Hazır Kuvvet Dede!
Hemen, bir kaç dakika hatta bir kaç saniye sonra,
yaşamın bizlere ne gibi bir sürpriz hazırladığını asla bilemeyiz.
!..
Ne olacağız acaba!
1 Haziran 2007, Çamlıdere'de alış-veriş yaptım eve dönüyorum.
Aradan tam 17 yıl geçmiş.
1 Haziran 1990 günü yaşadıklarım aklımdan bir film şeridi gibi geçiyor.
O tarihte kaybetmiştim babamı...
Hastaneye ziyaretine gidiyordum.
Yolda ezan sesini duyunca içimden " acaba biri mi vefat etti" gibi bir düşünce geçmişti...
Çağrı cihazından ölüm haberini almam bir kaç saniye içinde oldu.
Halbuki o gün ben onu sandalye ile koridorda gezmeye çıkartacaktım.
-!..
Gülhane Hastanesi'nin duvarlarını yumruklamıştım...
-!..
O zaman 45 yaşındaydım. Kendimi "çaresiz" hissettiğimi bu gün gibi hatırlıyorum.
Baba ne büyük destekmiş!
Kafamdan bunlar geçerken viraja girdiğimde gördüğüm manzara karşısında önce şaşırdım.
Zaten duygu yüklüydüm. Elim ayağım iyice karıştı.
Geçsem ayıp, geçmesem yüzlerini göremeyeceğim.
Usulünce geçip bir sonraki virajda arabamın burnunu dağa çevirerek beklemeye başladım.
Fotoğraf çekeceğim ama incinsinler istemiyorum.
Yanımdan geçerlerken elim makinaya gitmedi.
Gidemedi.
Karışık duygular içindeydim, kafam allak bullak olmuştu. Sırtımı hafiften de olsa ter bastı.
Bir süre sonra ben de eve döndüm.
Sitemizde görevli olan Kamil Durcan'ı bulup merakımı gidermek için önce anlatıp sonra sordum.
- Kim bunlar?
Kamil'in cevap vermesine fırsat kalmadan eşi Hacer yanıtladı.
- Hazır kuvvet dede onlar...
- !..
- Neden hazır kuvvet dede? Böyle isim mi olur?
- Valla ben öyle biliyooom. Dede gençliğinde herkese yardım edermiş. Bu lakabı yakıştırmışlar. Dedenin iki ayağı da tutmuyor. Yamada bir evde oturuyorlar. Motoru eskidiği için artık eskisi gibi çıkamayolar. Nene moturu yitiyor, öyle çıkayolar...
- !..
İçimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Başım döndü. Beni yakın tanıyanlar bilir, böylesi durumlarda karar verme sürem, taş çatlasa 2-3 saniyemi alır.
- Yeni motor alalım.
Kamil de bana benziyor.
- Valla abi iyi olur be... Kalenderler sevinü, alalum...
-Tamam, Kamil top şimdi sende, ne gerekiyorsa yapalım.
16 haziran cumartesi. Kamil bana motorun rektefiye edilmesi için bir tamirci bulduğunu, motoru alıp Kızılcahamam'a götürmek gerektiğini söyledi. Bu arada Hazır Kuvvet Dede motoru evinde söküyormuş. Biz gidip alacakmışız.
"Tamam" dedim ve ilave ettim.
" Hemen gidiyoruz."
Kamil, dedeye içme suyu götürmemiz gerektiğini söyledi. Suları doldurup yola koyulduk.
Eve araba yolu yok.
Yokuş dik mi dik
Kamil önde, ben arkada yukarı çıktığımızda dede çoktan işbaşı yapmış bile...
Dedenin elleri son derecede marifetli, nenenin de ondan geri kalır yanı yok.
Dede, tamirciye en az düzeyde iş kalsın diye çaba sarf ediyor.
Bu aşamada pek fazla konuşma olmuyor. Sökülen motoru bir torbaya koyup doğruca Kızılcahamam'a gidiyoruz.
Motor dedenin eli ayağı her şeyi... Bir an evvel yapılması gerekiyor. Usta da işin farkında en iyisini yapacağını söylüyor.
Usta ile konuşup anlaşıyoruz. Her şey yeni baştan orjinal parçaları ile yenilenecek.
Yokuş yukarı çıkarken yeri kavrayabilsin diye lastikler de değişmeli. Son kararımız bu.
Motor yağsız kalmış (!)
Kızılcahamam dönüşü eşimle beraber Hazır Kuvvet Dede'ye bilgi vermek için onu evinde ziyaret etmek istiyorum. Tabii ki anlatmak isterse bir de hayat öyküsünü dinleyeceğiz.
Durali ve Meliha Çiçek
Durali Çiçek elinde tuttuğu kısacık bir ip ile hayata bağlı.
Onu çekerek yatakta doğrulabiliyor. Hepsi bu kadar.
Durali Çiçek 1939 doğumlu.
1966 da Kargasekmez'de kamyonla kaza yapmış. O gün 27 yaşında olduğunu söylüyor.
Kazada beli kırılmış. İki ayağını da o gün kaybetmiş.
41 senedir sürdürmeye çalıştıkları hayat bu.
Kendisine "Neden size Hazır Kuvvet Dede diyorlar?" diye sorduğumda 1960 yıllarında CHP de millet vekillliği yapmış olan Mustafa Yeşil'in bu lakabı kendisine taktığını anlatıyor. "Çok çalışkandım" derken bir anlamda da var olan durumu kabul etmenin olgunluğu içinde...
Eşi Meliha Çiçek, eşini hiç yalnız bırakmamış. 2 çocukları olmuş. 6 tane de torunları var.
Torunun okuması için ona yardımcı olmaya çalıştıklarını anlatıyor.
Eşini motora indirip bindiren, 41 senedir evi çekip çeviren Meliha Çiçek.
O da 65 yaşında.
Meliha Çiçek
Durali Çiçeğin yüzünden yaşam sevinci akıyor. Hayatın olumlu yönlerini ön plana çıkartan yaşam öyküsünü özetliyor.
Kaza tarihinden sonra geçen iki yıl onlar için çok üzücü olmuş. "Geçen o iki yıl içinde, içimdeki bir sesin bana işlerin düzeleceğini söylediğini hatırlıyorum " diyerek inancını duru bir dille o kadar güzel anlatıyor ki...
Duygulanmamak imkansız.
O devam ediyor.
"Kamyon şoförlüğü yapıyordum. İşveren sigortamı yatırmadığı için kazadan sonra tutunacak bir dalım da olmadı. O sırada Ecevit Çalışma Bakanıydı. Bir yasa değişikliği ile sorumluluğu işverene yüklemişler. Biz de bu kanundan bu şekilde istifade ederek hak sahibi olduk" diyor.
Ben ne yazsam boşuna...
Şimdilerde ayda 600 lira maaş aldığını ifade eden Hazır Kuvvet Dede "Bu, çok para çok" diyor...
Allah'ıma bin bir şükürler olsun diyor...
-!..
Şimdi onun aklı rektifiyeden gelecek motorunda...
1968 yılında sigortadan kendisine vermişler.
Ya bizlerin aklı nerede?
-!..
Ne isteklerimizin sınırı var ne de beklentilerimizin.
Tekâmül merdiveninin alt basamaklarında iken sonsuz bir güven içinde olduğunu sanan varlığın, zaman içinde ne denli bir acz içinde olduğunu fark etmesi için, etrafına "şöyle bir bakması" bile yeterli oluyor.
Bir gözlem, bir öykü ve alınacak bin bir ders...
Buna "farkındalık" diyebilirsiniz.
Rüzgârın eğemeyeceği hiç bir dal yok...
Bu bilinen bir gerçektir ama bizler bunu ne acıdır ki sık sık unuturuz.
Mutluluğu boş hevesler içinde aramaya çalışırız.
Dost, kimdir?
Kim, değildir!
Farkında mıyız?
- !..
Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar bir yol kenarında.
Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini,
Nasıl olup da bir 'yabancı'yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.
Biri karga, biri leylek...
O kadar farklıdır ki kuşlar.
İhtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.
Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır,
Leylek dediğinse leyleklerle.
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki, her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.
Topal kuşlar birbirlerinin 'arıza'larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.
Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar ve söner.
Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran...
Mesnevi'den
Bu köşeyi takip edenler bilir. Hakkımda -özellikle iyi yönde- yazılanları bu sütunlara taşımam.
Utanırım.
Ama bu önemli.
Yazının, nerelere eriştiğini anlatmak yönünde önemli bir örnek.
Ben Sn. Nursun Erel'i hiç tanımıyorum.
Önce okuyalım.
"Mehmet Bey,
Size 'zaman kum gibidir' yazınız için teşekkür etmek ve kaleme aldıklarınızın nasıl yankılandığını anlatmak
istiyorum.
Ufuk benim de çok eski arkadaşımdı, avcılığı onunla hiç paylaşamadık ama öyle keyifli gazetecilik paylaşımlarımız oldu ki... O acılı hastalık sürecini isyanla ve umutla gözlemlemek, uzaktan hissetmek, hatta Ufuk'la vedalaşmak benim sanırım bu yaşamda hissettiğim en büyük acılardan biriydi. Umarım gittiği yerde mutludur.
Ufuk'un gidişinin yarattığı boşluğu ve acıyı pek çok ortak arkadaşı olarak kendi aramızda da paylaştık, bunlardan biri de David Arnett'di, ona bu acı haberi iletmek ne yazık ki bana düştü. O da bana eski günlerden söz ederken, sizin yazınızı hatırlattı. 'Zaman kum gibidir' yazınızı okumuş ve yıllar önceyi hatırlamak, hatta onda artık bulunmayan o eski resimleri görmek David'i çok duygulandırmış.
Ben de anlatımınızı ve vefaya sadık kalışınızı çok sevdim. Ellerinize sağlık.
En iyi dileklerle."
Nursun Erel - 15 Haziran 2007 / 11.43
Öncelikle Sn. Nursun Erel'e teşekkür etmek isterim. Lütf etmiş, çok uzağımda cereyan eden bir yaşanmışlığı bana aktarmak zahmetinde bulunmuş.
Ne söylesem azdır.
O yazmasa nasıl bilebilirdim ki!
Ayrıca bu mesajı bana göndermekle "geçmişe ait anıların kaleme alınması yönündeki çabalarıma bir destek geldi" diye de düşünüyorum. Gerçeği seslendirmem gerekirse; zaman zaman bu tür motivasyonlara ihtiyacım olduğunu söyleyebilirim.
İnsana ait zaaflarımın olduğu tartışılmaz bile...
Hayat böylesine akıp giderken bizler ne yapıyoruz?
- !..
Avcılar avcılar...
Avcılar ne yapıyor?
- !..
Onların öncelikleri ne yazık ki hiç değişmiyor.
Öleceklerini bilseler, öldürmeye planlandıkları için hiç bir şey fark etmiyor.
İmamesi öldürme olan bir tesbihleri var.
Çekip duruyorlar.
"4 gün avlayalım"
"Mümkünse her gün avlayalım"
"Daha çok avlayalım"
"Eğitime gerek yok"
"Harçlar çok yüksek"
"Eski Genel müdür paraları eğitime harcadı. Onu yeni bakana şikayet edelim"
Ormanda yabandomuzu avlayalım.
Kazara (!) 4 geyik vurulsa ne olur ki? (Kastamonu)
Yabandomuzu tarlalarımız zarar veriyor sürek avı düzenleyelim.
Kazara (!) 3 kurt vurulsa ne olur ki? (Kayseri)
Yabandomuzu tarlalarımız zarar veriyor sürek avı düzenleyelim.
1700 yabandomuzu vurulsa ne olur ki? (Çankırı)
Geldiğimiz nokta budur.
Bu yanlış gidişin sözde imamları biliniyor.
Çok üzüleceğiz çok...
Tövbesiz ömür baştan başa can çekişmedir.
Mevlâna
Mehmet Emin Bora
18 Haziran 2007 / Ankara