Balet Görüntülü Matador!


Sn. Halil Gülçur'un yazısını internet ortamına yerleştirdikten sonra, kendisine bir teşekkür yazısı yazarak "yazının yayına girdiğini" bildirdiğimde gece saat 22:08 idi.

Sabah posta kutuma baktığımda Sn. Halil Gülçur'un nezeket içeren bir mektubunu buldum.

Halil Bey hızlı... Bundan artık şüphem yok.

Halil Bey'in mesajı; "Konu ile ilgili bir kaç fikrini yazan olur mu? Siz daha iyi bilirsiniz ama ben pek sanmıyorum. Biz yine de, inşallah olur diyelim." diye bitiyordu.

Bu dilek, çok çabuk bir "olur" almış olacak ki....

Yazı, yayına girdikten takriben 4 saat sonra ilk tepki gelmiş bile...

Her zaman yaptığımız gibi "önce okuyalım".

Sn. Bora

Yaşamı boyunca askerlik görevi dışında eli tetiğe gitmemiş olanların, "bir canlının başının okşanması ile postunu kanıyla kırmızıya boyaması" bir çelişkidir. İleri gidip "haklı bir nedeni olamaz" demiyorum.

Zira muzipçe bir bakış açısıyla "bir beslenme biçimi olarak kabul edilirse", zabıta dana, koyun vurmaktan çok adam yakalamak zorunda kalacaktı. Sanırım bir avcıyı güldüremeyecek bu kötü espriyi yapmamış sayarsam, gerek yazılarınızda gerekse araştırmalarınızın sonucunda doğal hayatın dengeleri açısından gerekler ya da zorunluluklar dışında bunun için farklı yaklaşımlarla da yine avlanmadan yapılabilecekken ısrarcı olmak, bizim gibi ava ve avcıya uzak kalmışlar tarafından algılanması hayli müşkül görünüyor.

Zira; görünen o ki, en yalın haliyle bir merminin bir bedeni parçalaması... Hem de hiçbir işlevi, ihtiyacı karşılamak gereği olmaksızın, Caddebostan'da BMW ile ya da Hacımurat ile, gençlik ağzıyla "pati" çekmek gibi geliyor.

Kabul ediliyor ki; adı üzerinde doğal yabanhayatı! Yani onlara "evcil canlı" muamele yapılmaması, onlardan farklı bir canlıyla iletişim kurulması anlamını taşıyor. Kısaca av, bugünün koşullarında "ya silahsız yapılmalı" ya da "kullanılan silahın aynısını avın da avcıya karşı kullanma şansı tanınmalı".

İkinci koşul mantık çerçevesinde beynimin küçüklüğünü göstermemesi için vazgeçip, "silahsız bir avlanma daha eşit koşullarda yapılması daha uygun düşer". İçinde cesaretse cesaret, güçse güç, akılsa akıl, çeviklik ise çeviklik...

Bu tanımlamadaki avcılık noktasında balet görüntülü matador daha dürüst geliyor. Hani denir ya "Tüfek icat oldu... " diye. Çünkü; kılıç hiç olmazsa daha eşit koşullara indirgiyor tarafları. Tabii ki yaban dediysem "Denizden babam çıksa yerim" özdeyişiyle bir işlevi olduğu gözlendiğinden kastım denizde yapılan av değil (balinalar hariç).

Ancak kara için durum farklı; "her kuşun eti yenmez" deniyorsa o zaman doldurma hayvan elde etmekten başka seçenek kalmıyor. Ancak; bir avcının yaşamı boyunca avladığı iki tilki, iki kuş olmadığı gerçeğini akılda tutarak; onca dolgu hayvanı onca avcı nerede barındıracağı sorunu büyük kentlerdeki otopark ya da mezarlık sorununun ötesine taşıyacaktır.

Her ne kadar dense de avcının dürüstlüğü, kendi canı söz konusu olduğunda sonlanacağı da inkar edilemez bir gerçek.

Varsayalım ki; karşıdan diğer avcılar ve köpeklerin üzerinize doğru sürdüğü av ile karşı karşıyasınız.

Elinizde etik bir av silahı, bir de etiğe uygun düşmeyen bir ikinci ateşli silah daha var.

Nizami silahınızı doğrulttunuz, nişan aldınız, bastınız!

İmalatçı firmanın yedi sülalesi dilinizde.

Ancak zuladaki, belki de niye yanınıza aldığınızı bile unuttuğunuz o sözü edilen uygunsuz ikinci silah o an ateşlenir mi ateşlenmez mi?

Kısaca; rahmetli dedemin deyimiyle "iki kaşın arası olmadı" diye diğer elinizdeki pimi çekilmiş el bombasını atabilecek misiniz?

Daha da açıkçası; siz iki kaşın arasına çaktınız mı av, ama pençeler arşından kayalara fırlatılıp paramparça olursanız bir kalleşlik mi oluyor?

Askerlikteki gibi bir "eğitim zayiatı" telakki edilirse, o zaman bu "av zayiatı" ile kaybedilecek avcının yaşamı, av ile özellikleri ne olursa olsun barbut atmaya tercih edilebilir mi?

Bu sonu (bana göre) hoş olmayan tek perdelik oyun. "Sanal ortamda aynı tadı vermez" düşüncesi varsa, iddiamda ısrarcı olmak zorunluluğu hissederim. Yani; illa kokusunu duyacağım, gözlerinde vahşi korkuyu göreceğim deniyorsa, diyen belki haklıdır. Ama yineliyorum, o zaman avlanmaya giderken av da olmak tefekkür içinde kabullenilmeli, geride kimleri, neleri neye, nereye terk edildiği düşünülmeksizin.

Teklifim kabul görmüyorsa, Formula–1 pilotu ile olan ayrıcalığını benim naçiz aklım evirip çeviremiyor.

Başta söylediğimi altını yeniden çizerek vurguluyorum, bütün bu düşünceler haklı bir gerekçe yoksa geçerlidir (beslenme, korunma, v.b gibi...)

Affınıza sığınarak; avlanmanın, %50'si öne sürülen gerekçelerse yine bana göre %50'si de tetik tatmini diye düşünüyorum.

Ki bu senaryoların içinde hiçbir etik dışı avlanma söz konusu değildir. Aksi halde "tetik tatmini" bir "sniper zevkine" dönüşür. Bu tez de burada kimse tarafından ne iddia ediliyor ne de savunuluyor.

Bütün bunları, av ve avcılık üzerine köşe taşı olan iki ehil ile yaptığınız söyleşinizin sonucunda "muhalif olan var mı?" dediğiniz için yazdım.

Zira, size ulaşacak muhalif düşüncelerin büyük bölümünü, yaban ile evcili birbirine katmış, bir başka deyişle evcil hayvan besleme duygularıyla doğal yaban hayatına duygudaşlık kuranların daha çok duygusal ve avcılar tarafından daha kolay çürütülebileceğinden; kendimce, aklımın erdiğince bana yakın olmayan bir konuda yazmamı da hoş göreceğiniz umuduyla saygı ve sevgilerimi arz ediyorum.

Ahmet Haluk Başaklar / 18.12.2007- 02:37

 

 

Sn. Ahmet Haluk Başaklar'ın mektubu burada bitiyor.

Sn. Başaklar şairdir ve dostumdur.

Yeni nesil pek bilmez ama "Naif" kelimesi ona pek yakışır.

Bu kelimenin anlamına uygun bir duruşu vardır.

Sn. Ahmet Haluk Başaklar

Bakın bir şiirinde ne diyor.

Göçtükten sonra da unutulmamak için,

Mezar taşlarına adımızı kazıtıyoruz,

Şu garip dünyada bir izimiz kalsın diye;

Her ne kadar taşın bundan haberi olmasa da .

Adını öyle bir yere yaz ki

Mezarın bile o taşa gerek duymasın


22.05 2003/ "Taşınızı yaşarken seçin"

Sn. Başaklar, avcılığı farklı bir bakış açısı ile değerlendirmiş.

Karşıt görüşlere kızmak yerine, bu düşüncelerin "neden oluştuğunu anlayabilme çabası" "daha doğru bir yaklaşım olur" diye düşünüyorum.

Araya bayram giriyor. Belki bu süre içinde "avcılığa karşı olan görüşlerini" ortaya koyacak başka sesler de duyabiliriz.

Ben, zenginleştiğimizi düşünüyorum. Hayat, siyah veya beyazdan ibaret değil...

-!..

Farklı renkler, farklı sesler hayatın gerçeğidir.

Bilgiye ulaşmamıza yardımcı olur.

Taşımızı (!) seçmemizde bize yön verir.

Haluk kardeşime bu ilgisinden dolayı teşekkür ederken;

Tüm avcı kardeşlerime,

avcılığa karşı olan kardeşlerime,

nice sağlık dolu günler ve bayramlar dilerim.

 

Bir ömür keseleri doldurmaya yettiği halde, başımız doldurmaya yetmez.

Boşlukların en büyüğü doğada değil başımızda saklıdır.

Cemi Sena Ongun

Bu yazı 4545 kez okundu...