Avcı Mezara...
Tüfek Mezata!


2108 yılında yaşayacak avcı arkadaşlarım, inanıyorum ki yaşadığımız dönemi mercek altına alacaklardır.

Onlara yardımcı olmak isterim.

Geçmişte yaşanan yanlışlıkların altında ne yattığını bilemezseniz, geleceğiniz için sağlıklı bir yol haritası tasarlayamazsınız.

Son kırk senedir, bu toplumun el üstünde tutması gereken değerleri hızla eriyor.

Sosyal değerler bağlamında, müthiş bir erezyon yaşıyoruz.

100 sene sonra yaşayacak avcı kardeşlerim, 2008 de "avcılık bağlamında kaybedilen değerler"in ne olduğunu, bu değerleri neden kaybettiğimizi bilmeleri lazım.

Ben yaşadığım iki küçük öyküyü nakledeyim, onlar gerekeni nasıl olsa akledeceklerdir.

 

16 Şubat 2008 günü, Rahmetli Esen Özdilli'nin dükkanına gittim.

Başsağlığı dilemek için....

Tesadüf eseri olacak, kızı ve eşi oradaymış.

Zar zor, bir kaç kelime söyledikten sonra, onlardan Esen'in bir fotoğrafını istedim.

Yayınlamak istiyorum. Anısı yaşasın diye...

İşyeri tasfiye ediliyor. Çok hüzünlü bir sahne!

Bir dönem, rahmetlinin üzerine titrediği her şey satılıyor!

Kim alıyor? Kaça alıyor? Bunu bilmiyorum.

Kesinlikle bildiğim başka şeyler var.

Kim alacak!

Nasıl alacak!

Kaça alacak!

Bunları, çok net biliyorum.

25 sene kadar önce olması lazım. Tarihi çok net hatırlamıyorum. Bir arkadaşım haber verdi.

"Ulus'ta bir silah satılıyor, Browning Auto-5 Shotgun Light, altın tetik (!).

Sen seversin. İstersen git bak"

 

Tetiğin altın olmadığını hepimiz bilirdik ama, silahı en kolay anlatan, ifade bu idi.

12.500 TL isteniyormuş ve çok temizmiş.

Uzun yıllar boyunca tercihimi hep bu silahtan yana kullandım.

Fişek sınırlaması gelince de bırakmıştım.

Aradan bir hafta gibi kısa bir süre geçti. Silahın satıldığı işyerine gittim.

Tarif edilen adres, Ulus'ta Anafartalar Caddesi üzerinde bir (!) ticarethaneyi işaret ediyordu.

Dükkana girdikten sonra, herhangi bir yanlışlık olmasın diye ıkına sıkıla ağzımdan ;

- "Affedersiniz, doğru yere mi geldim! Satılık bir silah varmış diye duydum da... " sözleri döküldü.

İşyeri sahibi;

- "Evet, doğru yere geldiniz, silahın sahibi benim. Buyurun size göstereyim" diyerek beni üst kata çıkardı.

Silah, anlatılan gibiydi. İzin almak sureti ile silahın namlusunu çıkarttım. Kuyrukta çatlama var mı, ona bakıyorum.

- "Hiç bakmayın, pırıl pırıl bir silahtır, çok az kullanıldı" dedi.

Ses tonundan, gergin olduğu belli oluyordu.

Beni yakinen tanıyanlar bu tür alışverişlerde sözü fazla uzatmadığımı bilirler.

Kısa sürede almak için yeterli kanaate sahip olmuştum. Birden bire;

- "Tamam satın alıyorum. Kılıfı yok mu?" diye sordum.

Hafif kırgın, biraz da kızgın bir ifade ile "yok" diyerek söze son noktayı koydu.

Bir şeyler olduğunu anlamak için arif olmaya hiç de gerek yoktu.

Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve daha farklı bir ses tonu ile;

- Neler oluyor? Neden silahınızı satıyorsunuz? dediğimde karşımda bambaşka bir insan gördüm.

Çok dolu olduğu, her halinden belli oluyordu. Başladı anlatmaya.

Bir dönem çok para kazanmış. Yakın çevresinde derhal bir arkadaş kitlesi oluşmuş.

Yemişler içmişler, gezmişler tozmuşlar. Her hafta sonu, onun kesesinden av partileri yapılmış.

Zaman içinde içkinin dozu kaçınca, işine gereken özeni gösteremez olmuş. Kötü günler kapıya dayanmış...

O, yakın arkadaşları (!) bir anda ortadan yok olmuşlar. Çekini, senedini ödeyemez duruma gelmiş.

Silahını, borçlarını kapatmak için satıyormuş.

Bunlar anlatırken onun gözleri buğulanmıştı. Tabii ki benim de...

Başladı, o dönemin yakın (!) arkadaşlarını saymaya... Hepsini yakinen tanıyordum.

- "Bir daha hiç uğramadılar" dedi.

Onlar, kim olduklarını bilirler Şimdi bu yazıyı okurlarsa utanacaklarını da hiç zannetmiyorum.

Onların, her zaman makul (!) bir mazeretleri vardır.

Neyse...

Birden ayağa kalktım ve;

- ........ Bey, şimdi şöyle yapıyoruz. Ben sizin istediğiniz 12.500 TL'yi buraya bırakıyorum. Silah da sizde kalsın. İşinizi düzeltince ben gelir paramı alırım. Tamam mı? dedim.

O, da ben de ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk.

O sert adam şimdi gitmiş, onun yerine kaderine razı, uysal, sevgi dolu yepyeni bir adam gelmişti.

Ayağa kalktı bir dolaptan tüfeğin orijinal kılıfını çıkarttı ve;

- "Bunu özel olarak silahtan ayrı almıştım. Şimdi silahımın doğru yere gittiğini gördüm. Bu da benim size hediyem olsun" dedi.

Birbirimizi anlamıştık.

Ayrılırken ona;

- "İstediğiniz zaman silahınızı benden geri alabilirsiniz. Bunu böyle bilin" dedim.

Bir daha hiç görüşmedik. Bu olayı her hatırlayışımda, içimi hala hüzün kaplar...

Zannedersem ya 1983 ya da 1984 senesi olacaktı. Silaha olan düşkünlüğümü bilen Kızılay'daki bir av bayii bana haber verdi.

- Satılık bir Churchill var... Yanında da bir yivli çifte... İkisine 2.250.000 Tl. istiyorlar.

1980 senesinde oturduğum evin satış fiyatı 2.000.000 TL idi dersem, "herhalde yeterince anlamlı bir örnek vermiş olurum" diye düşünmekteyim. Bu miktarda bir paraya sahip değildim.

Havadisi duydum, aklım da karıştı. Bu yüzüme vurmuş olacak ki Rahmetli Babam beni görünce sordu;

- Hayırdır, dalmışsın!

"Bir şey yok" desem de üsteleyince anlatmak zorunda kaldım.

Beni sadece dinledi ve bir ara "Bu silahları almak istiyor musun?" dedi.

Ben de "evet" diye cevap verdim.

Aradan bir kaç gün geçti. Silahları almaktan umudumu tamamen kesmiştim.

Bir vesile ile Kızılay'daki evimizde bir araya geldik. Babam beni bir kenara çekti ve parayı elime verdikten sonra, "Hadi güle güle, Allah işini rast getirsin. Git, silahlar satılmamışsa al " dedi.

Çok şaşırmış, ama çok da sevinmiştim.

Nur içinde yat babacığım.

Ertesi gün öğleden sonra Kavaklıdere'de silahları satılan beyefendinin (!) evindeydim.

Karısı ile muhatap oldum. O da hüzünlüydü. Önce Rahmetliden (!) bahsettik.

Onu, "avcı olup da tanımayan olamaz" diye düşünüyorum.

Saygıdeğer eşine de aynı (!) teklifi yaptım.

O da çok duygulandı ve "Siz almazsanız biz başkasına bu fiyata satacağız, teklifiniz için de ayrıca teşekkür ederiz, aklımız geride kalmaz. Silahlar, kıymet bilen birine gidiyor" dediler.

Diyeceğim o ki...

Erkeğin işleri bozulunca veya mukadderat (!) anından bir süre sonra, her evde bu veya benzeri bir olay yaşanır.

Kiminin evi satılır, kiminin arabası, kiminin de silahı...

Zannedersem, avcı olduğum için "silah satışı" beni diğerlerinden daha fazla üzer...

Geçmişte sahibi ile aralarında var olan tutku, beni empati yapmaya zorlar...

Aklıma, onun silahına dokunuşu gelir...

Tutku dolu bu ilişkiyi içimde derinlemesine hissederim.

Av dönüşünde silahını temizlemesi gözümün önüne gelir.

Hele hele başarılı bir av dönüşünden sonra ona şefkatle dokunuşu, görülmesi gereken başlı başına bir ritüeldir

Bilerek "ihtiyaca binaen satılan silaha", "müşteri olmamam" bu yüzendir.

Bu konuda olası tereddütleri bertaraf etmek için bir kaç şey daha söylemek isterim.

Vefat eden bir avcının silahı alınmaz mı?

Evet, alınır.

Ama, usulünce...

-!..

Öncelikle, var olan sıkıntıyı aşabilmek için -imkanınız nispetinde- dertlerine derman olacak bir teklif (!) yaparsınız.

Baktınız ki silahı satmakta kararlılar, ama silahın fiyatı piyasa değerinin altına.

Önce onları uyarırsınız.

İstenilen fiyatın düşük olduğunu ikaz edersiniz.

Onlar, bunu bilemeyebilir.

Mümkünse gerçek değerinin az da olsa üzerinde bir bedel ödeyerek silahı alabilirsiniz.

Bugün için, benim kabul edebileceğim davranış biçimi budur.

Bu yüreği ortaya koyamıyorsanız, orada ne işiniz var ki!

Dünyadaki son silah, o evde mi satılıyor?

-!..

Peki, Rahmetli Esen Özdilli'nin başına gelen gibi bir olay yaşanırsa, yani dükkan kalınca ne yapacağız!

Çok basit bir çözüm yolu var.

Bu işin toptancıları (!), kar-zarar düşüncesine kapılmadan, bir günde o dükkanı tasfiye ederler.

Doğru kelime "edebilirlerdi!"

-!..

Toptancıların, kendi üyeleri için "sosyal güvence verecek bir yapıyı, 18 senedir gerçekleştirememesi" sorgulanması gereken önemli bir husustur.

Tanımlanmış bir sosyal güvence yapısına olumlu bakan, aklı başında, sağduyu sahibi, pek çok av bayii vardır.

Vardır da...

Aralarında paylaşabilecekleri "ortak güven duygusu" yoktur.

Keşke olabilseydi...

Bu bağlamda, onların da izledikleri, zaman zaman "bu benim de başıma gelebilir" diye düşündükleri "acı son"un etkisi, kısa sürede var olan değerini yitirir.

Yaşanan boşluk; ya yeni bir acıya şahit olana kadar, ya da "acının öznesi" olana kadar sürer.

İkinci "hal" korktukları son olur.

Özde, bu işler hayata soylu bir bakışı gerektirir...

Koşullardan (!) dolayı toplum olarak 2008 de eksikliğini hissettiğimiz, belki de budur.

 

Avcılara, laf olsun diye katıldıkları "Avcı Eğitimi Kursları"nda yaşama dair bu ve benzeri olaylar hiç anlatılmaz.

Varsayılan eğitim süresi 30 saat civarındadır ve yetersiz bir zamandır.

Zaten avcıların pek çoğu da kurslara sadece bir kaç gün katılır.

Kayıt (!) için bir gün.

İmtihan için bir gün.

Diploma almak için de bir gün.

Eğitim mi?

Eğitim.

Al sana eğitimli avcı!

Gönül rahatlığı ile "bu sertifika 'Şarkta' geçerlidir" diyebiliriz.. (Bkz.Körler Memleketinde Şaşılar Padişah Olur)

Hal böyle olunca, avcılığın "yazılı olmayan kuralları" nasıl öğrenilecek ki?

Eğitim eksikliği çok ciddi bir problemdir.

Kursların tamamına katılan ve başarılı olanların da var olan bilgileri, her yıl sürekli olarak güncellenmelidir.

Kulüpler her ay "erginleşme toplantıları" yapmalıdır.

Enine boyuna her konu tartışılmalıdır.

"Ahlak gök yüzünden şap" diye insanın başına düşmez.

Ahlak, süreç içinde yaşanan olayların sonucundan hasıl edilen bir "değerler manzumesidir".

Avcı, evrensel ölçekli kabul edilebilir bir örnek görmezse, bunu diğer avcı arkadaşları ile paylaşmazsa, nasıl kazanım sağlayabilir?

İnsan nasıl artar!

Kilo alarak mı?

Kısacası eğitim, yaşam boyu sürmesi gereken bir olgudur.

İnsan, içinde bulunduğu çevreye ve buna bağlı olarak da paylaşılan ortak değerlere göre bir yaşam ortamı oluştururken, bu ortam da kendi değerlerini paylaşan insanı oluşturur.

Kısacası nasıl bir çevrede yaşıyorsanız ona uygun bir insan olursunuz.

2008 de yaşanan ekonomik koşullar, insanları çıkar ilişkisine zorladı.

Karnı aç insanların birinci önceliği "ayakta kalabilmektir"

Soylu davranış sergileme beklentisi de, safdillik... .

 

Sn. Prof. Dr. Ahmet İnam;

"Hiç kimse bir başına değildir; bir kişi değildir. Beni yalnızca ben yaşıyorum; beni yaşayanlar var (benimle ilişkisi olanlar, beni düşünenler,duyanlar) Onların düşüncelerinde,düşlerinde yaşıyorum.

Ben "içimde" dünyayı taşıyorum;sonum geldiğinde, benim deyimimle doğduğumda, alışıla gelmiş deyimle öldüğümde, içimdeki dünya son buluyor; ama dünyaya bir dünya bırakıyorum; dile getirdiğim, kendimle oluşturduğum, ilişkilerimle anlattığım duygu ve düşüncelerimle, dostluklarımla, düşmanlıklarımla dünyaya, dünya bırakıyorum." diyor.

Dünyaya, kabul edilebilir değerler bıraktığımız ölçüde yaşayacağız.

Evrensel değerleri savunabildiğimiz ölçekte dünyalı olacağız.

Kış soğuk geçiyor. Kuşlarım çoğaldı. Her sabah benim uyanmamı bekliyorlar.

6'ıncı çuvalı bitirmek üzereyiz.

Onlar, rahat yesin diye iki gün önce yemlik yaptırdım.

  

 

 

Beni bekleyenler de var...

 

Sn.Apdülkadir Özyılmaz - Sn.Ali Kaynak

Sn.Apdülkadir Özyılmaz ile tesadüfen tanıştık. O da eski bir avcıymış. Değerli dostum Sn.Ali Kozanoğlu ile de çok eski tarihten bu yana var olan ahbaplıkları da devam edermiş. Onunla kısa bir süre sohbet yapma fırsatı buldum. Geçmişi yad ettik. Ortak dostlarımızın kulaklarını çınlattık. Ona, yaşadığım üzüntüleri anlatma fırsatı buldum. Düşüncelerime katıldığını söyledikten sonra;

"Avcı, Mezara Tüfek Mezata, Mehmet Bey, ne yazık ki hayat bu" dedi.

Sizce, hayat bu mudur?

Daha sağlıklı bir yapıya kavuşmak, zannedildiği kadar zor mudur?

-!..

Yaşanan tüm sorunların," doğru izin (!) takip edilemediğinden" kaynaklandığını düşünüyorum.

"Başların ayak, ayakların baş olması" da bu yüzdendir.

İkinci sınıf insanlarla, birinci sınıf iş yapılamaz.

İlgi alanınız yabanhayatı ise, iş daha da zordur.

Yürünen yolları dikkatle izleyin.

 

Ölüm, yolun sonuna yerleştirilmiş bir aynadır.

Arkasındaki sır nedeniye; öbür tarafı göstermez.

Bu tarafı, yani yürünen yolu, yaşamın kendisi gösterir.

                                                                                                             Onat Kutlar

 

Mehmet Emin Bora

22 Şubat 2008 / Ankara

Bu yazı 6685 kez okundu...