Korku Kültürü ve Ağaç Katliamı


Ağaç kesmemeyi ne zaman ve nerede öğreneceğiz?

Çok değil bir kaç gün önce Çamlıdere'deydim. Her gidişimde çarşıdan geçerken tanıdık esnaflarla selamlaşıyorum. Ankara'da kaybettiğimiz değerleri (!) burada bulmaktan dolayı büyük bir mutluluk yaşıyorum dersem asla abartmış olmam. Kentler büyüdükçe ruhsuzlaşıyor... Çünkü insan ilişkileri yozlaşıyor, her şey çıkar hesapları üzerine kurgulu... "Mana" yerini "maddeye" terk edeli bir hayli zaman geçti... Yarım asırdır Ankara'da yaşayan biri olarak bunu gözlemlemek, yeterince hüzün vericidir diye düşünüyorum.

Sadece değerler bağlamında erozyona uğramamış bir Çamlıdere, bu özelliği ile bana yeterince şirin geliyor.

Bu düşüncelerle ilçeye giriyor ve Ömer Bey'in işyerine uğruyorum. Hal hatırdan sonra Ömer Bey; "Abi ağaçları kestiler" diyor. Ani bir refleks ile "Hangi ağaçları" diye soruyorum. Kapıdan başını çıkararak "bakar mısınız?" diyor.

İnanılır gibi değil...

Çarşının göbeğindeki 50 yıllık akasya ağaçlarının yerlerinde yeller esiyor!

Hangi akla hizmet!

Bu sorunun cevabını vermeden önce bilmemiz gereken bazı şeyler var.

22 Nisan 2008 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde

Bir Japon, 1 yılda 25 kitap okurken,

Bir Türk, 20 yılda 1 kitap okuyor deniliyor.

 

Bu bilgi bir kenarda dursun. Lazım olacak

Her yeri geldikçe sizlere kitap tanıtmaya çalışıyorum. Bu "bilgiyi paylaşalım" demenin bir başka yolu...

Yine aynı şeyi yapacağım.

Bu ağaçların kesilmesine karar veren otoritenin ne düşündüğünü anlayabilmemiz için üzerinde hemfikir olduğumuz bir düşünce tarzının oluşması gerekiyor.

Sn. Doğan Cüceloğlu'nun yukarıda gördüğünüz "Korku Kültürü"nün ne olduğunu anlatan kitabından sizler için bir kaç küçük paragraf aldım. Lütfen sabırla okumanızı rica edeceğim. Ağaçların neden kesildiğini kolayca anlayabileceğiz.

"...Bir toplumda salt bilgi odaklı, malumat aktaran bir eğitim düzeni oturtulmuşsa, zaman içinde o toplumun okula gitmiş, okumuş insanlarının çoğunun bilgi yüklü ama duygusal yönden gereği kadar gelişmemiş olduğunu görürsün.

...Malumat yüklemeye 'eğitim' diyen bir toplumun 'eğitilmişleri' yalnız duygusal yönden gelişmemiş olmayacaklar, aynı zamanda onların sistematik düşünme yetenekleri gelişmemiş olacaktır. Olaylara ve yaşama bakışları, okula gitmemiş sıradan yurttaştan farklı olmayacak, ama onlar, okula gittikleri için kendilerini diğerlerinden daha iyi biliyor sanacak ve egoları şişecektir. Tabii bu şişkin egolar,onları makam sahibi olmaya yöneltecek ve geldikleri makama sıkı sıkıya sarılacaklardır. " (Sf. 67-Korku Kültürü / Doğan Cüceloğlu)

...temel konu, aslında iki tür insan ilişkisi olduğu.

Biri korku temelli

'güçlü insan', 'güçsüz insan' ilişkisi,

Öbürü de,

Saygı temelli,

'insan insan' ilişkisi.

Ve saygı, insan insana ilişki olduğu zaman söz konusu;

Güçlü güçsüz ilişkisinde yalnız korku var. (Sf.268)

....Sıradan vatandaşın kaldırımı, durağı yapılırken pek özen gösterilmez,gerek yoktur.

Niçin önemsizdir?

Çünkü, korkulacak biri değildir.

Niçin korkulacak biri değildir?

Çünkü sıradan vatandaş güçsüzdür.

Güçsüz olduğu için de saygı gösterilecek biri değildir. (Sf.269/ Korku Kültürü/ Doğan Cüceloğlu)

Türkiyede yaşayan bir Alman vatandaşı bir dostuma anlatmış;

"Bir gün, önümden bir polis arabası gidiyordu ve sola dönülmez işareti olan bir yerde,hiç işaret falan vermeden pat diye sola döndü. Bunu görünce dayanamadım, kornaya bastım. Bu, araçtaki polislerin dikkatini çekti, döndü baktılar. Polislerin onurlarına dokundu ki,el kol hareketleriyle beni durdular. Sağa çektim, durdum. Geldiler, neden korna çaldığımı sert bir şekilde sordular. Bozuk ve kısıtlı Türkçemle izah ettim.

- "Burada sola dönülmez işareti var, siz kanunu temsil ediyorsunuz, işaret vermeden neden sola döndünüz" dedim.

Polisler;

-"Aşağıya in, seni karakola götüreceğiz" dediler.

Ben de,

-"Hiçbir yere gitmiyorum, sizin üstünüz kimse, siz bana onu getirin, o bana sizin bu davranışınızın izahını yapsın" dedim. Baktılar ki benimle baş edemeyecekler, çek git buradan, haydi def ol, dedikten sonra arabalarına binip, gittiler.' Herhalde sıradan bir Türk vatandaşı polise böyle bir tavır gösteremez, büyük bir olasılıkla göstermez. Böyle bir durumda Alman gibi düşünse dahi, onun yaptığını yapmaya cesaret edemez. (Sf. 90/ Korku Kültürü/ Doğan Cüceloğlu)

 

'' Bu Alman,Türkiye'de gördüğü olayları internette bir yerlere bildiriyormuş. Bir gün İstanbul'da bir oteldeymiş, hatta otelin adını verdi,şu an hatırlayamıyorum. Resepsiyondan telefon gelmiş.''Sizi aşağıdan çağırıyorlar'' diye. Merak etmiş, adam kim olabilir diye İnmiş aşağı.Karşısındaki keli felli bir adam,kravatlı filan,giyimli.

-''Neden bunu yapıyorsunuz?' diye soran bu adam, otelin bulunduğu ilçenin belediye başkanı imiş. Besbelli Alman, bu belediyenin sınırları içinde gözüne batan şeyleri de bu sitede yazmış. Alman,

-''Sizin altınızda çalışan onlarca, yüzlerce insan var. Benimle konuşacağınıza, yönettiğiniz insanları eğitin ve hataların yapılmamasını sağlayın'' demiş.

Belediye başkanı bu konuşmayı duyunca çekip gitmiş.(Sf. 90 /Korku Kültürü / Doğan Cüceloğlu)

 

Demek ki Türk vatandaşlarının, fazla değil, yüzde onu bu Alman gibi sorgulayan ve görevini yapmayanları takip eden olsa, eminim Türkiye'de bazı şeyler farklı olmaya başlar.''Uygarlıklar bilgi değil, farkındalıklar üzerine kurulur.''(Sf. 92 / Korku Kültürü/ Doğan Cüceloğlu)

 

''Korku kültürü iç sorumluluğu önemsemiyor, çünkü bireyi önemsemiyor ve tamamıyla dış denetimle, korkuyla işleri yürütmeye çalışıyor.'' Bu yöntemde bence kaçınılmaz olarak üç sorun çıkıyor karşımıza: Birincisi, yeteri kadar 'gözetleyen-denetleyen', 'polis' bulmak mümkün değil. İkincisi 'Gözetleyen-denetleyen', 'polis' olsa bile onların gerekli olduğu bütün durumları önceden kestirme ve orada bulundurma olanağı yok ve üçüncüsü, bu sistemde denetleyenin tepesine bir müfettiş, onun tepesine baş müfettiş,onu da tepesine teftiş kurulu koymak gerekir ve bu böyle devam eder;dürüst birçalışana rastlayıncaya kadar.(Sf. 245-246 /Korku Kültürü / Doğan Cüceloğlu)

 

Kalıplayan korku kültüründe öğrencinin en iyisini yapmak için beceriyi mükemmeleştirme isteği yoktur.Niye olsun ki! Aklıma bir benzetme geldi.Bir adamı zorla bir hapishaneye koysalar ve ömrünün sonuna kadar burada yaşamak mecburiyetinde bıraksalar,bu adam ''mükemmel bir tutuklu'' olmaya çalışır mı? (Sf. 250 /Korku Kültürü/ Doğan Cüceloğlu)

 

Neden bazı insanlar bazı şeyleri baştan savma yapıyorlar,şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü yaptıkları işe tutkuları yok,niyet kendilerinin değil,bilgi özümsenmemiş ve beceri de tabii yama gibi olacak.Taklit ederler, pek çaba göstermezler, yeteri kadar yaparlar, fazlasını değil. (Sf. 250 /Korku Kültürü/ Doğan Cüceloğlu)

Bu anlatımdan çıkan sonuca göre Sn.Cüceloğlu;

"Duygusal yönden gereği kadar gelişmemiş,

Sistematik düşünme yeteneklerinden yoksun,

Egoları şişmiş,

Gücünü makama sıkı sıkıya sarılmakta arayan yöneticiler,

Sıradan vatandaşın güçsüz olmasından kaynaklanan avantajı kullanarak, her istediklerini yapabileceklerini zannetmektedirler." demek istiyor.

Bizi Batı toplumları ile farklı kılan temel unsurların başında, bu bakış açısı gelmektedir.

Çünkü siyaseti, kendisine meslek (!) edinmişlere göre insan, "devlet için vardır."

Halbuki bu düşünce siyaset bilimi açısından var oluş koşullarına aykırıdır. (Bkz. Thomas Hobbes / M.S 1650 / Leviathan )

Halbuki "Devlet" dediğimizi mekanizma, aslında insanların mutluluğu için oluşturulmuş bir sistemdir.

Hiç şüphem yok ki konu yeterince anlaşılmıştır.

Bizle korku kültürünün evlatlarıyız.

Aşağıda belediye binasının önünde kesilen bir ağaç var.

Ben fotoğraf makinemi çıkarınca, kapı önünde oturan esnafın bir anda ortadan kayboluşunu üzüntü ile izledim.

Korkmayanlar da var...


Penceremin önündeki ağaçlar bugün
Elektrikli testerelerle budandılar.
Günlerdir yapraklarını kaybeden dallar
Büyük gürültülerle düştüler kaldırımlara.
Masamın başında oturduğum yerden,
Geçmiş yılın özetlendiğini gördüm adeta.
Her şeye hakim oldu önce sarıyla sepya,
Yol boyunca çıplak kaldı sonra ağaçlar.
Her başımı kaldırdığımda şimdi,
Kırık parmaklarıyla yaşlı bir el
Ya teslim oluyor, uzanmış gökyüzüne,
Ya da meydan okuyor her şeye

Roni Margulies

Sn. Ali Biçer

Sn. Biçer'in anlattıklarına göre arkasında duran ağacıda kesmek istemişler. "Tapulu dükkanımın sınırları içinde dediğim için kesemeden gittiler" diyor. Konuştuğun bir kaç dükkan sahibi ise olup bitenin farkında bile değil. Yıllardır o caddede işyeri sahibi olmalarına rağmen ağaçları hiç görmediler ki!

"Bakmak" ile "görmek" farklı iki ayrı anlam taşır.

"Farkında olmak" ise derin bir iç dünyasının ürünüdür.

Çamlıdereli aslında farkında da...

-!..

Ülkede farklı düşünen idareciler de var. İşte bir örnek.

Bartın'ın Ulus İlçesi Abdipaşa belediyesi tarafından, kentin güzelleştirilmesi çerçevesinde beldenin içinde bulunan refüjlere akasya ağacı dikildi. (...) Halkın rahatı için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olduklarını belirten Belediye Başkanı Dönmez,"Amacımız beldemizi güzel görünüme kavuşturmaktır. Bunun için beldedeki refüjlerin tamamına akasya ağacı diktik. diyor.

Farklı ve önemli bir örnek.

BAHÇELİEVLER Belediyesi 'nin düzenlediği konferansta konuşan Prof. Dr. Ahmet Ercan, deprem konusunda uyarılarda bulundu. Depreme karşı alınması gereken önlemleri sıralayan Prof. Ercan, "Binanızın zemini sağlam değilse, çevresine akasya ve okaliptüs dikin. Akasyanın kökleri derinlere iner ve kazık vazifesi görür. Bir okaliptüs ağacı da zemindeki tonlarca suyu çekebilir. Kuru zemin, daha az kayar" dedi.

Uygarlıklar bilgi değil, farkındalıklar üzerine kurulur.

Doğan Cüceloğlu

İster kara mizah deyin isterseniz ironi!

1906 yılında kurulan Çamlıdere Belediyesi'nin amblemi ağaç!..

Öğrenme Merkezi için yapılan demir konstrüksiyonun her iki başında ağaç amblemi ihtiva ediyor...

Ne yazık ki bu demir yığını, 50 senelik ağaçların kesilmesine sebep oluyor.

Bu düzeneği bir usta, bir haftada yapar ve yerine diker...

Halbuki kesilen ağaçların yeniden eski haline gelebilmesi için en azından 2600 haftaya ihtiyaç var!..

"Bir ömür" diyelim daha kolay anlaşılabilir.

Bu ağaçlar ne uğruna kesildi?

-!..

Her şeye rağmen Çamlıdere'de "kaybedilmeyen değerler var" dediğimde laf olsun diye söylemedim. İlçe içinde bir kişi vefat ettiği zaman usulünce bir ritüel uygulanıyor. Namazı kılınıyor ve usulünce defin ediliyor.

Her türlü olanak olmasına rağmen cenaze mezarlığa kadar eller üzerinde taşınıyor.

Cenaze çarşı içinden geçerken esnaflar işyerlerinin kapılarını kapatıp cenazenin peşine düşüyorlar.

Oldukça uzun bir yolu yürüyerek kat etmek sureti ile müteveffayı son yolculuğunda yalnız bırakmıyorlar.

Ben bunu ilk defa gördüğümde çok duygulandım. Hala bu duyguyu yoğun olarak yaşıyorum.

Özünde "insana saygı" barındıran bu tören, aslında hayatın "olmaz ise olmazı"

Keşke bu saygıyı insanlar yaşarken de gösterebilsek...

Keşke bu saygıyı Allah'ın can verdiği tüm canlılar için de gösterebilsek,

-!..

Ağaç Destanı

Adıma ağaç dediler
Şimdi dinle nelerim var
Biten meyvemi yediler
Daha daha nelerim var

Muhammedin beşiğiyim
Ulu Kabe eşiğiyim
Çorbanızın kaşığıyım
Daha daha nelerim var

Adem safi damı oldum
Nuh Nebi'ye gemi oldum
Müslümana cami oldum
Daha daha nelerim var

Fidan iken beni kırdın
Saban yaptın tarla sürdün
Dostum beni hor mu gördün
Daha daha nelerim var

Tarak oldum başınıza
Köprü oldum işinize
Her türlü savaşınıza
Daha daha nelerim var

Önündeki masa benim
Elindeki asa benim
Çanak çömlek kase benim
Daha daha nelerim var

Bina oldum yapı oldum
Çeşit çeşit kapı oldum
Kazma kürek sapı oldum
Daha daha nelerim var

Beni kolay mı bulursun
Ayrılsan nerde kalırsın
Ben olmasam sen ölürsün
Daha daha nelerim var

Sağ iken gönümü soydun
Hem de kestin biçtin oydun
Yağ peynir kaymak doldurdun
Daha daha nelerim var

Niçin beni mahvedersin
Ben tüfeksem sen bir ersin
Kabrine bile örtersin
Daha daha nelerim var

Ben ağacım gülüm vardır
Dalımda bülbülüm vardır
Kovanımda balım vardır
Daha daha nelerim var

Her bir yanımdan biçtiniz
Benim kanımı içtiniz
Niçin bağrımı deştiniz
Daha daha nelerim var

Kalem yaptın yazı yazdın
Gemi yaptın suda yüzdün
Sen ne için beni kestin
Daha daha nelerim var

Saz da yaptın tel uzattın
Göğsüme sedef bezettin
Benimle zaman oynattın
Daha daha nelerim var

Kaplarına terek benim
Fırındaki kürek benim
Al bayrağa direk benim
Daha daha nelerim var

Dursun Cevlan çekmem keder
Ağacın medhini eder
Şehirden ta köye kadar
Daha daha nelerim var

Aşık Garip




Ağaç Arkadaşım

Ağaç, seni görünce yar diyesim geliyor,

Al beni kollarına, sar diyesim geliyor!

Hergün koşup altına, sırt verip oturduğum,

Dallarına tırmanıp ne hayaller kurduğum,

Yeşil yapraklarıyla türküler çağırdığım,

Kuşlarıyla eş olup birlikte bağırdığım,

Gölgesine uzanıp terimi kuruttuğum,

Bütün bir gün boyunca açlığı unuttuğum,

Çamaşır ipleriyle salıncaklar kurduğum,

Daldan dala uçarken jet pilotu olduğum,

Karıncası, kurduyla çok yolculuk yaptığım,

Rüzgârla sohbetine bayıldığım, taptığım,

Çatalına ev kurup göz deliği deldiğim,

Annemin çağrısını duymazlıktan geldiğim,

Çocukluk arkadaşım, beraber büyüdüğüm,

Gözlerim dolu dolu, boğazımda bir düğüm,

Bak, son defa burdayım; yeşilinden, gölgenden,

Ayrılık geldi, çattı... Gidiyorum artık ben!

Ayrılış zulüm gibi gelse de şimdi bana,

En büyük talihsizlik -Ne yazık!- oldu sana.

Sen ki ayıp, günahı, kesen ile yakanı,

Doğanın yeşiline hep kem gözle bakanı,

Her türlü kötülüğü anaca affedensin,

Almadan veren varsa, işte o yalnız sensin.

İnsanoğlu insafsız, susamış sanki kana,

Şurda yalnız kalmakla çok yazık oldu sana.

Biliyorum: bir sabah ya sağdan, ya da soldan,

Üç-beş kişi aniden belirecek bir yoldan,

Sevgi ile saygıyı bir anda aşacaklar,

Ellerinde baltayla sana yanaşacaklar.

Öpülesi şu gövden böyle dimdik durdukça,

İnsafsız keskin balta peş`peşine vurdukça,

Dalların, yaprakların, yuvasında kuşların,

Geleceğe kurduğun hayallerin, düşlerin,

Bir anda yok olacak... Ve seni yıkacaklar,

Bin parçaya ayırıp sobada yakacaklar...

Ve ben senden uzakta, seneler geçse bile,

Ta içimde bir sızı, gözlerimde yaş ile,

Nerde bir ateş görsem birlikte yanacağım,

Çocukluk arkadaşım, seni hep anacağım!


M. Bedri Kanok

Kesilen ağaçları 50 yıl önce dikenler halen Çamlıdere'de yaşıyor.

O zamanın belediye işçileri..

Bu olayı duyunca ağlamışlar...

Çocukluk arkadaşlarının zamansız ölümünden acı duymuşlar....

İnsan olup da bir canlının ölümünden kim rahatsız olmaz ki!

-!..

 

 

Toprağa emanet edilmiş bir ağaç,

mahalleye, semte, şehre, hatta topluma

ve

bütün bir imana emanet edilmiş bir değerdir.

Ahmet Hamdi Tanpınar

24 Nisan 2008 / Ankara

Bu yazı 3720 kez okundu...