyor...
Başarı, onları gelecekte de güldürebilmek...
(...)
İlayda ve arkadaşları
Göller'de bir köy evi
Akşama doğru içime bir hüzün düşüyor.
Genel müdür geliyor aklıma. O zirveye çıkıyor... Ben çıkamıyorum!
O çıktıysa ben de çıkarım. 20 seneden bu yana hiçbir genel müdür dağlara benim kadar çıkmadı ki!
Bu ve benzeri düşüncelerle kendime öyle bir gaz veriyorum ki...
Soluğu doğruca Naim Altunay'ın yanında alıyorum ve arzumu bir kerede seslendiriyorum.
Sn. Naim ALTUNAY
- Ben krater gölüne çıkmak istiyorum.
Naim Bey;
- Tamam Tekin'e söyleyeyim yarın sabah sizi alsın. 7 - 8 gibi kalkabilir misiniz?
- 04: 00 gibi kalkarım 04:30 da yola çıkarız.
-!..
Konuşmamızın tamamı bu kadar. Doğruca odama çıkıp hazırlık yapıyorum.
Tele objektif (50-500)! Şart tabi, yabankeçisi çıkarsa ne yapacaksın?
Macro, Tabii ki olacak, kelebek, çiçek çekeceksin.
24-120, Olmazsa olur mu?
12-24, Manzarayı nasıl fotoğraflayacaksın?
Pil! 2 tane yedek mutlaka olmalı.
Tripod! Onsuz, asla olmaz.
Çakı, matara, yedek fotoğraf makinesi! E yani...
Bu diyalog "ben ile ben" arasında geçiyor ve bir eşek yükü malzemeyi bu suretle "bana " yüklüyorlar.
Tıpkı, onlarca sene evvel yaptığım gibi 21:00 kendimi yatağa atıyorum.
Mecburen uyuyacağım. Bu zorunlu yatış, keyfimi kaçırsa da içimdeki ben, bana "uyu" diyor.
Sabah 04:00 de cin gibi kalkıyorum. Tüm pansiyon derin bir uyku halinde ...
Bina ahşaptan yapıldığı için, gürültü çıkarmamak için büyük özen gösteriyorum. Ayak ucuma basa basa aşağı iniyor ve yine aynı kaygı ile bir lokma yiyecek yemeden arabamla Olgunlar'a gidip, Tekin'i beklemeye başlıyorum.
Etraf zifiri karanlık. Su sesi, alışkın olmayanlar için ürkütücü ölçüde...
Saat 04:17
Hava soğuk, karnım aç, Tekin yok!
(...)
Saat 04:51
Tekin göründü, karnım aç, hava soğuk.
Kırmızı çizgi ile gösterdiğim yolu takip edeceğim.
Uzun bir yolculuk olacağını baştan söylediler.
Temponuza bağlı olmakla beraber,
3-3.5 saat katırla, daha sonra da 2-3 saat yaya olarak gidecekmişiz.
Katır çıkmıyor!
Toplamı kadar da geri, dönmek için vakit harcayacağız.
Dilerim ki, bu yolculuğun yaşam felsefeme bir katkısı olsun.
Göremediğimi görebileyim!
Dünyada hiç bir yol, kalp ile beyin arasındaki kadar uzun değildir.
Selma Lagerlof
Dördüncü bölümün sonu
Gelecek yazı
"Deniz Gölü"
Mehmet Emin Bora
14 Ekim 2010 / Ankara