Son İmparator!
Bir insanın okulu bitiriken aldığı toplam bilgi, o okulda verilen tüm bilgilerin yaklaşık % 80'i ise
Bu bilginin eğer öğrenme sürdürülmezse, mezuniyetten bir yıl sonra % 40'a
2,5 sene sonra de %10'a kadar düştüğü birçok araştırmadan bilinmektedir.
(Prof.Dr. Ali Demirsoy)
Bu sitede Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy ile ilgili 2 tane yazı var.
Bu üçüncüsü...
"Doğaperest" adlı eseri ile yaşam öyküsünü anlatan hocanın "hayata karşı duruşundan" ötürü kendisine derin bir saygı duyarım.
Geriye dönüp (!) yaşama daha "alıcı bir gözle" baktığımda aslında eksikliğini hissettiğim bir tek şey olmuştur.
Kanaat önderi!
!..
Benden yaşça ve başça daha büyük,
Yaşamı derinlemesine yaşamış ve sorgulamış,
Feleğin çemberinden geçmiş, zaman zaman yenik düşse bile, sonunda dimdik ayakta kalabilmiş,
Açık denizlerde yol alabilmenin sadece "tonaj" ile ilgili olmadığını; yürek ve bilginin en az cesamet kadar önemli olduğunu ispat etmiş,
Hayata dair yol haritasını zifir karanlıkta bile okuyabilen,
Darda kaldığınızda sizin için her an sağlıklı bir değil, birden fazla rota önerebilen,
Yönlendiren değil de seçenekler sunabilen,
Engin tecrübelerini lisanı münasiple size aktarabilen bir kişinin varlığından bahsediyorum.
Zaman zaman bu eksikliğimi sevgili dayım Doç. Dr. Ratip Kazancıgil mükemmel bir şekilde doldurmuştur.
Keşke, daha sık temas edecek kadar yakın yaşayabilseydik.
Bu bağlamda Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy'a bu ülke için çok önemli bir "kanaat önderi" gözü ile bakarım.
Bu toplumun "kanaat önderi" olabileceğini düşünürüm.
Ben düşüne durayım da...
Toplum bu yönde bir ihtiyaç duyar mı?
Hiç zannetmiyorum.
Acı olan da budur.
Sn. Demirsoy, benim de oturmuş olduğum sitedeki dostlarının daveti üzerine 07 Haziran 2008 günü Çamlıdere'ye geldi.
Onu bahçede görünce o kadar mutlu oldum ki...
Tarif edemem...
Dr.Ahmet Karagöz - Prof Dr. Ali Demirsoy
Derhal yanına giderek kendisine "hoşgeldiniz" dedim.
Prof Dr. Ali Demirsoy - Mehmet Emin Bora
Bir süre bahçede dolaştık. Daha sonra da çalışma odamda kısa bir süre oturduk.
Prof Dr. Ali Demirsoy
"Fırsat bu fırsattır" diyerek özellikle aklıma takılan bir sorunun cevabını Sn. Demirsoy'dan duymak istedim.
Bu sene ilk defa ava açılan ayı ve avlanacak ayı sayısı hakkındaki gerçeğin ne olduğu idi.
Çünkü bu sayının tespiti hususunda kendisinden görüş alındığını duymuştum.
Hoca kısa ve net konuştu. "Evet sayıyı 10 olarak belirttik. Bu sınırda kalmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Sormasalardı (!) bu miktar çok daha büyük bir sayıya varabilirdi."
-!..
Hoca daha başka ne desin ki!
Yabanhayatından doğrudan doğruya gelir elde eden bir grup insan var.
1992 yılından bu yana bunları takip ederim.
Bu grupların idareye yaptığı baskıyı, sadece yaşayanlar bilir.
Yeri gelir;
"Ben de sizin evladınız sayılırım...",
"Yabancı avcılara sözümüz var..." ,
"Ülkemizin adı kötüye çıkacak..."
Şeklinde beyanlarla kimi zaman sızlanırlar, kimi zaman da idareye baskı yapmaya çalışırlar.
Yeri gelir;
Kendi fotoğrafını görüp, işine gelmediğinde "Aaaa bu ben değilim...", diyebilecek kadar da geniştirler!
"İdare"de kendince (!) "ara yol" bularak, durumu "idare" etmeye çalışır.
Sonuç!
Sonuç ortada.
Hocanın doğa ve çevre hakkındaki yaklaşımları son derece çarpıcı ve düşündürücü.
Teknolojinin sadece getirdiğini değil, götürdüğünü de sorgulama bağlamında;
"30 dakika uçuyoruz. Uçuş sonrası ortaya koca bir atık paketi çıkıyor. Bu işin sonu nereye varacak?" diyor
Hoca her ciddi mesajın arkasından havayı yumuşatma adına bir küçük öykü anlatıyor.
"Üniversitede yapılan bir toplantıda Alzaymır (Alzheimer) hastalığının anlatıldığı sırada konuşmacıya 'dur' dedim.
Bu belirtilerin 3-4 tanesi bende var..."
Hocayı konuşmacı olarak Urfa Haran Üniversitesi'ne davet etmişler.
Hoca anlatıyor:
"Kürsüye çıktım. Salonda derin bir sessizlik hakim. Herkes gözümün içine bakıyor. Hoca acaba ne anlatacak? Sorunları nasıl ortaya koyup en kısa yoldan hangi çözüm yollarını önerecek. Merakla bekledikleri bu...
Burası peygamberler şehri. 25 tane asıl 124.000 peygamber geçti. Zannediyorsanız ki onların yapamadığını ben yapacağım. Yanılıyorsunuz" dedim.
Bir anda salon kahkahalarla doldu. İnsanlar gevşedi diyor.
Zaman kısa, hoca dinlenmeye gelmiş. Ona Çamlıdere'deki Fosil Ormanı'ndan bahsediyorum. Araştırma yapılırsa buradan referans alınabilecek önemli arkeolojik bulgular elde edilebileceğini, tarih öncesi yaşamış canlıların örneğin; mamut, kalıntılarının çıkabileceğini seslendiriyorum.
Hoca umursamıyor bile...
Bana dönerek; "Yazıhan'ı bilirsin değil mi! Malatyalısın bilmen lazım. Orada 90 tane taş ocağı var. Orada hemen hemen ay taşlaşmış bir fil dişi çıkıyor. İlgilenen bile yok! Atıyorlar bir kenara bekliyor bekliyor, sonunda yok olup gidiyor... Bir tane de bana göndermişler. Bu memlekette bilim adına bir şeyler yapmak çok zordur" diyor.
Geri kalmışlığımız üzerine konuşuyoruz.
Hoca, "durgun suda herkes yol alabilir, önemli olan dalgalı suda yol alabilmektir" diyor.
Yeri geliyor hoca bu sefer tarih dersi veriyor. Başlıyor anlatmaya;
Yıl 1946, Amerika'da "Hess" diye bir adam var.
Adam kendi hükümetine bir rapor hazırlıyor.
"Yeni kurulan devletlerin bizimle rekabet etmemeleri için demiryollarını kurdutmamanın bir yolunu bulmalıyız. Örneğin demiryolu 'komünizm işidir' dersek Türkler bu konuya çok duyarlıdır. Demiryolunu derhal dışlarlar" diyor. Öyle de oluyor.
Böylece karayollarına göre 18, deniz yollarına göre 9 defa daha ucuz olan bu seçenek gerçekten de dışlanıyor.
Hoca bu öyküyü anlattıktan sonra Batı ile rekabet edemememizin altında yatan bu acı gerçeğin altını çiziyor.
"Batı dünyası Orta Doğu'da ARGE yapabilecek iki devletten çekinir" diyor. Bunlardan biri İran diğeri de Türkiye'dir. Yaşanan sıkıntıların altındaki gerçek sebeplere dikkat çekiyor.
Bunları neden anlatıyorum?
Bu konular sizin ilginizi çekiyorsa, çok daha geniş kapsamlısını "Son İmparatora Öğütler" kitabında bulabilirsiniz.
Kitaptan Osmanlı'ların Sultan Aziz döneminin ilk zamanlarına kadar yeryüzünde Japon namında bir devletin varlığından haberdar olmadığını öğreniyorsunuz. Daha neler neler...
Hoca ile sohbet benim için doyulmaz bir keyif olsa da hocayı sofrada bekleyenler var.
Site sakinlerinin dinlenmesi için yapılan çardağın altına gidiyoruz.
Aluç Dağı Yayla Mevkii
Bugün gelen misafirler arasında iki sanatçı dostumuz daha vardı. Hacettepe Üniversitesi Öğretim görevlisi Müzik Bölümü'nden Sn. Ferhad Erdem ve Sn. Nazım Onay. Her iki sanatçı aynı zamanda Ankara Radyosu'nda da görev yapıyor...
Yeri geliyor... Sözü, saza bırakıyoruz.
İnanılmaz derecede keyifli bir dinletiye şahit oluyoruz...
Musa Eroğlu'nun sevilen türküsü Mihriban'ı dinlerken "Lambada titreyen ışık üşüyor" sözleri bir anda içimizi üşütüyor...
Aslında içiniz üşüyebiliyorsa bu bir anlamda sizin sıcaklığınızdır.
Bu sizin empati becerinizin ölçüsüdür.
Empati yapamayan bence eksiktir...
Bugün sanatçı dostlarımız bize müstesna bir gün yaşattılar...
Bu değerli sanatçılara "acaba yeterince teşekkür edebildik mi" diye düşünürüm.
Ben bir kere daha bu vesile ile teşekkür etmiş olayım.
Soldan sağa: Sn. Ferhad Erdem - Sn. Nazım Onay
Sn. Prof Dr. Ali Demirsoy Sn. Ferhad Erdem
Sn. Prof Dr. Mustafa Şare
Gazi Üniversitesi Genel Cerrahi Bölüm Başkanı
O gün "baki kalan kubbede hoş bir güveç oldu" dersem yeterince anlamlı olur diye düşündüm.
Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy "Haddeden geçiyoruz" diyor.
Kitabında mutlaka bilmemiz gereken pek çok şeyi seslendiriyor...
Hoca bu ülke için bir şans, bir ışıktır.
Kitabın son satırları çok anlamlı.
"Dünyanın nimetlerinden çoğunlukla karşılıksız yararlanan, geçmiş birikimi talan eden, gelecek kuşaklara emanet edilmesi gerekenlere el atmış, çevreyi yaşanmaz hale getiren, çıkarcı açgözlü, egoist, iyiliklerle ve kötülüklerle bu dünyaya yön vermiş bir düşüncenin, yani eski imparatorluğun, son temsilcileri bu kitapta yazılanlara kulak verin!"
Bilim adına söylemleri ve yaşam boyu sergilediği dik duruşu ile hoca benim gönlümde her zaman imparatordur...
"Bilgisi ve yeteneği kısıtlı olanların,
temel hak ve özgürlüklerin üstündeki hakları
ve
özgürlükleri de sınırlı olmalıdır."
Prof.Dr. Ali Demirsoy