Tuzak!
Tuzak, Yontma Taş Çağı insanının hayatta kalabilme mücadelesinin "olmazsa olmaz"larındandır. Taş Devri insanının becerisi nispetinde elde ettiği ilkel silahlar, onu kendisinden yüzlerce kere güçlü yabanhayvanı karşısında, ister istemez çaresiz kılıyordu.
Hayatta kalabilmesi, bu savaştan galip ayrılmasına bağlıydı. Beslenme ihtiyacını bir şekilde gidermeliydi.
Üstelik, mağarada kendisini bekleyenler de, işin görünmeyen yüzüydü.
Onu, yabanhayvanlarından çok daha güçlü ve farklı kılan meziyeti, süreç içinde ön plana çıktı..
Aklı!
Paleolitik dönemin insanı, beslenmeye dönük bu elzem ihtiyacını karşılamak için kendisinden çok daha büyük ve güçlü yabanhayvanlarını ele geçirmek bağlamında tuzaklar kurmuştur. Yabanhayvanının dikkatini kendi üzerine çekerek onu bir çukurun içerisine düşürmekten tutun da, bir uçurumdan aşağı düşmesine sebebiyet verecek her türlü düzenek, o zamanın avlanma metodlarından bazılarıdır.
Muhtemeldir ki o dönemde yaşamımıza hayati bir gereksinmeyi karşılamak için uygulama alanı bulan "Tuzak"ın kısa öyküsü bu veya benzeri bir anlatımla ifade edilebilir.
Avcılık eyleminin uygulanma süresi içinde ortaya çıkan işbirliği, işbölümü, topluluk içindeki bireyler arasında sorumlulukların dağıtılması, verilen görevlerin zamanında yerine getirilmesi -zaman zaman da olsa düzenli besin elde edilememesi hallerinde -birlikte tüketim durumu, grup dayanışmasını grup psikolojisini ortaya çıkaran nesnel temellerdir.
İnsanlık tarihi başlamıştır bu sürecin kahramanı avcıdır.
Bu "var olma" mücdelesinin tarihi içinde kurulan tuzakların tartışılacak hiçbir yanı yoktur.
Paleolitik Çağ, insanının yaşadığı tarihten günümüze kadar geçen süre yaklaşık olarak 2,5 milyon yıldır.
Biz (!) halâ tuzak kullanıyoruz!
Şimdi sizlere Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da kullanılan tuzaklardan bazı örnekler sunmak istiyorum.
İlk örneğim, keklik avında kullanılan bir düzenektir.
Elde veya belde taşınabilir.
Elde taşıma
İçi, yün veya pamukla doldurulabilen küçük bir yastık, elle taşınabildiği gibi alttaki fotoğraf karesinde uygulamalı olarak görüldüğü üzere belde de taşınabilmektedir.
Belde taşıma
İlmekler bir ip üzerine dizilmiştir ve balmumu ile doyurulmuştur.
Her bir ilmek için, tahtadan yapılmış bir de küçük kazık vardır.
Küçük kazıklar, toprağa saplandığı andan itibaren "dik" durabilmektedirler.
Çok sayıda ilmek, belirli bir sıralama içinde toprağa saplanır ve iplerin üzeri toprakla itina ile örtülür. İlmeklerin aralarına da rasgele buğday serpilir. İş artık beklemeye kalmıştır! Yemlenmeye gelen hayvan, bu iplerin arasında dolaşırken kafası ilmeğe girince, ilmek büzüşerek hayvanı boğazından yakalamış olur.
Daha sonra yaşanacak olanları sizlerin empati yeteneğinize havale ediyorum...
-!..
Bir diğer tuzak çeşidinde ise, öncelikle "ötüşü" iyi olan keklikler seçilerek bir kafese konur. Kafes de bir çalının dibine gizlenir. Daha sonra avcı onların öterek hemcinslerini çağırmalarını bekler. Kafeslerin 5-10 m. ötesinde saklanan avcı (!) uygun bir zamanda, tüfeğini yerde yürüyen hayvanların üzerine doğrultur!
Bu tek kelime ile iğrençtir. Kendini bilmezler bu yöntemi avcılık zanneder.
Daha da çirkini, aşağıda fotoğrafladığım düzenektir. Sistem, teyp, hoparlör ve aküden ibarettir. Önceden banda alınmış keklik sesleri yüksek volümle yayınlanınca... Gerisi, yukarıdaki örnekle aynıdır.
Seviyesizliğin bir diğer örneğidir.
Bu düzeneği, 6-7 sene önce koruma kontrol ekiplerinin gerçekleştirdiği bir operasyon sonunda ele geçirmeleri üzerine, ben de fotoğraflama şansını elde etmiştim.
Bunun daha gelişmiş örneklerinin zaman zaman piyasadaki silah satıcıları tarafından satıldığını bilmek, gerçekten hüzün vericidir. Bana "Bindiğin dalı kesme" sözü, sanki bu durum için söylenmiş gibi gelir...
Şimdi özellikle anlatmak istediğim diğer bir tuzağı, 30 yıl evvel Şemdinli'de askerlik görevimi yaparken görmüştüm. Geçen seneye kadar hayıflanır dururdum. "Keşke o zaman bir tane alıp da saklasaydım" diye. Kısmet onca sene sonra karşıma çıktı. Kapı komşum Sn. Dr. Erdal Yılmaz Siirt'te görev yapıyordu. Dolayısıyla Ankara'ya bir geldiğinde sohbet sırasında aklımda kaldığı kadarı ile o zaman gördüğüm düzeneği kendisine anlattım.
Aradan kısa bir süre geçti.
Sn. Yılmaz, aynı tuzağın bir örneğini getirmez mi!
Kendisine o zaman teşekkür etmiştim. Şimdi huzurlarınızda bir kere daha teşekkür ediyorum.
Getirilen, tuzak gibi görünse de, aslında bilgidir.
Sn. Dr. Erdal Yılmaz ve eşi Sn. Alev Yılmaz
Tuzak bir o kadar ilkel, bir o kadar da mükemmel!
Bu ifade tarzım size çelişkili gibi gelse de, gerçek bu.
Düzeneği yapmak için, sadece ve sadece bir kesici alet kullanmak fazlası ile yeterli.
Tuzak yapımı sırasında kullanılan ip, burulmak sureti ile, yay görevi yapıyor.
Hepsi bu kadar.
Sistem nasıl çalışıyor?
-!..
Bu tuzağı, uygun bir mevsimde toprağa kurmak sureti ile sizlere anlatmayı düşünüyordum.
Ama zaman yok!
Sizlere tuzağı (!) anlatmanın bundan daha uygun bir zamanı (!) olacağını da düşünemiyorum.
-!..
Acilen (!) anlatmam lazım. Görüntüleri, töleransla karşılayacağınızı ümit ederim.
Tuzağın hepsi bundan ibaret
1
Toprağa 35-40 cm derinliğinde bir o kadar da genişlik bırakılarak düzeneğin oturacağı bir çukur kazılır. Ben salonu (!) eşemediğim için, zemini yastık koymak sureti ile yükselttim. Dilerim ki ne demek istediğim anlaşılmış olsun. Tuzağın üzeri çok ince toprakla kapatılır. Üzerine de buğday serpiştirilir.
23
(V) şeklinde dizilen bu taşlar, kekliği veya keklikleri tuzağa doğru yönlendirir. (2) Beyaz kaselerin yerine o büyüklükte taşlar hayal edin. Seçilen bu alan çoğunlukla su başları veya ona yakın bir bölge olabilir.
V'nin daraldığı son noktaya diğer taşlardan daha büyük bir taş konur. Bu taşın üzerine de bir miktar yem konur.(3)
4 5
4 ve 5 no'lu fotoğraftan anlaşılacağı gibi keklik veya keklikler yem bittikçe ilerlerler ve son büyük taşın üzerine sıçramak zorunda kalırlar. Keklikler, önce taşın üzerindeki yemi yer. Yem bitince etrafına bakınır...
6 7
Ve nihayet, mavi kağıtla dikkatinizi çekmeye çalıştığım toprak üzerindeki yemleri görür.
8
Taştan aşağı atlayan kekliğin ağırlığına dayanamayan kapak aniden açılınca, keklik eşilen çukara düşer ve kapak hızla kapanır.
Bir avuç buğday uğruna bilinen son budur...
İnsanoğlu tarihsel süreç içinde hem kuşlara hem de memelilere tuzak kurmuştur.
İşte memelileri tuzağa düşürmek için kullanılan bir örnek
Yuvarlak tabla üzerine yakalanmasını istediğiniz hayvan türüne göre uygun küçük bir yem konarak, sistem hazır hale getirilir. Tuzak, yakalanan hayvan tarafından götürülmesin diye de bir ip vasıtası ile herhangi bir yere sıkıca bağlanır.
Kokuyu alan memeli düzeneğe yaklaşır...
Ayağını, tablaya basar basmaz...
Tuzaklar, sizlere anlatmaya çalıştığım kadarı ile sınırlı değildir.Örneğin "Alaca avı" kelimeleri ile ifade edilen bir avlanma yönteminden bahsedebiliriz. Renkli bez parçalarından yapılan ve bir kalkana benzeyen bir düzeneğin (80x150) arkasına saklanan avcı (!) yürüyerek kuşlara yaklaşır.
Doğada eşi benzeri bulunmayan bu garip düzeneği gören keklikler tabir caizse "apışıp" kalır. Bu hali avcılar "dondu" diye tanımlar. Düzeneğin içinden silahını çıkaran avcı (!) yakın mesafeden yerdeki hayvanları vurur.
Ege ve Marmara Bölgesi'nde yabandomuzu avı (!) için çelik telden yapılan ilmeklerin bir ucu, sağlam bir yere asılır. İlmek ise hayvanın geçit yapabileceği sınır çitlerinin içine gizlenir. Yabandomuzları, acı içinde bağıra bağıra bu suretle öldürülür.
Özellikle yabandomuzu avı için "yemleme metodu" da kullanılır. Uygun bir alana belirli bir süre dökülen yemek artıkları, yabandomuzları için bir süre sonra beslenme bağlamında alışkanlık haline gelir. Bir ağacın tepesinde bekleyen avcı (!) için iş sadece tetik çekmekten ibarettir. Bu metod her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Çünkü ucunda para vardır. Taraflardan biri kendini "avcı" zannederken diğeri de "ticaret" yaptığını sanır. Hayvanların dili olsa bunlara ne derdi acaba?
Sulara atılan çeşitli bitkiler, aygaz tüpleri, elektrik kabloları, balıkların toplu ölümüne sebep olur.
Bu ahlak dışı yöntemleri "avlanma metodu" zanneden insan müsfeddeleri de kendilerini "avcı" diye tanımlar.
Tuzakların türü, her ne olursa olsun, hepsinin ortak paydası acı ve ölümdür.
Dolayısıyla 21'inci yüzyılda savunulacak hiç bir yanı da yoktur.
Tuzaklar hakkında hiç bir şey bilmeyenlerin bile, zannedersem az da olsa bir fikri olmuştur.
Şimdi sizlere çok daha farklı (!) bir tuzaktan bahsedeceğim.
Ama önce bir konuda fikir birliği yapalım.
Sn. Doğan Cüceloğlu "Savaşçı "adlı kitabında bakın neler söylüyor.
Nasıl sorumlu olabilir ki? Hata yaptığını bile bilmiyor! Sorumlu olmaması gerek!
Öyleyse, insanların sorumlu olabilmesi için, önce neden sorumlu olduğu ile ilgili bir farkındalığı, bir bilinci olması gerek.
Evet! Farkında olmak en temel koşul.
Kişinin farkında olmadığı, bilmediği şeyden, onu sorumlu tutmak bana yanlış geliyor.
Örneğin, yasa yapan kurum, sadece yasa yapmakla kalmamalı, bu yasadan etkilenecek insanlara haber vermeyi, onları bilgilendirmeyi önemsemeli. Vatandaşına ‘Biz Bilinci’ içinde bakan bir yönetimde, yeni yasalarla ilgili bilgilendirme özenle takip edilir ve uygulanır.
Ama, ‘Bana ne, öğrensinler, bu onların sorumluluğu, öğrenmezlerse basarım cezayı, bak o zaman akılları başlarına gelir’ düşüncesi içinde olan yönetim, vatandaşı bilgilendirme konusunda duyarlı olmaz."
(Savaşçı / S.207)
Temel koşul fakında olmak...
Peki, bizler neyin farkındayız?
-!..
İçine çekilmek istenilen tuzağın farkında mıyız?
-!..
Farkında olanların bir tek yolu var!
Ölümün avcılık yaptığı bir dünyada, kuşku ve pişmanlık için zaman yok.
Ancak, kararlar için zaman var.
Don Juan/Doğan Cüceloğlu /Savaşçı/S. 198
Laikliği savunan insanlara, farklı bir gözle bakan herkesi kınıyorum.
Sanki, laikliği savunanların hiç bir inancı yokmuş gibi düşünenleri de...
Milyonlarca insanın aç ve yoksul yaşadığı ülkemde, insanlar bir çuval kömüre bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düşmüşse, kurulan tuzağı daha kolay algılayabiliyorum.
Çaresiz insanlara, devlet eli ile çare olmanın merhametle ve siyasetle hiç bir ilgisi yoktur.
Bunun bir tek adı vardır.
Bir diğerinin zaafından istifade etmek...
Buna şimdilerde "hasat" da denilebiliyor.
21'inci yüzyıla girerken kurulan tuzağı göz göre göre kabullenmek istemiyorum.
Benim inancım laik düzenden yana. Cumhuriyetten yana...
Bilmem anlarlar mı ama...
Ey Allah'ım! Yüzbinlerce tuzak ve yem var, bizler de aç kuşlar gibiyiz.
Her birimiz birer doğan olsak da, her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz.
Sen bizi her zaman tuzaktan kurtarıyorsun.
Ey gani ve mustağni olan Allah'ım!
Biz yine bir tuzağa doğru gidiyoruz.
Ama her adımda binlerce tuzak olsa, sen bizimle oldukça hiç gam yok!
(Mevlana Celaleddin-i Rumi)
Mehmet Emin Bora
09 Şubat 2008 / Ankara
Not:
Müstağni görmek: Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını düşünmek.