Hıyaran ve Acur!
Cengiz:
- Belki de var oluşumuza yapışık olan yalnızlığı taşıyamadığımız için birlikteyiz. Yalnızlık, insan formunda var olmanın kaderi.
Fanilik başlı başına bir dert kaynağı "Yalnızlık Allaha mahsustur" denmesinin sebebi bu.
Yalnızlığı taşıyacak donanıma sahip değiliz. Bu yüzden kaçıyoruz yalnızlıktan, çok da bedel ödeyerek kaçıyoruz.
Özgürlükten kaçış gibi bir şey bu. Hem özgürlüğü çok seviyoruz hem de ona katlanamıyoruz.
Bizi var oluşumuzla yüzyüze getiren özgürlükten ya da daha doğrusu özgürlük addettiğimiz durumlardan kaçmak için de inanılmaz bahaneler üretiyoruz.
Sözde yakınlaşıyoruz, seviyoruz, aşık oluyoruz türlü bağımlılık ilişkilerine giriyoruz.
Madde bağımlılığı ve duygusal bağımlılık, bunlar bizi yalnızlık belasından kurtaran bir kalkan işlevi görüyor.
Anlıyoruz ki, kozmik yalnızlığa katlanabilmek, öyle her babayiğidin harcı değil. Fiziksel bir sürü uyarana karşı durmak zor.
Ahmet:
- Bir sürü hıyar var dünyada. Hıyarlardan kaçmak istiyoruz.
Uyaran değil o kaçtığımız adam hıyaran.
Cengiz:
- Uyarandan uzak durma anlamında yalnızlık, olumlanan bir durum. Hıyaran ise insan ruhunu daraltandır. Benim benlik duygularımı zedeleyen bir hıyar değilsen, senin hıyarlığın benim pek umurumda olmaz.
Ahmet:
- Ona acur denir. Acur kişiyi rahatsız etmeyen hıyardır.
Felsede biz ona "kendine hıyar" diyoruz. Hıyarlar yüzünden mecburen yalnız kalıyoruz, ben kendimi tuvalete kapatıyorum bazen. Millet şüpheleniyor "hoca tuvalette ne yapıyor" diye.
***
Bu küçük alıntıdaki benzetmeler, tespitler, veya farkı yaklaşım ilginizi çektiyse, hiç vakit kaybetmeyin "Meteforla Saadet Olmaz" adlı kitabı alın.
Çok daha fazlasını bulacağınıza adım (!) gibi eminim.
Prof. Dr. Cengiz Güleç ve Prof. Dr. Ahmet İnam''ın sohbetlerinden oluşan kitap SAY yayınları tarafından 2006 yılında basıldı. Satış fiyatı 7 YTL.
Ben, benzer düşüncelerimi yazı sonuna sakladım!
Şimdi size bir öykü aktaracağım.
Hayvanlarla ilgili!
Ama ondan önce hafızalarınızı tazelemek istiyorum.
Fabl!
-!..
Fabl, içinde bir ders ya da öğüt bulunan öyküdür. Öyküde benzetmeler yapılır, çağrışım sağlanır ve hikayenin sonunda dinleyenlerin öyküden bir ders çıkarması istenir.
Fablların kahramanları genellikle hayvanlardır. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünür, konuşur ve tıpkı insanlar gibi davranır. İnsanlar arasında cereyan eden olayları, hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek, örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen bir çeşit masaldır.
Hayatın içinden alınan bu tür öyküler her zaman güncelliğini korur.
İşte bir örnek.
Aslanlar
ve
Öküzler
Aslanlar uzun süredir iyi bir av bulamadıkları için açlıktan nefesleri kakar bir şekilde dolaşıyorlarmış.
Bu arada karşı otlakta sürü halinde otlayan yaban öküzlerine çok iç geçirseler de yanaşmaya cesaret edemiyorlarmış.
Çünkü sürü halinde ki yaban öküzleri aslanlar için büyük tehlike olabilmektedir.
Aslanların aklına şöyle bir fikir gelmiş: Gidip sürü liderine; "Aslında yaban öküzlerini çok sevdiklerini onların otlaklarına renk kattıklarını düşündüklerini ama içlerinde özellikle sarı kuyruklu yaban öküzünün onları yaban öküzlerine saldırmaya kışkırttığını" söylemeye karar vermişler.
Bu konuşmayı yaptıkları yaban öküzü lideri bu farklılığın diğer yaban öküzlerine karşı bir tehlike oluşturacağına kanaat getirerek sarı kuyrukluyu aslanlara vermeye karar vermiş.
Sarı kuyruklu yaban öküzü ağlasa da sızlasa da kimse onu dikkate almamış. Aslanlar sarı kuyrukluyu bir güzel mideye indirmişler.ve bir süre tok olarak gezerek yaban öküzlerine hiç ilişmemişler.
Fakat aradan bir süre geçince aslanlar yine acıkmışlar. Bu defa yine yaban öküzü liderinin yanına gidip; "gördüğünüz gibi farklı olan yaban öküzünü bize verince hiç size ilişmedik ve dostlukla dolaştık etrafınızda. Fakat dikkat ettik sürü içinde kısa boynuzlu farklı bir yaban öküzü var. O bizi çok kışkırtıyor. O olmasa silerle böyle uyumlu yaşayıp gideriz" demişler.
Yaban öküzleri kendi aralarında toplanıp "evet bize bir süre ilişmediler, aslına iyi niyetliler ama demek ki bu kısa boynuzlu olan onlara farklı geliyor. Kışkırtıyor. O zaman onu vererek sürümüzü güvenceye alalım " demişler.
Kısa boynuzlu yapmayın etmeyin dese de aslanların pençesine teslim edilmiş.
Aslanlar afiyetle onu mideye indirmişler ve gerçekten de bir süre yaban öküzü sürüsüne ilişmemişler.
Fakat ne zaman ki karınlar mideleri birbirine yapışmış, tekrar aç kalmışlar, yine benzer iyi niyet cümleleri ile yaban öküzü sürüsüne gidip her seferinde farklı özellikteki öküzlerin kendilerini kışkırttığını söyleyerek gruptan birer birer yiyeceklerini almışlar.
Sonunda yaban öküzleri bakmış ki sürü iyice azalmış ve aslan sürüsüyle mücadele edecek sayıları yok işte o zaman acı gerçeğin farkına varmışlar.
Aslında farklılıkların, farklı öküzlerin, grubu güçlendirdiğini anlamışlar.
Ama iş işten geçtiği için aslanların yemi olmaktan hiç birisi kurtulamamış.
Bu öykü "Şimdi SEN Zamanı" adlı kitaptan alınmıştır. Ercan Kaşıkçı tarafından kaleme alınan bu kitap mutlaka okunmalı. Resital Yayınevi tarafından basılmış. 9.75 YTL
Adım gibi biliyorum ki kitapseverler bu iki eseri de ıskalamamıştır. Benim arzum "diğerleri" için!
Okuyup öğrenmekten başka bir seçeneğimiz yok...
Her iki kitapta da avcılıktan bir şekilde bahsediliyor!
İlginizi çekmez mi?
-!..
Geçen hafta bir dostum bir internet sitesinin adresini göndermiş. ve "mutlaka izle" diye de not koymuş. Dediğini yaptım.
Muhabir sokak röportajı yapıyor. Önce karşısındakini bilgilendiriyor;
Haberin özeti, Mısır Pramitleri''nin yurdumuzdan kaçırılarak (!) Mısır''a götürüldüğünün ortaya çıkartıldığı yönünde...
Daha sonra da karşısındaki kişiye; "Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz" şeklinde bir de soru yöneltiyor.
Adresi vereyim kendiniz izleyin daha iyi.
http://www.izlesene.com/video/tv/155233/sokak_roportajlari__1
Nasıl beğendiniz mi?
-!..
Peki bu son derece acıklı durum, neden ve nasıl oluşuyor?
-!..
Bu ülkede herkesin her konuda söyleyecek pek çok şeyi var ama, her konuda söylenenlerin belki de başta kendi meslekleri ile ilgili olmak üzere rafine edilmiş bir bilgisi yok...
Acı olan bu. Örnek yukarıda.
Memleketi "acuristana" döndürmeye hiç kimsenin hakkı yok.
80.000 öğretmen açığı var...
180.000 öğretmen işsiz.
Ülke bir yılda 100 milyar $ ihracat yapıyor...
170 Milyar $ da ithalat.
-!..
100 kazan 170 harca, özeti bu.
Kredi kartınızla bütçenizi böyle yönetmeye kalsanız, bankanız sizi ne yapar?
-!..
İMF de öyle (!) yapıyor zaten.
Fert başına düşen milli gelir 2006 yılı sonu itibarı ile 5. 477 dolar olmuş (!)
Bu hesaba göre Doğu Anadolu''da 10 nüfusa sahip Memet Ağa geçen sene evine 75 milyara yakın para sokmuş.
Hesap buysa, aylığı 6.207 YTL''ye geliyor demektir.
(10 x 5.477 $ x 1.300 YTL = 74.487.200 YTL / 12 = 6.207 YTL)
-!..
Aklınız almadı değil mi?
Benim de hiç almıyor.
Ekonomistler, bu hesabın ancak böyle yapılabileceğini söylerlermiş!
Onların bileceği bir iş... Ama gerçek bu değil.
Pergelin iki bacağı, ayrılma sınırını çoktan aştı. Kırılma noktasında
Açlık sınırındaki insanlardan kitap okumasını isterseniz, olsa olsa yediğiniz dayakla kalırsınız.
Belki de kitabı içinizde (!) saklamaya çalışırlar!
Açlık sınırındaki insanların pek çoğu da avcı...
Öyle olmalı ki... Sayıları 150.000 civarında olan avcı tezkeresiz avlanıyor.
50.000''i de 3 krş. verip söyleniyor...
İsterim de isterim...
Sorunun sadece yabanhayatı idaresinde değil ki...
Sorunun "genel" olduğunu algılayabilmek için önce okumak, sonra da okuduğunu anlayabilmek lazım.
Sıkıntıda burada.
Takmayın kafanızı, yaşınız 60''ı da geçse, 70''i de, Sivas yaylalarında bıldırcın kovalayıp biranızı için...
Burası özgürlükler ülkesi...
"hıyaran" "acur" veya "müspet uyaran" olma şansı herkes için eşit.
Beynimizi misafir odası gibi kullanmaktan vazgeçmedikçe,
ondan yararlanmayı ve farklı fikirler çıkmasını beklemeyin.
Ercan Kaşıkçı
Mehmet Emin Bora
15 Eylül 2007 / ANKARA
Not:
Her iki kitabın oluşması için başta yazarları olmak üzere katkı koyan herkesin, ellerine gözlerine sağlık.
Onların varlığı, yaşama sevincimi tetikliyor.
Yürek dolusu sevgi ve saygı sunuyorum.