Şecaat Arz Ederken


Muhtelif zamanlarda Kemaliye'de yapılan kaçak avcılığı konu ettiğimi, yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır. Daha da ötesi, bu sitenin ilk yazısının başlığı da ''Geşo İmparatorluğu''dur ve aynı konuyu seslendirir.

Ben o yazıda "burada yasa dışı işler yapılıyor" dedim.

Hala aynı kanaatteyim.

Kanaatten çok daha ötesi,"gerçek" benim dediğim gibidir.

Sağduyu sahibi, akıl yürüten biri de ortaya çıkar "iddianı ispatla" derse!

Ben de "işte ispatı" diye aşağıdaki mektubu (!) ortaya koyarım.

Bu mektup; benim elektronik posta kutuma 2007 nin son haftasında geldi.

Mektupta pek çok imla hatası vardı. Anlatılmak istenen ana fikre hiç dokunmadan yazım hatalarını elimden geldiğince düzelttim. Bunu,sadece "kolay okunsun" diye yaptım...

Bu tür hataları kimler yapmıyor ki!

Çok değil iki gün evvel, TRT 2 de bir tanıtım programı seyrediyordum. Kullandığı Türkçe ile ödül almış bir hanım roman yazarımız, romanlarının içeriğinden bahsediyor. Karşısında da bir erkek sunucu... Hanım bir şeyler söyleyecek, ama buna fırsat kalmadan adam lafı ağzına tıkıyor.

- "Bunu bana sonra arz edersiniz"

-!..

Bu sözün içindeki saklı mana; "Ben yüksek bir makama sahibim (!) şimdi sus, sonra usulünce bana anlatırsın" diye algılanabilir. Oldu mu şimdi!

Ve daha nice gaflar...

Balâ'da 5.5 şiddetinde deprem olmuş.

Tüm televizyonların birinci haberi bu...

Haber spikerleri "Balâ" kelimesinin içindeki 2. (â) harfini incelterek okumadıkları için "Bala" diye seslendiriyor. Halbuki "Bala" halk dilinde çocuk anlamına gelir!

Bu bağlamda aşağıdaki mektubu çok başarılı buluyorum.

Sn. Mustafa Özkan içine düştüğü mantık hatasını fark (!) etmese de ifade etmeye çalıştığı fikri, kendi içinde tutarlı.

Önce mektubu okuyalım.

Muhterem beyefendi,

Sitenizdeki Kemaliye (EĞİN) ve Yeşilyamaç (GEŞO) köyü ile ilgili yorumlarınızı dikkatle tetkik ettim.

Memleketime misafir olmanız beni mutlu etti. Özellikle Yeşilyamaç köyü ile alâkalı yorumlarınızı, çok iddialı ve ön yargılı bulduğumu belirtmek istiyorum. GSMH’sı Avrupa ülkelerine nazaran çok düşük ve gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu güzel vatanımızda, her saha ve her branşta olduğu gibi av ve avcılık alanında da zengin zümrenin tefekkür ve teamülleri Türkiye’nin avcılık politikasını belirlemesinde en büyük rolü oynamaktadır.

Yayın hayatına bir yıl önce başlayan rahmetli Ufuk GÜLDEMİR’in YABAN tv’si; Nasrettin Hoca’nın parayı veren, düdüğü çalar özdeyişini prensip edinerek, avcılığın bir nevi hasat olduğunu ve bu hasatı da kendi düşüncelerine göre ancak parası olan cebi kabarık insanların yapabileceğini her fırsatta dile getirmektedir.

"Sezarın hakkı Sezar'a" deyip ava yeni açılan teke ve yabankoyunu avlakları için Sn. Yaşar TÜRKLEŞ Bey'e alkış tutmaları, sanki memlekette başka avcı yokmuş gibi Sn. Halil GÜLÇUR, Ali ÜSTAY, Ali TOKSOY, Abdullah CEYLAN gibi namlı avcıların (!) av çekimlerini defalarca yayınlamaları, av merakının zengin zümresine nasib edilmiş bir iş olduğunu üstüne basa basa anlatmaktadır.

Yorumlarınızdan şahsınızın da aynı efkâr-ı umumiyeden olduğu kanaatine varmaktayım.

Hasat yapılacakmış öyle mi?

Neyin hasadını?

Misafir olduğunuz Kemaliye'de çok değil bundan 20-25 yıl evvel yabankeçisi sayısı göreceli olarak çok azdı.Sizi bilgilendiren ama kendileri arif olamayan sayın hemşerilerimize bu hayvanların sayısının neden çoğaldığını sormak aklınıza gelmedi mi?

Yoksa bizim haberimiz olmadan İl Çevre Orman Müdürlüğü yetkilileri dağlarımıza damızlık keçi mi salmış?

Birileri insanlık namına bu hayvanları buralara mı getirmiş?

Beyefendi, bu satırların sahibiolarak8 yaşından beri avlanıyorsam, varım ve yaşıyorum felsefesine sahip bir insan olarak, kendi sorduğum sorulara cevap vermeye çalışayım.

Eleştirilerinizin muhatabı olan Yeşilyamaç Köyü ve civarındaki köyler ki, buna benim köyüm olan Yayladamı Köyü de dahil, Arslanoba, Dolunay, Başarı köyleri avcıları olarak seneler evvel aramızda avlanma kararları alarak, özellikle yabankeçisi neslinin muhafazası ve çoğaltılması için dişi ve yavruların kesinlikle avlanmaması,ille de avlanacak ise üreme vasfını kaybetmek üzere olan yaşlı tekelerin avlanması, ağır geçen kış şartlarında hayvanlara yiyecek takviyesi yapılması (bu satırların sahibi 1-1,5 mt karda sırtında çuvalla sarp kayalara ot taşımıştır.) gibi korumaya ve üretmeye yönelik tedbirler almışızdır.

Dişisi ve yavrusu korunan hayvan üreme işlevi hızla idame ettirilerek günümüz popülasyon sürüler halinde dağlarımızda gözlemlenecek potansiyele ulaşmıştır. Malum bilgileri aldığınız şahıslar sahamızdaki bu serveti kullanamamanın ıstırabı ile olsa gerek bugün feveran etmektedirler.

Neyin hasadı demiştim?

Biz üzüm bağını dikelim, bakımını yapalım, üzümü yetiştirelim ama av idaresi bağcıya bir salkım üzümü çok görsün!

Parayı veren üzümü yesin!

Asmamızı budasın! Bağcının da çektiği emek yanına kar kalsın, kibarcası havasını alsın, böyle bir sistem dünyanın neresinde mevcuttur?

Bakanlık, müdürlük yatırım yapmayacak, hayvan popülasyonunun ve tabiatın korunması için köylüyü teşvik etmeyecek, köylünün gönlünü dahi almayacak, dahası envanter çalışması yapmayacak, sonra da malum av turizmi yapan firmalarına bu hayvanları pazarlayıp hem onları zengin edecek hem de kendi ihya olacak, bizim kümeste yetişen tavuklar, başkalarının folluğuna yumurtlayacak.

Mesele sistemdir, tartışılması gereken bu sistem karmaşası ve çarpık zihniyettir, taşların başına o mekanları yapmaya insanları zorlayan sistemi tartışalım.

Kemaliye'mizin; Karadağ, Mazman, Suat, Angovut, Avaz, Seksenveren, Sarıçiçek, Hotar gibi birçok yaylası var.

İç işleri Bakanlığı bu yaylalarımızı "sizler hayvancılık yapmıyorsunuz" gibi yoktan bir bahane ile göçerlere kiralamakta ve gelirine el koymaktadır.

Valilik, ihale komisyonu yaylalarımızı açık arttırmayla sürü sahibi, çoğunluğu Şavak aşiretinden olan sürücülere kiraya vermekte ve kapasitesinin üzerinde koyun sürülerinin istilasına uğrayan cennet köşesi meralarımız, habitat ile harap edilmektedir.

Kınalı kekliklerin kuluçka döneminde bölgemize intikal eden sürüler bütün keklik yuvalarını telef etmekte, tavşanlar ve yavruları çoban köpekleri tarafından boğulmaktadır.

Bunlardan haberiniz var mı?

Yaylalarımızı erezyondan koruyan ve tabii bitki örtüsü olan keven, borcak, gongol gibi orman vasıflı bitkiler sürülerin otlamasına saha açmak için bu cahiller tarafından yakılmakta, her taraf talan edilmektedir.

Köy arazilerine yapılan tecavüzlerde işin tuzu biberidir. Biz derdimizi kimseye anlatamadık.

Anlıyorlar ama işlerine gelmiyor çünkü işin ucunda para var efendi!

Deveye sormuşlar ki neden boynun eğri, o da demiş ki nerem doğru ki!

Bizim meramızda dağkeçisi varsa, bu topluluk bizlerce korunmuş(ki korunmasa idi şimdi görmek mucize olurdu), çoğalmış ise günün moda tabiri ile budaması yapılacak ise "neden bu bahçivan bizler olmayalım?".

Av idaresi neden bize yasal istihkak tanımaz?

Niçin bize çıkmaz yolları gösterir?

İllaki yukarıda adını zikir ettiğim zavat-ı muhteremlerden mi olmamız icab eder?

Bunların maksadı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek, hatta öldürmektir.

Yazık emeklerimize!

Emin olunuz ki fotoğraflarını çektiğiniz o mekanların hiç birinde neslinin devamını sağlayan dişi ve yavru hayvanlar vurulmamıştır. Eğer aksi tezahür etse idi, bugün "ne at olurdu ne de meydan"

Av mevzuatını yapan şahıslar Orta Çağ zihniyetinde iseler, reayadan ne beklenir?

Ortaçağ mimarisi ile müsemma ettiğiniz o yapılar kim bilir ileride Amerikalı, Alman, İngiliz velhasılı ecnebi zümresine konaklama mekanı olur.

Yine üzümü yiyen yer, biz ise merak buyurmayın ayva yemeye devam ederiz.Buyurduğunuz o av gelirleri hazinemize tıpkı deprem vergileri gibi yama olur. İdarenin avdan elde ettiği gelirleri av ve yaban hayatının idamesi için kullanacağını düşünmek ne güzel bir hayal!

Yöremiz insanları ile enikonu hasbihal etmeden, bölgenin psikolojik demografik, sosyolojik yapısını tahlil etmeden hangi imparatorluktan bahsediyorsunuz?

Korumacılık ise bizler o işi uzun zamandır yapıyoruz yine canı gönülden varız. Sürdürülebilir avcılık ise itirazımız yok.

Şeytanı bile aldatmışlar, ne adammış bunlar!

U.S.A da vagon dolusu kazı, onlarca hindiyi ve domuzu, bek avlarında vuranlar, bakkaldan sigara alır gibi 750$'a aldığı, bugün ise bizim M.K.E.K’un 5000$ a sattığı MOD.700'lerle dişi maral ve ayıları vuranlar insan soyundan olmasa gerek, olsa olsa melektirler!

Anlattığınız olay yargı aşamasındadır onun için işin hukuki yönünü irdelemek bizim işimiz olmasa gerek.

Avcılık ve av idaresi yönünden konuyu açmaya çalıştım zihniyetiniz vurun abalıya olmamalı idi.

Seçmiş olduğunuz bu hassas konuyu işleme tarzınızın bizleri ziyadesi ile üzdüğünü belirtmek isterim, Kemaliye’yi keşf etmek ne demek?

Amerika'yı yeniden keşfetmek gibi...

Saygılarımla

Mustafa Özkan / Yayladamı Köyü Azası

TEL:0546 232 14 70

Mektupu okudunuz.

Güleyim mi ağlayayım mı bir türlü kestiremedim! Seçtiğim sembol de bu yüzden.

Sn. Özkan'nın mektubunun özü, "Burası benim memleketim. Ben koruyorum ben avlarım" dan ibaret.

Halbuki mevcut yasalar, böyle bir hakkın varlığından bahsetmiyor.

Yabanhayatı ile ilgili olmak üzere, doğal kaynakların kullanılması ve idaresi yasalar gereği Çevre ve Orman Bakanlığı'nın tasarrufu altında. Yerin üzerindeki kaynaklar şöyle dursun, yeraltı kaynakları da devletin.

Tapulu arazinde çıkan yeraltı suyunda bile devletin hakkı var!

-!..

Siz hala "yabankeçisini ben koruyorum ben avlarım" demeye getiriyorsunuz.

Ayrıca; avlanmanın "nasıl ve hangi şartlar altında yapılacağını" Kara Avcılığı Kanunu'nda en ince teferruatına kadar anlatılırken, "mahfuz güme" nin neden yasak olduğunu da anlatıyor.

Yürürlükteki imar yasaları, tapulu arazilerde bile "neyin nasıl yapılacağını" çok açık bir şekilde anlatıyor.

Gelin görün ki tüm bu gerçeklere rağmen Sn. Özkan "dediğim dedik, çaldığım düdük" diyor.

Yasa dışı avlanmayı alışkanlık haline getiren insanlar veya o yöndeki söylemlerin peşinden koşan sempatizanlar şimdilerde vardır ve her zaman da olacaktır.

Önemli olan, onların sonunun ne olacağıdır!

Yasa dışı bir tutkunun esiri olanların akıbeti, her zaman aynı olmuştur.

Su testisi su yolunda kırılır.

Avcılar arasında yaygın bir söylem vardır.

"Benim dedem avcıdır... Babam da avcıydı... Ben de avcıyım..." dedikten sonra hemen ilave ederler.

"6 yaşında dedemle ava giderdik!"

Bunun öğünülecek tarafı nerede?

-!..

O yaştaki çocuk, ava değil okula gider!

-!..

Ta ki, 18 yaşını geçinceye kadar da, eline silah da almaz. Daha doğru bir ifade ile almamalı!

Dedeler ve babalar çocuğun eline silah vermemeli.

Olsa olsa 15-16 yaşından sonra ergin bir avcı yanında "çantacı" olabilirsiniz.

Sn. Özkan, hezeyana kapılıp 8 yaşında ava gittiğini ifade etmeye çalışıyor!

Marifet mi bu!

Bu yanlışların altında yatan, eğitim eksikliğidir.

Eğitim derken konu yanlış anlaşılmasın. Av ve yabanhayatı ile ilgili eğitimden bahsediyorum.

Avcılıkla ilgili eğitimin nasıl verildiği (!) herkes tarafından biliniyor.

Sulandırırsanız böyle olur işte!

Ankara'da yüksek tahsil görmüş bir avcı, ha bire "Kursa ne gerek var?" diye söylenip duruyordu.

Avcılığı, sadece ve sadece "ele geçirme becerisi" olarak tarif edebilen büyük bir kitlenin alışılagelen tavrı budur.

Gördüğüm odur ki; özellikle, yetişkin avcıların "öğrenebilecekleri herhangi bir şey olmadığı yönündeki yerleşik kanaatlerini değiştirmek" zannedildiğinden çok daha zordur. Pedegojinin en çok zorlandığı rampa (!) budur.

Bu konuyu ayrıca yazmak isterim.

Neyse... Biz de dayanamadık ve kendisine "Habitat nedir?" diye sorduğumuzda "Bunu bilmeyecek ne var ki... Buğday, arpa v.s" demişti. Kendisine utana sıkıla ağzımın kenarı ile "onlara hububat denir" diyebilmiştik.

Bugün 2008'in ilk günü.

Sabah, gazeteyi elime aldığımda; Samsun'un Dikbıyık ilçesine bağlı Karabahçe köyünde bir babanın kazara oğlunu vurarak öldürdüğünü okuyorum.

Ölen 23 yaşında!

Olayı gazeteden okuduktan sonra gözlerimden yaş geldi.

Üç kişi öldü de diyebilirsiniz!

Anası, babası....

-!..

Sn. Özkan veya içimizden herhangi biri de böyle bir kazanın sonunda yaşamını yitirebilirdi...

Doğru olanı bilelim, doğru olanı yüceltelim.

 

 

Sn. Özkan, asma ve üzüm benzetmesi yapmış!

Önce bir şeyleri de doğru öğrenelim.

Asma sizin değil, dolayısıyla üzüm de sizin değil.

Hiç kimse de size "bağın bakımını yap" diye ne bir sorumluluk yüklemiş ne de bir görev vermiş.

Siz, merhametinizden dolayı kış aylarında yabanhayvanlarına yiyecek götürdünüz ise.... Bunu yürekten alkışlarız.

Ama bunu "zamanı gelince sizi budayacağım" diye "ödünç" olarak yaptıysanız da sizi kınayacağız.

Merhamet gösteren biri "karşılık" bekler mi?

Dolayısıyla "çelişki yaşıyorsunuz" diye düşünüyorum

Başka bir bakış açısıyla bu zehaba katılmanız, olsa olsa yasaları yeterince incelemediğinizden kaynaklanmış olabilir!

(Ben sanmıyorum ama!)

Bakın, kolay anlaşılsın diye size bir örnek vereyim.

Bilindiği üzere ülkemizdeki kağıt parayı, Beşevler'deki "Banknot Matbaası" basar. Merkez Bankası da onları usulünce piyasaya aktarır. Sizin mantığınız geçerli olsaydı, onlar da "Oooohhh beee biz basalım onlar alsın harcasınlar" diyemezler miydi?

Ne farkı var?

-!..

Paranın nakli sırasında koruma görevi yapan güvenlik görevlileri de, -yine sizin mantığınıza göre- "Biz de koruduk, hanimiş bizim payımız" demeleri gerekmez miydi?

Ne farkı var?

-!..

Öyle mi diyorlar?

-!..

Başta ben olmak üzere bir çok insanı sorgulamışsınız...

Yabankeçisi avını kendinize bir hak olarak görüyorsunuz.

Dolayısıyla iki büyük yanılgıya düşmüşsünüz.

1- İsimlerini belirttiğiniz insanlar hakkında bir şikayetiniz varsa, bunu savcılığa yaparsınız.

Hepsi hepsi o kadar.

2- Yerel avcıya tanınan yabankeçisi avı ile ilgili istisna yasalarda zaten var. Sizin nasıl av yapacağınızı, hangi haklardan istifade edeceğinizi yasalar çok açık şekilde belirtmiş. Yabancı avcıdan daha az bir bedel vermek sureti ile yabankeçisi avı yapabilirsiniz.

Bu da bu kadar.

Yukarıdaki mektubunuzda; "...buna benim köyüm olan Yayladamı Köyü de dahil, Arslanoba, Dolunay, Başarı köyleri avcıları olarak seneler evvel aramızda avlanma kararları alarak," ve "ille de avlanacak ise üreme vasfını kaybetmek üzere olan yaşlı tekelerin avlanması" demek sureti ile kendinizce bir avlanma planı yaptığınızı da, kabulden öte itiraf ediyorsunuz. Bu aslında bir suçun farklı bir şekilde de olsa seslendirilmesidir.

Hukuksal bağlamda karine teşkil ettiğini düşünüyorum. İlgililer "gereğini yapar" diye düşünüyorum.

Bu hakkı nereden buluyorsunuz?

Bu tavrınızın yasal bir dayanağını bana gösterebilir misiniz?

Yine mektubunuzda "...Mesele sistemdir, tartışılması gereken bu sistem karmaşası ve çarpık zihniyettir, taşların başına o mekanları yapmaya insanları zorlayan sistemi tartışalım." demişsiniz.

Sistemin tartışılacağı zeminler bellidir. Sistemi tartışmak isteyen vakti zamanı gelince ortaya çıkar fikrini söyler.

Fikir ya kabul görür ya da red edilir.

Her iki halin de sonuçları yasalarla belirlenmeden sizin, size özgü (!) kurallarınızın geçerli olması düşünülemez bile...

"taşların başına o mekanları..." dediğiniz yer için geçmişte "Oralar üzüm bağı diyordunuz" ne çabuk unuttunuz!

Ne zamandan beri "bağlar" "taş" oldu?

"Kemaliye'yi keşfetmek ne demek?" diye soru soruyorsunuz.

Ne demek istediğinizi pek de anlamış değilim! Bildiğim tek şey var.

Cumhuriyet tarihinin ilk memeli hayvan envanterinin yapıldığı "Erzincan"a gittiğimde;

Boş vaktimde gidip Kemaliye'yi görmeseydim!

Kemaliyeli arkadaşlarımı dinleme fırsatını bulmasaydım!

O yasa dışı gümeleri fotoğraflamasaydım!

Yasa dışı avlanmayı alışkanlık haline getirenler şimdi gönül rahatlığı ile orada av yapıyor olacaklardı.

"Şimdi yapılmıyor mu?'' sorusunun cevabı, ne yazık ki "hayır yapılmıyor" şeklinde değildir.

Kaçak yabankeçisi avı olanca hızı ile devam ediyor.

Jandarma, kırsal alanda elinden geldiği ölçüde çaba sarf ediyor.

Bu arada doktorlar dağda geziyor!

Gezemez mi?

Tabii ki gezer...

Gezer de kışın göbeğinde Kemaliye'de "katım" zamanında!

Isparta nere!

Kemaliye nere!

Isparta'da gezecek dağ mı kalmadı?

Güvenlik görevlileri doktora soruyor... "Hayırdır, buralarda ne geziyorsunuz?"

Cevap veriyor..."Telefonumu kaybettim de onu arıyorum."

Çok üzüldüm, İnşaallah bulursunuz.

Gümelerin içi adam kaynıyor. "El kesesinden" İstanbullu misafirlerini ağırlıyorlar!

Ama içlerine bir korku düştü artık.

Akibetleri yakındır.

 

Taş Yol'un Divriği istikametine çıkışı

Kemaliye

Şecaat, kelimesinin karşılığı Türkçe dil kılavuzunda: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir.

Sn. Özkan'nın hangi hukukunu korumaya çalıştığı konusunda kanaat hasıl etme işini okuycunun sağduyusuna havale ediyorum.

Benim bu mektup hakkında söyleyebileceklerim şimdilik (!) bundan ibarettir.

Ama yabanhayvanlarının yaşam haklarını savunmaya dönük ve özellikle üreme mevsiminde yapılan avcılığa karşı her zaman birşeyler söyleme hakkını kendimde bulurum.

Çünkü benim bu işten beklediğim herhangi bir menfaat yoktur.

Olamaz da...

Bir konuyu iyice anlamamız lazım...

Edirnelinin de Kemaliye üzerinde hakkı vardır... Karslının da....

Tıpkı Kemaliyelinin de Edirne ve Kars üzerindeki hakkı gibi...

Görülen odur ki; "sevginin karşılıksız olması gerektiğini anlayana kadar" daha önümüzde kat edeceğimiz çok yol var...

-!..

Şimdi kayıt düşelim.

Önemli...

2003 yılında kontrol edilen avcı sayısı 30.040

2007 yılında kontrol edilen avcı sayısı 7.229

Yaklaşık olarak düşüş oranı............. % 76

2003 yılında ceza alan avcı sayısı......... 1.531

2007 yılında ceza alan avcı sayısı........ 826

2003 yılına kıyasla 2007 yılında ceza alan avcı sayısındaki düşüş oranı %46 olmuş olsa da, kontrol edilen avcı başına kesilen ceza oranı yaklaşık 2 kat artış göstermiştir.

Ceza alan avcılardaki %46’lık düşüşün sebebi aslında; 2007’de kontrol edilen avcı sayısının 2003 yılına göre %76 oranında düşüş kaydetmiş olmasındandır.

2007 yılını 2003 yılı ile kıyaslamak gerekir ise;

2003 yılında kontrol edilen avcılardan ceza kesilenlerin oranı %5’de kalırken,

2007 yılında bu oran %11.5 'e yükselmiştir.

Bir diğer ifade ile; 2003 yılında kontrol edilen avcı sayısı kadar avcı 2007 yılında da kontrole tabi tutulsaydı, 2007 yılında ceza alan avcı sayısı 826 yerine 3.432 olacaktı.

Bu analizin ne anlama geldiğini anlıyorsunuz değil mi?

-!..

İdareye methiye düzenlerin ne yapmak istediklerini anlayabiliyor musunuz?

-!..

2108 de yaşayacak avcı kardeşlerim beni anladınız değil mi?

-!..

Dilerim ki Sn. Mustafa Özkan da anlamış olsun.

 

El, ayağın çalışmasından memnun değilse sorumlu baştır.

Nizami

Bu yazı 4396 kez okundu...