Divriği- Kemaliye ve Yaşanan Güne Tanık Olmak-2


Karasu

Divriği'nden içim buruk olarak ayrılıyorum. İçerisinde pek çok potansiyel zenginlik barındıran bu ilçe, var olan görüntüsü ile -üzülerek ifade etmek isterim ki- bu gerçeği desteklemiyor.

Bir örnek vermek isterim. Uzun seneler önce (20 yıl olabilir) Sivas'ta Askerlik Daire Başkanı olarak Yarbay rütbesi ile görev yapan bir dostum vardı. Yrb. Önder Eke.

Boş zamanlarının büyük bir kısmını av yaparak değerlendirirdi. Dolayısıyla Sivas ve çevresini avucunun içi gibi öğrenmişti. Beni Sivas'a balık avı yapmak için davet etti. 2 arkadaşım ile beraber Sivas'a oradan da beraberce balık avı yapacağımız Divriği'ne gittik. İlçeyi ilk defa bu suretle görmüş oldum.

Çaltı

Balık avlayacağımız mahalle geldiğimizde bizden önce Erzincan'dan gelmiş olan balıkçılarla karşılaştık. Onlar çoktan işbaşı yapmıştı bile!

Kısa bir süre onları seyrettik. Ağ atmak sureti ile balık avlıyorlardı.

Biz ise, olta ile avlanmak üzere gelmiştik. Dolayısıyla çadırlarımızı kurduktan sonra takımlarımızı hazırlayarak uygun arazi parçaları bulmak üzere dört bir yana dağıldık. Soğuk ve yağmurlu bir havaydı. Akan suyun şiddeti attığımız oltaları hızla sürükleyip bir çalıya takıyordu. Kısa sürede bildiğimiz avlanma metotlarının burada işe yaramayacağını anladık. Balık avlamak şöyle dursun, uygun takım diye getirdiklerimiz elimize ayağımıza dolandı. İki saatlik bir çabanın sonunda oyunculuğu bırakıp tribünlere çıktık. Seyirci olmuştuk.

Gün uzun vakit geçmiyor. Bir şeyler yapmak lazım! Bu durumun beni tetiklediğini anımsıyorum.

Erinç'in elleri soğuk suya, kolları ise ağır yüklere karşı çok (!) dirençlidir.

Bu özelliğini bilmeyenlere usulünce (!) duyurdum. İş çok, işçi azdı. Erinç bir anda doğan talepler karşısında kime yardım edeceğini bilemedi. Bir taraftan suda en az iki gündür beklemiş ağı çekerken, diğer taraftan da bu görevin nereden kaynaklandığını sorgulayan gözlerle etrafına bakındığını hatırlıyorum. Ne söylediğini anlamasam bile dudakları nın oynayış şeklinde ne dediğini tahmin edebiliyordum. Aradan onca yıl geçti hala o günden büyük keyif aldığını düşünürüm. Onun bu hali zaman zaman aklıma gelir ben de duygulanırım.

Bir süre sonra bir diğer arkadaşım bu çok zevkli işi onun elinden alınca, Erinç'inde tadı kaçtı (!) benim ki de...

Gün sonunda ocağımızda sadece Kayseri'den aldığımız sucuk ve pastırmanın dışında kayda değer hiçbir şey bir şey yoktu. Bu durum Erzincanlı avcıların gözünden kaçmamış olacak ki halimize acıdılar ve bize bir kaç balık (!) verdiler.

Hazıra konmuştuk. 2 gün boyunca akşama kadar yemek yemekten başka bir iş yaptığımızı hatırlamıyorum. Şimdilerde bel hizasında oluşan "Türk kası" o zamanlardan yadigardır. Şu anda çevresini 2 metrelik bir mezura ancak dönebiliyor.

 

Erinç Orkun

Yrb. Önder Eke

O zaman yakalanan bu balıkların çevre halkı tarafından "Caner" diye adlandırıldığını hatırlıyorum. Keban Barajı'ndan üreme mevsiminde barajı terk eden bu balıkların akarsu kaynaklarına doğru havyar dökmek için uzun bir yolculuğa çıktıklarını anlatmışlardı. Yumurta bıraktıktan sonra dönüş yolunda yakalıyorlarmış.

Halen devam eden bu yanlışın önüne geçilmesi gerekiyor.

"Bu büyüklükteki bir balığın ard arda bir kaç sene yumurta bırakması, yöredeki su havzalarında balık popülasyonun artması yönünden ciddi bir ivme kazandırır" diye düşünmekteyim.

10 kg ağırlığındaki bir balık 1.000.000 adet yumurta bırakabilir. 2'inci senenin sonunda hayatta kalabilen yavru sayısı 250.000 adet civarındadır. Bu önemli bir zenginliktir. Gelişme çağında bulanan 0-6 yaş grubu çocukların temel ihtiyacı olan esansiyel amino asitler vücutta sentezlenemezler, dışarıdan alınmaları zorunludur ve balıkta bol miktarda bulunur. (!) neden görmüyorsun? Neden buna tavır koymuyorsun?

Bu nasıl bir sevgidir ki, kendini savunamayan canlıları kapsamıyor?

Bu nasıl bir sevgidir ki konusu sadece taş ve topraktan ibaret!

"Ben oradaki geçmiş kültürlerden bahsediyorum" derseniz ben de "bu boyut yetmez, hatta çok kısa kalır derim".

Hasankeyf'i seveceksen kuşu, balığı, böceği, çiçeği, ağacı ile velhasılı içinde barındırdığı tüm canlıları ile seveceksin.

Baraja karşı çıkacaksan alternatifini de sunacaksın. Bununla da yetinmeyip elini taşın altına sokacaksın. Neden bu yönde bir yaklaşımı benimsemekte güçlük çekeriz ki?

"Çevreciyim" demek o kadar ucuzladı ki...

Benzeri sorunların cevabı son derece basittir.

Görmüyorlar, bilmiyorlar. Kısacası olup bitenin farkında değiller.

"Farkındalık" üzerine o kadar çok şey yazdım ki!

Bir örnek daha vereyim. "Bıktım" deme gibi bir lüksüm olduğunu -en azından şimdilik- zannetmiyorum. .

Yabanhayatı ile doğrudan ilintili olarak yayın yapan bir televizyon kanalında (!) Kardenizli bir avcı çulluk avı yapıyor.

Köpeği ferma yapınca avcı da bir yandan konuşarak sözde kamuoyunu bilgilendirirken, bir yandan da av yapmaya çalışıyor... Yayınlanan görüntünün özeti bu.

Fermada bulunan köpek verilen komut üzerine hamle yapınca çulluk havalanıyor avcı da bir atışta onu vuruyor. Buraya kadar anlattığımı televizyon yayınını görmeden dinlerseniz "bunda garip olan ne?" diyebilirsiniz. Anlatacağım.

Avcı köpeğine, yere düşen çulluğu aratıp bulduruyor ve tabir caizse garabet de bundan sonra başlıyor.

Avcı, eline aldığı çulluğu bir o yana çeviriyor bir bu yana ve başlıyor sonuç bildirgesini (!) seslendirmeye.

- İşte, bu zevki hiçbir şeye değişmem... Vurup vurmamak önemli değil. Bunun zevki bambaşka v.b bir kaç afilli söz daha...

Halbuki bu programı yayınlayan televizyon kanalının sağduyu sahibi bir editörü olsa, bu çekimi önceden izlese asla yayınlamaz bile... Görüntüleri derhal sahibine iade eder, hatta bununla yetinmeyip nerede yanlışlık yaptığını da izah eder. "Sorumlu yayıncılık anlayışının bu yönde olması gerekir" diye düşünüyorum.

Var olan problemlerden biri avcının kullandığı silah türünde saklı. Hem yarı otomatik, hem de 5 mermi yetmezmiş gibi bir de uzatma takmak sureti ile kapasiteyi arttırmış! (7-8)

Kullanmayacağın (!) kapasiteyi niye kendine yük ediyorsun ki!

Hani vurup vurmamak önemli değildi?

"Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" şeklindeki söz sanki bu durum için söylenmiş gibi...

-!..

Avcıya "Neden iki atış kapasiteli bir silah kullanmıyorsun?" diye de sorulabilir.

Avcıya "Orman içinde kullandığın silahının taşıma kayışı var. Hem kendin, hem de beraberinde seninle avlanan arkadaşların için nasıl bir risk oluşturduğunun farkında mısınız?" sorusu bu avcıya sorulmaz da kime sorulur ki?

Üstüne üstlük, ava çıkan biri, yasaların öngördüğü bir limit içinde kalabilirse (!) bunun da utanılacak bir taraf olmadığı gibi gerekçe göstermeye de gerek yoktur.

Utanılması gereken tek şey içine düşülen çelişkilerdir. Öğrenmeye karşı gösterilen dirençtir.

Özde, ne avcı yaptığını biliyor, ne de yayıncı kuruluş. Buna benzer onlarca örnek verebilirim.

Sağduyu içeren ve hiçbir düşünce eleğinden geçmeyen suluboya kıvamındaki görüntüler eşliğinde yapılan televizyon yayınları ile avcıların egosunu şişirmeyi marifet zannedenleri "zamana" havale ediyorum.

"2108'de yaşayacak olan avcı kardeşlerim, durum çok ama çok vahimdi. Herhalde ben de yeterince anlatamadım."

Avcıların eğitimini sulandırırsanız (!) kaçınılmaz sonuç budur.

Yaşanan yanlışlıklara örnek vermeye devam etmek istiyorum.

İl: Bolu / Yedigöller /Büyük Göl

02 Kasım 2008

Herkesin bildiği gibi Bolu/Yedigöller, Milli Park statüsüne sahip bir alan. Benim gittiğim hafta sonu sahada sadece 3500 civarında fotoğrafçı vardı. Bu rakamı fotoğrafla uğraşan arkadaşlarımdan edindim. 1972 den bu yana zaman zaman Yedigöller'e giderim bu kadar insanı bir arada hiç görmedim.

Gölün orta yerinde kütüğe takılan ağ parçası bu alanda ne yapıldığının (!) somut bir örneğidir. Bırakın ağı, burada olta ile avlanmak da yasaktır. Bu görüntü, konudan bihaber olan sıradan insanlar üzerinde hangi yönde bir kanaat oluşmasını sağlayabilir?

-!..

Ben söyleyeyim. Bu görüntü en azından "Gelecek sefer ben de oltamı getireyim" düşüncesini tetikler.

Yanlışlıklar da bu suretle çığ gibi büyür.

Binlerce kişi geziyor! Yaşanan yanlışlığı kaç kişi görüyor?

-!..

Gölü korumakla görevli bekçiler bu rezaleti göremiyorlar mı? Yoksa görmüyorlar mı?

-!..

Ya Ankaradakiler!

-!..

Bu ayıptır. Bu aymazlıktır.

Yapan için de, yaptıran içinde, görmemezlikten gelen içinde...

İl: Ankara / Çubuk / Karagöl

Karagöl / Çubuk

Karagöl, ihale edilmek sureti ile belirli bir zaman dilimi için bir şahsa kiralanmış. Göl avuç içi kadar bir yer. Bekçi kapıda para alıyor. İnsanlar yasa dışı avlanma yöntemleri ile bu alanda balık avlıyorlar.

Bu ayıptır. Bu aymazlıktır.

Yapan için de, yaptıran içinde...

Kızılırmak Havzası / 2007

Bu görüntüleri elde etmek istiyorsanız, hafta sonu Ankara civarında kısa bir gezinti yapmanız sizin için yeterli olur.

Kalecik / Kızılırmak / 2007

Kalecik / Kızılırmak / 2007

Bu ayıptır. Bu aymazlıktır.

Yapan için de, yaptıran içinde...

Derdimi anlatabildim mi?

-!..

Divriği'nin var olan coğrafi konumu ona büyük bir zenginliği vaad ediyor. Görüntü bu.

Bunu elde edebilmenin tek yolu ise "çabadan" "gayretten" " özveriden" ve "akıllı seçimden" geçiyor.

Divriği'nden çıkarak Kemaliye istikametine doğru yol alıyoruz. Yol asfalt. Trafik levhaları zaman zaman da olsa karşımıza çıkıyor. Bu levhaların içerdiği anlam, yolun her türlü araca açık olacağı yönünde bir kanaat oluşturuyor.

Bu asfaltta giderken bir anda yol stabilizeye dönüştüğü gibi ortada ne levha kalıyor ne de yönlendirici bir işaret.

10-15 km sonra kanyonun girişine geliyorsunuz.

Siz siz olun, bu bölgedeki levhalara pek inanmayın.

Üzülürsünüz. Hem de çok.

Karanlık Kanyon

Karasu

Taşyol'un Batı Yönünden Girişi

Yakın tarihte levhaları ciddiye alan 304 model bir tur otobüsü Taş Yol'a girince virajın birinde sıkışıp kalmış. Saatlerce bekledikten sonra kurtuluşu Kemaliye'ye kadar yürüyerek yardım getirmekte aramışlar.

O sırada Kemaliye'de misafirlerin gelmekten vazgeçtiğini zanneden otel sahibi "Saat 19:00 gibi geleceklerdi. Saat 24:00'e kadar bekledim telefon da gelmedi. Ben de gidip yattım" diye yaşanan olayı bana anlattı.

Daha sonra 01:30 gibi perişan halde otele yürüyerek gelen yolcular durumu anlatınca Kemaliye'den birkaç minibüs göndererek yolcuları kurtarmışlar. Otobüsü ise o yolda çokça tecrübesi olan bir şoför marifeti ile saatlerce süren bir uğraş sonunda "geri geri giderek" kanyondan çıkarabilmişler.

Otobüsün perişan olduğunu söylememe gerek var mı?

Kanyonda özellikle kış aylarında heyelan ve buzlanma riski çok yüksek. 9-10 Km. civarındaki bu yol meraklıları tarafından görülmek isteniyorsa "yaz ayları tercih edilmeli" diye düşünüyorum.

Taş yol mutlaka araç trafiğine kapatılmalıdır.

Her yeri geldikçe seslendirmeye çalıştığım gerçek yukarıdaki gibi...

Yol olmasaydı burada çok sakin bir yabanhayatının varlığından bahsedebilirdik. Şimdi kaçak avcılar bu yoldan geçerken 100 m mesafeden yabankeçilerine atış yapabiliyorlar.

Bu yol ne kazandırdı?

Divriği ile Kemaliye arasında müthiş bir ticaret mi var?

Her iki sorununda cevabı "hayır"dır.

Gerçek odur ki perişan olan yabanıl yaşamdır.

Bu yolun her iki başına yapılacak kontrol noktaları sayesinde müthiş bir gözlem alanı oluşturulabilir. Yabanhayatı bağlamında eğitim amaçlı kullanılabilir. Tüm dünyadaki fotoğrafçıların ilgi alanı olabilir.

Kısacası yağ var, şeker var, un var. Usta yok. İşin özeti bu.

Divriği'nden ayrılıp Kemaliye'ye gelişimiz 2 saate yakın bir zamanımızı aldı. Bu sürede pek çok yerde durup fotoğraf çektik.

Kemaliye'ye varış saatimiz 15:30 gibi oldu. Buraya her gelişimizde Bozkurt Otel'de kalıyoruz.

Yatakları temiz, yemekleri lezzetli sahipleri de son derecede cana yakın insanlar.

Belli mi olur! Bir gün yolunuz Kemaliye'ye düşerse sizle için kolaylık olur diye düşündüm. Bunun için telefonlarını yazmak isterim.

Bozkurt Otel (Şevki - Sezai - Selami Bozkurt)

İş Tel : 0446 751 23 01 - 751 25 51

Fax: 0446 751 30 83

GSM: 0542 512 19 26 - 0536 743 96 62

www. otelbozkurt@mynet.com

Şevki Bozkurt - Erinç Orkun

Bu ziyaretim sırasında Kemaliye'yi geçmiş yıllara göre daha gelişmiş olarak gördüm. Bu gelişmişliğin altında iktidar partisine yakın durmak yatıyor. Çarşıda söylenen bu. Bunun yanı sıra Kemaliye'de her yıl düzenlenen iki şenlik, ilçeye büyük ölçüde yük getirmeye başlamış. Nedeni ise ilçe halkının misafirperverliği!

-!..

Anlamadınız değil mi? Ben de anlamamıştım. Ta ki açıklama gelene kadar.

Her şenliğin masrafı, ilçe belediyesi tarından karşılanıyor. Bunun bedeli ise ortalama olarak şenlik başına 150.000.00 YTL tutuyormuş.

Karşılığı!

Karşılığı "aferin"

-!..

2 şenlik, 300.000.00 YTL.

2 "aferin" ediyor. İlaç gibi!

Sorun, siyaset anlayışından kaynaklanıyor. Kemaliye'ye her yardım eden bürokrat bu şenliklere davet ediliyor.

Bürokrat davet edildiği yerde para öder mi?

-!..

Yalnız mı gelir?

-!..

Peki, gelen kazara "bakan" olursa!

O zaman, çevre illerdeki tüm bürokratlar da geliyor ve işin tadı da o zaman çıkıyormuş!

Misafirhanelerde ve otellerde yer kalmadığı için ortada kalan misafiri kapan evine götürüyor.

Bu davranış biçimi Doğu'da yaygın. Kemaliye'de ise üst düzeyde yaygın.

Bence bu aşamada sorgulanması gereken konu başka.

Örneğin, bu bürokrat Kemaliye'ye yardım ederken bunu cebinden mi yapıyor?

-!..

Zannedersem sorunun önemli bir kısmı anlaşıldı diye düşünüyorum.

Hatırlarsanız iki sene evvel Kemaliye'ye beni davet eden Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Muavini Kemaliye'ye gelmekten son dakika vazgeçip beni orta yerde bırakmıştı. Ben özel aracımla 2000 km yolu yalnız başıma gidip 1 milyara yakın benzin parası ödemiştim. Sözde "mahfuz kümeleri" yerinde görecektik.

Kemaliyelinin misafir etme alışkanlığı olmasa yatacak yerim yoktu. Yazları Salihli Köyü'nde oturan Sn. Mustafa Özbek beni evinde ağırlamıştı. Yeri geldi kendisine bir kere daha teşekkür etmek isterim.

Çarşı içinde geleneksel yöntemlerle yapılan Kemaliye'ye özgü kapı tokmakları satılıyor.

Mustafa- Tacettin ve Ali Demirci'nin imalatını sürdürdüğü bu otantik kapı tokmakları el ile yapılıyor. Dolayısıyla üretimi sınırlı.

Almak isteyenler olabilir diye telefonlarını vermek isterim.

İş yeri tel: 0 446 751 30 81

GSM: 0 542 544 17 16 - 0 536 484 54 21

www.demircioglukemaliye.com

Dilerim ki bu geleneksel el sanatı varlığını sürdürebilsin.

Ertesi sabah erkenden kalkıp yollara düşüyoruz.

Rotamız: Yeşilyamaç -Yayladamı - Aslanoba - Dolunay - Yeşilyurt - Ergü - Apçağa - Kemaliye

Sabah 07:30 da kahvaltı sonrası yola düştük.

Yol üstüne bırakılan yabandomuzu her zaman olduğu gibi beni hüzünlendirdi.

Bu hayvanı vuran ne kazandı? Birileri bunu anlatabilmeli.

Mevsim itibarı ile ekili meyve sebze kalmamış. Tarlada ürün yok. Asfaltta aklın sıra av yapıyorsun!

Bu hayvan ne yiyecek?

-!..

Vurdun da eline ne geçti?

- !..

Merakınızı gidermek isterim.

Yıllardır karşı çıktığım mahfuz kümelerin sayısında azalma olmadığı gibi, var olanlar da iyileştirilmiş!

İçinde bulunduğumuz aralık ayında kaçak avcılık doruğa çıkacak.

Halbuki bu ay içinde sürekli kontrol yapılsa seneye yabankeçisi sayısı artacak.

Kimin umurunda ki!

Ben bunları neden yazıyorum?

Ne gibi bir beklenti içindeyim?

Ben bunları seslendirdikçe, birileri anlamsız anlamsız bakıyor...

Ne diyebilirim ki!

Kemaliye ve köyleri anlatılamaz. Mutlaka görülmeli. Bu gezide çok sayıda fotoğraf çektim.

Pek çok yerde kınalı kekliklerin içinde kaldım.

Üzerimden 15 alaya yakın kınalı keklik geçti. Rüya gibi anlar yaşadım...

Peşlerine takıldığımda, çok daha fazlasını görme olasılığım oldu.

Şimdi üzerinde dikkatle durulması gereken bir gerçeği seslendirmeye çalışacağım.

Sivas - Erzincan ve Ağrı illerinde çok sayıda keklik ürediğini görüyor ve duyuyoruz.

Buralara yolu düşen avcı dostlarım bana anlatıyor.

- Bu bölgelerde av yapmak oyun oynamaktan kolay. Yöre avcısı, misafir avcıları konuk ederken bizden bir ricada bulunuyorlar "Abi lütfen 30 dan fazla vurma..."

Nasıl beğendiniz mi?

Kafa bu.

Cebinden 30 krş. harcarken 30 kere düşünür de...

-!..

Yaşanan gerçek bu, seslendirmeyelim mi?

-!..

Sadece keklik fotoğrafı çekmek için bir gün buraya yeniden gelmeyi arzu ediyorum.

Merak edenler için söylemek isterim. Kemaliye'de yasa dışı av nasıl yapılıyor?

Kış aylarında hemen hemen her arabanın içinde bir av tüfeği mutlaka bulunuyor. Köylerle ilçe arasında gelip giden araçların yol boyu karşılarına bir iki alay keklik çıkması, işten bile değil.

Sonuç

"Çat kapı -pat keklik" yöntem bu...

-!..

Yanlış anlaşılmasın. Bu davranış şekli yasalara uygun av yapan avcıların benimsediği bir tavır değil. Onlar bundan haz da duymazlar.

Düşüncem odur ki Kemaliye ve köyleri üzerine söylenecek çok söz var. Pek çoğu da iyi yönde...

Kemaliyeli ise tek kelime ile bir başka...

Gurbette çıkanlar okumuş, varlık sahibi olmuş ve Kemaliye'yi unutmamış. Burası çok önemli.

Köyde, kent kültüründen daha iyisi ve ilerisi var. Gelenek ve göreneklerine sahip çıkmışlar.

Bu gezim sırasında öğrendiğime göre Kemaliye ilçesi sit alanı ilan edilmiş. Bu koruma statüsü nereleri kapsıyor bunu bilemiyorum. Ama doğru bir karar. İlçe betonlaşmadan birileri "dur" demeliydi. İnşaallah sonu da iyi olur.

TOKİ inşaatları ilçenin "silüetini" değiştiriyor. Buna izin verilmemeli. Geleneksel mimari tarzına uygun yapılar tercih edilirse "daha doğru olur" diye düşünüyorum. Testi kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur.

Apçağa Köyü

Yeşilyurt

Sabah başladığımız yolculuğu saat 15:30 gibi ancak tamamlayabildik. Kısa gibi görülen güzergah için 8 saat zaman harcamıştık. Hepsi birbirinden güzeldi.

Kemaliye köylerinde çektiğim pek çok fotoğrafı ve yaşadığım güzel anıları bir başka yazıda sizlerle aktarmaya çalışacağım.

Şimdi bu gezilerin amacına dair bir kaç şey söylemek isterim.

Bu geziler sırasında bir yandan gördüğüm güzellikleri sizlerle paylaşırken diğer taraftan, sosyal bağlamda yaşanan sıkıntıları kişisel bakış açımla yorumlama gayreti içinde oluyorum. Bu arada "sözler havada kalmasın" veya "söz gider yazı kalır" şeklinde tariflenebilecek bir yaklaşımla konu ile bağlantılı fotoğrafları da o bölümün içinde yayınlıyorum. Bu suretle "İşte ispatı" demek istiyorum.

Yorumlarım ne derecede doğru? Bu konuda nihai yargı merciinin "zaman" olduğunu düşünüyorum.

Yabanhayatı üzerine yapmış olduğum tespitler 2108 yılında yaşayacak avcı kardeşlerim için referans noktası oluşturacak. Dilerim ki o tarihte yanılan hep ben olmuş olayım.

Bir yıl evvel "Çok kötü günler bizi bekliyor" diye yazmıştım. Keşke hala yanılma payım olabilse...

Bu seyahatin sonunda Ankara'da kısa bir süre kaldıktan sonra, Aralık ayının 11'inde;

Gaziantep - Kahramanmaraş - Şanlıurfa - Birecik - Halfeti - Hasankeyf - Mardin - Midyat - Nusaybin

ve bu merkezlere bağlı ören yerlerini kapsayan bir gezi daha yaptım.

Her zaman olduğu gibi pek çok fotoğraf çektim.

Çok önemli tespitlerim olduğunu düşünüyorum.

Şimdilik ortada olmayan tek şey, bunları yazabileceğim "zaman"...

"Şeytan dürttü" derler... Yine Aralık ayı içinde eşin dostun teşviki ile bir fotoğraf sergisi açtım.

12 gün içinde sergiyi açabilme şansım oldu. Yaşanmadan bilinemezmiş.

Onlarca kusurunun olduğunu bile bile "görücüye çıkmak" gibi bir duygu yaşanıyor.... Allah'tan "İlla baş-göz olacağım" diye dertlenmediğim için bu badireyi "olabildiğince kolay atlattım" diye düşünüyorum. Tabii ki yakın çevremin desteği ile. Sn. İsmail Haykır, Sn. Tuncay Özdemir ve sevgili kızım Pınar Özdemirci'nin çok büyük yardımları oldu. Hepsine bir kere daha teşekkür ederim.

Bu arada yazılarım aksadı.

Bana gelen mektupları cevaplama yönünde gecikmeler yaşadım. O dostlarımdan yeri geldiği için tekrar özür dilerim.

Çok yoruldum.

Beni tanıyanlar bu kelimeyi seslendirmekten ne derecede kaçındığımı iyi bilirler.

Bayram tatili boyunca elim kolum iş tutmadı.

Sonuç!

Çok şey öğrendim. Fotoğrafı kendilerine bir "uğraşı" olarak seçen insanları bir kere daha takdir ettim.

Soylu ve zorlu bir uğraşı...

En kısa sürede bu tanımın ne anlama geldiğini seslendireceğim...

Zamanında açıklamaktan kaçındığımız gerçeklerin,

her zaman bizi arkamızdan vurmak gibi kötü bir huyu vardır.

                                                                Harold Bowden

 

15 Aralık 2008 / Ankara

Mehmet Emin Bora

 

 

 

 

Bu yazı 10401 kez okundu...