Kemaliye 7.Uluslararası Doğa Sporları Şenliği - 3
Kemaliye 2010
Yazıcıoğlu Köprüsü'nü geçerek Arapkir'e doğru yol alıyorum. Amacım arabaya gaz almak. Bilmeyenler için söylemek isterim, Kemaliye'de gaz satan istasyon yok. Yol yakınken depoyu doldurmak istiyorum.
Yolun sol tarafındaki gelincik tarlası dikkatimi çekiyor. Makinelerimizi alıp tabiri caizse doğrudan tarlanın içine dalıyoruz. Gözlerim avcılıktan kalan bir alışkanlıkla hızla etrafı taramaya başlıyor. Aykırılığı tespit etmem çok uzun sürmüyor.
Beyez gelincik
Bir iddiaya göre bu olasılık 10.000 de 1 imiş. Bazı fotoğrafçılar böylesine sıra dışı bir çiçekle karşılaştıklarında arkadaşlarına haber vermedikleri gibi fotoğrafladıktan sonra da o çiçeği veya mantarı koparıyorlarmış. Hasta çok!
Ben hemen arkadaşlarıma duyuruyorum. Hemen beyaz gelinciğin başına üşüşüyoruz.
İsmali Bey, işin keyfini çıkarıyor.
Benim de bazı ayrıntılar dikkatimi çekiyor
Çok sayıda gelincik fotoğrafı çekiyoruz. Arapkir'den gaz alıp Kemaliye'ye dönerken Yeşilyurt'a uğruyoruz.
Yeşilyurt / Hapanosekreği
Yeşilyurt tablo gibi bir köy. Denizden yüksekliği 1100 mt. ve Kemaliye'ye olan uzaklığı ise 21 km.
Köyde çok şirin bir cami ve onun da uzunca bir geçmişi var. İmamı bulamıyoruz. Ben de geçen gelişimde çektiğim fotoğraflardan yararlanma yoluna gidiyorum
Yeri geldi bir gerçeği seslendirmek isterim.
Kemaliye ile ilgili kitap bulmak oldukça zor. En geniş çalışmayı Rahmetli Recep Yazıcıoğlu yaptırmış. Bugün elimizde 847 sayfalık bir kitap var. Yayın yılı 1996. Kaç adet basıldığı belli değil.
14 seneden bu yana ikinci bir kitap ortada yok!..
Ama kitabı eleştiren çok.
Yok bilgiler yanlışmış da bilmem ne...
Elini tutan mı var! Yenisini yapsana.
-!..
Millet olarak bu huyumuzdan "asla vazgeçmeyeceğiz" diye düşünüyorum.
Kemaliye köyleri Doğu Anadolu'da çoğu yerde görülen yalnızlığı yaşıyor. Büyük kentlere göç eden nüfusun sadece aile büyükleri yazın köylerine dönüyor.
Çocuklar! Çocukların büyük kısmı ne yazık ki köyden köy hayatından çoktan kopmuş bir halde. Dolayısıyla hemen hemen her köyde sokaklar artık çocuksuz ve yalnız... Bu durum üzerinizde terkedilmişlik hissi yaratıyor.
Pek çok aile reisinden "çocuklarımız artık tatil için bile olsa köye dönmek istemiyorlar" şeklinde yakınmalar duydum.
Neden? Bunun bir değil bir çok sebebi var. Aklıma gelenleri söyleyeyim.
Tüketim alışkanlıklarımız değişti.
Kültür değişiminin içindeyiz, ama farkında değiliz. Bu kötü bir gidiş. Çünkü yönlendiriliyoruz!
Zamanın çocuğuna "sobe" oynatabilir misiniz? Çember çevirmeyi anlatsak! Aklımızdan şüphe ederler.
Köyde internet yok!
Çocuklar internet başında ya sanal bir savaşın içindeler ya da sanal bir cennetin. Köyde gerçeği varken internette çiçek sulayıp inek yetiştiriyor! Çiftlik sahibi olmuş da sizin haberiniz yok. (Farm!)
Çocukların hayal kahramanları değişti. İnternet kafelerin içine bir göz atın ne demek istediğimi daha kolay anlarsınız. Bu durumu yadsımak yerine bir an evvel bu hizmetin yaygınlaşması lazım. Çocukları artık internetten ayıramazsınız. Aslında büyükleri de. O zaman doğru yönlendirme yönünde bir çaba gerekecek. Bu işi üstlenen var mı?
-!..
Köy sakinlerinden aldığım bilgilere göre aşağıdaki ev bir dönem Enerji Bakanlığı da yapmış olan Sn.Ziya Aktaş'ınmış. Zaman içinde aile büyümüş. Baba evi doğal olarak kardeşlere kalmış.
Her çok sahipli mal gibi "var ile yok" arasında!
Yürürlükteki yasal düzenlemeler, eski evlerin onarımına yeterince müsade etmiyor. İnsanlar iki arada bir derede kalmış. Var olana oturulamıyor, yenisinide yaptırmıyorlar.
Sn. Ziya Aktaş'ın baba evi.
Sağdaki ev sıradan bir vatandaşın, Kemaliyeden çok çok uzaktaki evinin kapısı. Örnek olsun diye koydum.
Ama soldaki! Olmamış değil mi!
Eski köye yeni adet böyle gelecek ise "şık olmuyor" diye düşünüyorum.
Bu köye yanılmıyorsam 3 defa geldim. Bir kaç kişiyi bir arada görmekte zorlandım. Acı olan da bence bu.
Ey yolcu gel iç zemzemden kana kana
Sonra yönel istediğin yana
Ne olur
Bir de fatiha hediye et bana
Tanrı kazasız ömür versin sana
Ziya Yetiş
Kemaliye yakın zamanda sit alanı olarak tescil edilmiş. Aslına bakarsanız biraz da iyi olmuş.
Aşağıda görüldüğü gibi, Toki evleri Kemaliye'nin bağrına bir bıçak gibi girmiş. Kemaliye'nin kendine has özgün mimarisi bir anlamda "yok" sayılmış.
Yazık değil mi? Kaç tane Kemaliyemiz var ki!
100'e yakın dairenin 10 tanesi de söylenenlere göre varlıklı kesimdenmiş. Ne diyebiliriz ki! Sistem utansın.
Kanyon gezisi sırasında alınmış bu kare "iş gördü" diye düşünüyorum.
Suratımın ekşiliğini "standart donanım" diye düşünebilirsiniz.
16 Mayıs 2010 / Pazar
Şenlik programına göre bugün 13:00-14:00 saatleri arasında Karanlık Kanyon'da "Base Jump" etkinliği yapılacak.
Doğruca kanyona gidiyoruz ve hava muhalefetinden ötürü atlayışlar erken saate alınarak bitmiş bile...
Şap gibi ortalıkta kalıyoruz.
Karanlık Kanyon
(Aslında atlayış yapılan yer burası değil, anlatım kolaylığı olsun diye sembolize ettim. Bir diğer gerçek de Karanlık Kanyon'un aslında farklı bir yer olması. Karanlık Kanyon, bu kanyona dik bir diğer kanyonun adıdır)
Kanyondaki bu atlayışı gerçekten görmek isterdim. Atlanılan yükseklik 450 metrenin üzerinde bir mesafe. İki yaka arasına tel halat çekilmiş. Göstericiler bir düzenek vasıtası ile telin ortasına gelip aşağı atlıyorlar. Cesaret ve beceri isteyen bir etkinlik. Bana sadece "bravo" demek düşüyor. Bir de görseydik...
O zaman önümüzde tek seçenek var.
Şenlik programına göre saat 14:00 'de yapılacak olan Cirit Ekibi Gösterisi.
Başlama saatinden yarım saat önce alandaki stratejik noktayı tespit edip pozisyonumu alıyorum.
Gösteri zamanında başlıyor. Bu izleyiciye gösterilen saygının önemli bir parçasıdır.
Şimdi arka arkaya çekilmiş 4 kare fotoğrafı sizlere sunmak istiyorum.
1
2
3
4
Seçici bir göz bu dört karede ciritin havada gidişini izleyebilir ve 4. karede ciritin rakip oyuncu tarfından havada yakalandığını kolaylıkla görebilir. Benzeri bir kaç kombinasyon daha yakaladım
Cirit oyununa has bir diğer durumu da aşağıdaki kare "yeterince anlatıyor" diye düşünmekteyim.
Şimdi bu şenlikte gerçekleştirilen fotoğraf yarışmasında derece alan fotoğraflarla bu fotoğrafları kıyaslayın.
Hayır şimdi kıyaslamayın. Daha sizlere sunacağım onlarca fotoğraf daha var... Onları da görün. Kararınızı sonra verirsiniz.
Not: Yarışmacı arkadaşlarım sakın üstlerine bir şey almasınlar. Sözlerimin ve tavrımın onlarla hiç bir ilgisi yoktur.
Gördüğüm ve yaşadığım odur ki bu ülkede özgürlüğü en çok savunması gereken sivil toplum örgütlerinde bile tüm cümleler "ben" ile başlıyor...
Otorite tutkusu, aklı dışlıyor. Aklın olmadığı yerde, ne olabilir ki?
Türkiyede sporu sadece futbol veya basketbol ile tarif edenleri bir kere daha düşünmeye davet ediyorum.
Neden bu tür yarışlar ülke genelinde yaygınlaşmıyor?
-!..
Bu spor dalı ilgili bakanlığın içinde "TÜRKİYE GELENEKSEL SPOR DALLARI FEDERASYONU" başlığının altında yer alıyor. Federasyonun sayfasında ciritin kısa tarihçesi şöyle anlatılmış
Tarihçesi
Cirit, bir diğer adı ile Çavgan; Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata sporudur. Türkler bu atlı oyunu Orta Asya'dan günümüze taşımışlardır. 16. yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti. 19. yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasaklanmıştır. Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı.
Bu üstün beceri isteyen ata sporumuzu gözardı ederek elimize ne geçecek merak (!) ediyorum doğrusu.
Bu spor dalına 2009 yılında 1.330.000.00 Tl harcanmış
Cirite ayrılan para Guiza'ya yıllık ödenen paranın hemen hemen 1/6'sı kadar
Ata sporu diyoruz! Diyoruz da bir futbolcuya ödenen transfer ücreti kadar bütçesi yoksa, bu ayıp sadece Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı'nındır.
Üstelik tanıtım sayfasında "Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile" cümlesi hala yer alıyor. Pes doğrusu... Yazı Türkçe yazım hataları ile dolu. Ben buraya düzelterek aldım.
Yazık ki ne yazık.
Japonlar 150 kiloluk insanların itişmelerini spor diye bütün dünyaya dayıyor... Yiyiyoruz.
Gel de bunu gör... Sonra tartışırız.
Ama inanın bana her türlü olumsuzluğa rağmen halk bu ve benzeri etkinliklere çok rağbet ediyor.
Bir yandan hava kararıyor, diğer yandan da ben...
Umudum yarın yapılacak bir etkinlikte!
Programda, Prof. Dr. Ali Demirsoy'un Kırkgöz Mevkii'nde gece yapacağı bir söyleşinin duyurusu var.
Karanlıklar içinde kendine gidecek bir yön arayışı içinde olan insanlar için Sn. Demirsoy, inanlımaz ölçüde bir şanstır.
Ama gelin görün ki nüfusun % 95'i bunun farkında bile değil...
Anlatın bana "Muasır medeniyetleri nasıl yakalayacağız?"
-!..
17 Mayıs 2010 / Pazartesi
Çevreyi iyi bilenlerden edindiğim bilgilere göre Sırakonak'ı ve Subatan Mevkii'ni mutlaka görmem gerekiyor.
Erkenden yola düşüyorum. İstikamet Sırakonak
Sırakonak / Pegir
Sırakonak'ı aşağıda bırakarak Subatan Mevkii'ne doğru yükseliyor, harika manzaralarla karşılaşıyorum.
Subatan Mevkii
Kemaliyeli dostlarımın bana anlattığına göre bu bölgeye yağan karlar yer altından Kırkgöz'e kadar geliyormuş! Bunun bilimsel bir dayanağı var mı? Bunu bilemiyorum. Ama söylenti bu yönde.
Subatan Mevkiinde halen kar var.
17 Mayıs 2010
2000 metrenin üzerinde bir yükseklikte hemen hemen her yerden su çıkıyor veya akıyor. Cennet gibi bir alan...
Subatan Mevkii
Karakulak Kuyrukkakan / oenanthe hispanica / Turdidae = Ardıçkuşgiller
Atalanta / Vanessa atalanta / 2200 mt
Bu sahada çok sayıda fotoğraf çekiyorum. Bazılarını başka yarışmalara katılmak ümidi ile yayınlamaktan imtina edeceğim. Öğleden sonra Kemaliyeye dönüyorum.
Bir iki saat sonra Sn. Demirsoy'un çarşıdaki bir açık hava bahçesine geldiğini Sn. Haykırdan telefonla öğrenince ben de doğruca oraya gidiyorum. Anı bağlamında bu fotoğrafı çektiriyoruz.
Sn. Öner Koca - Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy
Kırkgöz'de verilecek konferansın başlama saati 20.00.
Alışkanlığım benim saat 19:00 da orada olmamı emrediyor.
İlk çektiğim fotoğraf karesinin altında saat 18:38 olarak tespit edilmiş. Acülüm acül... Ne varsa!
Kırkgöz / 18:38
Sn. Demirsoy çoktan gelmiş bile... Ortada hazırlık namına hiçbirşey yok. Mangallar yanıyor insanlar çakır keyif!
Hoca tedirgin.
Zaman hızla geçiyor. Hava kararıyor. Ben zaten karayım.
!...
Bu arada o beni tanımasa da tanıdığım biri var. Emekli Maliye Bakanlığı Müsteşarı Sn. Hasan Basri Aktan.
Konferans alanı çok küçük!
İster istemez aynı masada oturunca ben evirip çevirip sözü yasa dışı avcılıkta kullanılan gümelere getirdikten sonra Sn. Aktan'a Geşo Köyü'ndeki son durumu soruyorum.
Sn. Aktan da "siz nereden biliyorsunuz? diyor...
Nasıl anlatsam ki!
Bu yasa dışı avcılığı kamuoyuna duyurduğum ilk yazımın tarihi 7 Ağustos 2004.
6 yıl olmuş.
Kemaliyeli soruna sahip çıkmıyorsa, ben ne yapabilirim ki!
Sn Hasan Basri Aktan - M.E.Bora - Ümran Bora
Yeme içme faslı bitince hızla konferans düzenine geçildiği gibi sunuya zamanında başlama imkanı doğuyor.
Sn. Demirsoy başlıyor konuşmaya:
- Konunun uzmanı değilim. Başka biri olmadığı için beni çağırdılar. Ne anlatırsam anlatayım, ondan önce ne vardı? diye soru sorulur... şeklinde bir giriş yaparak konukların dikkatini kendi üzerinde odaklıyor.
Bir saat süren konferans sırasında Sn. Demirsoy yeri geldikçe kısa başlıklı ama çok anlamlı mesajlar veriyor.
- Merak ve empati insanın en önemli duygusudur...
-!..
- Evrende renk yoktur. Kırmızı renk sanal bir duyudur, algılamadır...
-!..
Anlamlı bakışlarımızdan etkilenen Sn.Demirsoy sık sık akan slaytları idare eden görevliye "geçiniz" demek zorunda kalıyor. Yaklaşık bir ay evvel böyle bir toplantıya daha katılmıştım. Sırtımdan ter geliyor...
Konferans bitince ortalığı bir sessizlik alıyor. Bir süre sonra Sn. Demirsoy topluluğa hitaben;
- Sorusu olan var mı? diyor.
Uzunca bir süre çıt çıkmıyor. Hal böyle olunca Sn. Demirsoy bombayı patlatıyor.
-Ya ben çok iyi anlattım ya da siz hiç bir şey anlamadınız.
Sözün bittiği benim koptuğum an işte bu.
Evrenin Çocukları Yaratılışın Öyküsü
Işığa gelen gece kelebekleri konferansa renk katıyor.
Sn. Prof Dr. Ali Demirsoy elindeki kitabı bir dinleyicisine hediye ediyor.
Sn. Demirsoy konferansını bitirirken sözlerini "En geç 15-20 yıl sonra insanoğlu edindiği bilgileri ve düşüncelerini revize etmek durumunda kalacak" diyor.
-!..
Her anlamda dağılıyoruz!
Sn. Prof Dr. Ali Demirsoy bu ülke için büyük bir şanstır. Her yeri geldiğinde bu gerçeği seslendireceğim. O her yeri geldiğinde bizlere bilim adına ışık tutmak istiyor...
Bunun farkında mıyız? Pek sanmıyorum.
Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir.
Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.
Uçamayanlar ise tavuk olur..
"Tavuk toplum" önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.
4. Bölümde buluşmak ümidi ile...
DEVAM EDECEK...
Mehmet Emin Bora
18 Temmuz 2010 / Çamlıdere