Maglev ve Zaman Makinesi!
Maglev
Bu gün 23 Ekim 2007.
10 Ekim 2007 tarihli ve Simurg başlığını taşıyan yazımda;
"Sevgili Dostlarım,
Avcı Kardeşlerim,
Bu bayrama haince yapılan bir saldırı sonrası üzüntülü ve kaygılı olarak giriyoruz.
Şehitlerimize Allah''tan rahmet, yakınları için de sabır ihsan etmesini diliyorum.
Her seferinde yanıyoruz ama bu sefer "aymazların" halini görünce daha da çok yandık.
Bu gidiş, hayra değil..." demiştim.
Çok değil, aradan sadece 11 gün geçti.
Yine içimiz yandı.
Pek çok ilde, ilçede insanlar yollara döküldü.
İnfial çok büyük.
Gün, birlik günüdür.
Bu, bizi diğer milletlerden belirgin olarak ayıran farklılığımızdır.
Dikkat!
Bunu kaybetmemeye özen göstermeliyiz.
Üslubu beğenseniz de, beğenmesiniz de şimdi birlik zamanıdır.
Tek vücut...
Tunalı Hilmi Caddesi
Tek ses...
Bana "11 gün evvel bu gidişin hayra olmadığını görmek, pek de marifet değil..." diyebilirsiniz.
Ben sizlere yaklaşık olarak 21 ay (!) evvel başka bir şey daha anlatmaya çalışmıştım.
Yazının başlığı "Gel de anla"
Lütfen hatırlamak için bir kere daha okuyun.
Bu yazının sonuna doğru:
"Yabanhayatı üzerinden yapılan popülizm bu ülkeye hayır getirmez.
Sorun, zannedildiğinden daha büyüktür.
Evcil hayvan sevgisi ile yabanhayatını idare edemezsiniz.
Şimdi ne olacak?
-!..
Yaşamın içinde öyle anlar vardır ki....
O olaya müdahale, artık imkansız bir hale gelmiştir...
Değiştiremezsiniz...
Gücünüz yetmez...
Ama yine de bir şeyler yapabilirsiniz...
Kendinizi değiştirebilirsiniz.
Şimdi benim için o an...
Ben, en azından kendi tavrımı belirleyebilirim.
40 seneden bu yana her gün okuduğum Hürriyet Gazetesi''ne bu günden sonra "Allahaısmarladık" diyorum.
Yüzünüzdeki gülmeyi hissedebiliyorum!..
"Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok" diyorsunuz
"Siz ne yapıyorsunuz?
-!..
Dilerim ki kamuoyunu en azından bundan sonra doğru bilgilendirirler.
Dilerim ki bir gün "merhaba" da diyebileyim...
Gerçekleri öğrenin, analizini yapın, sonra da doğru hissettiğinizi yapın.
Waterman
Yukarıdaki özlü söz ile yazımı bağlamışım.
Kısacası, Hürriyet Gazetesi''ni içine düştüğü çelişkiden dolayı, bir okuyucu olarak onu terk etmiştim.
Çok değil, bundan 10 gün önce, gazetenin en önemli yazarlarından biri olan Sn. Emin Çölaşan''da kendi ifadesine göre kovuldu...
Başkaları (!) da aynı akıbete uğrarsa, hiç de şaşırmam.
-!..
Neden kovulmuş?
Doğruları yazma konusundaki ısrarı için...
Terk (!) sebebi, kamuoyunun doğru bilgilendirilmemesi...
21 ay evvel ben de kendi ilgi alanımda gazetedeki bu boşluğu fark ettim.
Aslında bunun çok daha eski bir miladı var....
Örnekten anlaşılacağı gibi, yaşanan veya yaşanacak sıkıntıları uzun zaman önce de görebiliyorum.
Yani, 11 günle kısıtlı değil!
Kitabı okumam 2-3 saatimi aldı.
Sn.Çölaşan''ın anlatmaya çalıştığı olaylar yüzünden, pek çok okuyucu gazete ile olan bağlarını kopardı.
Dikkatli bir gözlem, duru bir akıl, bu ülkede hemen hemen her gün yaşanan pek çok yanlışı görebilir...
İşin en acı yanı, görenlerin ve tavır koyabilenlerin sayısının az oluşudur...
Büyük bir çoğunluğun "görmek istemeyenlerden" oluştuğunu seslendirebiliriz.
-!..
Pek çoğumuzun bir beklentisi var...
-!..
Kimi, var olan statüsünü korumaya çalışırken, kimi de sisteme göbekten bağlanmış.
Toplum zaman içinde bu hale getirildi.
Lafın özü biz, bizi biliyoruz da, acaba dünyada neler oluyor!
Bunu öğrenebilmek için, özellikle belgesel ağırlıklı yayın yapan kanallara odaklanıyorum.
22.10.2007 Saat 21:30
National Geographic kanalını seyrediyorum.
Anlatılmaya çalışılan, hızlı bir trenin yapım öyküsü!
Maglev!
Saatteki hızı 500 Km.
Çin''de 8 milyon kişi bu trene binmiş.
Yapım aşamasında mekanik aksam üzerinde hata payını maksimum 1 mm ye kadar indirmişler.
Petrole çok az ihtiyaç duyan bir sistemi var.
500 Km/h
8 milyon kişi seyahat etmiş.
Magnetik Kaldırma
Maglev - Magnetic Levitation
Magnetik levitasyon trenleri çelik raylar yerine, üstün iletken mıknatıslar üzerinde hareket ediyormuş.
Anlatıyor konuşmacı...
Zaman zaman Almanya''dan örnek veriyor
Zaman zaman da Çin''den
Yeri geliyor, Japonya''dan bahsediyor...
Neymiş!
Sisteme en ufak bir müdahale olursa, elektronik düzen o anda trenin gidişini "şak" diye durdururmuş!
-!..
Trenin hareketi bu ekrandan izleniyormuş.
Zaman tasarrufu sağlıyorlarmış!
-!..
Zaman o kadar önemli mi?
-!..
Biz!
Bizler!
Zamanı ileri veya geri alabilecek bir sistemi uzun yıllar (!) önce keşfettik!
-!..
Bir tek sıkıntımız var!
-!..
Dünya kamuoyuna kendimizi yeterince anlatamıyoruz!
-!..
Zaman makinesi yaptık!
-!..
Tren ne ki!
-!..
İnanmıyorsunuz değil mi?
Anlatayım.
Bildiğiniz gibi elime her fırsat geçişinde kendimi Çamlıdere''ye atıyorum.
Çevre köyleri gezip fotoğraf çekiyorum.
Süleler Köyü
Avcılarla, köylülerle sohbet yapıyorum.
Daha çok soran ve dinleyen oluyorum.
Yaşama yön veren kontratların (!) neden ve nasıl yapıldığını anlamaya çalışıyorum.
Beklentinin küçüklüğü karşısında dudaklarım uçukluyor!
Çaresizlik içinde kıvranan insanların yaşam öyküleri, katlanılacak gibi değil.
Gözlemim odur ki, insanımız, kendi yaşamını yeterince sorgulamıyor...
Kadercilik anlayışı günlük hayatın içinde büyük ölçekli bir yer edinmiş.
Sürekli dolaşıyorum.
Mudrunu - Beypazarı - Mengen''e (!) kadar kolum uzanıyor.
Avcı arkadaşlarım var oralarda...
Zaman makinesini (!) onlar anlattı...
Olay 20 (!) sene evvel yaşanmış.
O zaman yörede kaçak av yapan bir kaç tane avcı varmış...
Bir gece far avı yaparken kolluk kuvvetlerine yakalanmışlar.
Hem de iki araba dolusu avcı...
Yarısı silahlı, yarısı silahsız, sadece leğen (!) taşıyorlar.
Önceleri "hani belki tutar da bizi bırakırlar diye kolluk kuvvetlerine sert çıkmışlar"
Bakmışlar ki bu metod tutmuyor, papuç pahalı...
Bu sefer de başlamışlar yalvarıp yakarmaya!
İşte asrın icadı zaman makinesi bu aşamada kendiliğinden devreye girmiş.
Laf uzamış, uzamış uzamış....
Bir de bakmışlar ki gece bitmiş...
Gündüz olmuş!
İş, zabıt varakası tutmaya gelince hali ile (!) saat ve tarih de gündüz olarak kayda geçmiş.
Özde, zapta "gece" yerine "gündüz" diye yazılınca, suç unsuru "far avı" olmaktan çıkmış, "yasak avlanmaya" dönüşmüş!
Avcı arkadaşım, öyküsünü bu şekilde sonladı...
Avcılar seneler sonra (!) bir araya gelseler de hala olayı birbirlerine anlatıp "O tarihte arabalarımız böyle kurtuldu" diye gülüşüp dururlarmış.
Hatta içlerinden bir kısmı hayıflanarak;
"Bizim o zaman silahımız yoktu ki!
Biz sadece leğen (!) taşıyorduk!
Bize niye ceza yazdılar!
Leğen taşımak suç mu?
Mahkemede cezaya itiraz etsek daha doğru olmaz mı?" diye söylenip durmuşlar.
Öyküyü çok beğendiğim için arkadaşıma "Bu avcılardan yaşayan var mı?
Beni onlarla tanıştırır mısınız?" diye sorduğumda;
"Onların bazıları vefat etti. Bir kısmı da buradan çok uzaklara göçtü. Köyde hemen hemen hiç kimse kalmadı" dedikten sonra son söz olarak;
"İşin kötü yanı, bu yörede bunun bir ''kurtuluş yolu'' olduğu yönünde bir inanç pekişti". dediler.
Şimdi bana inandınız mı!
Zaman makinesi işte bu!
Geceyi gündüz, yasaları dümdüz yapar.
Zaman makinesinin Milad''ı bu olsa gerek!
Biz her konuda gavurdan (!) öndeyiz, bunu böyle bilin.
-!..
Kimbilir daha neler olacak!
Köyün delisi köy meydanında koşarak şöyle bağırıyormuş;
''Olacak olacak neler olacak''. ''Olacak olacak neler olacak''.
Köylüler deliyi yakalamış ve sormuşlar ''hayırdır, ne olacak?'' diye.
Deli başlamış anlatmaya ''annem hasta, babam zengin,''.
Köylüler, ''E bunu biliyoruz, ne olacak yani'' derler.
Deli anlatmaya devam eder ''Annem ölecek, babam parası olduğu için genç ve güzel bir kadın alacak, babam kadına yetmeyeceği için, onunla ben yatacağım'' der.
Aradan 6 ay geçer bizim deli bu kez ''Amanin oldu da neler oldu'' ''Amanin oldu da neler oldu'' diyerek yine koşmaya başlar,
Köylüler deliyi yine yakalarlar ve ''Hayırdır, neler oldu?'' diye sorarlar.
Bizimki anlatmaya başlar: ''Hani 6 ay önce annem hasta ölecek, babam zengin olduğu için genç ve güzel bir kadınla evlenecek, babam kadına yetmeyecek ve kadınla ben yatacağım'' demiştim ya...
Köylüler: ''Eee evet ne oldu?''
Deli: ''Vallahi hiç sormayın tam tersi oldu. Annem iyileşti, babam öldü, annem genç bir adamla evlendi. Adam hem anamı hem de beni düdüklüyor'' dedikten sonra koşmasına devam etmiş.
''Amanin oldu da neler oldu'' ''Amanin oldu da neler oldu''
Bu yıl yapılacak Merkez Av Komisyonu toplantısında -bence- leğen masaya getirilmese de, mutlaka konuşulmalı!
Tabii ki "zaman makinesi" de...
Aksi takdirde doğaya salınan geyikler için ''Amanin, oldu da neler oldu'' diye ağıt yakacağımız günler yakındır.
Siz zamanı değil, zaman sizi harcar.
Gane Fowler
Mehmet Emin Bora
23 Ekim 2007 / Ankara