İnisiyatif, linç Kültürü ve Avcılık


Afyon'un Bolvadin ilçesinde 4 Eylül 2008 Perşembe günü tartıştığı bir arkadaşı tarafından kalbinden bıçaklanan 14 yaşındaki Osman Tokuş, Bolvadin Dr. Halil İbrahim Özsoy Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Hastanede görevli Genel Cerrahi Uzmanı Op.Dr. Salim Atalay tarafından kontrol edilen Tokuş'un aşırı kan kaybı nedeniyle nabzı durdu. Kalp cerrahı olan en yakın başka bir hastaneye yetiştirilemeyeceğini düşünün Dr. Atalay, baba Ahmet Tokuş'un da onayını aldıktan sonra Osman Tokuş'u ameliyat etme kararı aldı. 

Öyküyü bilmeyen kalmadı ama...

Ben zaman zaman da olsa gelecek kuşaklar için belge bırakmaya çalışıyorum.

"Bu haberin avcılıkla ne gibi bir ilintisi olur?" diye sorabilirsiniz...

Ben de size bunu anlatacağım.

Ama 2108 yılında yaşayacak avcı kardeşlerimin olayı tam anlamı ile kavrayabilmeleri için gerçekleşen hadisenin tamamını Op.Dr. Salim Atalay'ın ağzından bir kere daha seslendirilmesi gerekiyor.

Toplumsal belleğimize dair kişisel kanaatim pek de iç açıcı değil de...

-!..

Okumuyoruz!

Neyi aklımızda tutacağız ki?

Öyküye dönelim...

Sn.Op.Dr. Salim Atalay anlatıyor.

“Herkes işin sonuna bakıyor. Bu iş nasıl oldu, nasıl yapıldı bundan bahseden yok. Olay günü saat 20.17’de çocuğa müdahele ederek iki damar yolu açıp aynı zamanda endotrakeal entubasyon yapıp tedavisine başlamışlar. 10 dakika external kalp masajı ve endotrekeal entubasyon yapılırken iki koldan İV sıvı verilmeye devam edildi. Bu arada bana haber verdiler ben 20.22 gibi hastaneye geldim. Anestezi teknisyeni de geldi yaklaşık 10 dakika resüsitasyona devam ettik. Göğsünden sürekli kan akıyordu göğsüne diren koydum ama kanaması hala devam ediyordu. Durumun aciliyeti nedeniyle çocuğun babasıyla konuştum. Kendisine çocuğun neredeyse yaşamını yitirdiğini belirterek ‘Çocuğa yüzde bir şans veriyorsan kan bulalım, ameliyata alalım şansımızı deneyelim’ dedim. Hatta bir an ameliyatı acilde yapalım diye düşünmüştüm ama orada yeterli alet edevat yoktu. Sonuçta saat 20.35 de bizim hastanede kan bankamız olmadığı için kan anonsu vererek hastayı ameliyathaneye çıkardık!” dedi.

8 Dakika içinde hastaneye geldim...

Sn. Atalay sözlerine “Ameliyathaneye girer girmez hemen göğsü açtım. Kan doluydu, 1.5 litre kadar kan boşaltıp temizledim. Kalp atımları çok yavaştı. Hemen perikardı açtım, kalbi elime aldım. Giriş ve çıkış olmak üzere sol ventikülde kesici aletle açılmış iki delik vardı. Yaranın ön tarafına 4 dikiş, arka tarafa iki dikiş attım. Kanayı durdurdum. Bunun üzerine tansiyonu normale yükselmeye başladı. Durum böyle olunca arkadaşlardan Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesini aramalarını söyledim. Konsültasyon için oradaki kalp cerrahi hoca ile konuştum. Yaptıklarımı anlattım. Bana ‘Sen zaten yapılacak şeyleri yapmışsın. Yapılacak olan şey zaten bunlar. Eline sağlık, yalnız bir diren koyacağız’ dedi. Onu da yaptık. Hastayı bizde yoğun bakım yeterli olmadığı için stabil hale getirdikten sonra da Afyon Tıp Fakültesine sevk ettim. Bugün olsa gene yaparım. Buna benzer bir vakada birkaç ay önce karaciğer travmasıyla bir çocuk geldi. Bu çocuğu da 6 ünite kan verdim, 5 saat ameliyat ettim. Onu da kurtardım. Benim işim bu. Hastamı hayatta tutmaya çabalarım. Bugün olsa gene yaparım." diyerek bitirdi.

Medyanın tamamı değilse de büyük bir kısmı Sn. Atalay'ı yerden yere vurdu.

Ana haber bülteninde sunum yapan ünlülerin yüzlerindeki alaycı ifadeleri hatırlayın...

Sn. Atalay'ı bir linç etmediğimiz kaldı.

Korku kültürünün bir parçasıdır bu...

"Sn. Atalay'ın suçu neydi?" sorusundan daha evvel "sorgulanması gereken çok daha başka şeyler var".

Örneğin; Sn. Atalay işin kolayına kaçıp pasif bir hal sergileseydi, şu anda bu genç çocuk ölmüş olacak ve ateş sadece o ocağa düşecekti...

Babasının aklından bir ömür boyu asla çıkmayacaktı...

Hiç kimse Op. Dr. Salim Atalay'ın adını anmak şöyle dursun, bilmeyecekti bile...

Öyle değil mi?

Risk almazsan kaybetmezsin...

Risk alabilmek için inisiyatif sahibi olmanın yanı sıra yürek de gerekir, bilgi de...

Bu özellikler Sn. Op. Dr. Salim Atalay'da fazlası ile var...

"Bugün olsa gene yaparım" diyecek kadar da mert. Çalışma arkadaşlarına da sahip çıkıyor.

Şimdi sizlere soruyorum...

Aynı durumda kalsanız oğlunuz veya kızınız için bu yetkiyi Sn. Atalay'a verir miydiniz?

Yoksa daha sonraları "keşke" diye yıllarca hayıflanacağınız bir tercihi mi yeğlerdiniz!

-!..

Gözlemlerim odur ki, Sn. Atalay bu toplumun şiddetle ihtiyacı olan "örnek insan" modelidir.

Ona kendimce teşekkür etmek istedim.

Aileye de içtenlikle "geçmiş olsun" demek isterim.

"Keşke"siz bir yaşam için aklın süzgecinden geçmiş bir "inisiyatif kullanma becerisi" avcılarda da olması gereken niteliklerin sadece biridir...

Avcılık, 21'inci yüzyılda -zannedilenin aksine- geçmişe göre çok daha zordur...

-!..

21. yüzyılda yaban hayvanları halen var oldukları haldedir...

Yani "ilk günkü" gibidirler...

Buna karşın son yüzyılın ürünü, günümüzün kentli avcısı ile paleolitik dönemin avcısı arasında dağlar kadar fark vardır.

Ulaşım araçlarının avcıya sağladığı kolaylıklar,

Yön bulmada kullanılan GPS ile erişilen son nokta, (Global Positioning System)

Digital mesafe ölçerler (Range meter),

Optik kolaylıklar,

Ateşli silahların erişmiş olduğu son durum,

Kişisel kullanıma dönük giysi ve aksesuarlar,

Ticari amaçla verilen rehberlik hizmetleri,

Avcıyı mutlak başarıya (!) götüren araçlar olarak sayılabilir.

Tabii ki bu tanım, sizin "başarıdan ne anlam çıkardığınız" ile bire bir ilgilidir...

Örneğin; sadece ve sadece 500 tane yaban domuzunu öldürmeniz (!) bir grup insan tarafından bir başarı ölçüsü olarak kabul edilebilir ise...

Avlanan bu hayvanların -sorgulanmasına rağmen- yasalarda tarif edilen usullere göre avlanıp avlanmadığı yetkili mercilerce araştırılmıyorsa...

Yasa dışı avlandığı gün gibi aşikar olmasına rağmen idari takibat yapılamıyorsa...

"Avlanma etiği" şeklinde ifade edilen kavramın içerisi boşaltılırsa...

Yani kısacası "Yok" sayılırsa...

Karşınızda en hafif tabir ile "avcı" değil "preditör" vardır.

Böylesi hallerde doğal olarak "görevinin ne olduğunu idrak etmekten uzak bir idare"den de bahsedebilirsiniz.

Bu ülkede avcılık yapan kesimin yaklaşık olarak %70'i ilköğrenimden mezundur.

Acı olan odur ki baştan aşağı yanlışlarla yoğrulmuş bu model (preditör), bu eğitim seviyesine sahip bu topluma "doğru model" olarak sunulmaktadır.

Bilinmelidir ki sorgulanması gereken tek gerçek; bireyin eylem bağlamında okuyup yazabilmesi değil, okuduğundan doğruyu anlayıp anlamadığı olmalıdır.

Dolayısıyla siz yanlış yapanı alkışlarsanız,

Modelin toplum tarafından nasıl algılanacağını hesap etmezseniz,

En hafif tabirle aynı yanlışın bir parçası olursunuz.

Yakın tarihte fotoğraf çekmek için küçük bir göl kenarına gittim.

Niyetim gün batımında bitki-su ilişkisini fotoğraflama çabasından ibaretti...

Bir kaç kare fotoğraf çektikten sonra ayaklarım ıslanana kadar göle yaklaştım.

Tam o anda...

Ayaklarımın içinden önce ana...

Daha sonra da iki yavrusu havalandı...

Net bir fotoğraf karesi için hazırlıksız yakalanmış olsam da...

Son karede bu hatamı nispeten de olsa telafi edebildim.

Bu sahneyi elimde fotoğraf makinesi ile ben değil de, elinde silah olan bir avcı yaşasaydı ne olurdu acaba?

Sıradan bir avcı için bile kolay sayılabilecek bu enstantane, aslında zor bir seçimin sonunda av olmaktan çıkmalı, tatlı bir seyire dönmeliydi...

Bunun oluşabilmesi için "olmazsa olmazlar" vardır.

Bu sahneyi avlama eylemini içerecek şekilde yorumlamaya çalışayım.

Birinci olasılık;

1- Avlanma sezonu bu kuş türü için açılmamış olabilir. Dolayısıyla atış yapmamalıdır.

İkinci olasılık;

2- Sezon açık bile olsa yavrular hala ananın gözetime mühtaç durumda olduğu için avlanma hakkı kullanılmamalıydı. Avcı "Kuluçkaya geç yatmış olabilir" diye düşünmeliydi.

Bilinçli bir avcı burada inisiyatifini kullanmalı kendisi silah doğrultmadığı gibi teşebbüs edenlerede mani olmalıydı.

Gelin görün ki ülkemizde bu davranışı sergileyebilecek avcı sayısı son derece sınırlıdır.

Bundan da ötesi çoğu zaman bu sahneler "yalnız başına" yaşanır. Denetim mekanizması avcının belleğine yerleşmemiş ise yapacak bir şey de kalmaz. Acı olan da budur.

Bu sonuç, yaşanan yanlış sürecin çirkin faturasıdır.

Avcılığı olmazsa olmazlarından biri olan "tek başına doğru karar verebilme yeteneği" zihinlere ancak sürekli eğitimle yerleşir ve pekişir. Buna "karar anı" da diyebilirsiniz. Bu süre o kadar kısadır ki... Bu bağlamda bu süre içinde doğru karar vermenin bir tek yolu vardır. Eğitim, sürekli eğitim...

Ama ne acıdır ki avcılar, medya vasıtası ile, "kötü örneği " emsal almaya yönlendirilmektedir.

Medya için öncelikli tercih, reklam pastasından kapılacak pay ile doğrudan doğruya ilintilidir.

Bu savımı destekleyecek bir örnek sunmak isterim.

Aşağıdaki fotoğraf size ilk bakışta neyi anımsatıyor?

-!..

Size "Bu fotoğrafa bakarak kısa bir öykü kurgula" denilse ne anlatırdınız?

-!..

Önde silueti görülen şahsın elindeki silah türü için neler söyleyebilirsiniz?

-!..

Peki aşağıdaki fotoğraf için ne düşünürsünüz?

-!..

Bu tür bir silahla ava çıkmayı aklınıza getirebilir misiniz?

Sizce bu silah, av silahı olabilir mi?

-!..

Türk avcıları, Macaristan'da olduğu gibi toplumda belirgin bir saygınlığa ulaşamamış ise oturup bir kere daha düşünmek gerekir.

Avcılığın her geçen gün itibar kaybetmesi, var olan sistemden ve yapılan yanlış propagandadan kaynaklanmaktadır.

Sadece silah pazarından bir pay kapmak için gelişi güzel üretilen silahların bunda payı vardır.

Bu silahları "evet bu av silahıdır" diye satmaya çalışan silah satıcılarının bunda payı vardır.

Bu silahın av silahı olarak satılmasına izin veren idarenin bunda payı vardır.

Onlar, bindikleri dalı kestiğinin farkında bile değillerdir.

Gezi tekneleri ile koylara girip, gelişi güzel ateş etmek sureti ile tüm avcıları töhmet altında bırakanlar, var olan sistemin "bir parçası" "bir yan ürünü" değilse siz bu yanlış gidişi nasıl açıklarsınız?

Müsadere edilen silahlar

Yabanhayatına verilecek zararların faturası zannedilenden çok daha büyüktür. "Bu kuşağın gelecek kuşaklara verecek bir hesabı olmalı" diye düşünüyorum.

Rahmetli Celal Acar'dan boşalan Av Yönetimi Şb. Müdürlüğü'ne Sn. Zafer Mardinli'nin atandığını duydum.

Kendisini geçmiş senelerde yapmış olduğu çalışmalardan ötürü tanırım. Çok daha önemli görevlerin üstesinden gelebilecek düzeyde donanımlı bir arkadaşımız. İnisiyatifini kullanma özgürlüğünü yakalayabilirse (!) yabanhayatı bu durumdan karlı çıkar...

Bir grup insanla önemli ölçüde mücadele etmek zorunda kalacağını düşünüyorum.

Dilerim ki başarılı olur.

Av Yönetimi Şb. Müdürü Sn. Zafer Mardinli

Kişisel kanaatim odur ki "doğruyu kim yaparsa yapsın" "kim seslendirirse seslendirsin" her yeri geldiğinde onu yürekten kutlamak, bir telefon açıp onu daha da yüreklendirmek bir anlamda üzerimize düşen bir vatandaşlık görevidir diye düşünüyorum.

Budur benim hayatta beğendiğim meslek

 

Sözün odun gibi olsun, doğru olsun tek.

                                                            Mehmet Akif

 

 

Mehmet Emin Bora

01 Ekim 2008 / Ankara - Çamlıdere

Elektronik posta adresim:

mehmeteminbora@superonline.com

Bu yazı 6240 kez okundu...