Bir Büyük Aymazlık! - Dört Büyük Zenginlik...
Birinci Bölüm


 

     

Soldan Sağa; Şükran Civelek - Şerife Aslan - Rabia Gazioğlu - Zehra Bilecen

Geleceğimizin en büyük teminatı...
Çocuklarımız.

 

       

                                                                Fosil Ormanı                                                         Doğal Güzellikler

          

Jeotermal Potansiyel Alan
Aluç Dağı / Yayla Mevkii

Zamanımın büyük bir kısmını Çamlıdere'de geçiriyorum. Bu civarda hemen hemen ayak basmadığım yer kalmadı gibi. Bu geziler sırasında sürekli fotoğraf çekiyorum. Bir süre sonra görsel anlamda Çamlıdere dosyası oluşuyor denilebilir. Öncelikli amacım yaşanan sıkıntıları (!) aşma adına "coğrafi zenginlikleri tespit etmenin yanı sıra sosyal profili anlama gayreti" diye tarif edilebilir.

Yöre insanının "hayata bakış açısı""beklentilerini" algılayabilirsem "var olan problemleri çözme adına önemli bir adım atılmış olabilir" diye düşünüyorum.

Bu arayışın benim için zorunlu hiçbir yanı yok!

Eskiler buna "durumdan vazife çıkarmak" derler. Yapmaya çalıştığım bu...

2 senedir burada yaşıyorum. Birileri bana Çamlıdere hakkında genel bir soru sorsa;

"1- Çamlıdere, Ankara'ya bağlı ilçeler içinde görsel açıdan çok büyük bir zenginliğe sahip.

2- Çamlıdere, -uzmanların ifadesine göre- tüm dünyada sayıları sadece 4 olan "fosil ormanı"ndan birine sahip.

3- Çamlıdere, jeolojik ve coğrafi konumu itibarı ile -uzmanların ifadesine göre- büyük bir sıcak su havzasının üzerinde bulunuyor.

4- Çamlıdere, insan kaynağı açısından gelişmeye çok müsait." derim.

Bir tek sorun var!

Farkındalık!

Bu zenginliklerin farkında olmak!

Basit gibi görünen bu kelime aslında, kapsamlı bir dizi felsefi bakış açısının özeti denebilir.

"Farkında olabilmenin" olmazsa olmazları vardır...

Bir şeyi bir "bütün" olarak görebilmek için, ön yargılardan arınmış "duru bir bakış açısı"na sahip olmalısınız...

Davranışlarınız ve düşüncelerinizi yöneten, yönlendiren ve biçimlendiren "ben merkezli bir etkinlik" varsa, bütünü algılamak zorlaşır.

Bilinmelidir ki sorunlara zemin hazırlayan bir zihin gerçek olanı bulmakta zorlanabilir.

Pek çoğumuz, ya kendi kendi uydurduğumuz ya da toplumun süreç içinde bize devrettiği formüllere, kavramlara göre yaşarız, bunları çeşitli kelimelerle ifade edebiliriz, örneğin "idealler" deriz. Bu formülleri görüşleri kavramları ve kalıpları incelerseniz bunların "sözcüklerden" oluştuğunu görürsünüz. Bu sözcükler yaşama dair tüm etkinliklerimizi denetim altına alır. Düşüncelerimizi biçimlendirir...

Kısacası, sözcükler varlığımızı koşullandırır.

Dolayısıyla sözcüklere kapılan biri özgür değildir.

Bunun "farkında" olabilmek başlangıç için birinci adımıdır.

Yüksek volümlü bir empati yeteneği bu işin olmazsa olmazıdır.

Sizlere, Jiddu Krishnamurti'nin "farkındalık" üzerine felsefi yaklaşımın temel ögelerini aktarmaya çalıştım.

Büyük düşünürün konferans notlarını okumadan, anlamadan "insan ilişkilerini çözmeye çalışmak" -en azından kendi adıma gönül rahatlığı ile seslendirebilirim ki "oldukça zordur".

İnsanı anlamadan hiçbir problemin çözülemeyeceğini düşünüyorum.

Farkındalık kavramına "Çamlıdere" gerçeğini anlamaya çalışırken "ihtiyacımız olacak" diye düşünüyorum.

Yeri geldikçe örneklerle anlatmaya çalışacağım.

Uzun zamandır adını duyduğum ama görmediğim yeni hedefim Dört Konaklar!

Aslında Dört Konaklar, 4 ayrı mahalleden oluşan tek bir köy...

İlçe merkezinden 30 dakikalık bir yolculuk sonunda Dört Konaklar'a varabilirsiniz.

Dört Konaklar /Merkez Mahallesi

Uzak plandaki yerleşim yeri / Dedem Çayırı (Zırınlar Mahallesi)

Ortadaki yerleşim yeri / Göl Mahallesi (Orta Mahalle)

Yakın plandaki yerleşim yeri / Kurt Yaka Mahallesi

Ali Erdoğan

Ayakta kalabilen tek su değirmenine giderken isminin Ali olduğunu öğrendiğim bu yaşlı adam bir zamanlar yörede 15 tane su değirmeni olduğunu söylüyor. Fotoğraf çekmeme de bir anlam veremeyen Ali Dayı biraz düşündükten sonra "Hııımmm paranı yiyiyon desene" demek sureti ile kanaatini seslendiriyor. Ne diyebilirim ki!

Su değirmeni

Bu değirmene fotoğraf çekmek için 4 kere gittim.

Ağustos ayında yeniden çalışmaya başlayacak değirmen, başkent Ankara'ya 100 km mesafede.

Bu durum, sizce hangi gerçeğin somut ifadesidir?

Dört Konak Köyü İlkokulu

Okul, köyleri boşaltan insanların yüzünden terk edilmiş bir durumda.

Bu göçün ana sebebi ekonomik koşullar. Okulun bir zamanlar 240 öğrencisi olduğu söyleniyor.

Artan nüfusu besleyemeyen köy boşalınca okul da ister istemez bu zorunlu sonu yaşıyor. Çamlıdere ile ilgili olmak üzere yazmış olduğum diğer yazılarımda belirttiğim gibi köylerde oturan hane sayısı 2-3 ile sınırlı. Halen ikamet edenler de orta yaş ve ileri yaş gurubundan ibaret.

Çocuk yok, kız çocukları da ilk öğretimden sonra (8.sınıf) okutulmuyor, veya okutulamıyor.

Okulu gezerken var olan bu manzara karşısında derin bir hüzne kapılıyorum.

Sağduyu sahibi hiç kimse bu durumu içine sindiremez.

Daha doğru bir tanımla "sindirmemeli" diye düşünmekteyim.

Kamil Durcan da bu okulda okumuş...

İçeri girince ister istemez hüzünlendi. Kim üzülmez ki?

Hepimiz benzer duvarlar arasında her çocuk gibi kimi zaman sevinci, kimi zaman da kederi yaşadık.

Pek çoğumuz "dün öğlen vakti ne yedin? sorusunu bir çırpıda cevaplayamaz ama, 50 yıl öncesi ilkokuldaki hocamızın adını hiç unutmayız. Öylesine derin izler bırakır ilkokul...

Olması gereken tek gerçek

Okulun zaman zaman ziyaretçileri olsa gerek ki, onlar da duygularını duvarlara kazımışlar...

En güzel anılarım burada...Vay be okulum!

Dışarıda bir zamanlar önünde tören düzenlenen küçük bir alan var. Boş bir bayrak direği ve kırılmış bir büstten arta kalanlar!

Etrafa biraz daha dikkatle bakınca aşağıdaki acı manzara ile karşılaşıyorum.

Atatürk'ün maskı bir çukura atılmış...

İşte bu aymazlıktır.

Oldu mu şimdi?

İster istemez düşünüyorsunuz. Okul, zorunlu hallerden dolayı kapatılabilir. Buna diyecek hiçbir sözümüz yoktur.

Peki bu okulun kapanma anında, gerekli işlemleri yürüten bir sorumlusu yok mudur?

Okul kapatılırken bu büstü bir başka okula taşıma gibi, son derece basit bir aklı yürütemesin?

Bu okulda yerlerde sürünen ders malzemelerinin modası mı vardı?

-!..

Bu israfın sorumlularına verilecek bir tek ceza var!

Büyük önderin kaleme aldığı "Nutuk"u okutacaksınız...

Nutuk, geleceğe ışık tutan bir meşaledir . Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın tüm aşamalarının birinci elden tutulmuş güncesi niteliğindedir ve bir toplum bilim klasiğidir. Atatürk’ün özyaşam öyküsü olmasının yanında, dönemine ait belgelere dayanan siyasal bir tarihtir.

Özde söylev, gelecek kuşaklar için bir yol göstericidir. Işıktır.

Aslında her Türk insanı bu muhteşem eseri okumalı zaman zaman da tekrar gözden geçirmelidir.

Bu ülkenin Kurtuluş Savaşı'nda çektiği yoklukları, zorlukları ancak bu büyük eseri okumak sureti ile anlayabilirsiniz.

Yoksa?

Yoksa duvardaki haritadaki tehlike her geçen gün daha da büyür!

Bu sözüm, tabii ki anlayanlara...

Parçalardan yola çıkarak bütünü anlayabilmenin "farkında" olanlara!

İçiniz sızlamıyor mu?

Şimdi bu yazıdan sonra okulun kapısına bir kilit asıp "Girmek Yasaktır " yazarsanız, olsa olsa var olan sorunu çözmek yerine sorunu ötelemiş olursunuz. Halbuki bu okul ileri yaş gurubu insanlar için bir öğrenme merkezine çok kısa bir süre içinde dönüştürülebilir. 5 tane bilgisayar koysanız ne kaybedersiniz?

Bir örnek vermek isterim. Bilinmeyen numaralara cevap veren servis dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Amerika'da da var. Yardım almak isteyenler 118 gibi bilinen bir numarayı çevirdiğinde aslında o an için Hindistan'daki bir Hintliyi arıyorlar! Hintli de bulunduğu yerden sizi yönlendiriyor. USA'da benzeri pek çok hizmet Hindistan'da yaşayan Hintliler vasıtası ile sürdürülüyor.

Çünkü bu istihdam şekli Amerikalılara daha ucuza geliyor.

Şaşırdınız değil mi?

İletişim dünyasının en önde gelen yazılımcıları Hintlilerden oluşuyor.

Anlatmak istediğim odur ki köyde oturan bir genç, internet vasıtası ile emeğini tüm dünyaya pazarlayabilir.

Bunun yolları açılabilir.

Olmadı! Yörede meşe kömürü yapan insanlarımız var. Çok zor şartlar altında yaşıyorlar. Geçici bir süre için bile olsa bu binalar onların ikameti için tahsis edilebilir.

Sizler başka projeler de üretebilirsiniz...

Böyle kalmasın "bir işe yarasın" demek istiyorum.

Bazen bir fotoğraf karesi bir kitaptan daha çok şey anlatabilir...

Dört Konaklar'ın yaylası olan Şay'a gitmeye karar veriyorum. Bu yaylaya gitmek için 4 ayrı yol var. Hepsini de denemek sureti ile farklı güzelliklere şahit oluyorum.

Şay'a giden yollardan biri de "Tatlak Yaylası"ndan geçiyor. Yol ancak arazi taşıtlarının gidebileceği nitelikte.

Tatlak Yaylası

Tatlak'ta toplam 3 hane ikamet ediyor. Yayladan sonra 15 dakika içinde Şay Yaylası'na varıyorsunuz.

Şay Yaylası

Şay Yaylası denizden 1650 mt yüksekliğinde. Kuruluş yılı hakkında sağlıklı bir bilgi edinemedim. Anlatılanlardan edindiğim bilgilere göre 200 yıldan fazla bir zamandır burada oturuluyor. 500 yıl diyen de var...

Bu tarihi neye dayanak seslendiriyorsunuz? dediğimde "Babamın babasının babası..." gibi somut olmayan söylemlerle muhatap oluyorsunuz.

Bu yaylada oturan herkese tek tek soruyorum "Şay ne denemek, Şay kelimesinin anlamı nedir?"

Hiç kimse bilmiyor! Pek merak eden de olmamış. Çamlıdere ile ilgili internet sitelerinde "Şay" kelimesinin "Dört Konak" anlamına geldiğini yazıyor.

O zaman soru şu olmalı. Şay kelimesi hangi lisana ait bir kelime ki; Türkçe karşılığı Dört Konak olsun!

Küçük bir araştırma karşılığında Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lugati't Türk adlı eserinde ise "Say" kelimesinin "kara taşlık" anlamında kullanıldığını tespit edebiliyorum. Bu görüşe Türk Dil Kurumu da katılıyor. Bu açıklama bana daha anlamlı geldi. Yayla gerçekten de bu kanıyı oluşturacak kadar büyük bir taşlık alanda kurulmuş.

"Say" kelimesi ağızdan ağıza geçerek "Şay" da olmuş olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca zeybek kelimesinin de sert dayanıklı güçlü anlamı ile özdeşleştiği yolunda bazı açıklamalar da mevcut. Belki de "Saybek" kelimesi süreç içinde "zeybek" haline de gelmiş olabilir. Zaman içinde bu bilgilerim daha da netleşecek gibi...

Yaylada taş evlerin yanı sıra sadece ahşaptan yapılmış evler de mevcut.

Burası fotoğraf tutkunları için kelimenin tam anlamı ile bir cennet.

Evlerin altı taştan yapılmış ve hemen hemen hepsinde alt katlar ahır olarak kullanılıyor.

Bir kısmı ise tamamen ahşaptan...

Evlerin arasında dolaşırken Fatma Şen nene ile tanışıyorum. Yakın zamanda bu kadar anlamlı bir yüz görmedim.

Fatma Şen

Vay yavrımmm vayyy...

Ölüye varıp ağlamadım, Düğüne varıp oynamadım.

Babam beni okutmadı yavrımmm...

Fatma neneyi çorap örerken buldum.

Nenenin ilk müşterisi de -büyük bir olasılıkla- ben oluyorum. Nene, yaylada yapılması gereken en önemli şeyi yapıyor. Kendi gücüne uygun bir üretim şekli diye düşünüyorum. Köyün erkekleri ise bir duvarın dibine oturmuş zaman öldürüyorlar.

Hemen hemen hepsinin aklı, aylık 200 YTL mertebesinde bir gelire sahip olabilmek. Tek geçerli ölçüt bu!

İdare tarafından çeşitli gerekçelerle yapılan maddi yardımlar insanların çalışmaya dönük tüm motivasyonlarını sıfırlamış gibi.

Gelecek yazımda bu konuda çok daha çarpıcı örnekler verebilirim.

Soldan Sağa: Durali Kaplan - Ali Gazioğlu

Tabii ki istisnalar yok değil. Örneğin Ali Gazioğlu'nun hayatı sürekli çalışmakla geçmiş. Ali Gazioğlu; 10 sene kadar öncesi arıcılık ve halıcılık kurslarının açıldığını bu kursları yöneten ve yönlendiren İlçe Tarım Müdürü'nün kursiyerlerin anlatılanları dinlemek yerine "fosur fosur cigara (!) içmesi" üzerine gereken heyecanın duyulmadığına kanaat getirerek "Burada bir şey olmaz " dediğini hatırlıyor...

Konuştuğum köylüler; "Ali çalıştı ganaat sahibiydi, bizlere çalışmak zor geldi, orman idaresinde çalışmaktan vazgeçtik. Ali'nin şimdi 800 gayme mayışı var. 9 erkek çocuğa bedel valla" demek sureti ile yaşanan gerçeği seslendiriyorlar.

İşte sadece bu yüzden bile olsa Fatma Nene'nin yaptığı iş bence yeterince anlamlı diye düşünüyorum.

(Fatma Nenenin ördüğü veya öreceği tüm çoraplar satılmıştır. Bilgilerinize sunarım heveslenmeyin. )

Fatma Şen- İsmail Haykır

Değerli dostum Sn. Haykır ile Fatma Nene arasında geçen diyaloğun içeriği, Nenenin kullandığı ilaçlar üzerine...

İsmail Bey, Fatma Nenenin kullandığı ilaçların boş kutularını istiyor ki, bir daha ki gelişinde onlardan bolca getirebilsin diye...

Fatma Nene ise; "Oğlum devletimiz bize veriyor.... Ne gerek var yavrummm... Sonra Allah bizi daş eder yavrummm daş eder" diyor.

Ne düşünüyorsunuz? Bence bu kadar kavi bir inanca sahip olan Fatma Nene her türlü övgüyü fazlası ile hak ediyor.

Devletin imkanlarını har vurup harman savuranlar, acaba bir şeylerin farkında mı?

-!..

Bu arada odundan dönen Hasan Şen ile tanışıyoruz. Bu görüntüyü fotoğraf bağlamında sizlerle paylaşmak istedim.

Hasan Şen

Zaman zaman fotoğrafçılıkla avcılık arasında mukayese yapmaya çalışıyorum. Şu an ki kanaatime göre "fotoğrafçılık, avcılıktan çok daha zor" diyebilirim. Bu iddiamı somut verilerle kolaylıkla seslendirecek kadar deneyim yaşadım.

İkisi beraber yürür mü? Sanmam, tabii ki "istisnalar hariç" diye bir not düşmekte de fayda var.

 

Ağaç sevgisi küçük yaşta aşılanırsa doğru sonuç verir diye düşünüyorum.

Büyüklerin ne yaptığını görmek isteyenler Çamlıdere'nin çarşısını gezerken kaldırımlara dikkatle bakarlarsa ne demek istediğimi kolaylıkla anlayabilirler.

İzlenimim odur ki orta yaşın üzerindeki insanımızın eğitilmesi hemen hemen imkansız gibi... Her şeye rağmen yine de "denenmeli" diye düşünüyorum.

Onlara bir şeyler anlatmak iki açıdan çok zor.

Birinci zorluk, ortak iletişim yolunu bulamamaktan kaynaklanıyor.

Sınırlı sayıda Türkçe kelime ile konuşan halkımız, zaman zaman söylenenleri anlayamıyor.

İkinci büyük zorluk ise bu yaş grubunun kemikleşmiş önyargıları.

Dikkat ve bilgi eksiklikleri gibi sayılabilecek diğer faktörler işin bir başka yönü. Kısacası yetişkin eğitimi çok zordur.

6500 den fazla ileri yaş grubuna avcılık dersleri verdim. Gençler çabuk anladı, benim yaş grubum ise oldukça zorlandı.

Ortak lisanı bulana kadar zaman zaman zorlandığım saatler olmuştur.

En çok sıkıntıyı da "derslerden kaçanlar" yaratmıştı.

Kaçakların ortak değerleri "mış" gibi yaşamaktan kaynaklanıyor.

"Biliyorlarmış gibi yaşamak!" (Bkz. apacik.net/Destuuur...)

-!..

"Mış Gibi Yaşamak" adlı eseri için Sn.Doğan Cüceloğlu'na bir kere daha teşekkür etmek isterim. Bu eseri mutlaka okuyun derim...

Özde bir çaba sarf edilecekse bunun odak noktası çocuklar olmalı.

Yeri geldi; Bu ülke dönecek dolaşacak kurtuluş yolu olarak "Köy Enstitüleri" modeline geri dönüş yapacaktır.

Ama 10 sene sonra, ama 30 sene sonra...

Aklın yolu birdir.

Durali Kaplan - Arife Kaplan

Yarışın başlaması için start bekleniyor

       

Şimdi yarış zamanı

Şay Yaylası'na 4 kere gittim. Her fırsatta çocuklarla iletişim kurma çabasında oldum. Onlara yarış yaptırmak sureti ile rekabeti vurgulamaya çalıştım. Bir nebze de olsa onların yüzlerinin gülmesini istedim. Farklı bir gün yaşasınlar istedim.

         

Küçük ödüller bu yarışa heyecan kattı.

Semra Gazioğlu

Köy sakinleri bana evlerini açtılar. Çocuklarla konuşma fırsatını bu suretle yakalamış oldum. Özellikle kız çocukları okutulmadıklarını söylediler.

Konuştuğumuz kız çocuklarının hemen hemen pek çoğu ana ve babalarının okumadıkları hatta okuma yazma bilmediklerini söylediler.

Cehalet ve taassup (!) var olan döngüden yana!

Ülke öylesine karanlık bir noktaya doğru gidiyor ki...

Kaygılanmamak elde değil.

Bugün Çamlıdere'de bir intihar olayı yaşandı. (03.06.2008) Ekonomik dar boğazın hissedilen şiddetli baskısı, Rıfat Gök'ün kaldıramayacağı bir ağırlığa erişince o da hayatına son verdi. Ona Allah'tan rahmet dilemekten başka elimden gelen bir şey yok. Çok üzüldüm.

Bu sayı, önümüzdeki aylarda bu gidişle artacaktır. 1930'ların getirdiği büyük krizde de benzeri olaylar yaşanmıştı.

Siyasi kaygılarla yürütülmekte olan politika, insanları kolaycılığa itiyor.

"Yaşanan sıkıntılar, yaşanacakların yanında hafif kalacak" diye düşünüyorum.

Beklenen doğal afet -Marmara'da oluşacak bir deprem- tüm hesapları alt üst eder. Zor kalkarız altından.

"Yol yakınken uslup değiştirsek iyi olur" diye düşünmekteyim.

Yat-sat modeli ile nereye kadar gidebiliriz ki?

Bu bağlamda çocukların eğitim hakkını ellerinden almak, bunu "kader" ile ifade etmeye çalışmak kelimenin tam anlamı ile "aymazlıktır"

Farkında mısınız?

-!..

Süheyla Bilecen / Fotoğraf - İsmail Haykır

Sanki bir başka zaman dilimindeyiz?

Bence atlar da sever...

Askerlik anılarımı kaleme alırken, at ile katır arasında geçen bir duygusal olayı anlatmaya çalışmıştım. Benzer bir örneğine burada şahit oldum. Bu sahneyi yorumlamak, sizin bu kareyi nasıl algıladığınıza bağlı...

Bazılarına benim yorumum komik bile gelebilir...

Gülerler...

Ben de gülerim...

Gülmek kime yakışmaz ki?

Sn. İsmail Haykır dostumla beraber fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Bana bilgilerini beklentisiz olarak aktarıyor. Ondan çok şey öğreniyorum. Huzurunuzda kendisine bir kere daha teşekkür etmek isterim.

Bir teşekkür borcum da Ankara'daki bir dostuma....

Beni, doğru fotoğraf makinesi almam yönünde bilinçlendiren Sn.Mahmut Altınbaş'a.

Bir şeyleri sizlerle paylaşabiliyorsam onun da payı büyük.

Sn. Haykır ile düşündüğümüzü gerçekleştirebilirsek Ankara'lı ünlü fotoğrafçıları Çamlıdere'ye getireceğiz. Bu güzel ilçeyi tüm ülkeye tanıtmak istiyoruz.

Çamlıdere geleceğin parlayan yıldızıdır. Bu sözümü bir kenara not edin.

Fotoğraftaki gençler ve çocuklar, kısa bir an sonra yaşayacağımız olayı zannedersem hayatları boyunca unutmayacaklardır.

Soldan Sağa; Veysel Özkan - Mehmet Civelek - Fatih Aslan
Alt sıra : Şerife Aslan - Rukiye Civelek - Yakup Aslan

Biz bu güzel kareyi görüntülemeye çalışırken yüksek sesle bağıran bir kadının "yılan soktu" diyerek yokuş yukarı koştuğuna şahit oluyoruz. O anda deklanşöre bir kez basabiliyorum.

Yeşil çember içinde; Şahnaz Kazio

Şahnaz'ın anlattığına göre odun keserken elini yılan sokmuş!

Zaman zaman, avcılık hakkında hiç bilgisi olmayanlara avcılığın hasletlerini anlatırken, avcılığın uygulanma süreci içinde insanlar üzerinde;

Karar verme,

İnisiyatif kullanma,

ve

Refleks, gibi önemli yetilerin güçlenmesi yönünde müspet etkileri olduğunu ifade ederdim.

Yaşanan bu anı anlatmak zannedildiği kadar kolay bir şey değil.

Her kafadan çıkan yüksek volümlü pek çok ses, insana sağlıklı düşünme imkanı tanımıyor.

Bilen de konuşuyor bilmeyen de...

Isırılan noktanın bıçak ile açılmasından tutun da, sarımsaklı yoğurda kadar bir çok tedavi yönteminin önerildiğini hatırlıyorum.

Ağlayan da var bağıran da...

Aklıma hemen Dr.Haluk Pulat'ı aramak geliyor. Hem doktor hem de avcı. Üstelik avcılık kursları sırasında "İlk Yardım" dersleri vermişti. Belki de hepsinden daha önemlisi hızlı ve doğru karar verme yetisi çok yüksek bir insan. Kadim dostumdur.

Telefonda olayı kısaca anlatınca ilk önerisi yara yerine buz koyulması yönünde oldu. Yaylada elektrik yok ki! Nasıl buz olacak?

Tesadüften başka bir şey değil. Bu sene ilk defa o gün yanıma buz almıştım. Hemen buzlanmış su şişesini hastanın eline tutuşturuyorum. Öneriler arka arkaya gelmeye başlıyor.

- Yara yerinin, üzerinden kolu bir yerden mutlaka boğun.

- Yaralı eli, kalp hizasından aşağıda tutun.

- Amonyak ile yara yerini yıkayın gibi. Allahtan arabada amonyak da var.

Bu arada İsmail Bey'de Güven Hastanesi'ndeki arkadaşları ile temasa geçmiş. Onlarda hastanın göz kapaklarına bakmamızı öneriyorlar. Kırmızılık çoksa durum vahamet arz edebilirmiş. Bu arada hastadan yılanı tarif etmesini istiyorlar.

Hasta panikte ve kızgın. Bağıra çağıra tarif ediyor. Doktorun "yılanı da getirin" dediğini bilse var ya...

Neyse, bunu söylemiyoruz. Söyleyemiyoruz daha doğru bir anlatım.

Telefonlar açılıyor, telefonlar kapanıyor.

Eldeki şişin arttığını gözlemliyoruz. Kontrol maksadı ile ele sarılan ip, nerede ise ele oturmaya başladı bile...

Son gelen telefon yapılan "literatür taraması" sonucunda yılanın muhtemelen Mengen Engereği olduğu tahmin ediliyor.

Sonuç; hasta derhal hastaneye götürülmeli.

Çok kısa bir sürede elin şiştiğine şahit oluyoruz.

Bize düşen de söyleneni yapmak oluyor.

Köyden bir yakını ile beraber Şahnaz Kazio'yu Gerede Hastanesi'ne yolcu ediyoruz.

Akşama doğru telefonla hasta yakınını arayarak son durumu sorduğumuzda; hastaya serum takıldığını, gereken tüm müdahalelerin yapıldığını öğrenince içimiz rahatlıyor.

Soldan Sağa : Sevgi Kazio - Şükran Civelek - Rukiye Civelek

Sevgi Kazio okutulmamaktan şikayetçi....

- Maddi durum mu uygun değildi? diye sorduğumuzda

- "Maddi problemler bir şekilde aşılır. Önemli olan ailenin okutmaması" diyor.

Ortaokul mezunu bu genç kızın okuma özgürlüğü elinden alınmış.

Sevgi o kadar çok şey söylüyor ki... Mutlaka dinlemelisiniz. Bu denli muhakeme kabiliyeti olan bir genç kızın okutulmaması çok büyük bir hata diye düşünmekteyim.

Şükran Civelek Peçenek'te 8. sınıf öğrencisi. Her sene takdirname getiriyormuş. Maddi durumları el vermez de "okutmama" kararı alırlarsa en çok ben üzüleceğim. Yarının kim ne getireceğini hiç kimse bilemez. Allahtan bir aksilik olmazsa bu başarısını sürdürdüğü süre zarfında ben de bu kızımızın her türlü okul masrafını karşılamaya söz verdim. Dilerim ki Allah utandırmasın.

İnci Bilir - Fatma Akgül - Hatice Atasoy

 

Hafize Çetin

Apdullah Güldemir

Köylerde, yaşama mücadelesi veren dedelerimiz, nenelerimizin, analarımızın, genç kadınlarımızın hiçbirinin sosyal güvenceleri yok!

Onları genç yaşında çalışma hayatının içine çekemedik. Çalışanları da sigortalayamadık.

Kendilerini geçindiremeyen insanlara "çoğalın" deniliyor.

2008 yılında başkente 100 km mesafede hala hayvan dışkısı ile evler sıvanabiliyorsa, hala elektrik yoksa bir kere daha düşünmeliyiz...

Bu gülüşü 15 sene sonra kendisi bile zor hatırlar...

Sizce süreç böyle mi devam etmeli?

Yapılabilecek her şey yapıldı mı?

   

Zehra Bilecen

Şay Yaylası ile ilgili olmak üzere daha çok şeyler söyleyebilirim!

Bu yazımda Çamlıdere'nin doğal zenginliğini gözler önüne sermenin dışında özellikle kız çocuklarının yükselen feryatlarını sizlere duyurmaya çalıştım.

Fotoğraflar sayesinde sizin de çok şeyi hissettiğinizden adım kadar eminim.

Söyleyemediklerimi sizin "fakındalığınıza" sizin "empati gücünüze" emanet ediyorum.

"Çocukları, özellikle kız çocukları okutulmayan milletlerin bir tarafları hep eksik ve yaralı kalır" diye düşünmekteyim.

Kızlarını Okutmayan Ulus, Çocuklarını Manevi Öksüzlüğe İtmiş Demektir

                                                                                 Mustafa Kemal Atatürk

 

Birinci Bölümün Sonu
Devam edecek

 

03 Haziran 2008 / Çamlıdere

Mehmet Emin Bora

 

 

 

 

 

 

Bu yazı 9356 kez okundu...