Suloban


Bu gün öğle saatlerine yakın biz zamandan itibaren, arkadaşlarımın Erikli Köyü'nde yürüttüğü çalışmayı izleyemeyeceğim. Onlardan izin alarak Şavşat'a dönüyorum. Ankara'dan kalkan uçakla Kars'a, oradan da otobüsle Ardahan'a gelecek olan eşimi karşılayacağım.

Şavşat-Ardahan arası, görsel açıdan yolculuk yapanlara, çok keyifli manzaralar sunuyor.

Laşet / Acı su

Ardahan'a 10-15 km kala, teleobjektif ile görüntülediğim bu atların 1-2 km arkasında bir araç dikkatimi çekiyor. Çünkü araziye girmişler! Dürbünle baktığımda; 3 kişinin düz ovada fotoğraf çektiğini görünce "tamam, kelebeği de, kelebekçileri de buldum" diye sevinerek, hızla oraya doğru yöneliyorum.

Onlara yaklaşınca 3 kişiden oluşan bir ailenin tamamını, fotoğraf çekerken iş başında buluyorum. Geldiğimi fark edince üçü de bir anda doğrulup bana bakıyor. Olanca şirinliğimle (!) bir "merhaba" diyorum.

Ses yok.

Ortamda bir gerginlik olduğu gerçek de, nedenini henüz anlamış değilim.

- "Merhaba, ben de fotoğrafa meraklıyım" gibi ağzımdan bir kaç kelime daha dökülüyor.

Yaşının 15 veya 16 olduğunu tahmin ettiğim çocuktan İngilizce cevap alınca, işin aslı ortaya çıkıyor.

Kısa geçen bir sohbet sonunda bana; Macar olduklarını ve buraya kelebek fotoğrafı çekmek için geldiklerini söylüyorlar. Daha sonra da bana Kaçkarlar'da çektikleri fotoğrafları gösteriyorlar. Ben de onlara telefonumda kayıtlı olan kelebek dosyasını göstermek mecburiyetini hissediyorum. Güven ortamı yaratmam lazım.

Nasıl bir görüntü veriyorsam!

Korkmuş gibi bir halleri var. Yanılmıyorsam, buralara gelmeden önce kulakları birileri tarafından çekilmiş gibi...

Şimdi sizlere bunları anlatırken, bir de fotoğraf sunmam gerekiyor değil mi?

Çünkü, yazı üslubum böyle...

Bu davranışımdan zorunlu olarak imtina ediyorum. Çünkü onları fotoğraflamaya çalışsam, daha da korkacaklar.

Muhabbeti kısa kesip, Ardahan yoluna devam ederken içimdeki "ben" ile konuşmaya başlıyorum...

"İnsanlar, Macaristan'dan kalkıp Ardahan'a kelebek fotoğrafı çekmeye geliyor. "

"Deli mi bunlar?"

"Acaba, Ardahan'da kelebek fotoğrafı çeken kaç kişi var?"

"Keşke aileyi fotoğraflasaydın" gibi...

Hoş, fotoğraflasam ne olacaktı ki!

Benim için çok önemli olan " Ardahan fotoğrafları klasörü"nü kaybettim.

Silinmiş! Sildim... Ne olduysa oldu...

İçimdeki şeytan, "ne duruyorsun Ardahan'a bir kere daha git" diyor.

En azından, şimdilik ona uymayı düşünmüyorum.

 

Eşimin gelmesine 3-4 saat vakit olunca Ardahan kazan, ben kepçe dolaşmadığım mahalle arası veya çıkmadığım hiç bir yükseklik kalmadı. Fotoğraf için de çok uygun saatlerdi...

Kala kala elimde bir kaç fotoğraf kalmış. Onlar da, amatörlere uygun, küçük makine ile çekilmiş sıradan kareler...

Ardahan Kalesi

Ardahan Kalesi

Ardahan'a girerken gördüğüm bu nehri, trafik düzenini bozmamak için, aceleyle arabanın içinden görüntüledim. Daha sonra da, uygun bir yere park ederek uzun uzun ...

Köprüden geçen 4-5 kişiye nehrin adını sordum.

Bilen yok!

-!..

Bu insanlara örneğin; Ardahan Kalesi'nin tarihçesi hakkında bir kaç soru sorsam!

-!..

Bildiğim bir tek şey var, sorularımda ısrarcı olsam, yakın ilgi (!) gösterirler...

Akıl almaz ölçüde bir kültür erozyonu yaşıyoruz.

Hatırlayın, referandum öncesi Niğde Tv (NTV), kanalında ilginç sokak röportajları ile tanınan Sn.Yakup Sağlam, Üniversite öğrencilerine;‘İsmet İnönü, referandumda ‘evet’ diyeceğini açıkladığı için Kemal Kılıçdaroğlu tarafından partiden ihraç edilecek. Sizce bu demokratik bir hareket mi?’ sorusunu sordu.

İçlerinde Hukuk Fakültesi'nden öğrencilerin de bulunduğu 4 kişi, "İsmet İnönü’nün ‘evet’ diyeceği için partiden ihracı yanlış, demokratik bir ülkede yaşıyoruz düşüncelerini söylemekte özgür’ ve ‘İhraç edilmesi bana göre yanlış’ gibi cevaplar verdiler.

Örnek o kadar çok ki!

Yanılmıyorsam bir yıl önce yaşanmıştı. " Kaçakçılar Mısır Pramidleri'ni Türkiye'den kaçırırken, gümrükte yakalamışlar" "bunun için ne düşünüyorsunuz?" denilince "Gümrüklere dikkat etmek lazım" cevabını alan muhabir; "peki siz ne iş yapıyorsunuz?" diye de sorulunca "Tarih öğretmeniyim" diyeni ne yapacaksınız?

Doğusu da, Batısı da bir ölçü...

-!..

Yurdum İnsanı!

Allah'tan ki, bir bilen çıktı da "Kura Nehri" dedi.

İnternette bu nehrin adını, farklı farklı yazmışlar...

Biz, niye böyleyiz?

-!..

Ardahan hakkında çok olumlu şeyler söyleyemeyeceğim. Kentin içi harap ve sokaklar pis.

Yollardaki trafik levhaları ise, son derece yetersiz.

Ardahan'dan geçiyordum..... cazibesine kapıldım 1 gece konakladım!

Ardahan'dan geçiyordum..... cazibesine kapıldım alış-veriş yaptım!

Veya

Benzeri tanımlamaları yapacağınız, bir tek konu başlığı bulamazsınız.

Mahallelerin içinde kalmış bir "ceza evi" insanı yeterince irite ediyor.

Fotoğraflarımı nasıl kaybettim acaba! Görseniz "az bile söylemiş" derdiniz.

İşte, elimde kalan bir kaç taneden örnekler.

Ardahan Kalesi'nin giriş kapısının üstündeki kale burcunda bekliyor!

Karşıdaki burçtan... Nevaleyi tamamlamış, geliyor!

Kanatlarım yeni çıksa da, sizleri yürekten alkışlıyorum:)

Eşim geldi, burada yapacağımız bir şey olmadığı için, vakitlice yola düşmekte fayda var.

Ardahan'dan Şavşat'a doğru hareket ediyorum. Yol boyu akıl almaz bir görsel zenginlik var.

Onları, kaybetmek (!) için bol bol fotoğraflıyorum.

Şavşat'a geliyoruz. (Hiç bu kadar çabuk gelmemiştim:)

Aklımda, ertesi sabah kelebek fotoğrafı çekebilmek için, Karagöl civarına gitme düşüncesi var.

Ayrıca çarşıda "Suloban Şenlikleri"nin yapılacağı duyurulmuş.

Program içeriğinde "bayanlar arası at yarışı" olduğu ilan ediliyor.

İşte bu kaçmaz. Acaba, Çetin Altan'ın rüyaları mı gerçekleşiyor?

Köyde bayanlar arası at yarışı!

Hayırlara vesile...

Ertesi sabah, erkenden yola çıkarak önce Şavşat / Karagöl'e doğru yol alıyorum.

Yol boyu gördüğüm levhalar ve manzaralar bana ilginç geliyor!

İkinci sırada "Hayvan Pazarı" diye yazıyor. Sizler de görüyorsunuz değil mi?

"Pazarı" kelimesi zor okunsada "Hayvan" çok net görülüyor.

Aşağıdaki manzarayı (!) bu seyahatim sırasında fotoğrafladım.

Şavşat'ın çöp döktüğü yer, nehrin hemen üstündeki tepe. Çöpler, buradan akarak nehre karışıyor.

2010 / Avrupa Birliği'ne gireceğiz!

Aşağıdaki fotoğrafı ise 2005 yılında çekmişim. Aradan tam tamına 5 yıl geçmiş.

5 karış yol kat edilmemiş.

22.07 2005

Bu konuda, fazlaca söze gerek olmadığını düşünüyorum.

"Artvin Gezi Notları" başlığı altında 5 sene önce bir yazı yazmışım! (Diğer Yazılarım / ID No: 47)

http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=47   

Okuyun ve kararı sizler verin.

"Biz nasıl değişeceğiz?" sorusuna yanıt arayın. Bulursanız ve bana da bildirirseniz, müteşekkir kalırım.

Karagöl

Karagöl

Göl çevresi temiz ve düzenli. Geçen gelişimde, aydınlatmanın çok kötü olduğunu yazmıştım.

Şimdi, o hilkat garibesi elektrik direkleri yok.

Gölde de kimse yok.

Yarım tur yapıp, hızla Karagöl'ü terk ediyorum.

Vakit kıymetli, kelebekleri bulacağım, Suloban'a varacağım!

Suloban'a nereden gidilir ki!

Göl çıkışında iki orman muhafaza memurunu, öğle yemeği için hazırlık yaparken buluyoruz.

Suloban'a nasıl ulaşacağımı soruyorum.

Taze fasulye

Soldan sağa: Yunus Arslan - Ü.Bora - Yücel Yıldız

Aldığım cevaptan hiç hoşlanmıyorum. 25 km geri gidip, falan sapaktan sağa, filan sapaktan da, sola sapacakmışım.

25 Km geri!

"Hiç işim olmaz, başka yolu yok mu?" diye sorunca...

- "Var da, siz bulamazsınız, yol orman yolu, kaybolursunuz" diyorlar

(İşte, şimdi güneş doğdu! Kaybolacağız. Macera kapıda:)

Hemen, sıcağı sıcağına konuşmaya devam ediyorum:

- "Ben bulurum, yeter ki siz tarif edin" diyorum.

Ediyorlar. "2 Km sonra sağda inşaat var, kumların yanından sola sap, su sağında kalacak. Hep sola, sonra sağa... Sola... Dereye dikkat et, öte tarafa geçme...

- "Süper oldu ! Teşekkür ederim haydi eyvallah" diyerek ayrılıyorum.

Arkamdan "Allah ıslah etsin" "Allah akıl versin" veya benzeri bir şeyler mırıldandıklarını düşünüyorum.

Düşüyoruz orman içi yollara...

Saha, kelebekler için umut veriyor.

Başlıyorum dolaşmaya. Sanki sezonu kaçırmış gibiyim.

Aradan bir saate yakın bir zaman geçiyor. Görüntüleyebildiklerimle yetinmek mecburiyetinde kalmam gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü, daha Suloban'a gideceğiz...

Kısa sürede fotoğraflayabildiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

    

                     Dağ Ateşi / Lycaena thetis                                     İskoç Güzelesmeri / Erkek

    

İskoç Güzelesmeri / Erebia aethiops

Mecnun Güzelesmeri

Neden adını bilemiyorum?

İnanın bana, şu anda utanç içindeyim. En kısa sürede bitkiler üzerine yoğunlaşmayı düşünüyorum.

Önümde çok uzun seneler var:) Nasıl olsa beceririm.

Keşke, avcılık yaptığım o dönemde birileri elimden tutsaydı.

Şimdi yeri geldi.

Benim, eski bir avcı olduğumu bilenler için, bir kaç şey söylemek istiyorum.

Adım gibi eminim ki, içinizden "avcılıkla, bu işlerin ne gibi bir bağlantısı olabilir" dedikten sonra hakkımda; "iyi olur inşallah" dediğinizi de duyar gibiyim.

Büyük bir yanılgı içindesiniz.

Fotoğrafçılık, en az avcılık kadar heyecan verici...

Daha zor,

Çok daha keyifli...

En azından, avcılığın 5. basamağını idrak etmiş olan, avcı kardeşlerim için, olağan üstü bir yatay geçiş şansı.

Dilerim ki bana hak verdiğinizde, "zaman açısından çok şey yitirmemiş olursunuz".

Er veya geç beni anlayacaksınız.

Kulaklarımı çınlatacaksınız.

Benden sonrakiler, en azından benim gibi "bizi aydınlatan olmadı ki" diyemeycekler.

-!..

Buna "öngörü" diyorlar...

-!..

Suloban

Taşlı Yayla / Festival alanı

Bir saate yakın bir zaman sonra, eski adı Ermenice Suloban olan Pınarlı Köyü'ne geliyoruz. Festival alanı köyün 1-2 Km yukarısında. İnsanlar erkenden gelmiş ve halay çekiyorlar.

Orman yolunu zorlarsan, sonuç bu olur:)

Bayıldım bu insanlara

Alanda dolaşırken, bazı yarışçıların antrenman yaptığına şahit oluyorum.

Fotoğraf çekmek için biraz daha yaklaşınca, atın hızına hayran oluyor ve binlerce yıldır "atın insanlık tarihini değiştirmede", neden bu kadar önemli bir rol üstlendiğini, daha iyi kavrıyorum.

Bir çarpsa var ya "eşhedü..."

Hıh,işte orada kalırsınız. Ötesi, tövbe çıkmaz. İçtenlikle söylüyorum, işin aslı bu. Müthiş bir güç.

Ayrıca, yüzlercesi de üstünden geçecek. Pantolon gibi ütülenirsin de, haberin bile olmaz.

Dana güzellik yarışması

At yarışlarına daha iki saate yakın bir zaman var. Bayanlar arası at yarışını da iptal etmişler.

Nedenini bilemiyorum. İki saati değerlendirmem lazım.

Avcı mantığı ile etrafa şöyle bir bakınca, çok ilerlerde bir yol görüyorum.

İşte oraya gideceğim.

Öldürürse, beni bu merak öldürür...

Bir bilene sorunca, yolun sonunda "Susuz Kışla" denilen bir yayla olduğunu öğreniyorum.

Yeter sebep oluştu bile...

Susuz Kışla'ya giden yol, bu derenin içinden geçiyor. Nasıl bir susuzluktur! Pek de anlamış değilim.

Susuz Kışla

Yaylaya geldiğimizde aynen bu manzara ile karşılaşıyoruz.

Soldan sağa: Ümran Bora - Necmeddin Boz - Özgür Boz - Fuat Aslan

Fuat Aslan

Fuat Aslan bize, ata nasıl binilir onu gösteriyor. Bizi de yabana atmamak lazım:)

Atın yularını photoshop ile yok ettim.
Akşam akşam iş çıkarmanın da bir anlamı yok:)

Suloban'a döndüğümüzde yarış neredeyse başlamak üzere... İnsanlar tribünleri çoktan doldurmuş.

Startla beraber başlayan yarışı, antrenmanını fotoğrafladığım at kazanıyor. Uçuyor sanki...

Birinci

Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi, benim arabam solda ve tepede. Ben de, yanına sehbamı koyup mevzilenmiştim. Aklımca, sonuncu at yoldan geçtiğinde, ben de yönümü çevirerek, koşuyu arkadan görüntülemeye çalışacaktım.

Bir atın geride kaldığını nereden bilebilirim ki!

Yüzüme "fırt" diye bir şey değdi. Sonradan anlıyorum ki sonuncunun kuyruğu imiş...

Son at, yoldan çıkmış!

Beni kıl payı sıyırtarak geçen, aşağıdaki karede farkında olmadan görüntülediğim siyah at.

2 saat evvel "atlar insanlık tarihini değiştiriyor" diye felsefe yaparken, neredeyse aynı gün dünyamız değişecekti.

Arkamdan "Ne oldu? Nasıl oldu? diye soranlara...

Özde "at yoluna gitti" diyeceklerdi:)

Sonuncu

2110 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim, değerli bilim insanları.

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, insanlarımızın büyük bir çoğunluğu günü birlik yaşıyor.

Gençlere vaat edeceğimiz bir "yarın"ı, en azından ben göremiyorum.

Bir tarafta boğaz tokluğuna yaşanlar, diğer tarafta kokuşmuş bir zenginlik...

http://www.arpacik.net/guncel_detay.asp?id=160      (Diğer Yazılarım / ID No: 160)

Orta sınıf, hemen hemen yok olmak üzere.

Bir örnek vermek isterim:

Trafiğin çok sıkışık olarak aktığı bir noktada, fütursuzca arabasından inen "görmemiş", lüks aracın anahtarını -pis bir çorabı ucundan tutar gibi- kolunu bilekten kırarak valeye (!) verebiliyor.

Üstü kapalı masajın somut içeriği: "Benim için bu araç çok kıymetli değil, gerisini sen anla!" anlamında.

Yol tıkanmış, insanlar korna çalıyor... Umurunda mı dünya... Kırıtıyor, salınıyor ve sırıtıyor.

Seans (!) sonunda: Vale (!) bahşişini umut ettiği gibi alırsa ne ala!

Yoksa bir anda "vale" "papaz" oluyor. Prenses ise şirret...

(Zannedersem "otopark görevlisi" denilirse, ya pek anlaşılmıyor(!) ya da her iki tarafın da şanına leke geliyor)

Büyük kentlerde sıkça gördüğümüz manzara, bu ve benzerleri gibi...

Çok daha acısı, çoğunluk buna özeniyor. Asıl tehlike de bu.

"Evrensel değerler" bu vesile ile önemini yitiriyor.

Doğruların, bilginin ve liyakatin para etmediği bir süreçten geçiyoruz.

Sorsalar "Nasıl düzeliriz? diye "Köy enstitülerine geri dönelim" derim.

Bu gezilerin amacı; sizleri, yabanhayatı hakkında bilgilendirmenin yanı sıra, var olan sosyal profili yerinde görerek aktarmaktan öte değildir.

Dilerim ki ileriki zamanlarda da yararlı olur.

Bir ömür keseleri doldurmaya yettiği halde, başımızı doldurmaya yetmez.

Boşlukların en sonsuzu doğada değil, başımızda saklıdır.

                                                              Cemil Sena Ongun

 

 

İkinci Bölüm

Devam edecek...

 

 

 

Mehmet Emin Bora

01 Ekim 2010 / Ankara

Bu yazı 6122 kez okundu...