Hüthüt Kuşu
Yeni bir yasama dönemine girdik. Bildiğiniz üzere benim ilgi alanımın ana başlığı yabanhayatı!
Bu kelime pek çok şeyi kapsıyor.
Dolayısıyla ilgi alanımı doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen tüm kurum ve kuruluşları mercek altında tutmam gerektiğini düşünüyorum.
Tabii ki Çevre ve Orman Bakanlığı bu konuda birinci sırada.
Bugünlerde Çevre ve Orman Bakanlığı'nda neler oluyor dersiniz?
-!..
Biri gitti!
-!..
Biri geldi.
-!..
Yeni gelen doğal olarak kendisinin güven duyduğu bir kadroyu oluşturma çabasında olacak.
Tabii ki onu rahat bırakırsak! (Dilerim ki başarılı olur.)
-!..
Bu iddiamı geçmişte yaşadıklarıma dayanarak ifade ediyorum.
Şimdilerde konu ile ilgili ne kadar insan varsa "mavi boncuk (!) bende" yarışının içinde...
Her biri, becerisi nispetinde bakanı ve çalışma arkadaşlarının dikkatini çekmeye çalışıyor.
"Çekim alanı yaratma çabası" diyebilirsiniz.
Sadece ilgisi olanlar mı?
-!..
Yaşam umudunu sadece ve sadece bir "torpile" bağlamış hayatlar...
Şimdi, onlar da telaşlı!
Kimi dilekçe yazıyor, kimi de şirinlik muskası nitelikli bir mektup.
Bir tek amaçları var...
Karınlarını doyurmak.
Güvence duygusunu yaşamak!
Tüm hesaplar, sadece bir tas çorba için!
Ne yazdıklarına bakalım mı?
Çamlıdere 2007
Sn. Böyüğüm,
Bahan olduğunuzu duyduğumda içim bi hoş oldu emme! Yanikim sevinci anlatmam mümkün deel.
Aslına bakarsanız ben bunu 3 gün evvel ürüyamda görmüştüm.
Ahlıma düştü, önce elinizden hörmetle öperim.
Ayıptır söylemesi o gun ikindi ertesi mantı yemiştik. Yatsı vakti içim bayıldı kerimeniz olur zevcem Dürdane’ye “Gah da bir çay yapıvir“ dedim. O zıhım da malumunuz katıksız olmayı vereyo… Afyon’dan bizim bacanak Azem, succuh getirmiş, ağzınıza layık, bi kangalını sırf ben yidim. Velakin yanı sıra bir de somun yimişim. Ardından iki gaşuk da kaymah iteleyince, içim geçmiş döşeğe devrilip uyuya galmışım.
Ahlıma düştü, önce elinizden hörmetle öperim.
Ürüyamda (hayırdır İnşallah) ormandayım. Bi de ne görim; Ağaçlar cayır cayır yanii, ben de şaş galmışım!
Gözümü tikmiş öyle ataşa bakim.
Bir ara gıble yönünden bir ışık şavkıdı…
Yağız bir ata binmiş bi suvari elinde ıbrıkı ile ormana su serptirerek dörtnala üstüme üstüme bi geliy ki deme gitsin.
Hemen olduğum yerden can havli ile yana gaygıldım ki, atlı yanımda durdu.
Gözlerinden bi çıngı çıhıyordu!
Sormayın getsin.
Çoh tikatle sufatına bahtım.
Bi de ne göreyim diysiniz!
O atlı siz deel misiniz!
O saat "Aha bu bizim Veysel" dedim.
Bana bahıp "Çekil önümden bre Mırtazaaa" deyi bir çığrındınız ki! Breh breh, yer gök birbirine gavuştu.
Elinizdeki ıbrıı ataşa doğru bir savutunuz!
O saat yangın mangın galmadı, hatta yanan yerlerden çıkan ağaçlar eskisinden 2 gat daha da uzunudu.
Yemişten (!) de gırılıyorlardı.
Derhal ayağa kalkıp mübarek elinizi öpmek için size doğru koştuğumda, bir anda yüzügoyun yere yuvalandım!
Ki...
Ayılmışım.
Ayıptır söylemesi ayağım Dürdane’ye dolanmış. Börünü depmişim.
Ahlıma düştü, önce elinizden hörmetle öperim.
Gelelim maksadımıza. Derdini söylemeyen derman bulmazmış. O hesap işte.
Benim adım Mırtaza Hepbekler.
Aslında sizinle hemşeri sayılırız. Ben, askerliğimi sizin memlekette yapmıştım. 3 sene evvelisi bir kere de ısıcah sularınızdan nasıplandım.
-!..
-Basür...
Türkü çığırmayı da çok severim. Bi yol "Karahisar kalası yıhılır gider" disem var ya!
Göz pınarlarınızdan inci kibi yaş dökülmezse aha ben de heç bişey bilmiyim tamam mı!
-!
Yani!
Diyeceğim o ki, benim ellerinizden öper 7 tane çocuğum var.
Aslında 2 sayılır. Gerisi gız.
Böyük oğlan boşta gezer. Güççüğü de onunla bereber.
Ellerinden her iş gelir, yeter ki “de haydi” diyesiniz… Helal süd emdirmişim… (Dürdane kerimeniz emzirdi.)
Ayrıyetten 15 seneden beri de partinizin üyesiyim...
İstanbul'a bugüne değin bir kere gitim. Bir gece eniştelerde yattıh.
Kasımpaşa'ya bayıldım hani!
Şerin en gozel yeri orası.
Ben ne diydim!
Heh... partizin gayıtlı üyesiyem.
Kömür fişlerinden takıp edebilirsiniz.
Olmadı, Mıhtar Müsellim’e danışırsız.
Lafın hem hası hem gısası, bizim oğlanlar için geçici işçim neyim olusa var ya!
Ahlıma düştü, önce elinizden hörmetle öperim.
Allah'a emanet ol yiğidim.
Mırtaza Hepbekler
Adresem: ……
Sade vatandaşım, bu benzeri yolları denerken, medyada köşesi bulunan arkadaşlarımız da boş durmazlar!
Ama yeni bir dönem olduğu için öncelikle köşe yazınıza çarpıcı bir başlık bulmalı!
Ki!
Ertesi sabah basın müşaviri gazeteleri tararken onun yazısını görsün ve bakana göstermek için de kesip klasörlesin.
Bakana ulaşmanın en kısa yolu budur.
Gelin örnekleyelim.
Yeni Bakanımız Evinize Hoş Geldiniz! sıcak bir başlangıç sayılabilir!
İçeriği de önemli tabi.
Mesela:
Sn. Bakanım,
“Her kara günün ardından bir güneş doğar” sözünü doğrularcasına atanmanız ile ilgili kararnamenizi okuyunca (ki bunlar bana özel gelir) ata sözlerine olan inancımı bir kere daha tazelemiş oldum. Memleket için bu seçim sonuçları demokrasinin ülkemizdeki somut görüntüsüdür. Hayırlara vesile olmasını dilerim.
Malumunuz olduğu üzere yabanhayatının idaresi ile gelişmelere Avrupa müktesabatı içinde bakmak gerekiyor. Geriye dönük baktığımızda benim ve mensubu bulunduğumum gazetemin yaptıkları ortadır. Büyük bir kalabalık sizin işaretinizi bekliyor. “Nerede bunlar” diye sorarsanız, zaman zaman da olsa yazılarımda bunu belirteceğim. Takip etmeniz sizin için fazlası ile yeterli olacaktır…
Yaklaşık olarak 40 seneden bu yana avcılık yapmaktayım. Babam avcıydı, dedem avcıydı, onun babası avcıymış!
Aile şecerem incelendiğinde peygamber soyundan geldiğim çok net bir şeklide ortaya çıkmaktadır.
- !..
- Nuh..
Kısacası avcı oğlu avcıyım. Zannedersem zat-ı alinizi konuya dönük vukufum hakkında yeterince bilgilendirmiş oldum.
Anayasanın kişisel hürriyetlere dönük yaklaşımlarının yanı sıra Alman Anayasası, Fransız Anayasası İngiliz Anayasası, Magnacarta, ve 1789 Fransız devrimi malumunuzdur!
Ayrıca, Unesco ve U.S.A'nın konu ile yaklaşımları hepimizin malumudur. 1999 tarih ve 2398 sayılı ilgili yazının (a), (b), (s) ve münhasıran (z) maddesi, sivil toplum kuruluşlarının görev ve sorumluluklarının yanı sıra, ulusal sözleşmeleri kapsadığı gibi daha da derinlere gidersek Lozan Antlaşmasının 22. Mad. bağlı (b) bendinin muhteviyatı içindedir.
Anlaşılmıştır İnşaallah.
Daha çok anlatacam ama, bazı konular var ki!
Zamana bıraklalım isterseniz. Bir araya gelince arz ederim.
Yani bu konu aslında doğrudan AB’yi ilgilendiriyor!
Bu ülke ne çektiyse yasaklardan çekmiştir. Zaten siz konuyu hemen anladınız.
Sn. Bakanım,
Malumunuz olduğu üzere günün moda tabiri ile davranışlarımızın sözde değil özde olması arzu edilmektedir.
Yabanhayatının iyiye gitmesi için ise “Özelleşelim. Güzelleşelim.” tabirini slogan yaptım.
Buyurun meydan sizin.
Gazetem ve ben emrinizdeyiz.
Saygılarımla. (www.salla_salla.com)
Bu tür yazı yazanların yeri ve sayısı zaman zaman da olsa değişir. O güne kadar ekonomi, moda, hatta fal üzerine köşe yazısı yazarken, birden bire yabanhayatı üzerine uzman oluverirler.
Avcılık üzerine köşe yazısı yazanlar sanıldığı kadar az değildir.
Bu da, başka bir üslup.
Sn. Bakanım,
Yeni görevinizde başarılar diler, göreve başladığınız bu günü "kutlu" günlerden saydığımın bilinmesini rica ederim. Eğer izin verirseniz. Yüksek şahsiyetinizi makamınızda hem ziyeret, hem ticaret gibi mi desem!
Anlamışsınızdır.
Yanikiii heh şey, sizin gül ceamalinizi dergimizin bu sayısına kapak yapabilmemizi için birkaç kare de fotoğraf almak isterdim. Sekteri, şey sektörü ben, biz, onlar, bunlar kolayca şey yani ..
Yanınıza gelim mi? Milletvekili dostlarım da var.
Arz edeceğim odur ki dergimden her ay muntazaman satın alma talimatını da verirseniz benim içim mahzur teşkil etmez (!) Atalarımız "ibrikten...Şey... Birlikten kuvvet doğar" derler
Yani öyle değil mi?
Bugüne kadar hep böyle yaptık da...
Saygılarımla
www.firildak.com
Örneklenmesi gereken çok değerli köşe yazarlarımız bu kadarla sınırlı değil.
Bu örnek, köşe yazılarına koyduğu başlıkla, oyuna 1-0 önde başlayanlardan.
Analar Böyle Aslan Doğurmadı!
Sn. Bakanım,
Senelerdir bu işin içindeyim. Ben mert adamı gözünden tanırım. İsminizi kabine listesinde görünce "İşte devlet erkanına yakışan bu" dedim.
Hayırlı, uğurlu olsun Sn. Bakanım.
Ben de bu devletin içinde uzun seneler bu sektöre hizmet verdim. Aslında bu yönde mesuliyetim hiç olmadı! Çünkü mevcut kanunda bana yetki vermediler. Buna rağmen senelerce konuştum.
Bu az iş mi?
-!..
Hep ön planda oldum. Fırsat bulursam derhal ortama uyar yeniden yeşeririm.
Neden olmasın ki?
Mesleğime devam etseydin ne olacaktım ki!
Neyse;
Aslan oğlu aslan…
Mert Bakan!
Sert Bakan!
Afyon Kartalı!
Kim tutar seni!
Avcılar, sizler de ayağınızı denk alın, benden söylemesi bu sefer" papuç pahalı".
Saygıyla öperim.
www.yumusak.com
İçlerinde "bilgi kumkuması" olanlar da var!
Sn. Bakanım,
Yeni bir sayfanın açıldığı bugün, protokol çerçevesi içinde sizi makamınızda ziyaret edebilmem için özel kaleminizden güzel bir gün talep ettim.
Yeni dünyanın yakından izlediği bir yabanhayatımız var. Wild Life konusunda ve özellikle uluslararası konularda yani, sizin özellikle yabancı olduğunuz konularda daima arkanızda olacağım. Konu tahmin edemeyeceğiniz kadar derin ve vahamet arz ediyor.
Rio, Ramsar ve Sansar (!) Antlaşmaları gereği korumakla yükümlü olduğunuz sulak alanlar hakkında sizi her zaman aydınlatabilirim. Bu arada yeri gelmişken Marmara Adası'ndaki bir devlet avlağının devri ile ilgili olarak da sizinle görüşme yapmak isterim. Orası mermer dolu! Saçmalar seker ve sıçrar... Yasaklayalım derim.
Bu arada yeri gelmişken hatırlatmak isterim ki Orman içi göl ve dereler de sizin.
Ben söylüyorum. Oralarda "Catch and release" yaptırabilirsiniz. Uygun olduğum zaman görüşebiliriz.
Yours sincerely,
www.beklerim.com
İnanın bana yaşanlar üç aşağı beş yukarı bu çerçevede içinde cereyan eder.
Bu kaosun içinden kişisel çıkarı için çaba sarf edenleri, hızla ayıklamak mümkündür.
Geçerli kriter; o kişinin ne satmaya çalıştığına, neyi pazarladığına bakmanız yeterlidir.
Onca laf kalabalığının içerisine sıkıştırılmış "esnek cümleleri" bulmak, konuya yabancı olanlar için en azından başlangıç aşamasında zordur. Bakanlığın kilit personeli bunu kolayca ayırabilir.
Kimin, kim olduğunu uzun zamandır bilinmesine rağmen bu acı gerçeği görmezlikten gelenler ise, daha büyük tehlike arz ederler.
Ben onları "rüzgar gülü" olarak adlandırıyorum.
Onların bir tek arzusu vardır.
Statüyü muhafaza!
Yeni gelen bakanın işi her dönemde zor olmuştur. Şimdi de öyledir.
Bizler yaşanan sorunları çözebilmek için sebep sonuç ilişkisi kurmakta zorlanırız. Çünkü her konuda bizatihi işin içinde olmamız, ister istemez bizi "taraf" yapar.
Bu ise son derecede önemli bir tehlike olan "önyargıyı" doğurur.
Tıpkı güreş sporu konusunda benim içine düştüğüm yanılgı gibi. Bkz. (Elinin Kiri, Yüzünün Akı )
İşte bu yüzden yabancıların ülkemiz hakkında yapmış olduğu yorumları dikkatle okurum.
Şimdi sizlere benzeri bir yazıyı sunuyorum.
Dünyanın değişik bölgelerinde görev almış, şu anda Ortadoğu'da görevli
Hollandalı bir gazeteciden farklı bir kıstasla değerlendirme.
GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK TÜRK'E GÜLE GÜLE...
Yani şu an resmen Türkler'in %46'sı İslamcılara oy verdi.
Bunu, gelmiş geçmiş en büyük Türk olan Mustafa Kemal Atatürk'e veda sayabiliriz. Laikliğin sonu.
Sonun başlangıcı. Başkana ölüm, çok yaşa Sultan!
Türkiye, İslam ülkelerinde baskı altındaki ilerici Müslümanlar'a bir örnek olacaktı, ama artık değil.
Bir kaç gerçek laik (Bosna ve Arnavutluk'la birlikte) Müslüman ülkeden biri –gönüllü olarak- siyaset ile Tanrı'yı birbirine karıştırmayı seçti. Bana siyaset ve dinin ayrılmamış olduğu başarılı bir ülke örneği verin? Afganistan, İran, Somali, Pakistan, Sudan, Lübnan?
İyi şanslar Türkiye.
Ve demokrasi mükemmel bir sistem değil mi?!
Özellikle böyle çalıştığında: İlerici laik Türk ailelerinin (çoğunlukla şehir halkı) hepsi bir ya da iki çocuk sahibi. Mantıken –ilerici olduğunuz için korkunç derecede dindar değilsiniz ve kendinizin ve çocuklarınızın geleceğini umursuyorsunuz, 20 çocuk istemediğiniz oldukça açık.
Şimdi gelelim kırsal kesime: Eğitim işe yaramaz, gelecek pek güllük gülistanlık değil, muhafazakar köy zihniyeti, din çok önemli ve bütün bunların sonucu: Geniş aileler. Öncelikle - Türkiye'nin kırsal kesimindeki dindar insanlar kız çocuk değil, erkek çocuk istiyorlar. Böylece en az üç oğlan sahibi olmak için, çok adil bir şans gereği en az altı ya da elbette daha fazla çocuk sahibi olmak zorundasınız.
İkinci olarak – dünyanın her yerindeki dindar muhafazakar insanlar geniş ailelere bayılırlar. Papa'ya tapan Katolikler, kaçık Protestanlar, Peygamber aşığı Müslümanlar -hepsi aynı. Hollanda'nın "İncil Bölgesi"nde (köktenci Protestanlar'ın bulunduğu bölge) büyüdüm ve bu işin nasıl yürüdüğünü biliyorum.
Şanslıyım ki ailem ilericiydi (ve hala öyle).
Ancak sizi temin ederim: Sağımızdaki ilk 600 ve solumuzdaki ilk 400 komşumuz değildi.
Yani bu demek oluyor ki kırsal kesim demokrasiyi kullanarak intikam alıyor: Sadece iki hayali Türk ailesine göz atalım:
Kemal Ailesi: Laik bir erkek ve laik bir kadın evlenir ve iki laik çocuk sahibi olurlar, onlar da laik birer eşle evlenir ve bu çiftler de ikişer laik çocuk sahibi olurlar, vb...
Tanrı Ailesi: Dindar bir erkek ve dindar bir kadın evlenir ve sekiz dindar çocuk sahibi olurlar. Her biri dindar birer eş bulur, evlenir ve sekizer dindar çocuk sahibi olurlar, vb...
Şimdi beş nesil sonra aradaki farklara bakalım:
Kemal Ailesi: İlk Nesil: 1 çift (2 kişi) 2 çocuk sahibi İkinci Nesil: 2 çift (4 kişi) 4 çocuk sahibi Üçüncü Nesil: 4 çift (8 kişi) 8 çocuk sahibi Dördüncü nesil: 8 çift (16 kişi) 16 çocuk sahibi Beşinci nesil: 16 çift (32 kişi) 32 çocuk sahibi.
Tanrı Ailesi: İlk nesil: 1 çift (2 kişi) 8 çocuk sahibi. İkinci nesil: 8 çift (16 kişi) 64 çocuk sahibi Üçüncü nesil: 64 çift (132 kişi) 512 çocuk sahibi. Dördüncü nesil: 512 çift (1024 kişi) 4096 çocuk yapar Beşinci nesil: 4096 çift (8092 kişi) 32.768 çocuk yapar. Ne muazzam bir fark!
Elbette, yukarıdaki tasvir tamamen doğru değil, çünkü tüm çiftlerin her seferinde sekiz çocuk sahibi olması pratikte imkansız. Ve ben her seferinde sekiz çocuk sayarak abarttım.
Türkiye'de büyük bir aile, gerçekçi bir bakış açısıyla, beş çocuktan oluşur, sekiz değil.
Bu yukarıdaki tasviri daha az dramatik hale getirir. Ancak hala –siz anladınız.
Türk doğurganlık oranı kadın başına 1.89'dur
Hollanda'nın toplam doğurganlık oranı kadın başına 1.66.
Ancak ABD–Müslüman Türkiye'den daha yüksek bir rakam olan- kadın başına 2.09 çocuk oranına sahiptir).
Her neyse –anlatmak istediğim şudur:
Eğer bir demokraside (her kişinin oy hakkı olduğu) toplumun her kesimi aynı civarda çocuk sahibi olursa, her şey denge içinde kalacaktır. Ancak kırsal kesim yarın yokmuşcasına sevişirken, şehir halkının bir çocuk sahibi olduğu ya da hiç çocuk sahibi olmadığı farklılık durumunda – Houston (ya da Antalya) bir problem var!
Atatürk 1923'te iktidara geldi. Bu 84 yıl ya da kabaca dört nesil önceydi. Bundan önce neredeyse tüm Türk aileleri (ilerici ya da muhafazakar) genişti. Atatürk devriminden bu yana, büyük yığınlar halindeki dindar ve muhafazakar kırsal kesimin aksine, ilerici ve laik aileler bir ya da iki hata hiç (çocuk) ortalamayla düşüşe geçti.
Yani dört nesil sonra Mustafa Kemal'in demokrasi ve yüksek doğum oranlarının karışımıyla dindar muhafazakarlar tarafından yenilgiye uğratılması tesadüf değil. Bir dahaki seçimlerden daha iyi birşey beklemeyin.
Sadece daha kötüye gidiyor. Bununla beraber, Türkiye bu "problem"e sahip tek ülke değil.
Birleşik Devletler'deki muhafazakar Hıristiyanlar bu yolla aynen böyle güç kazanıyor. Bu noktada ilerici halktaki düşük doğum oranları ve muhafazakarlardaki yüksek doğum oranları nedeniyle herhangi bir cumhuriyetçi adayın herhangi bir başkanlık seçiminde otomatik olarak kazandığı adil bir şans var.
Bir miktar sağ olun.
Ancak günün sonunda – biz ilerici insanlar – kendimizi tatmin etmemeliyiz. Çok çocuk sahibi olmamak bizim kendi "hata"mız, bizim kendi seçimimiz. Dindar muhafazakar insanların büyük aileler kurmasından hoşlanmıyorum, ancak herhangi bir kanunu çiğnemiyorlar çünkü pek çok toplumda (Çin hariç) istediğiniz kadar çok çocuk yapmak tamamen yasal. Ve sırf ilerici insanların şükretmek yerine çocukları "ekstra yük" gibi görme eğiliminde olması nedeniyle, "vurdumduymaz, muhafazakar ve önceden kestirilebilir" aile yaşamını seçen diğerlerini suçlayamayız. Ve onlar, bu dindar insanlar akıllı. Çünkü bir demokraside onların bütün çocukları ve onların çocukları ve onların çocukları oy kullanacak.
Yani, siz biliyorsunuz bunun nereye vardığını. Yukarıdaki tasvirleri hatırlayın? 2075 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Papa, hürmetli ya da Ayetullah olursa şaşırmayacağım. Bereket versin ben o zaman ölmüş olacağım.
Türkiye'deki seçimlerinin çöküntüsünden alınacak dersler şunlardır: Çin'e yerleşin ya da "Prezervatifsiz Sevişin!"
Harald Doornbos
Ne düşünüyorsunuz?
-!..
Artık bizlerin düşünmesi lazım değil mi?
-!..
Katılırsınız veya katılmazsınız ama en azından düşünmelisiniz!
Yorumun "Nereleri doğru, nereleri yanlış" diye.
Bu soru bana sorulmuş olsaydı öncelikle "Bereket versin ben o zaman ölmüş olacağım. şeklindeki cümleyi hiç beğenmediğimi seslendirirdim.
Bu "benden sonra kıyamet" şeklindeki bir fikrin farklı bir ifadesidir. Tek kelime ile "bencil" olarak adlandırmak isterim. Halbuki insan fıtratı gereği "sencil"dir ve öyle de olması gerekir.
Yoksa hayvandan bir farkımız kalır mıydı?
Şimdi sizlere son 15 gün içinde yaşadığım bir kaç olaydan örnek vermek istiyorum.
Fotoğraf çekmek için yakın çevre içinde dolaşırken yolda Çamlıdere'ye gitmek içi vasıta bekleyen Bahri Yüce'yi arabama alıyorum. O teşekkür ediyor, ben de ona "ne var, ne yok, nasılsın" diyorum.
Sn. Bahri Yüce
Bahri Yüce nasılmış, isterseniz bir dinleyelim:
- Ne olsun abi. Köydeki herkes yoksul. Çifçi bağkuru (!) alıyorlar. 280 YTL Bunun 25'ini telefona verir, 30'u da ışık (elektrik) .
Ne galdı geriye?
-!..
- 225 ... Aha onu da harcasın dursun!
-!..
Ben 45 yaşındayım. Mal güdüyom. Samanın tonu 300 milyon, yem ataş pahası. İstanbul'lu tüccar mala bakıyo, canlı kg. fiyatı 10 gayme diyor. Bütün sene elime geçen para 4.000 YTL. Onun da yarısı masraf... Çocuk Şerefli Koçhisar Anadolu Meslek Lisesini kazandı. Çamlıdere'ye 300 Km. Nasıl gidecek, nasıl gelecek? Aha şimcik, Çamlıdere'ye torpil aramaya gidiyorum. Her günüm böyle!
Ne düşünüyorsunuz?
-!..
Siz düşüne durun, ben pazar günü yaşadığım çok daha taze bir örneği aktarayım.
Kızılcahamam'ın fasulyesi ünlüdür. Şimdi de tam mevsimi, hatta geçmek üzere. "Tarladan elimizle toplayabilir miyiz?" diye düştük yollara. Yakın çevremizdeki Bulak Köyü'ne gittik. Yol boyu sebze satan bir çok tezgah sahibi var.
Bir tanesine yaklaşıp meramımızı anlattım. Gülerek dinledi beni ve "Şu yoldan yukarı çıkın 200 mt. sonra yolun sağında büyük bir ceviz ağacı var. Oraya gelince 'Mürüvvet' diye seslenin, benim hanım orada, o size yardımcı olsun " dedi
Dediği gibi yaptık.
Gerçekten de Mürüvet Hanım'ı ve kızı Ebru'yu tarlada marul keserken bulduk.
Onlara da diye sordum."nasılsınız?"
-!..
Malatya'da yaygın bir söz vardır ve şeklindedir. "Oğlum Reşit, bir söyle bin işit"
Hatta Reşit de demezler derler."İreşit"
Bu da o hesap oldu.
Mürüvet Gediktaşoğlu anlatıyor.
Eşim 10 senelik memur. 850 YTL maaş alıyor. Bunun 200 YTL ev kirası. Kışın yakıttan dolayı bu masraf 500 YTL oluyor. Gerisini söylemeye gerek var mı? 3 çocuk var. Bu sene dedik. "bağ bahçe ekelim de bize bir katkısı olsun"
Bahçedeki marulun tamamına tüccar 200 YTL verdi!
Tamamı 200 YTL
Bu tohum parasını bile karşılamaz.
Emeğimiz ne olacak?
-!..
Şimdi tohuma kaçtı bir iki gün sonra buraya inek salacağız.
-!..
Soldan sağa: Mürüvet - Ebru Gediktaşoğlu
Bu arada hemen hemen 1 saate yakın bir zaman geçti. Hanım sadece 1 kg.fasulye toplayabilmiş.
Ümran Bora
Özde; ekmesi dert, toplaması dert, satması ise başlı başına bir dert. Tarlada 1,5 Ankarada 5 YTL
Yusuf Gediktaşoğlu
Gördünüz mü insancıklar ne halde?
Var güçleri ile çalışıp üretiyorlar. Onurlu insanların sergileyeceği duruş budur.
-!..
Doğu Anadolu insanının durumu ise kelimenin tam anlamı ile bir facia. İçler acısı.
Her yıl milyonlara milyon katarak nüfusumuz çoğalıyor.
Ama toplam kalite, her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Bu sorun yeni değil. Son 30-40 senedir var.
Yapılması gereken savaş artık siyaset meydanlarından uzaklaşmalı, iş dünyasına aş dünyasına inmelidir.
Şimdi, bu yazının Hüthüt kuşu ile ne alakası var diye sorabilirsiniz!
Bu şiir soruyu yanıtlar diye düşünmekteyim.
Masal bu ya bir gün bütün kuşlar Bir Kral Gerek bize Diye toplaşır...En çok Genç kuşlar Heyecanlıdır... Kanat çırpıp Gaga vurup Olduğu yerde Dört dönerler... Evet, evet, evetbize mutlaka bir kral gerek bize mutlaka bir kral gerek...Filozof Hüthüt kuşuSakince Bir kanadı Çenesinde Konuşur:Bizim Kralımız var...diyerek... Nerede kralımız? Nerede kralımız? Görelim haydi! Görelim haydi!diyeBir vaveylâ ile Tozu dumana katar Bütün kuşlar... Kaf dağında Der Hüthüt kuşu... Haydi gidelim! Haydi gidelim! Kaf dağına... Haydi gidelim! Kralımızı görelim!diyeBağrışır Bütün kuşlar.. Hüthüt kuşu Bütün kuşlar Başlar uçmayaKaf dağına doğru... Yol çok uzak Dağlar çok yüksek Kaf dağı en yüksek VardıklarındaYalnızca otuz kuş Kalmıştır... .... Kaf dağında Dev bir saray Sarayın Önünde Dev bir kapı Dev kapının Ardında Dev bir salon Hep sırçadan Karşıda Dev bir ayna Girerler içeri... Kuşların hepsi Bir ağızdan Bağrışır.. Kralımız nerede? Kralımız nerede? Çıksın ortaya!Hüthüt kuşu Sakince, Bir kanadı Çenesinde Konuşur:Bakın İşte OradaAynadaKralınız Aynada!
Haldun Hakman
Ülkemizi zor günler bekliyor.
ise çalışmak yerine, bizi kurtaracak kralımızı arıyoruz.
; aynadaki kralı olanca çıplaklığı ile görmemize rağmen, göz-beyin ilişkisinin yeterince kurulamamasıdır!
sözünün geçerliliğini hala koruyor olması, yeterince üzücüdür."Kral çıplak"
-!..
Kendini Bil
Socrates
04 Eylül 2007
ANKARA
1955 yılında Eğridir'de doğdu. Çocukluğunda, babasının memuriyetinden dolayı Anadolu'nun çeşitli kentlerini gezdi. liseyi ise Tokat'ta bitirdi. Fizik Bilimcisi olmak isteyen Hakman, önce ODTÜ Fizik Bölümü'nde, sonra Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü'nde okudu. Sonrasında ise SBF(Mülkiye) İktisat-Maliye bölümünü bitirdi.
;Ali Haldun Hakman