Kemaliye 7.Uluslararası Doğa Sporları Şenliği - 4
18 Mayıs 2010 / Pazartesi
Bugün özgürce dolaşmak istiyorum! Aklımın kestiği istikamete gideceğim.
Plan program olmadığı gibi, akşama yetişmek zorunda olduğum bir etkinlik de yok!
Kahvaltıdan hemen sonra yola düşüyor, Yeşilyamaç üzerinden -Yeşilyayla Köyü'nün içinden- kendimi dağlara atıyorum.
Benim yaşımda olanların hatırlaması lazım. Macaristan'ın Ruslar tarafından 1956 yılında işgalinden sonra Macarlarda aşırı bir motorsiklet sevdası başlamıştı. Aşırı hızlı kullanmaların sonunda bir çok insan motor kazalarında hayatını kaybetti. Onları bu davranışa sürükleyen olgu, ellerinden alınan hürriyetleriydi.
Motorsikletle hız yapınca kendilerini "özgür" hissediyorlardı... Rus yönetimi, o dönem Macarların motorsiklete binmelerini yasaklamıştı...
O zaman Adana'da ilkokula gidiyordum. Macarların radyolardan yaptıkları yardım çığlıkları hala kulağımdadır...
Dünya sağır olmuştu!
Benim ki de böyle bir şey... Kentler bana "kafes" gibi geliyor... Yeri geldi söylemek isterim; kafes kuşlarını beslemem şöyle dursun, kısa süreli de olsa aynı mekanda bulunmaya bile tahammülüm yoktur. Bu bağlamda hayvanat bahçelerini gezmek bana zulüm gibi gelir.
Doğal yaşamın neresinde tutsak olarak yaşayan bir canlı var!
Başarı
Başarı
Başarı'nın içinden geçtikten kısa bir süre sonra yol ikiye ayrılınca, soldaki seçeneğin bir takım çadırlarda sonlandığını görüyor ve "istikamet çadırlar" diyerek yola devam ediyorum.
İyi ki de bu tercihi yapmışım. Yıllardır adını duyduğum çok da merak ettiğim Şavak Aşireti'nin mensupları ile tanışma fırsatını bu suretle sağlamış oldum. İki gün evvel ben buralara yine gelmiştim. Ancak kimseler yoktu! Kısa bir sohbetten sonra, onların yeni geldiklerini öğreniyorum. Kış aylarında Elazığ/Ağın'a bağlı Bademli Köyü'nde ikamet ediyorlarmış.
Rıza Keklik - Bayram Keklik
Şavak adı; Çemişgezek ve Pertek ilçelerinin bazı köylerinde yaşayan ve küçükbaş hayvancılıkla geçimlerini sağlayan yarı yerleşik-yarı göçebe bir hayat tarzı benimseyen vatandaşlarımıza verilen yerel isimdir.
http://www.cemisgezek.gov.tr/cesit/savak.htm
Şavaklar havalar ısındıkça dağa doğru çıkacaklar. Yörede adet bu yönde. Çünkü, akıl bunu emrediyor. Bahar yükseklere geç geliyor. Göçerler de baharın peşinde! Ne güzel değil mi?
Bu küçük kız, yıllar sonra internete girecek bu çok özel ve çok güzel günleri hatırlayacak. Çünkü ben buna şahit oldum. 33 yıl evvel Şemdinli'de çektiğim fotoğrafta dayılarını amcalarını görenler beni telefonla aradılar... Bu da böyle olacak ama, ben olmayacağım... Onun sevincini şimdiden içimde hissedebiliyorum.
Bahtın açık şansın bol olsun küçük kız...
Yeni doğan bir kuzunun göbek bağı hala üzerinde
Aşiret mensupları, eskiden çok uzak mesafelerden buraya yürüyerek gelirmiş. Halen bu şekilde göç edenler var. Hoşsohbet insanlar bize bir şeyler ikram edememenin üzüntüsünü yaşıyorlar. İkide bir, "dün geldik peynirimiz yağımız daha olmadı" demek sureti ile göçebeliğin bir anlamda zorluğunu seslendirmiş oluyorlar.
Şavakların 15. yüzyılın ikinci yarısında, padişah fermanıyla Diyarbakır’dan Çemişgezek ve Pertek bölgelerine gönderildikleri söyleniyor. Aşiretle ilgili bilgilerimi, Çemişgezek Kaymakamlığı'nın internet sitesinden aldığım bilgilerle güncelliyorum.
Sitede: "Çemişgezek’te yaşayan Şavaklar bahar aylarının gelmesi ile birlikte yaylaya göç hazırlıkları ve yaylaya gidişleri, törensel bir hava içinde geçerdi. Ancak bugün Şavak aşiretine tahsisli olup Tunceli il sınırları içinde yer alan yaylalar güvenlik sebebiyle yerleşime kapalı bulunmaktadır. Bu yüzden Şavaklar alternatif yaylalar aramış ve genellikle Erzincan, Erzurum yörelerinde yayla kiralamak zorunda kalmışlardır. Bu yaylalara intikal ise kamyonlarla mümkün olmaktadır." denmektedir. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler www.cemisgezek.gov.tr/cesit/savak.htm adresine müracaat etmelidirler.
Bu sıcak kanlı insanlardan izin isteyerek ayrılıyoruz.
Paşpınar'a gitmek istiyorum. Barasor Vadisi görsel açıdan çok hoş. Ama her nedense (!) oralara pek giden yok. Hele hele dağ yollarından aklının kestiği gibi giden hiç kimse... Yollar çok ıssız.
Nitekim hafif bir rampayı tırmanınca, aşağıdaki manzara ile karşılaşıyorum. Ortalıkta kimse görünmüyor.
Bariyerleri yürüyerek aşarak nöbetçi asker ile konuşuyoruz. O komutanını çağırıyor. Karakolda görevli astsubay, özde "hayırdır bu ne iş"e denk gelen bir sorgulama yapıyor. Meramımı anlatıyorum. Kimliklerimiz alınıp güvenlik soruşturması yapılması için içeri veriliyor. Bu süre zarfında astsubay arkadaşla sohbet ediyoruz. Gazımızın bitmek üzere olduğunu söylediğimde, "Başpınar'da otogaz yok, benzin alıp ana yoldan dönseniz iyi olur" dedikten sonra ilave ediyor, Çemişgezek yolu sakıncalı. Unutmayın Başpınar'dan çıkınca karşınıza levhalar gelecek, doğruca sağa dönün ve devam edin, haydi hayırlı yolculuklar" diyor.
Güvenlik soruşturması bitince, yola devam ediyoruz.
Yolda in cin top oynuyor. Ana yol olmadığı için, araç arıza yaparsa ne yaparız?
Bunu ben de bilmiyorum. Yaşamadan öğrenilmez ki!
Astsubayın dediği kavşağa geliyoruz. Levhada 4. sırada olan Avcı Köyü'nü görünce ben ister istemez "sola" dönüyorum. Özde ben görmüş olsam da eşim ve arkadaşım görmedi gideceğiz.
Tabelada görülen kahverengi 8 deliğin hepsi, tek kurşunla açılmış!
Meraktan insanın başına neler gelebileceği herkesin malumu da...
Adam İstanbul'da kafede otururken, araç salona dalıp onu öldürmedi mi! Ya Bursa'da olana ne demeli?
Gencecik insan kaldırımda yürürken, üzerine otomobil düştü!
Ne adresi var, ne de belirlenmiş bir zamanı!
Neyse bu konu hakkında başka söyleyeceklerim de var. Sonraya kalsın.
Sola dön, marş. Hedef Avcı Köyü
Barasor Vadisi'ni anlatmak gerçekten zor. Gelip gözlerinizle görmelisiniz. Akan suyu görünce içiniz çoşmuyorsa, bu duyguyu sizlere nasıl anlatabilirim ki!
Tahminen 10 -15 Km sonra Avcı Köyü'ne geliyoruz. Köy ana yoldan 2 km kadar içeride.
Avcı Köyü
Avcı Köyü'ne daha önce de gelmiştim. Gezilerim sırasında zaman zaman da olsa köylere girince kendimi "Tarım Uzmanı" zannederim. Doğru olduğuna inandığım düşüncelerimi her ne pahasına olursa olsun anlatır, savunur ve paylaşırım. "Ödüllendirilmemin" eli kulağında gibi...
Tarım Uzmanı ne demek?
Geçmişte anlatmıştım ama bir kere daha anlatacağım.
Çok beğendiğim bu köye gelince, bir kere daha anı fotoğrafı olsun istiyorum.
Köylülerle tanışıp biraz sohbet edince, sazı elime alıyor ve başlıyorum anlatmaya: Köy güzel, arazi çarpıcı, her şey güzel. Peki bu çeşmenin yanındaki bu boru neyin nesi!
Ümran Bora
Muhtar bir bana, bir de boruya bakıyor ve "kusura bakmayın, gelecek sene her tarafı fayans yapacağım."
-!
- Etme be muhtar, ben tam aksini söylemeye çalışıyorum!
- Ben fayanstan, plastik borudan, metal lavobodan kaçtım geldim. Bak şu manzaraya sence olmuş mu?
- Hııı!
-!..
Taş duvar, plastik boru ve kendiliğinden yeşeren otlar üzerine kısa süreli bir sunu yapıyorum.
Bu fotoğraf Akyar Göleti'nin yakınında çekilmiştir (Ankara). Anlatım kolaylığı olsun diye kullandım
Bu fotoğraf Yusufeli Yaylalar Köyü'nde bir yerleşim yerinde çekilmiştir.
Söyledim ya... Bir uzman (!) olarak ödüllenmeme az kaldı gibi... Bu arada zaman zaman benzeri geziler sırasında bana katılan dostum İsmail Haykır da kaşınmıyor değil. Benden önce nasiplenmesi an meselesi:)
İsmail Haykır
(Köyün çok büyük bir dutluğu var. Pekmezi meşhurmuş.)
Meramımı anlatmış olacağım ki muhtar söylediklerimi hemen kavrıyor. Muslukların en azından pirinçten olmasına, boruların da taşların altın alınacağı yönünde söz veriyor. Çok sıcak kanlı eleştiriye açık insanlar.
Köyün tarihi çok eski, Arap Yarımadası'ndan göç almış. Çok daha fazla bilgi aktaracaktım ama notlarımı bulamadım. Bu bölüme daha sonra bir kaç satır ekleyeceğim.
Bu dağın arkasında yolu olmayan bir yerleşim yeri daha varmış. Kazma kürek yol yapıyorlar... İnanılır gibi değil. Her şey 100 sene öncesi gibi! Önce şu "Tarım Uzmanı" konusuna açıklık getirmenin zamanı geldi.
Yeni okuyacak olanlar için, öykü aşağıdaki gibi.
Sn. Doğan Cüceloğlu son zamanların çok ama çok önemli bir düşünürü. Onun kitaplarını sizlere daha önce tanıtmıştım. 4 ay kadar önce de onun yazılarını içeren bir konferansı organize etmekten de çok mutlu oldum.
Benim gözümde o kelimenin tam anlamı ile bir "kanaat önderi".
Yaşadıklarını dürüstçe okuyucuları ile paylaşan, teşhisleri son derece doğru, anlatım dili muhteşem bir yazar.
Kim farkında?
Taş çatlasın 100.000 kişi.
Biz kaç kişiyiz?
72 Milyon!
Binde bire yakın bir oran!.. (istatistikler de bu yönde)
Yazık ki ne yazık.
Okumuyoruz da ne oluyoruz?
Bakın, size bu seyahatim sırasında Kemaliye ilçe merkezinde gözlemlediğim bir olayı anlatmaya çalışayım.
(Sn. Doğan Cüceloğlu'nun "Korku Kültürü - Niçin mış gibi yaşıyoruz" isimli eserini mutlaka okumalısınız.)
Tarih 16 Mayıs 2010 Sabah saat 08:10
Şenlik başladı ve devam ediyor.
Yer Kemaliye'nin hemen hemen tek meydanı (!)
Bu meydanda 2 otel var.
Kemaliye coğrafi konumu itibarı ile zorunlu olarak büyük bir meydana sahip değil. En azından şimdilik.
Aslında meydan demeye bin şahit lazım.. En işlek merkezi diyelim. Günün hemen hemen her saati bu yoğunluğu yaşıyor.
Kemaliye'ye dışarıdan gelen araçların büyük çoğunluğu yolcularını burada indiriyor.
Şenliğin birinci günü akşamından itibaren bu alan, vatandaşın aracına kapatılıyor. Diyeceksiniz ki, kardeşim sen de başka bir otoparka git. Ben de önce "niye?" diye sorar, sonra da "öyle bir park yeri yok ki" derim.
Ayrıca arabamızda, indirmememiz gereken pek çok eşya var. Tripod ve benzeri malzemeler. Ben 2. katta kalıyorum.
Çantam 20 kg. Neden indirip bindireyim?
Kaldığım otelin önünde neden park edemiyorum?
Ayrıca bu alanda, araçların park etmemesini gerektiren bir hal de yok. Olsa "park yasaktır" levhası koyarlar.
Diğer otel
Bir de aşağıdaki fotoğrafa bakın! Meydan boş, sadece resmi araçlar park etmiş!
16 Mayıs 2010 / Saat 08:10
Araçlardan arındırılmış alan!
Çünkü bir eski bakan ile bir emekli bir müsteşar otelde kalıyorlar. Meydan olsa olsa güvenlik nedeni ile kapatlımış olabilir. Ucu açık bir gerekçe! Çek, çeke bildiğin yere kadar... Peki vatandaşın can ve mal güvenliği ne olacak?
16 Mayıs 2010 / Saat 08:10
16 Mayıs 2010 / Saat 08:11
16 Mayıs 2010 / Saat 08:11
16 Mayıs 2010 / Saat 08:12
"alayı vâlâ ile selamet ola"
Ve nihayet!
Meydanın, olması gereken normal hali...
Özde; bu toplum, Cumhuriyetin kurulduğundan bu güne kadar "neyin nasıl yapılacağını" öğrenememiştir.
Yöneticilerin "ben yaptım oldu" sevdası her geçen gün "artan bir iştiha ile" "kabarmaya" devem etmektedir.
Örnek tek değildir.
Şenlik programında "saat 20:00" de başlaması ilan edilen gösteriye ben ve eşim saat 19:00 da giderken, yolda rastladığım arkadaşım Şevket Gültekin'in bana hayretle bakarak, "Nereye?" diye sorduktan sonra aldığım cevap "Boşa gidiyorsunuz 21:00 den önce başlamaz" demesini benim anlamam mümkün değildir.
Kemal Kılıçdaroğlu'da toplantıya vaktinde gelmeyen üyelerini anlamakta zorlanmıştır.
Aklı başında her kişi randevusuna geç geleni anlayamaz... Daha doğrusu "anlamamalıdır"
Şevket kardeşim yerden göğe kadar haklıymış. Program saat 20:50 de başladı.
Bir saat kıçımız taşta, protokolu (!) beklemek durumunda kaldık!
Protokolun kelime anlamını bilenler bilmeyenlere anlatsın. Öncelikli (!).
Aslına çok merak ediyorum doğrusu. Hangi düşünce ile geç geldiler!
İçlerinden biri "geç kaldık" dediğinde, bir diğeri "merak etmeyin biz gitmeden başlamaz" demiş olabiliri mi?
Bunun "ayıp bir şey olduğunu "AB" mi bize anlatacak?
ı
15.05 2101 / Saat 20.50
Program başlıyor.
Bu ve benzeri konularda o kadar çok örnek var ki!
Tarih 22 Ağustos 2010
"Ardahan'ın Hanak ilçesinde kaymakam için yaptırılan 14 odalı, içinde havuz bulunan tripleks lojmana, projesi çalıntı olduğu gerekçesiyle mühür vuruldu.
Toprak damlı evlerin bulunduğu Hanak’ta, böyle bir kaymakamlık lojmanının çok lüks ve gereksiz olduğunu belirterek, karşı çıkan dönemin Kaymakamı Süleyman Ovalı hakkında da soruşturma açıldı ve ilçeye 2 kez müfettiş gönderildi. Bu arada; yerden ısıtmalı, 14 odalı, zemin katında yüzme havuzu bulunan kapalı otoparklı tripleks lojman 300 bin TL harcamayla tamamlandı." (Habertürk Gazetesi)
Sn. Süleyman Ovalı, sağduyusunun emrini yerine getiriyor... Yürekten alkışlıyorum.
Devlet doğruyu yapan kaymakamı cezalandırmaya çalışıyor!
-!..
Tuz kokarsa, çaresi ne?
-!..
Avcı köyünden bu çok sıcak kanlı insanlarla vedalaşarak ayrılıyoruz.
Aklıma Çemişgezek takıldı. Komutan "gitmeyin yol kötü" demişti!
İşte yoldan bir kaç fotoğraf karesi...
Çemişgezek
18.05 2010 Saat 16:16
Çemigezek çarşı içi
Bu gezi sırasında küçük bir şelale keşfetmiştim. Arazinin derinliğinde hayal meyal görünüyordu. Yanına yaklaşıp fotoğraflamaya çalışırken, belime kadar suya girdim.
Dolayısıyla Çemişgezek'te bir manifaturacıya girip çamaşır almam icap etti.
Fırsat bu fırsat, satıcıya "Çemişgezek"in kelime anlamını sordum.
Uzun uzun düşündü ve "Valla ben de tam bilmiyim... Guruyemiş gibi şeylere diyiriz" şeklinde çok anlamlı (!) bir açıklamada bulundu.
Ne diyebilirim ki?
Ankara'ya gelince internet siteleri üzerinden araştırma yaptım.
Pek çok sitede açıklama yok. Kaymakamlığın sitesinde de yok. Aslında olması gereken yer orası değil mi?
http://www.angelfire.com/country/cemisgezek/history/firstage/cemisadi.html adresindeki sitede bulabildiğim bilgiler bilgilere aşağıdaki gibidir.
19.yy Ermeni kaynaklarında, Latin harfleriyle Tchemesh-Getzak olarak yazılmaktaydı. (Tch=ç , sh=ş sesi verir.)
Hem Minorsky, hem de Mükrimin Halil Yinanç, Çemişgezek sözcüğünün Türkçe kökenli olduğunu belirtmektedirler.
Bir diğer alt başlıkta ise:Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde Çemişgezek adının menşei hakkında şunları yazmaktadır;
"Çemşid'in bir gulami kaçıp bu sarp diyara gelerek, Karun gibi paraya sahip olup, Çemşid korkusundan bu kalayı inşa ettiğinden çemşidkenzek'ten galat olarak Çemisgezek denmistir."
İlçeyi hızla terk ediyoruz çünkü feribotun kalkmasına 25 dakika var.
Araçları feribota geri geri bindiriyorlar.
İsmail Haykır - Ümran Bora
Birinci yazımda yayınlamıştım. Ama yeri geldi, bir kere daha hatırlatmak isterim.
Bugün, gün içinde kat ettiğim 400 km civarındaki yol, alttaki haritada sarı çizgi ile belirtilmiştir.
Haritayı hazırlayan Sn. Ömer Kıraç kardeşime teşekkürü bir borç bilirim.
Karşı yakaya geçince doğruca yolumuzun üstünde olan Çırçır Şelalesi'ne gidiyoruz. Sabahtan beri ağzımıza bir lokma yemek girmedi. Saat 18:00, tam tamına 10 saattir yoldayız.
Bu tesis hakkında üzülerek ifade etmek isterim ki, iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Personeli ilgili, ama çaresiz. Alabalıktan başka hiçbir şey yok. Daha doğrusu, işletme sizi "saman tadında" alabalık yemeye mecbur ediyor. "Çay" diyorsun, size 50 m ötede başka bir mekanı gösteriyor, "dondurma!", yine aynı terane. Su sesinden rahatsız oluyorsunuz. Bu ikinci kere ve son gelişim.
Yola çıktığımızda saat 18:49'u gösteriyor. Önümüzde uzunca bir yol var. Yorgunuz.
Hava karardı, farları açtım. Saat 21:00 sularında Kemaliye'ye yarım saatlik bir yolum kaldı. Yeni taktırmış olduğum sarı farları deneme bağlamında yaktım. Bir anda arabanın kaputunun altından dumanlar çıkmaya başladı.
44 senedir araba kullanıyorum ve bu durum bana yabancı değil. Benzeri olayı 2 kere daha yaşamıştım.
Araba yanıyordu.
Hemen durdum ve kaputu açtım. Kısa devre oluşmuş kablolar ısınmış ve yanmaya başlamıştı. Kutup başını sökmek için çabalamaya başladım.
Bu bir kaç saniye içinde, Kemaliye istikametinden bir araç geldi. Hemen yanı başımızda durdu. İçinden 2 kişi çıktı. Tek kelime söz etmeden işe sarıldılar. Hayal gibi bir şey! Hemen hemen benimle hiç konuşmadan kendi takım çantalarını çıkartarak iş başı yaptılar. Elektirik kesildi, göğüs açıldı, gereken müdahale yapılarak arıza geçici olarak bertaraf (!) edildi. Tüm gösterge tabloları elektirikten arındı. Çalışan tek sistem, farlar kaldı. Bu işlem 1 saate yakın bir zaman aldı.
İş bitince bana dönerek: "Geçmiş olsun, benim adım Zafer Bademli. Şimdi size bir telefon numarası vereceğim. Arapgir'de Karayolları'nda çalışan Mustafa Usta'ya benden selam söyleyin. Bu onun telefonu, yarın izinli ise size yardımcı olur. Bu da benim telefon numaram. Darlanırsanız yine arayın. Şu anda Kemaliye'ye kadar sorunsuz gidersiniz" dedi.
Ne diyeceğimi şaşırdım. Utana sıkıla "borcumuz" dedim.
"Olur mu öyle şey, haydi hayırlı yolculuklar", diyerek bir anda yanımızdan uzaklaşıp gecenin karanlığında kayboldular.
"Hızır" diyeceğim de...
Aradan neredeyse 2.5 ay geçti. Onlar bu olayı çoktan unutmuşlardır. Ben ölene kadar unutmayacağım.
Teşekkürler Zafer kardeşim.
Mutlaka görüşeceğiz. Sessiz kalmam sıra dışı (!) bir halden... Anlatacağım, dilerim ki bağışlarsınız.
Bilin ki sizin varlığınız, bu toprakların güvencesi...
Benim Doğu Anadolu'ya tutkum boşuna değil ki...
-!..
Beni anladınız değil mi?
Asla kaybetmememiz gereken değerlerden biri bu...
Bunu satın almaya paranızın gücü yetmez...
Gece 12:00 gibi Kemaliye'ye vardık.16 saat süren bir gezi sonunda yatağa nasıl yattığımı hayal meyal anımsıyorum. Boş çuval gibi yığılıp kalmışım.
Ertesi gün zorunlu olarak dönüş hazırlığına giriştim. Doğruca Malatya'ya gittik. Arıza giderildi. Kayseri'ye vardığımızda akşam 20.00 gibiydi. Yorulduğum için Kayseri'de kalmaya karar verdik. Otel ararken, tesadüf eseri Nova Otel'in önünde durdum.
O gün açılış günüymüş!
"Yer var mı?" sorusuna müspet cevap alınca, hemen eşyaları indirip kendimi banyoya attım.
Ertesi gün Ankara'daydım.
Benim pencerem / Çamlıdere
2110 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim, avcılığa karşı olan dostlarım,
Seyahat notları dürüst olarak kaleme alınırsa, gelecek kuşaklar için bulunmaz bir sosyal içerikli belge niteliğindedir. Bazı araştırmalara kaynak gösterebilmek için, hala dönüp dolaşıp 16. yüzyılın büyük seyyahı Evliya Çelebi'ye müracaat edilmesi, kendi kendine oluşan bir olgu değil, zorunluluktur.
Yanlış anlaşılmasın benim böylesine bir iddiam yok. Ben kendi penceremden olaylara nasıl baktığımı anlatma gayreti içindeyim.
Tanrı'nın bana hediye ettiği zaman süreci içinde, yaşadığım toplumun "faziletlerini" veya "olmaması gereken hallerini", kendimce (!) tespit edip sizlerle paylaşıyorum. Bu amaçla fotoğraf makinemi "noter" yerine kullanma çabasındayım. Bütün çabam, hayırla anılabilmekten öte değildir.
Benim uzun uzadıya anlatacaklarımı şair dostum Sn.Ahmet Haluk Başaklar bir şiirle özetleyerek anlatmış.
Paylaşmak istedim.
Gerçekte hepimiz birer sperm olsak gerek;
Kimimiz dölleyebilecek bir yumurtayı bulabiliyor
Kafayı gözü yara yara,
Nazım gibi
Gothe gibi
Mozart gibi…
Kalanlarsa;
Bir kıvılcım alevi kadar süren hayallerde kalıyor
Ne kendine ne de yanındakilere
Bir hayrı olmadığı gibi…
Bir kazaya kurban gitmezsek,
Olsa olsa
Yetmiş iki saatlik ömrümüz oluyor ortalama
Her saatini bir yıl saymadan.
Ya bizi doğuracak canı döllüyor,
Ya da bok yolunda boğuluyoruz
Ardımızdan anılacak bir adımız bile olamadan…
Ahmet Haluk Başaklar
22.5.2003 / “kürtaja gerek yok…”
Mehmet Emin Bora
25 Ağustos 2010 / Çamlıdere
Not: Bu yazımın geç kalmasının sebepleri var.
Geçen süre içinde:
Oğlumu evlendirdim.
Ankara - Arhavi - Ardanuç -Şavşat - Ardahan - Yusufeli - Kaçkarlar - Bayburt - Gümüşhane - Çorum Ankara gezisi yaptım.
Binlerce kare fotoğraf,
2550 Km yol,
Küçük ama hoş öykülerin, olayların en azından şahidi oldum. Dilerim ki mazeretim geçerli sayılır.
Paylaşmak dileği ile...