Çatışma!
" (...) Bir futbol takımının kaptanı olmak istiyorsun. Ama senden daha iyi başka biri var. Bundan hoşlanmıyorsun. Çatışma başlıyor. Bir şeyi elde etmek isteyip de elde edemediğin zaman çatışma çıkar.
İstediğini elde ettiğinde ise sorun onu elde tutmaktır; o zaman yine savaşım başlar, ya da daha çoğunu istersin. Dolayısıyla sürekli bir çatışma söz konusudur, çünkü hep bir şeyler istersiniz.
Bir memursanız,
Yönetici olmak istersiniz.
Bisikletiniz varsa,
Motorsiklet istersiniz.
Bunun gibi, mutsuzsanız mutlu olmak istersiniz.
Dolayısıyla ne istediğiniz değil, ne olduğunuz önemli.
Ne olduğunuzu anlamak, bunun derinine inmek, ne olduğunuzun ardında yatan gerçekleri görmek, bu sizi çatışmadan özgürleştirir."
" (...) Siz kuzeye giderken, ben güneye gidersem, aramızda nasıl ilgi, etki ve sevgi olabilir?"
" (...) Biz insanların sorunları var. Söylediğim gibi bu sorunlardan biri çatışmadır, ''olan'' ve ''olması gereken'' arasındaki çatışma.
" ( Söze ''benim takımım iyidir'' veya ''benim bayrağım güzeldir'' diye başlarsanız; karşınızdaki insan da ''Hayır benim takımım daha iyi'' ''Benim bayrağım daha güzel'' diye cevap verecektir. Bu durumda çatışmayı peşinen başlatmış olursunuz.
Yukarıda, alıntı yaptığım yazı, 1895 yılında Hindistan''da doğan Jiddu Krishnamurti''nin "Çatışma Üzerine" adlı eserinden alınmıştır. 1986 yılında ölene kadar farklı ülkelerde konferanslar veren Hintli düşünürün, konferans metinleri ölümünden sonra deşifre edilerek onlarca kitap oldu.
Doğa ve Çevre Üzerine
Öğrenme ve Bilgi Üzerine
Sevgi ve Yalnızlık Üzerine
Yaşamak ve Ölmek Üzerine
Özgürlük Üzerine
Tanrı Üzerine
İlişki Üzerine
Korku Üzerine
Hakikat Üzerine adlı yapıtları bunlardan bazılarıdır.
Hemen, hemen hepsini okudum. Zaman, zaman yeniden okurum. Yaşadığım çeşitli sorunların çözülmesinde bana alternatif yollar sunan bu kitapları herkese içtenlikle tavsiye ederim.
Yakın zamanda özellikle doğaseverlerin avcılarla bir çatışma içinde olduğunu gözlemliyorum.
Avcılarla çatışma içinde olanlar, sadece belirli bir topluluğa aidiyet duygusu ile bağlı olanlarla sınırlı değil.
Avcılar, toplumun büyük bir kısmının husumet duygusunu üzerlerine çekmiş bir halde.
Bu yazımda, konu ile ilgili olmak üzere kişisel görüşlerimi sunma gayreti içinde olacağım.
Ama şimdi izninizle bir kaç şey söylemek istiyorum.
1956 yılından bu yana Çetin Altan''ı ilgi ile takip ederim. O tarihlerde rahmetli babamın memuriyeti dolayısıyla Kayseri'de bulunuyorduk. İlkokul 5.sınıfa gidiyordum. Cuma geceleri saat 21:00''de Çetin Altan Türkiye Radyoları'ndan "Dostlarım" diye başlayan konuşmalarını dinlerdim. Daha sonra da, senelerce yazılarını okudum.
Hem de inanılmaz bir keyif ile...
Aradan onlarca sene geçti. O gün yayınlanan gazeteyi Çetin Altan'ı okumak için elime aldığımda; yazısını gördüm, ama altındaki ibarede "20 yıl evvel" yazdığını söylüyordu... Bir başka gün ise "25 sene evvel"...
Hatırlıyordum o yazıları...
Yazacak konu mu bitmişti, söz mü tükenmişti!
Böyle düşünürdüm...
Yazılarının bazılarında var olan "enseyi karartmayın, hiç bir şey kötüye gitmez" şeklindeki ironisi de aklımdadır...
O zamanlar buna, pek de bir anlam veremezdim!
"Çatışma" başlıklı yazımı kaleme alırken bunları düşündüm.
Bugün yaşananlar için, kolaylıkla eski bir yazımı yayınlayıp, altına da "15 sene evvel yazmıştım" diyebilirim
Bu halin oluşması için aslında bir tek sebep vardır.
Söylenebilecek her şey gerçekten söylenmiştir ama hiç bir şey "söylemden" "eyleme" geçirilememiştir.
Bundan 7 sene evvel Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü personeli Fransa''ya eğitim amaçlı bir çalışma için davet edilmişti. Bu geziye masraflarımı karşılamak kaydı ile ben de katıldım. İstanbul Orman Fakültesi öğretim görevlisi Prof.Dr. Uçkun Geray da bu seyahatte vardı. Gerek ondan, gerekse gittiğimiz yerdeki yetkililerden yabanhayatının idaresine ait çok şey öğrendik. Yaşananları bizzat yerinde gördük.
Mesela, Petit Pierre bölgesinde yabanhayatı zararlıları uzmanı, Mrs.Christine Saint ANDRIEUX bizlere yılda 2 milyon böğürtlen diktiğini anlatmıştı. Sahada yürürken arkasından yetişmek için zorlandığımız bu genç kadının yaptığı çalışmalar düşünce boyutlarımızı da zorlamıştı.
Yanlış duymadınız 2 milyon adet...
Sebep?
Karacalar bunu yemeği çok seviyormuş da ondan!
Mrs.Christine Saint ANDRIEUX
Dikilen fidanları, memelilerden korunmak için çeşitli düzenekler kullanılıyordu.
Özellikle de tepe sürgünlerinin yenmemesi için özel koruyucu aparatların tasarlandığını gördük.
Şimdi lafı hiç uzatmadan soralım...
Ülkemizde şimdiye kadar hangi doğa sever bayan yılda 2 milyon böğürtlen fidanı dikti veya diker?
-!..
Amacım asla polemik yapmak değil.
Fransa''da da bu hanıma insanca yaşayabileceği bir ücret verilmese, o da dikemez.
Yeterli kaynak yaratılmazsa, o da bu işin üstesinden gelemez.
Yeterli kaynak nereden sağlanıyor?
Avcılıktan elde edilen gelirlerden!
Yabanhayatının idaresinde;
İşin doğrusu nedir?"
"Eğrisi nereden kaynaklanıyor?" diye yeterince bilgi edinmeden yapılan konuşmalar, savrulan tehditler sadece boşa harcanan zamandan ibarettir.
Özellikle ülkemizde, avcıların yaptığı yanlışların savunulacak hiç bir yanı yoktur, ama avcılığı bu denli yadsımanın da akılcı bir yanı yoktur...
-!..
Bu gerçek, batı dünyasının tamamı için de aynen böyledir.
Yabanhayatının idaresinde başarılı olan ülkelerde avcılar "regülatör görevi" üstlenirler.
Bizim, bir kısım "preditörlere" hiç benzemezler.
Yabanhayatı tehlikede ise, ki öyledir...
Sorunlardan birincisi "kaynak" sorunudur.
Sebep?
Kaynak yaratamıyoruz. Var olan kaynakları da kullanma becerisinden yoksunuz.
Ülkemizdeki avcıların pek çoğu yabandomuzuna karşı neredeyse cihad ilan etmiştir.
Ama geçen her gün, yapılan işin yanlışlığına dönük işaretler içeriyor.
Dini inançlarımız domuz eti yemeği yasaklıyor.
Biz de yemeyelim!
Peki, avcılık adı altında niçin katliam yapıyorsunuz?
-!..
Niçin bunu teşvik ediyorsunuz?
-!..
Kur'an'da "öldür" kelimesi bir kere geçiyor...
"Nefsini öldür".
-!..
Din bilginleri bunu böyle anlatıyor.
Niye 25 tanesini bir günde öldürüyorsunuz?
Bu hakkı nereden alıyorsunuz?
Bu katliamın baş oyuncuları (!) şimdi başa soyunuyor!
İroniye bakar mısınız?
-!..
İnsilün, çok uzun yıllar domuzdan elde edildi.
Domuzun pankreasından!
Domuzdan elde edilen ilaç, şeker hastası olan anamıza, babamıza, atamıza derman oldu!
-!..
Ne oldu?
-!..
Sesiniz çıkmıyor!
Son yirmi seneye kadar durum buydu...
Şimdi sentetik olarak üretiliyor...
-!..
Batı dünyası, hiç bir hayvanı hasım ilan etmez!
Hatta onu korur.
Onu korurken, çiftçiyi de korur.
Bu, bizim bir türlü anlayamadığımız "evrensel akıldır!"
Ortak akıl her yerde itibar görür ve geçerlidir...
Sadece bizler zorlanırız...
Hııı!
Jean Michel JULLIEN
Araştırmacı, dağ faunası uzmanı
Kuzey Alpler - Jura İstasyonu
Bauges-Sevrier
Sorunlardan ikincisi; "eğitim" sorunudur.
Sebep?
Her konuda olduğu gibi, onu da sulandırdık. Beceremiyoruz.
Avcıların pek çoğu, avcılığın yazılı olamayan kaideleri içinde ve birinci sırada olması gereken "avlanma etiğine" riayet etmiyor. Tabir-i caizse önünde ne çıkarsa - avlama diyemeyeceğim - öldürüyor.
Sadece bununla kalsa iyi...
Kimileri tüfeğinin nişan ayarını yapmak için, kimileri de "o mesafeden acaba vurabilir miyim?" diye sokak köpeklerine, çoban köpeklerine silah doğrultuyor...
-!..
30 sene önce, Bala'da bir çoban köpeği avcı tarafından bu suretle öldürüldü. Yemek yerken, aklı sıra silahını denemiş!
Çobanlar avcıyı yakalayabilselerdi sizce sonuç ne olurdu!
-!..
Düşünmek bile istemiyorum.
Geçmişte olan bu kötü örnekten, daha sonra hiç yaşanmadı mı zannediyorsunuz!
Veya halen yaşanmıyor mu?
-!..
Peki biz ha bire kedi köpek öldürürken Batı dünyası ne yapıyor acaba?
Şimdi diyeceksiniz ki "bak gördün mü onlarda öldürmüşler" işte...
Tamam da, bizdeki gibi öldüreni ödüllendirmemişler ki!
-Hııı!
Sorunlardan üçüncüsü; "etik ve ahlak" sorunudur.
Sebep?
Bunu siz seslendirin. Ben size yazının sonunda bir fıkra nakledeceğim.
Sıradan herhangi bir gün elinize rasgele bir gazete alın ve 3''üncü sayfasını okuyun.
Bu sayfa, hemen hemen tüm gazetelerde günlük haberlere ayrılmıştır.
Kim, kimi öldürmüş?
Kim kimi nasıl dolandırmış?
50 sabıkası olan adam nasıl salıverilmiş!
Çeteler, çeteler ve yine çeteler...
Son örnek hepsinden acı!
Hakim nasıl dövülmüş!
Gel de rahmetli Nevzat Tandoğan'ı anma!
-!..
Onun kendine özgü metodları vardı...
"İnsan hakları (!)" adına "insanların hayatlarından olmasına" izin vermezdi.
Allahtan ona rahmet diliyorum.
Bir an için kendinizi, bu çocuğun anasının veya babasının yerine koyun...
Empati duygunuzun şiddetine bağlı olarak acaba ne kadar dayanacaksınız? Merak ettim doğrusu...
Yukarıdaki listeye bir göz atın... Gelişmeyi (!) izleyin bakalım...
Sadece cinayet sayısı düşük! Tabii ki "faili meçhullerin" değerlendirilmeye alınıp alınmadığına da bakmak lazım...
Olmadı, bu sene telafi ederler. Tasalanmayın.
-!..
İçine düştüğümüz toplumsal bunalımın bundan daha iyi bir göstergesi olabilir mi?
Sorunlardan dördüncüsü; "topluca erezyona uğradık."
Sebep?
Aileye ilişkin değerleri kaybettik.
Kaybettiğimiz daha pek çok değeri, burada örnekler vermek sureti ile seslendirebilirim.
Bir an için bile olsa "yetinelim" (!) diye düşünüyorum.
Asıl önemlisi elimizde kalanları kaçırmamak!
Sınırlı sayıda da olsa, yabanhayatına gönül vermiş, çok değerli ve eğitimli insanımız var...
Bunların içinde, avcı olanlar olduğu gibi, avcılığa karşı olanlar da olabilir.
Bir fikri seslendirmenin onlarca yolu varsa, tercihimiz "bize yakışan (!) olmalıdır" diye düşünmekteyim.
Bu, salt düşünmekten de öte "sorumluluk" olmalıdır.
Var olan problemin çözümü, sadece ve sadece akıl gerektiriyor.
Yabanhayatının idaresi içinde (sinejetik) taraflar vardır.
Yabanhayvanları,
İdare
ve
Avcılar.
"Başarı ''ortak aklın önder kılınması'' ile sağlanabilir" diye düşünmekteyim.
Aksi takdirde "ben haklıyım" sloganı "ben de haklıyım"ı tetikleyecek ve bu başlangıçta arz etmeye çalıştığım "çatışma"ya davetiye çıkartacaktır.
Bu da "başlamadan biten sonlardan biri" olmaktan öte gidemez.
İnsanı hayvandan ayıran akıldır.
İnsan akıldan uzaklaştığı zaman, hayvan ortaya çıkar.
Epictetos
Mehmet Emin Bora
21 Şubat 2007
Ankara
Öğretmen sınıfa girer ve en yakındaki öğrenciyi tahtaya kaldırarak sorar:
- Tren Ankara''dan İstanbul istikametine doğru saatte 80 km. hızla seyretmektedir. Bu arada rüzgar da trene 50 derece açı ile saatte 40 km.lik bir hızla esmektedir. Şimdi sen kompartumandasın ve hava da çok sıcak. Ne yaparsın?
Çocuk bir düşünür ve hemen cevap verir.
- Pencereyi açarım.
Hoca devam eder.
- Tamam şimdi elini çıkar ve elinde oluşacak ivmeyi hesapla!
Çocuk bir düşünür iki düşünür işin içinden çıkamaz ve hoca tarafından iyice fırçalanarak yerine oturur...
Hoca, ikinci öğrenciye de aynı soruyu sorar, o da bilemez. O da payına düşeni alır.
Hoca üçüncü öğrenciyi ayağa kaldırır. Soru aynıdır.
Hava çok sıcak ne yaparsın?
Öğrenci bir düşünür ve cevabı verir.
- Ceketimi çıkartırım.
-Hala hava çok sıcak, ne yaparsın?
- Kazağımı çıkartırım.
- Hava sıcak diyorum!
- Gömleğimi çıkartırım, pantolonumu çıkartırım.
- Çok sıcak diyorum!...
- Hocam donumu da çıkartırım ama, öpsen (!) pencereyi açmam...
Ne demişti üstad!
"Enseyi karartmayın, hiç bir şey kötüye gitmez..."
M.E.Bora