Şanlıurfa
(Gezi Notları - 2'inci Bölüm)
Şanlıurfa
09 Kasım 2008 sabah 07:00
Kahramanmaraş'ta Yimpaş Otel'de kaldık, Yimpaş'ın yaşadığı sıkıntı, otele yansımış gibi görünüyor. İşyeri zor durumda ise ben de üzülüyorum. Bu denli yoğun bir empati duygusu yaşamak insanı yıpratıyor.
Kahvaltı sırasında program yaptık. Şanlıurfa'ya gideceğiz, ama yol üstünde görülebilecek her yeri de görmek istiyoruz.
Özellikle Birecik'te bulunan kelaynakları ve Halfeti'yi görmek istiyoruz.
Kahramanmaraş - Şanlıurfa arası 218 km.
"Erken kalkan erken yol alır" sözünü doğrulamak istercesine yataktan kalkıp kahvaltı dahil araca binmemiz en fazla 30 dakikamızı alıyor. Başka türlü bu kadar kısa sürede bu kadar çok yeri görme olanağımız olamaz.
Gaziantep'e girmeden çevreyolu üzerinden ilk durağımız Birecik olacak.
Bu geziler sırasında gözüme ilişen bir güzellik varsa, bunu sizlerle paylaşabilmek için ne yapıp ne edip mutlaka onun fotoğrafını çekmek istiyorum.
Fırat Nehri
Birecik'e hemen girerken var olan köprü son derecede dar. İki araç yan yana geçerken zorlanıyor. Ama manzara o kadar güzel ki... Bu kareyi çekebilmek için köprü üzerinde sıkıntılı anlar yaşadık.
Çarşı içinden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda doğruca kelaynakların bulunduğu koruma merkezine yöneldik.
Bekçi İbrahim Halil'den öğrendiğimize göre kelaynaklar 13-14 şubat gibi geliyorlar ekim sonunda gidiyorlarmış. Bir diğer anlatımla "bağ budanınca geliyorlar " bağ bozumunda gidiyorlar" diyor. Bu sene 95 adet kelaynak gelmiş.
Mehmet Emin Bora - İbrahim Halil
Kelaynaklar kış aylarını Afrika'da geçiriyor. Bu uzun yolculuk onlar için büyük risk taşıyor. Çünkü kelaynaklar avlanıyor! Etinin kral sofralarını süsleyecek kadar lezzetli olduğu bilindiği için, yolculuk tehlikelerle dolu.
Kelaynakların fotoğraflarını çekmek istiyorum. Miskin miskin oturduklarına bakmayın. İnanılmaz derecede ürkekler, onlara doğru bir iki adım atınca derhal teyakkuza geçiyorlar. Üçüncü adımda ise uçuş pozisyonu.... Dolayısıyla ürküp tellere vurma olasılıkları var. "Zarar verebilirim" düşüncesi ile uzak durmakta fayda görüyorum. Dolayısıyla çektiğim fotoğraf "sıradan" sıfatını hak ediyor. Olsun doğrusu bu.
Kelaynaklar
Koruma merkezini terk edip kuzeye yöneliyoruz. Yörede hummalı bir çalışma var. Fırat'ın üzerinden geçecek oto yol için köprüler yapılıyor. İş makineleri çalışıyor. İçim sevinçle doluyor çocuklaşıyorum. Çalışan insanların varlığı, güzel günlerin müjdecisidir. Benim görmem önemli değil, bu hissi duymak bile yeterli.
Barajı çevreleyen alanda çok sıkı güvenlik tedbirleri uygulanıyor."Yap, işlet, devret" formülü ile yürütülen inşaat sahasından, daha doğrusu su tutulan bölgeden fotoğraf çekemedim ise sebebi bu...
Aklım, bendin arkasında kalan tepelerde kaldı. Hayal etmeyle yetindim... "Bir başka bahara" demekten öte elimden gelen bir şey yok.
Birecik Barajı /2008
Yörenin toprağı, şamfıstığının kabuğunun rengi ile hemen hemen aynı. Mevsim itibarı ile şamfıstığı hasadı bitmiş olduğundan eleme tesisleri harıl harıl çalışıyor. Bir tanesinin yanında durarak bilgi almak istiyorum.
Anlatıldığına göre aşağıdan üflenen basınçlı hava, boş olan fıstıkları havaya yükseltiyor. İçi boş olan fıstıklar bu suretle uçuşuyor ve ıskartaya ayrılıyor.
Yaşam da böyle değil midir!
Toplumun zaaflarından ötürü uygun rüzgarı bulduğunu zanneden pek çok kendini bilmez "havalara girse de" süreç sonunda gerçekle yüz yüze kalmıyor mu?
Ülkemiz şamfıstığının önemli bir gen merkezi. Dikimden sonra ürün alınıncaya kadar geçen zaman 5- 6 yıla kadar çıkabiliyor. Yörede "Şamfıstığı torun için dikilir" diyorlar. Gördüğüm kadar ile kurak bir iklime sahip yörede dağ taş fıstık ağaçları ile dolu. Köylü, çoluk-çocuk çalışıyor.
Bu arada her ne lazımsa Ankara, kuru meyve ithal ediyor!
Dış borç almış yürümüş... 80 senede borçlandığımızdan daha fazlasını son 5 senede borçlanmışız...
80 sene, halkın birikimleri ile meydana gelen çok önemli kurumlar çatır çatır satılmış...
İçme sularımız satılmış...
Ankara, kuru meyve ithal ediyor!
Çok lazım.
Ayranımız yok...
-!..
Baraj civarında yoğun bir yol çalışması var. Halfeti'ye nereden gideceğimizi bulmakta zorlanıyoruz. Bir süre zaman kaybetsek de sonuçta buna değiyor...
Halfeti
Siyah Gül
Halfeti
Savaşan Köyü
İskele!
Tuvaletin penceresinden çektim. Nerde olduğunuz değil, neleri hayal edebildiğiniz önemli.
Erinç Orkun - Hasan Mutlu
Hasan Mutlu Halfeti'nin Savaşan Köyü'nde ikamet ediyor. Köyün eski adı Belesur. Köyde elektrik, telefon veya aklınıza gelen benzeri ihtiyaçları karşılayabilecek hiçbir şey yok.
Sükunet ve huzur var. Bir de kediler...
Sn. Mutlu'ya kedinin adını sorduğumda "Pamuk" diyor.
- Ya diğerini adı?
- O da Pamuk
-!..
Pamuk - Pamuk!
Erinç Orkun - Mehmet Erdoğan
Mehmet Kaptan Halfeti'de yaşıyor. Balık avcısı. Teknesi ile tur düzenliyor. "Bu su yolunu kullanmak sureti ile önce Atatürk Barajı'na oradan da Keban Barajı'na kadar uzanan muhteşem bir yolculuk yapabilirsiniz." diyor
Yüzlerce kilometre tutabilecek bir yolculuktan söz ediyor. Sıra dışı bir gezi! Ben çok istiyorum... Üstelik yoruldum, sıkıldım (!) derseniz, dilediğiniz yerden tekneyi terk etme şansınız her zaman var. İrtibat adresi için...
Kaptan Mehmet Erdoğan
GSM: 0 535 348 17 80 / Ev: 0 414 751 1190
Özellikle belirtmek istediğim bir şey var. Kaptan sıra dışı bir insan, sevecen ve sıcak kanlı.
Rum Kale
Yörede o kadar gezilecek yer var ki... Aklımız Halfeti'de kalıyor... İstikamet Şanlıurfa
Öğleden sonra 15:30 gibi Şanlıurfa'ya varıyoruz.
Araba ile kente girer girmez karşılaştığımız bu slogan gerçekten düşündürücü ve hoş.
Bu ise ürkütücü. Bu "teşviki" anlamakta güçlük çektim. Ne yapalım yani!
Şanlıurfa'ya geçen gelişimizde Harran Otel'de kalmıştık. Bu sefer de öyle yapıyoruz. Otel temiz, alt katında hamam var. Hemen yerleşip kendimizi dışarı atıyoruz.
( Bu arada otelin adresini vermek isterim: Atatürk Bulvarı / Telefon: (414)313 28 60 / Faks: (414)313 49 18
www.HotelHarran.com.tr | www.HotelHarran.com
Akşam oluyor. Kendimizi hamama atıyoruz, yorgunluk ancak bu şekilde bitiyor.
Keyifli bir banyodan sonra yeniden yollara düşüyoruz. Karnımız acıktı. Ayrıca bu akşam Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Vakitli yiyip seyredecek uygun bir yer bulmamız lazım.
Çevrede kime sorsak Gülhan Restoranı öneriyor. Görüldüğü gibi bu ünü hakkı ile elde etmiş.
Lezzetli bir akşam yemeğinden sonra maçı seyretmek için bir açık hava kıraathanesi buluyoruz. Zar zor bir yer bularak bir sandalyeye ilişiyoruz. Maç başlıyor. Hava soğuk, biz banyoluyuz.
Üstüne üstlük, Galatasaray 1-0 önde. Eziyete bak!
Fenerbahçelileri bir sessizlik alıyor ki sormayın gitsin. 5-6 sıra geride ve tam arkamızda Fenerbahçeli bir genç izleyici var. Bağırdığı zaman zannediyorum ki ense kökümde oturmuş, megafonla kulağımın içine özel yayın yapıyor.
Savunma oyuncusu çalımı yemiş, Galatasaraylı oyuncu topu kapmış, Fenerbahçe kalesine doğru hızla akıyor. 2. gol korkusu var...
Arkadan tiz bir ses yükseliyor:
- Ula G........ s ben senin a... gyim oooorrrrrrrssspi cocugi ......... Nidiysin ula! Millet nerde? Nerde devlet?
Bu melodi (!) en ufak bir vurgulama değişikliğine uğramadan işler düzelene kadar (!) arka arkaya en az 20 kere tekrarlanıyor.
Gülsen bir türlü "ayıp oluyor kardeşim" desen bir başka... İnsanlar öylesine gergin ki... Anlatılır gibi değil. Böylesi anlarda karizmayı çizdirmek vukuat-ı adiyeden sayılacak. Daha sonra eşe dosta ne anlatacağız!
Aradan bir süre geçiyor. Sskor ve sonuç hemen hemen belli olunca bu sefer yine aynı ses başlıyor bağırmaya;
- Ula G......s ben senin t.....gını yiyem hemi. Gurban ollirim sana.
-!..
Bu ülkede "vezir olma ile rezil olma arası" "an" meselesidir.
-!..
Bu söylemin, beni düşündüren tarafı " Millet nerde? Nerde devlet?" şeklindeki cümlesi oldu.
Çoğu yerde sıkça duyduğum bu cümle, aslına bir yaşam tarzının somut ifadesidir. Sıkışınca yerli yersiz devleti yardıma çağırmak, hemen hemen çoğu insan tarafından alışkanlık haline gelmiş. Devlete "baba" dersen, o da her sıkıştığında kimi çağıracak! Tabii ki babasını çağırıyor.
İnanın bana kulaklarımda hala bu sözler çınlıyor.
Maç bitince gençler yolara, biz de yatağa düşüyoruz.
09 Kasım 2008 / Atatürk Bulvarı / Şanlıurfa
FB 4 - GS 1
Şanlıurfa'ya gelip de Balıklı Göl ve çevresini gezmemek olmaz. Önce göl çevresini geziyoruz. Daha sonra iyi bir görüntü elde edebilmek için Şanlıurfa Kalesi'ne çıkıyoruz.
Kalenin tepesinden görünen manzaranın önemli bir kısmı bu...
Çevreye dikkatle bakınca bu ve benzeri manzaralarla karşılaşıyorsunuz.
Bir şehir plancısı buraları adım adım gezmeli ve görüntü kirliliğine sebebiyet veren tüm noktaları uygun bir metotla tasfiye etmelidir. Bu zannedildiği kadar zor bir şey de değildir. Yörenin mimari yapısına uygun bir duvar sistem ile bu görüntüler bertaraf edilebilir.
Önemli olan bu çirkin görüntüden rahatsızlık duyabilmektir.
Estetik kaygıdan bahsediyorum.
Bu hissedilemiyor veya algılanamıyorsa, iç dünyamız bu kirliliğe alışmış demektir ki, vahim olan da budur.
Çöplük! Hangisi doğru?
Şimdi kendinizi o gavurun (!) yerine koyun bakalım! Ne düşünür dersiniz?
Binlerce yıldan beri süregelen medeniyetin sonucu bu mu?
Dünyanın en eski kenti, neden bu kadar pis?
Dünyanın en eski kentinin şimdiki adı "Urfa mı?" "Şanlıurfa mı?"
Kelenin etrafındaki "hendek" mi? "çöplük" mü?
Yanlış anlaşılmasın! Kentlerde yaşanan pislik sadece bu yöreye has değil.
Buyurun... Burası da Ankara
Al birini, vur birine...
Büyük Sanayi
Biz neden böyleyiz ki!
Daha doğrusu, bize ne oldu?
-!..
Konuyu ayrıntıları ile öğrenmek isteyenlere, her zaman olduğu gibi bir kitap önereceğim.
Bu kitapta ilginizi çekecek çok şey bulacağınızı düşünüyorum. Örneğin: hemen hemen her evin yatak odasında bulunan ve pek çoğumuzun komodin diye adlandırdığı şey, aslında Fransızların gece kalktıklarında yatak altında sakladıkları lazımlıklarını içine koydukları bir dolap! Bir dönem kokuyu böyle bertaraf edeceklerini düşünmüşler.
Garderobe kelimesi de Fransızca bir sözcük. Biz onu gardrop diye telaffuz ediyoruz.
İçine girilip abdest yapılacak yer!
Fransa'da şatoların dış duvarlarına, özellikle de şömineye yakın duvarlara monte edilmesinin bir tek sebebi varmış.
Hacet giderenlerin popoları üşümesin!
Şaşırdınız değil mi?
Bu kitabı mutlaka okuyun.
Önemli bilgiler edineceksiniz.
Örneğin: aşağıdaki benzer yazılara sıkça rastlayacaksınız.
"(......) Avrupa açısından Anadolu uygarlığı çok önemlidir. Çünkü uygarlığı Avrupa’ya öğreten Anadolu’dur. Hint-Avrupa sözde kuramlarına bağlı olan tarihçiler ise uygarlığı Yunanlıların bulmuş olduğunu savunurlar. Ancak Yunanlılar uygarlaşmayı Anadolu’ya göç ettikten sonra öğrenmişlerdir. Bu konu yazılı kaynaklarda mevcuttur.
(Temizliğin Tarihi - İbrahim Okur / Okursay Kitapları - Fiyatı 26 YTL)
01 Aralık 2007 tarihinde sitemizde " -Türk Kültüründe Temizlik" (ID no: 225) başlığı altında bir yazı yayınlamıştım.
Bu yazı dizisinin son bölümünde temizlik konusuna fazlaca yer vereceğim.
Mardin'i anlatırken!
Gördüklerinize inanamayacaksınız.
Kapalı çarşının yolunu tutuyoruz. Son gelişimizde bizi içtenlikle karşılayan, evinden bizler için "isot" getiren dostumuzu arıyoruz. Kazzaz Pazarı'nda puşi, yaşmak, ihram gibi mahalli kıyafetler satılıyor.
Mavi renklisine "Tansu " diyorlar. Nedeni ise bir dönem başbakanlık yapan Tansu Çiller. Seçim sırasında başına bu rengi bağlamış, o gün bu gün bu rengin adı Tansu olarak kalmış. Bir de anekdot anlatıyorlar. Bilenler, bilmeyenlere anlatsın.
Yörede etnik kökene göre farklı renkler kullanılıyormuş.
İşyeri sahibini yerinde bulamıyoruz, alışverişi çocukları ile gerçekleştiriyoruz.
Kazzaz Pazarı
Hüseyniye Çarşısı'na geçiyoruz. Burası bakır süs eşyalarının imal edildiği yer. Yavaş yavaş, içime sindire sindire dolaşıyorum. Arayışım çok da uzun sürmüyor. Daha sonra adının Mahmut olduğunu öğrendiğim usta kendisini öylesine işine kaptırmış ki... Bir süre sonra beni fark ediyor.
Selamlaşıyoruz.
Mahmut Çirkin yetmişine merdiven dayamış. Eli, torna tezgahı gibi son derecede hassas çalışıyor. Kim bilir kaç senenin birikimini sergiliyor! Sohbet sırasında bu yılın sonunda işi bırakacağını söylüyor.
İçimden bir şeyler kopuyor...
Vedalaşmalar, terk etmeler, ayrılıklar, yolcu uğurlamak, bir sona şahit olmak, benim işim değil.
Bir işyerinden bir usta ayrılacak! Sonra... Sonra ne olacak? İşyeri devam edebilecek mi?
Usta yaşamının geri kalanını nasıl geçirecek? Cevabı bir çırpıda verilemeyecek pek çok soru...
Mahmut Çirkin - Mehmet Çirkin
Mahmut ve Mehmet usta benim için "çirkin"lik şöyle dursun güzel den de öte "en güzel kardeşler".
Ürettikleri bakır eşyaların üzerlerine isimlerini yazıyorlar!. Bunun ne demek olduğunu derinlemesine algılamak lazım.
Yaptıkları işe kefiller...
İşleri ile gurur duyuyorlar.
Ben de, onların varlığı ile gurur duyuyorum.
Mahmut ve Mehmet Usta öylesine güzel tencereler, leğenler yapıyorlar ki... Anlatmak mümkün değil. Bakır kaba meraklı olanlar için adreslerini vermek isterim. Özellikle çiğ köfte için leğen yaptırmak isteyenlerin arayıp da bulamadıkları bu adreste fazlası ile var. Telefonla siparişinizi verin. Gerisini ustalara bırakın.
Çirkin Kardeşler / Hüseniye Çarşısı Bakırcı Pazarı No: 25 / Şanlıurfa
Telefon: 0 414 216 48 99
Mahmut Usta işini bırakıp hayat şartlarının zorlaştığını, çırak bulamadıklarını anlatıyor. El sanatlarının gereken ilgiyi görmemesinden dertleniyor. Daha sonra da "Herkes fotoğraf çekiyor, sana da göndeririz diyorlar ama bu güne kadar hiç kimse göndermedi" diyor. Tıpkı Gaziantep'te bana söylenenler gibi...
Atalarımızın sanatı
Ankara'ya döner dönmez ustaların bu arzularını yerine getiriyorum. Hem de büyük bir zevkle.
Aradan 15 gün kadar bir zaman geçiyor. Telefonun öteki ucunda Mahmut Usta;
- Yav Memed Bey sen ne yapmışsın! Valla gönlümüz şad olmuştur. Ne diyem ki.. Aha çoh teşekkür ederim. Biz ne yapalım sana...
Bu kadar hoş ve içten bir teşekkürü yakın zamanda hiç duymadım. Çok duygulandım desem...
Mahmut Usta, Allah eline koluna kuvvet versin. Her şey gönlünce olsun... Bir teşekkür borcundan söz edilecek ise, olsa olsa bizim sana borcumuz olur. Sağ ol var ol...
10 Kasım 2008
Bakırcılar Çarşısını terk edip bir meydana çıkıyoruz.
Şimdi sizlerden bir ricam olacak!
Lütfen aşağıdaki fotoğrafa dikkatle bakar mısınız?
Dikkatinizi çeken bir şey görebildiniz mi?
10 kasım 2008 saat 09.07
Sözü uzatmak istemiyorum.
Sirenler çalıyor...
Koskoca meydanda sadece bir kişi, evet yanlış görmüyorsunuz sadece bir kişi atasına saygı duruşu sergiliyor. Bu durumu eğlenceli bulanlar bile var.
O an öyle büyük bir şaşkınlık yaşadım ki tarif edemem. Dolayısıyla bu fotoğraf karesini son anda çekebildim.
Gerçekleri görmek istiyorsanız 2009'un 10 Kasımında aynı alanda siz gözlem yapın! Ben göreyim.
Cumhuriyetin ne getirdiği, yeterince anlatılamaz ve söylemden eyleme geçilemezse kaçınılmaz sonuç budur.
Masa başında, kürsülerde, televizyon kanallarında Atatürk'ü anlatma çabaları beyhude bir çabadır.
-!..
Köy Enstitüleri'nden daha iyisini ortaya koyacaksınız.
Sanayi alanında söz sahibi olacaksınız.
Tüm dünya sizden saygı ile bahsedecek.
İleri tarım teknikleri uygulayacaksınız.
Çiftçi, köylü, zanaat sahibi, sanatkar, işçi ve memurun yüzü gülebilseydi bu halleri yaşamazdık diye düşünüyorum.
Büyük öndere var olan borcumuzu ancak böyle ödeyebiliriz.
"Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 85 yıl öncesi gibi yaşayanlar var" derken boşa söylemiyorum.
Var ki!
Sonuç, görüldüğü gibi.
2596!
Avcı kardeşlerim, av öyküsü ağırlıklı yazıları diğer internet sitelerinden kolaylıkla okuyabilirler.
- Yazılmalı mı?
- Evet.
- Yazan var mı?
- Çok.
Ben böylesine kritik bir dönemde sürekli olarak sudan içerikli av muhabbetleri yazmayı içime sindiremiyorum.
Lale Devri'nin vurdum duymazlığı, benim işim değil.
Seyahat yazıları bir devrin gözlemcilerinin dünyaya bakış açısıdır.
Doğrusu, yanlışı, sevabı ve günahı ile.
Takdir, en büyük hakim olan zamana aittir.
2108 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim bu gün yaşananları, bir avcının bakış açısı ile görsünler istiyorum.
"Batı dünyasının bugünkü konumuna yükselmesinde iki etken diğerlerine göre oldukça temel nitelikte rol oynamıştır:
Okumak ve seyahat.
'Seyahatin Kültür Tarihi' adlı eserde bu husus şu cümlelerle vurgulanmıştır.
(...) yurt dışı seyahatlerin hedefi canlı cansız çok sayıda değişik şey görerek zevklenmek, muazzam bir kitaba benzeyen yerküreyi olabildiğince çok gezerek, zihni açmak, keskinleştirmek ve aydınlatmak... Ve bu tür seyahatlerde kazanılan akıl hazinesini , eve dönünce anavatanla paylaşmak."
Nasıl ki kartallar göklerde uçar
En yüksek bulutların üzerinden aşar,
Nasıl ki leylekler, kırlangıçlar
Havada gezip dolaşırlar
Tüm kuşlar gibi bir arada
Ülkeleri devletleri görüp tanırlar.
Nasıl ki engin denizdeki balıklar,
Güneş de gök de hiç durmadan
Yolunda yürür yorulmadan
Dinlenmez hiç bir tek yerde,
Geçer gider, gözü ilerde
Öyle olmalı her yiğit insan
Gezmeli dünyayı usanmadan
Saloman Schweigger
(Sulatan Kentine Yolculuk adlı seyahatnamesinden)
Gidiniz Geziniz Görünüz.
Hz. Muhammed
2'inci bölümün sonu / Devam Edecek