Avcılık nedir? Ne Değildir?


Geriye dönüp baktığımda, av dünyasının içinde 45 seneden daha fazla bir zaman geçirdiğimi görüyorum. Süre bu kadar uzun olunca doğaldır ki içinde acı ve tatlı anılar olacaktır.

Doyumsuz güzellikteki av muhabbetlerinin içinde oldum. Özellikle kırsal kesime ait avcılarla yapmış olduğum sohbetlerde, elime Anadolu insanını çok yönlü izleme fırsatı geçti.

Soldan sağa; Fikri Karaca - Taşkın Özgüven - Edip Özgül - Arif Kiraz - Hayri Bey - Sadık Uzun

Hayata dair çok önemli kazanımlarım olduğunu düşünüyorum.

Benim ilişkide bulunduğum köy kökenli avcılar, tam anlamıyla çarıklı erkan-ı harp idi.

1962 / Mengen / İlk avım

Yoğun olarak İç Anadolu''da avlanma şansım oldu. Avcılara has jargon ile ifade etmek gerekir ise "uçar" avcısıyım.

Özellikle de keklik...

Bir dönem su kuşları avcılığına meraklanmıştım.

Tek başıma Eber Gölü''ne ava gittiğimi hatırlıyorum. Hem de kara kışın ortasında...

Eber Gölü

O zamanlar, aklımız bir değil bir kaç karış yukarıdaydı...

Kaz avına giderdim...

Gölbaşına inen yol, Kepekli Boğazı başında trafik polisleri tarafından kesilirdi!

Hava muhalefetinden dolayı arabalara geçit vermezlerdi.

Ben geçerdim!

Soğuktan saklımız bıyığımız donardı...

Aldırmazdık bile...

1981 / Ankara Konya yolu 65. Km.

Yüzümdeki kararlı ifadeden hiç bir kuvvetin beni durduramayacağını anlarlardı...

Polislerin gülerek "siz geçebilirsiniz" dediğini dün gibi hatırlıyorum.

Bunu "Allah akıl versin" sözünün değişik bir versiyonu olarak algılamak lazım.

Yaşadığım pek çok av macerası için kolaylıkla "delilik" diyebilirsiniz.

Tavşançalı / Cihanbeyli

Gecenin ayazında en az 3 tane boy çukuru açmak sizce akıl işi mi?

O zaman, mühre ile avlanmak yeni yeni başlıyordu.

Çuval çuval toprak taşırdık.

"Zır" titrini " ha kazandım, ha kazanacağım" aşamasına gelmiştim.

Aklımızın tamamı avcılığa çalışıyordu.

O dönemde kafamıza itsen (!) başka bir şey sokamazdın.

1976 model CJ 6 bir Jeep''im vardı. Sadece gölde ve denizde gitmezdi!

Arazide kullandığım zaman bazı arkadaşlarım "bir dakika"der, beni durdurur, hızla iner ve bir daha uzunca bir süre arabama binmezlerdi!

Alternatif şansları olsa, o saat toz olacaklardı da...

Şoku atlatınca başka şansları olmadığını çabuk anlarlardı.

Yine de zor ikna (!) ederdim.

Her türlü hava şartı altında yola çıkar, muhakkak gideceğim avlağa ulaşırdım.

1970 senesinden bu yana hep kendi arabamla ava gittim. İstisnaların toplamı 20 kere ya eder ya da etmez.

Külfeti kimseyle paylaşmadım ama, tabir ne derecede uygundur bilmiyorum, nimeti yaşam boyu hep paylaştım.

Ava giderken 2-3 buzluk dolusu yemek götürürdüm!

Kim ne yer?

Kim ne sever?

Avcı kardeşlerimden şeker hastası varsa ona göre yemek seçer, bu ayrıntılarla uğraşırdım.

Bir ara, av dönüşü saunaya merak salmıştım!

2 gün, keklik peşinde dağ tepe aşıp da arazide yatınca, doğal olarak teke gibi kokardık.

Av dönüşü doğruca Çankaya saunaya giderdim. Bir süre de Tunalı''ya dadanmıştım.

Soda ile yapılmış soğuk ayran hala belleğimde aynı lezzet hissini uyandırıyor.

Şimdi saunaya gidersem eski günleri düşünüyorum. Ne eski günlerin keyfi var, ne de benim!

45 sene süren aktif avcılığım sırasında araç kullanmadığım gün sayısı bir elin 5 parmağını geçmez.

45 sene boyunca onlarca kişiyi sağ salim götürdüm ve getirdim.

Hiç kimseden hiç bir konuda ortak masraflara katılmasını istemedim.

Avlanma planını ben yaptım.

Bundan hala çok büyük ölçüde haz duyarım.

45 senenin anısı bir kaç sayfaya sığmaz.

Şimdi durup dururken "Bunlar da nereden çıktı! Ne anlatmaya çalışıyorsun" diye sorabilirsiniz.

İçinizden biri olduğumu anlatıyorum.

Mengen / Yabandomuzu avı

Yarım asır sonra bir kaç kanaatimi seslendireceğim.

Tanıyan olur tanımayan olur.

Sonradan olma (!) o kadar çok ki!

Kim avcı?

Kim değil?

Belli değil.

Yeni yetişen avcının kafası karışık.

Gitmesi gereken yolu bulmakta zorluk çekiyor.

 

Ava başladığım zaman yeni avcılara verilen öğretinin temelinde "kim çok gezerse o çok av vurur, çok av vuran da iyi avcıdır" şeklide özetlenebilirdi.

Her av partisi bir yarış, dolayısıyla bir anlamda üstü kapalı da olsa bir güç gösterisiydi.

Bu işin özel şakşakçıları vardı. İki avcıyı birbirine düşürür ve bundan büyük bir haz duyarlardı.

Ankara civarında eli boş gelmenin adı "kayısı" gelmek şeklinde ifade edilirdi.

Belirli aylarda "çil keklik avlamak" kayısıyı gelmeyi önlemezdi. Yani avcı tabiri ile "çil kayısıyı kesmezdi"

Neden kayısı!

-!..

Neden yarış!

-!..

Didişir dururduk!

Bir Allahın kulu da yeni yetişen avcılara doğal hayatın geleceğine dönük bir tek kelime öğretmezdi.

Çünkü bilen yoktu ki!

En sıkı öğüt, ava başlamanın sınırı olarak "ekinler biçilsin" şeklindeki temenniden ibaretti.

Avın kapanışı için mart ayının son gününe kadar beklenirdi.

70''li yılların başında "mayıs bıldırcını" denen bir av daha yapılırdı.

Yeni köpek yetiştireceklerin bulduğu kötü bir bahaneydi. Ben hiç gitmedim.

Uzun yıllar "limit" kelimesi hiç bir avcıya, hiç bir şey ifade etmedi.

Avcılar limiti, kendi performansının son noktası olarak algıladı.

"Limitim doldu" demek "pilim bitti" anlamına geliyordu.

Ava, gün doğumu başlar gün batımında son verirdik.

"Avlanma günü" gibi bir problem olmadığı için kafasına esen istediği gün istediği saatte ava giderdi.

"Bir nesil böyle yetişti" dersem gerçekleri seslendirmiş olurum.

1990 yılı benim için gerçek anlamda kabus dolu bir yıldı.

Babamı kaybettim.

-!..

45 yaşındaydım ama kendimi bir çocuk kadar yalnız hissetmiştim.

-!..

Baba, ne büyük bir destekmiş!

1990 yılında işimi kaybetme noktasına geldim.

Onurumla ölebilmek için dua ettiğim gecelerin hesabını ben bile bilemiyorum.

Bir gün bunu yazmayı düşünüyorum.

Şimdilik bu kalsın.

1985-1992 arasını zamanı (!) gelinceye kadar unutalım.

İnanın bana ilginizi çekecek çok anı var...

Gün ola harman ola...

1992 senesine gelince birileri "avcılık 2 sene yasaklanmalı" dedi.

Söyleyen bir bakandı!

Sn.Metin Gürdere.

Başı sonu düşünülmeden (!) sarfedilmiş bir deklareydi.

Bu bardağı taşıran son damla bu oldu.

- !.. (1985-1992)

Kılıçları çekip daldık bir hengamenin içine...

1998 yılına kadar soluksuz bir uğraş verdim.

O yıl avcıların eğitilmesi yönünde ilk avcılık kursunu başlattım.

O seneden bu yana neredeyse 10 seneye yakın bir zaman daha geçti.

(Ben bu süre içinde de hiç mola almadım.)

Çok şey değişti.

Son 35 sene içinde insanoğlu inanılmaz şeyler yaptı.

Dün doğru diye bildiğimiz pek çok değer değişti.

Bilim adına doğru bildiğimiz pek çok şey değişti.

Ülkelerin sınırları değişti...

İktidarlar değişti...

En son iklimler değişti...

Avcılar değişmedi!

-!..

 

İşte bunu anlamak zor...

-!..

Bunun öğünülecek bir tarafı yok...

Öğünürseniz, paleolitik çağa ait dürtülerinizi yenemediğinizi söylerler...

Ne diyeceksiniz?

-!..

Kendinizi nasıl savunacaksınız?

-!..

İnandırıcı olamazsınız!

Evde sizden av eti bekleyen biri mi var?

Varsa, bu daha da büyük bir ayıp.

Yabanhayvanları besin zinciri içindeki rollerinin gereğini yerine getirebilmek için dünya durdukça mevcut hiyerarşik düzen içinde elbette ki avlanacaklar...

Onların başka türlü hayatta kalma olasılığı yok ki!...

-!..

Var mı?

Kurtlar için kasap dükkanı açıldı da bizim mi haberimiz olmadı!

Balık ne yapsın!

Bir boy küçüğünü yemekten başka çaresi yok ki!

-!..

Lapin gibi ot da yese, biri gelip onu yiyiyor.

Yaşamak için öldürüyorlar...

Ayı ne yapsın!

Orman onun evi, bahçesi... Evin meyve ağaçlarını kesiyorsunuz!

O da önce köye sonra da şehire iniyor...

Sirkte bulduğu iş, boğaz tokluğunadır...

Dillerinden anlayabilsek!..

Ne biçim dertleşiyorlardır...

Kim bilir!

Ama insanoğlu beslenme problemini büyük ölçüde çözmüş.

Üretme çiftlikleri ile...

Ehlileştirilmiş hayvan türleri ile.

Bu çözüm yolu, "çok mu soylu?" derseniz size bir nebze de olsa hak veririm!

Örneğin; hayata bir piliç (!) olarak adım atıp, tavuk olup haşlanana kadar geçen süre topu topu 45 gün!

Buzdolabında -yani gasilhanede- kalma gününüz bile sınırlı!

-!..

50 gün sonra toprağa gübre olarak geri dönüyorlar!

Kanatlı hayvanların kısa yaşam öyküleri kelimenin tam anlamı ile korkunçtur.

Uykusuz, güneş yüzü görmeden geçen 45 gün...

Empati yapabilir misiniz?

-!..

Cesaret ister.

Ama insanoğlunun yaşayabilmesi için -en azından şimdilik- başka bir seçenek de görünmüyor.

Hücre hapsinden ne farkı var?

40 sene önce yetişen avcıların ne sohbetleri değişti ne de kendileri.

- Bi çaktım post oldu!

- Bıldırcınlar sabun kalıbı gibi olmuş!

- Bi asıldım... Tüyleri uçuştu, traşlamışım!

- Ne limiti kardeşim!

- Kekliklerin tüyünü yolup, otobüsle tavuk diye gönderiyoruz heh hehheee!

- Benim arabayı alıp, geyik avlamışlar! Benim suçum var mı! Hhhee hehe...

-!..

Hiç mi değişen olmadı?

Olmuştur tabi, istisnalar vardır ve olacaktır.

Önemli olan değişebilenlerin sayısı!

-!..

O kadar az ki!

Şimdiye kadar anlattıklarım hali hazırda yaşananlar.

Peki avcı neden değişmiyor?

-!..

Bunun bir tek sebebe bağlamak mümkün değil.

Değişim; emek, istek, özeleştiri ve benzeri daha pek çok şeyi birlikte ister.

Tüm bunları oluşabilmesi için yaşam boyu bir eğitimden geçmek gerekiyor...

İşte kırılma noktası bu!

Avcıların büyük bir çoğunluğunun eğitim alma yönünde en ufak bir isteği yok.

Onlar avcılığı sadece ve sadece "ele geçirme" olarak değerlendiriyorlar...

-!..

Tıpkı 40 sene önceki gibi.

Avcıların kerteriz aldığı bir tek nokta var.

Kıtka!

Eve boş dönmesin de...

Avcılara mutlaka ve mutlaka bir şeylerin değiştiğini anlatmak lazım.

Burada bir parantez açalım. Özel avlaklar tüm eleştirilerimizin dışındadır.

Onlara tavuk çiftliği gözü ile bakıyorum. Onlara bir sözüm yok.

Avcıyı üretimin içine çekmek lazım.

Bu sistemi Rusya''da görmüştüm. Özellikle ekonomik gücü sınırlı olan avcılardan üretme çiftliklerinde yılın belirli bir ayı hizmet talep ediliyor. Örneğin 2 ay falanca çiftlikte yeni doğan yabanhayvanlarını besleme görevi gibi...

Yumurtadan yeni çıkan keklik yavrusu

Bu bizim yapımıza uyar.

Bu sürecin bir parçası olan avcı, en azından zamansız ava gitmez...

Bu sürecin içinde olan avcının yüreğinde farklı duygular oluşmaya başlar...

-!..

Avcı "öldürmeye" ayırdığı vaktin bi kısmını "yaşatmaya" ayırmalı.

Sizce zor olan hangisidir!

Merhamet duygusu!

Bakın bundan 20 gün kadar evvel bir çift güvercin yuva yapmak için evimizin küçük balkonunu kendilerince kamulaştırdılar...

Oraya prefabrik bir ev yaptılar...

Hazır saksı vardı...

İçini doldurdular...

Şimdi yuvada 2 tane yumurta var.

Evde balkona çıkma sınırlandı!

Torunları bekliyorum.

Bundan daha keyifli ne olabilir ki?

Günümüz antropologlarından Carlton Coon “bedensel ve akılcıl değişimin sağlanabilmesine yetecek sürenin henüz geçmemiş olduğunu söylemektedir. Yani bizler, beden ve ruh olarak taş devri atalarımızdan farklılaşacak zamana henüz sahip olmadığımızdan onlara benzer durumdayız.

 

Bilinmelidir ki, insanın, hayvanla karşı karşıya gelmesinde, kuralları insanlar tarafından konulmuş bir sınır vardır. Bu sınır, akıl üstünlüğünün, insanın durması gereken noktadaki kurallarını içeren denetim mekanizmasıdır. Akıl gücü bu süzgeçten geçmez ve başı boş kalırsa, avlanmak, avcılık olmaktan çıkar.

Ülkemizde avcılık konusunda hiç de iyi şeyler yaşanmıyor.

Bilinenin aksine avcılık konusunda yeni tanım ve yaklaşımlara ihtiyaç vardır.

Avcılık ekonomik bir etkinliktir.

Yabanhayatına müdahale eden insanların çok ciddi bir eğitimden geçmesi "olmazsa olmaz" olmalıdır.

İdare kötü gidişi göremiyor.

"Her şey yolunda" diyenler ise çıkar sahipleri.

Görebiliyor musunuz?

 

Kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir.

                                                                     Jonathan Swift

 

Mehmet Emin Bora

07 Nisan 2007 / Ankara

 

Bkz.Carlton Coon “The Hunting Peoples”, Atlantic-Little Brownis s.3, (1971)Çeviren : Mete Enuysal

Bu yazı 13234 kez okundu...