Kapadokya-Nevşehir
2. Bölüm
Balonla yapmış olduğumuz küçük gezi erken saatte bittiği için, otelimize dönüp kahvaltı yapma fırsatımız oluyor.
Otelin aşçısı Erdal Gülcan, Mengen'li. 8 senedir burada çalışıyormuş.
Ben, süreklilik sergileyen bu tavıra çok önem veririm.
Bizim çalışan insanımızın önemli bir kısmı ki, bence bu çok üzücüdür; daha yüksek bir ücret bulduğu zaman eski işyerini o gün terk eder.
Sizi terk etmek için aldığı fark, aslında sizin değil onun değerini belirler.
Onun zor zamanında ona dönük yaptığınız her şeyin üzerini bir kalem de çizebilir.
İstisna-i olarak aksi yönde örnekler de vardır.
Aradan 20 - 30 yıl geçse bile halâ sizi saygı ile anan çalışanlarınız da olabilir.
Ben onları "kardeşlerim", "arkadaşlarım" gibi görürdüm.
40 seneye yaklaşan çalışma hayatımda, benim hiç "işçim" olmadı!
Çalışma hayatım, bunun çoğunlukla acı, zaman zaman da tatlı örnekleri ile doludur.
Sony'nin kurucu patronu "Sony" isimli bir kitap yazmıştı. 1990 da okumuştum.
Hem de zaman zaman ağlayarak...
Bugün Japonya bir yerlere geldi ise bunun altında yatan "İş Ahlakı" gerçekten incelenmeye değer bir konudur.
Aslında ahlak temel taşıdır... Kilit taşıdır...
Nerden nereye geldik!
Teras katında bunları düşünürken, bir taraftan da "nasıl bir fotoğraf karesi yakalarım" diye çevreyi tarıyorum.
-!..
Bulduğumu zannettiğim 4 fotoğraf karesinden oluşan bir diziyi sizlere sunmak isterim.
Oturduğum yerden, aynı mekanda ve aynı zamanda evrimi sembolize edebilecek 4 kare...
Görüntü avcılığı da heyecanlı olabiliyor...
1
2
3
4
Kahvaltı sonrası, günü yeterince değerlendirebilmek maksadı ile Avanos'a doğru yola koyuluyorum.
Avanos'un fotoğrafını 2 saat evvel balondan çekmiştim.
Avanos
Sabahın ilk ışıkları Kızılırmak üzerine düşerken, ben de büyük keyif aldığım işe dönüyorum..
.
Fotoğraf makinası ile yapılan avcılık (!) silah marifeti ile yapılandan en az 10 kere daha zor!
Bunun böyle bilinmesinde fayda var.
Biri, diğerinin alternatifi mi?
Bu soruyu yanıtlarken "hayır" diyebilirsiniz. Ben de katılırım.
Ama emekli avcılar (!) için bu seçenek hoş bir fırsattır.
Avanos'ta bir süre kaldıktan sonra Nevşehir'i daha yakından görmek için tekrar yola koyuluyorum.
Gözüm etrafta.
Aklım ise, halâ sabahın er vaktinde rastlaştığım kazmada!
-!..
Yol kenarında bir kabak tarlası görünce "arşivde bulunsun" diye doğruca tarlaya yöneliyorum.
İyi ki de böyle yapmışım!
Tarlada fotoğraf çektiğimi gören Feramiz Taşdemir ile tanışmamız bu suretle oluyor.
Taşdemir, Nevşehir'de oturuyormuş. Ben her zamanki sorularımı ona yöneltince o da anlatmaya başlıyor.
İsa Aksu - Feramiz Taşdemir
Tapulu arazisinden yılda ancak 900 YTL kazandığını, bu kazancı ile 7 kişilik ailesini geçindirmekte zorlandığını söyledikten sonra "İstanbul'a gidip orada seyyar satıcılık yaptım. Aylık 1.500 YTL para kazandım, başka çarem yok" diyor.
Kente neden göç ediliyor? En önemli sebep bu.
İnsanların içi o kadar yanık ki...
Söz, kabak konusuna geliyor. O da bıraktığı yerden devam ediyor.
Çekirdeğin kilosu 5 YTL. Dönümünden 80 kg ürün alıyorlarmış. Gübresi, işçiliği, elektrik parası derken, ince hesap yapılınca kazancı amele yövmiyesine eşit hale geliyormuş. Çevredeki pek çok küçük çiftçinin birikmiş "elektrik borcu" altında zor günler geçirdiğini anlatıyor.
"Ürün fiyatları, 4 sene geriye gitti" dedikten sonra "ama yaşam pahalandı" diyor.
Bizim bu hararetli konuşmamızı gören tarladaki çocukları da yanımıza geliyor.
Her zaman olduğu gibi grubun küçüklerinin gönlünü alabilmek için onlara küçük hediyeler veriyoruz.
Onların güler yüzü bizi mutlu ediyor.
Onlar da bize elleri ile canlarından can katarak ürettikleri patatesten bir çuvalını hediye ediyorlar.
Anadolu insanının gönül zenginliğini görebiliyor musunuz!
-!..
Bir de "Kazma"yı hatırlayın...
-!..
Dağdan geldi, bağdakini kovuyor!
Esma-Şeyda
Yaşça daha büyük olanların iç dünyalarını ise yüzleri anlatıyor...
Mutlu bir azınlığın yaşadığı hayatın, en mahrem noktalarına kadar medyada sergilendiğini izledikten sonra;
haklı veya haksız kendini onlarla mukayese etmeyecek birileri kaldı mı?
Bu gözlemlerin yüreklerde yarattığı travmalara karşı koyabilmek her babayiğidin harcı değildir ve bu beklenmemelidir.
İnsanoğlu sadece acıya özenmez!
Fırsat eşitliği yaratılmak isteniyorsa içi boş üniversiteler açmak yerine, yönelecek çok daha sağlıklı hedefler var.
Köy Enstitüleri...
Meslek Liseleri...
Bu tertemiz insanları orada işleri ile baş başa bırakıp Nevşehir'e doğru yöneliyorum.
Rahmetli Kayın Pederim İsmail Hakkı Altuncu, 1960 yılında Adnan Menderes'in koruma müdürü idi.
İhtilalle beraber tutuklanarak Yassı Ada'ya gönderildi.
İlk duruşma sonunda da hakkında beraat kararı verildi.
Göreve döndüğünde, onu emniyet müdürü olarak Nevşehir'e atadılar (!) .
Nevşehir bizim için bu bakımdan farklı bir anlam taşıyor.
İsmail Hakkı Altuncu 1972 yılında kendi isteği ile emekli oluncaya kadar camia içinde her zaman çok sevildi.
Babacan, dürüst ve çalışkandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Personel Daire Başkanı olarak ayrıldı.
***
Kente girer girmez "Şehri önce yüksekten görelim" mantığı ile doğruca Nevşehir Kalesi'ne yöneliyorum.
Berbat yollardan geçerek kaleye çıkıyoruz. Anlatılacak gibi değil. Kale çevresinde asayiş açısında uzun süre sıkıntı çekilmiş. İzleri hala bariz olarak görülebiliyor.
Kale Kapısı
Yıkık duvarların üzerinde dolaşarak "en iyi nereden ne görebilirim" sorusuna yanıt aramaya çalışıyorum.
Nevşehir'in içi, kalesinden daha güzel.
Ama yabancı turist için albenisi fazla olan bir mekan - en azından ben - göremedim.
Çarşı içinde bir kaç tur attıktan sonra yeniden Göreme'ye dönüyoruz.
Yol boyunca Hatmi çiçeği tohumları topluyorum. Hem de beyaz hatmi!
Kısmetse artık Ankara'da açacaklar.
Otelde yediğimiz akşam yemeğinden sonra yorgun olduğumuz için yatmak istiyorum.
Ertesi gün Kayseri üzerinden Ankara'ya döneceğiz.
Ama dün geceden kalan bir korkum var!
Dün gece yarısı bir gürültü ile uyandım. Adamın biri ha bire marşa basıyor. Yer gök yarılıyor sanki.
Allah var içimden, "İnşaallah akün biter de, sen de sürünürsün " şeklinde bir de halisane niyette bulundum.
Bitmedi meret, "ne aküymüş be! " dedikten sonra daldım gittim.
Ertesi sabah durumu resepsiyona ilettim ve bu durumun bir daha olmaması için naçizane bir dilekte bulundum.
Onlar ise; böyle bir olay olmadığını, o sesin sahur için dolanan davulcudan kaynaklandığını söylediler.
Ağzımın bir karış açık kaldığı an işte bu...
Davul ne zamandır marş gibi basıyor?
Bu nasıl bir davul ki?
Öyle ise bu gece yine var demektir!
Korkum işte buradan kaynaklanıyor.
Resepsiyondaki görevli ; "Siz merak etmeyin biz onu tembihledik. Otellerin önünde çalmayacak " dediler.
Yapacak çok da bir şey yok.
Yemekten sonra saat 10:00 sularında yatttık...
23 Eylül Pazar. Saat 02.52.04 ( Bu bilgileri bana fotoğraf makinem veriyor.)
Bir cayırtı kopuyor ki.... Anlatılacak gibi değil.
Boş bir bidonun içine sanki makineli tüfekle seri şekilde ateş ediliyor.
Caaaaarrrrrrrr!
Arada bir sessizlik de oluyor!
Merakımın doruğa çıktığı an da bu..
Daha sonra pes tonda alçak volümlü bir ses peydah oluyor "ding" "dang" "dong"
Cd'si çıksa kesin alırım.
Meraktan çatlayacağım desem yeridir...
Her yer zifiri karanlık. Yapabileceklerim ise sınırlı.
Yolda aydınlanan bir tek alan var. "Buradan geçerse görürüm" diye düşünüyorum.
Caaaaarrrrrrrr!
"ding" "dang" "dong"
Geliyor...
Görüyorum.
Sağ elinde sopa, sol elinde gaz tenekesi...
Hayal bile edemediğim sıra dışı makine bu...
"ding" "dang" "dong" seslerini ise;
Yakın çevresindeki elektrik direğine, bidon v.b cisimlere vurarak elde ediyor.
Potansiyel bir perkisyon sanatçısı ile karşı karşıyayım.
-!..
Pavarotti de önceleri anlaşılamamıştı!
-!..
Söz vermiş, otelin önünde çalmıyor ama 20 mt ötede çala çala kendinden geçiyor...
Trans hali dedikleri herhalde bu.
Bu, önceden uyarılmış hali!
Uyku muyku hak getire...
İstediğin kadar çitten koyun atlat, olmadı döne döne sen atla...
I..ıhh... Bir gram faydası yok.
Tam derin üzüntülere gark olacağım ki...
Birden aklıma "kazma" geliyor...
Kim bilir şimdi o ne haldedir!
Ürgüp'de de olsa hiç bir şey fark etmez!
Ses, tüm Kapadokya bölgesi için yeterli...
Uyku sersemliği yerini duru bir akla bırakınca..
Bir anda içim aydınlanıyor...
"Kazma" belki de şu anda bavulunu topluyordur!
Olamaz mı?
"Erken kalkan yol alır" değil mi!
Yüzüme beşüş bir çehre düşüyor.
Huzur doluyum...
Uyumuşum.
İkinci bölümüm sonu.
Devam edecek
Mehmet Emin Bora
27 Eylül 2007 / Ankara