Sinek ve Uzun Eşek!


 

Üç hekim arkadaş Ankara''ya gitmek için gece 23.30 da Haydarpaşa Garı’ndan kalkan Fatih Ekspresi’ne binmiştik.

Arkadaşlıklarımızın eskiliği ve uzun süredir bir araya gelememenin etkisi ile kimsenin uykusu yoktu. Yemekli vagondaydık. Hayat hepimiz için farklı yönlere akmıştı. Öğrencilik yıllarında kaldığımız yerden muhabbete devam ediyor olabilmek hepimize mutluluk vermişti. Ortak noktalarımız azalmış olacak ki bir süre sonra muhabbet bitti. Daha İzmit''e bile varmamıştık.

Arkadaşım bir deste oyun kağıdı çıkardı.

Üç kişiydik ve dördüncü bulamazsak öğrencilik yıllarımızda gibi briç oynayamayacaktık.

Söyle çevreme bakindim. İki masa ötemde kitap okuyan iyi giyimli yaşlı beyefendiyi gözüme kestirip briç oyunu için dördüncü olup olamayacağını sordum. Önce çekindi ama sanırım o da yolculuktan sıkılmıştı. Israr edince sevinerek kabul etti. Eski briç oyuncularındandı. Deklarasyonda anlaşmada zorlansak da oyunculuğu iyiydi. Beyefendinin emekli yüksek hakimlerden olduğunu, İstanbul''da oturan oğlunu ziyaretten döndüğünü öğrendik.

Arifiye''ye vardığımızda oyunda iki robber (1) sonunda beraberlik vardı. Gecenin 01.30''u olmasına karşın kimsenin uykusu gelmemişti. Oyuna ara verdiğimizde emekli hakim olan beyefendiye hukuk konusunda sorular sormaya dahası hukuk sisteminin hekimlik ve uygulamaları konusunda giderek daha çok hekimlerin üzerine geldiğinden yakındık.

Bizimki kesmeden yakınmalarımızı dinledi.

Sonra elindeki kağıtları masaya bırakıp "Yüzümüz batıya döndü ama hukukumuzu batılılaştıramadık. Dahası hukuku ticarileştirmeye de başladık. Bütün bu sıkıntılar kaçınılmaz görünüyor" dedi. Hukuk anlayışının insanların vicdanındaki adalet beklentisi ile ortaya çıktığını, özgürlükler ile birlikte geliştiğini anlattı.

- Her toplum kendi yapısına ve özgürlükleri kazanma biçimine göre hukuk sistemini oluşturur. Bizler bu noktada Batı toplumlarından farklıyız.

- Sözünü ettiğiniz nasıl bir fark? Batının her türlü gerecini, kültürünü sahipleniyoruz da hukukuna mı yabancıyıyız yani?

Başını sallayarak "aynen öyle" dedi, bizim emekli hakim. Sonra "Belki söyle anlatabilirim" diyerek masadaki oyun kağıtlarını gösterdi.

- Her ülkenin geleneksel kağıt oyunu farklıdır. Poker İngilizlerin oyunudur.

Briç oyunu ise Fransızlar tarafından sahiplenilmiştir. Pokerde en değerli kağıt kraliyet kalkanını ve kraliyeti simgeleyen Kupadır.

Sonra askerleri ve askeri gücü simgeleyen ok ucuna benzeyen simgesi ile Maça gelir.

Kuzey Avrupa ticarethanelerinin kiremitleri ile simgelenen Karo üçüncü önemli kağıttır ve ticaretle uğraşanları gösterir.

Sinek en değersiz kağıt olup üç yapraklı yonca ile simgelenen tarım kesiminde çalışanların karşılığıdır.

Gavurca isimlerini de buralardan alırlar. Oyun bunlar arasında oynanır ve hukuk düzeni de bu anlayış üzerinde şekillenir.

- Fransa''da durum daha mı farklı?

- Fransızların geleneksel oyunu Briçtir ve briçte de ayni sıralama geçerlidir. Sadece Fransız ihtilali ile askerler kraliyet temsilcilerini alaşağı etmiş kendileri üst sıraya geçmiştir.Bu nedenle Maça, briç oyununda Kupadan daha değerledir. Sinek her dönem en değersiz kağıttır. Fransızların demokrasi geleneği bu oyunda daha belirgindir.

Pokerin blöf geleneğinin tersine oyuncular ellerindeki kağıdın gücünü konuşarak ifade ederler.

Hukuk düzenleri de bu anlayış üzerine şekillenmiştir.

- Peki ya bizde durum neden farklı?

- Bir düşünün bakalım bizim geleneksel kağıt oyunumuz nedir?

-!..

Birbirimize baktık. Tren Arifiye İstasyonu’nda durduğunda ortalığa gecenin sessizliği çökmüştü. Yemekli vagon kapandığı için oyuna ve sohbete devam etmek için pulman bölümüne geçtik. Bizimki oyun kağıtlarını eline alıp sürdürdü sözlerini;

- Bu toprakların geleneksel kağıt oyunu "Piştidir" arkadaşlar.

9 şimdi pişti!

 

Pisti oyununda kağıtların cinsinin hiç önemi yoktur. Her kağıt, oyunda pişti yapıp değerli hale gelebilir.

Sınıflı olmayan toplumların oyunudur Pişti.

Hukuk anlayışı, toplum yapısı da ona göredir.

- Nasıl yani?

- Bu toplumda herkes her mevkide görev alabilir. Bir çiftçi çocuğu bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olabilir. Hukuk anlayışı da sosyal statüden bağımsız olarak duruma yere zamana göre değişkenlik gösterebilir. Adamına göre hukuk, adamına göre ceza verilebilir. Bugün suç kabul edilen ertesi gün yüceltilebilir. Çok eksiği olsa bile, Batı hukuku yine de kendi norm ve formlarını oluşturmuştur. Öyle kolay esneyip bükülmez.

Bizler bu hukuk anlayışımız ile nasıl AB ülkesi olacağız bilemiyorum.

Kafamız karışmıştı. Bir süre durup düşündük. Oyun kağıtlarını çıkaran arkadaşım sözü aldı ve "O zaman Batı toplumları hukuk sorunlarını çözmüş mü oluyor?" diye üsteledi.

Bizim emekli hakim oyuna geri dönelim gibilerinden işaret yaptı.

- Dedim ya, toplumlar özgürlükleri için ödedikleri bedele göre hukuk anlayışlarını eleştiriyorlar. Birkaç kuşak sonra özgürlüğün bedeli olduğunu unutup geri döndükleri de çok oluyor. Savaşlar da bu nedenle çıkıyor ya.

-Yani?

- Gördüğüm kadarıyla Batıdakiler tüketim toplumu olmanın da etkisiyle özgürlüğün bedel ödenmeden kendilerine sunulmuş hizmet olduğu sanısıyla yaşıyor. Bu yüzden de her olayda kendilerini çocuksu bir masumiyet, sorumsuzluk içinde hissediyorlar. Başlarına bir şey geldiğinde de bu kez kurban olduklarını düşünüp yine pasif duruş sergiliyorlar.
Çabalamıyor, her şartta masumiyetin çekiciliğine, pasifliğine sığınıyorlar.

 

Böylesi masumiyetin insan gerçeği ile bağdaşmadığını bile bile onların hukukçuları da oturup seyrediyor. Bu gidişleri de pek gidiş gibi gelmiyor bana. Her neyse, derin konular bunlar biz oyunumuza bakalım.

- Hukukun ticarileşmesi demiştiniz az önce. O ne demek?

- Siz hekimler daha iyi bilirsiniz bu sorunun yanıtını. Sağlık nasıl ticari meta haline geldiyse haklar da alınır satılır hale gelebilir ve geliyor demek.

Adalet arayışı yerini ticari beklentilere bırakıyor demek. Konuşturmayın beni artık.

Oyuna geri döndüğümüzde hepimizin aklı karışmıştı. O gece neredeyse sabaha kadar sürdü oyunumuz. Şafağın alacası belirlemeye başladığında Polatlı''daydık. Bizim emekli hakim yorulduğunu dinlenmek istediğini belirterek izin istedi, oyun için teşekkür etti. Sincan yakınlarında doğan güneşi selamlayan siren sesi ile uyandım. Bizim ekip uyuyordu. Oyun kağıtları ise ortalığa saçılış yeniden dağıtılmayı ve yeni oyuncularını bekliyor gibiydi. (Anonim)

Pazar sabahı bilgisayarımı açtığımda kadim bir dostumdan bir elektronik posta aldım. Yukarıda sizlerle paylaşmaya çalıştığım öykü, bu mektuptan çıktı...

Üreten kesimin "sinek" gibi görülmesinin tarihsel kökleri varmış da, haberimiz yokmuş...

Şimdi daha iyi anlıyorum "Seni sinek gibi ezerim" şeklindeki söylemin manasını...

-!..

Oyunların tarihçesi, toplumların kaderini bu kadar yakından ilgilendiriyorsa!

-!..

Yandık ki yandık...

"Yaşadığın çevre kültürünü, kültürün de yaşadığın çevreyi belirler" sözü bir kere daha doğruluğunu ispatladı.

-!..

En azından kendi jenerasyonum için sorgulamak isterim...

Uzun eşek oynamayanımız olmuş mudur?

Zaman zaman da olsa eşek yerine konulmamız boşuna değilmiş.

Bilseydim, oynar mıydım!

Ya çelik çomağa ne demeli!

-!..

Çocuk yaşta hırsla yere savrulan kazıklar, ileride günlük yaşama nasıl yansıdı acaba!

-!..

"Hoşkin" için ne düşünürsünüz?

-!..

80 kağıtla oynanan bu oyun tam bir bilmece...

Hayatımız da öyle değil mi?

Bir gün uyanırız İnşaallah..

Okumayan, okuduğunu anlamakta zorluk çeken, ağzına takılan kancaya yeniden yutmak için ha bire zorlayan, balık hafızasına sahip insanlar, isteseniz de istemesiniz de kendi tercihleri doğrultusunda yaşayacaklardır.

Bu bağlamda;

Toplumlar tıpkı klasik trenler gibi hantaldır.

İtseniz gitmez, çekseniz gelmez...

Radikal kararlarla onu "hızlı trene" çevirebilirseniz!

Unutulmaz bir lider olursunuz...

Atatürk''ün yaptığı da budur.

Her gün rahmetle anıyorum.

 

Dün sabaha karşı kendimle konuştum

Ben hep kendime çıkan bir yokuştum

Yokuşun başında bir düşman vardı

Onu vurmaya gittim,kendimle vuruştum

Özdemir ASAF

 

Mehmet Emin Bora

16 Eylül 2007 / Ankara

 

(1) Robber: Robber briç oyunu içinde kullanılan özel bir terimdir.
Bir anlamda oyunun "kaç kere" oynanacağını ifade eder.

Bu yazı 5390 kez okundu...