Yılbaşı, Bayram ve Ölüm


Aralık ayının son günlerini yaşıyoruz.

Her sene olduğu gibi telaşlıyız.

Bu sene daha da farklı!

Bu ayın son günü, aynı zamanda Kurban Bayramı...

Yılbaşı günü insanlar, genellikle seslendirmeseler de geride bıraktıkları bir yılın muhasebesini yaparlar...

İçten içe...

İyisi ile kötüsü ile...

Yaşamlarını bir kere daha gözden geçirirler.

Daha doğrusu belki de "böyle olmalıdır" diye düşünüyorum.

Özellikle yabanhayatına gönül veren herkesin...

Ne yaptık!

Ne yapamadık!

Gibi...

-!..

Yeni yıl kutlamalarına esas kabul edilen tarihten bu yana, Yani Hz. İsanın doğum tarihi olarak kabul edilen "0" dan günümüze 2006 yıl geçmiş,

Kurban Bayramı'nın kutlanmasına ilişkin geçen yaklaşık süre de 1500 sene civarında.

İnsanlar, inançları doğrultusunda birinde, bir peygamberin doğumunu kutlarken, bir diğerinde bağışlanan, bir hayatın karşılığı vereceği ödünün ritüelini yaşamayı tekrarlayıp duruyor.

Her ikisininde insanlık tarihi içindeki yeri, zaman açısından bu...

Yani 2000 yıl civarında bir zaman dilimi.

Ama bizler biliyoruz yeryüzünde biyolojik yaşamın varlığı, milyarlarca yıl ile açıklanırken, karada yaşayan memelilerin var oluşu 50 miyon yıldan fazladır.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları 65 milyon yıl evvel şekillenmiş.

Jeoloji dünyasında "genç bir kara parçası" diye adlandırılıyor.

İnsanlık tarihi içinde yer alan milletlerin bilinen tüm örf adet ve geleneklerimiz ile ilgili geçmişimiz 10.000 yıllık bir maziye sahip. Her yıl biteviye törenlerle tekrarlanıp duran olgunun aslı bu ... Yazılı tarih böyle söylüyor.

Yabanhayvanları ise milyonlarca yıldır nesillerinin devamını sağlamak için, törenlerini sessiz, sessiz, sürdürüyorlar...

Çiftleşiyorlar...

Tabiatın olumsuz şartlarına karşı, içgüdüleri ile karşı koyuyorlar.

Hiyerarşik bağlamda bir üst grubun baskısından ya kaçarak kurtuluyorlar, ya da savaşa savaşa ölüyorlar...

Hem de, bizlerden hiç bir şey talep etmeden...

Hem de, hiç yük olmadan.

- !..

Bununla da kalmıyorlar!

Geçmişte, insanoğlunun ayakta kalabilme öyküsüne, istemeden (!) de olsa katkı koyuyorlar...

- !..

Günümüzde, insanoğlunun halen sürdürmekte olduğu yaşam savaşına, katkı koyarak türlerinin devamını sağlamaya çalışıyorlar. Bunu da gönüllü (!) yaptıklarını hiç düşünmüyorum.

- !..

Sürdürmeye çalıştığımız hayatın gerçeği budur.

Ama, hayatın yadsınamayacak bir diğer gerçeği de hiyerarşidir.

- !..

Çocukluk çağlarında mahallede hissederiz. "Abi" kavramı sokakta zihinlere yerleşir.

 

Askere gidince, anlayışımız derinlik ve netlik kazanır. İliklerinize kadar hiyerarşiyi hissedersiniz.

 

İş dünyasında bu güce, içtenlikle (!) rıza gösterirsiniz. Hiyerarşi, aklınızı yönlendirir!

Aksi takdirde nadiren "takdir" genellikle de "tekdir" alırsınız.

Bir "tekdir"göz ardı edilse bile "ikisi" bir araya gelince (!) şutlanırsınız.

Ama, varlığı her ne kadar yadsınmaz boyutta bir gerçek de olsa, hiyerarşi "özünde" bir anlamda "aşılabilirlik" barındırır!

- !..

Zaman denilen göreceli kavrama tabi olarak;

Mahallede büyür, süreç içinde... Söz sahibi olursunuz. Abiliği tadarsınız.

Askerlikte terfi eder, süreç sonunda başarılı olursanız... Komutan olursunuz.

İş dünyasında zaman içinde, başarılı olursanız... Patron olursunuz.

Anlatmak istediğim odur ki "statü" değiştirme şansınız her zaman vardır.

Bu sadece ve sadece insanlara özgü bir durumdur.

Bu durum, hayvanlar alemi için geçerli değildir.

Onların "hep sabit kalacağı" bu konumu açıklamak için, besin zincirinin içinde işgal ettiği geometrik noktanın koordinatları kullanılır.

Tanımlanan herhangi bir adresten sonra, bir diğer canlıdan bahsetmek istersek bir evvelki veriden yola çıkarak "bir altındaki veya bir üstündeki tür" diye seslendirilebilir.

Bu halin yakın zamanda değişeceğine dair bir alemet de yoktur. Ana kurgu, bu yöndedir.

Dilerim ki değişmesin de!

- !..

Her ne kadar evcil hayvanlar için özel bir durum söz konusu olsa bile, doğal içgüdülerinden dolayı akılları her zaman dış dünyadadır.

İlgi alanımız olan yabanhayvanlarının bu yönde hiç şansı yoktur.

İyi ki de yoktur!

- !..

Onların "arı" dünyasını niye pisletelim ki...

Sonra bize benzerler...

Aralık ayının son haftasına giriyoruz.

Sizler bu ayın sonunda, yeni yıl sevinci ile bayram kutlamasının heyecanını yaşarken, milyonlarca yıldır olduğu gibi yabanhayvanları da çiftleşme mevsimini yaşayacaklar!

Tekeler dağlarda boyunuz tokuşturacaklar...

Biz avcılar bunu "katım ayı" olarak seslendiririz. Aralık ayının son 10 günü içinde gerçekleşir.

Şimdilerde "Tekeler" dağların doruğundan aşağıya doğru inmeye başladılar.

Çünkü genetik şifrelerinden aldıkları uyarı bu yönde...

Dişilerle çiftleşmek için kıyasıya mücade etmeleri lazım...

Bu dönem, yabanıl reflekslerinin en aza indiği dönemdir. Tabir-i caizse, "burnunun ucunu görmediği" saattir.

Aklında sadece ve sadece "çiftleşme" vardır.

Karlı dağların doruğundan çok daha aşağılara inerler.

Çünkü "keçiler" oradadır! Yani dişiler...

Avcılar yabankeçisinin erkeğine " teke", dişisine de "keçi" derler...

Bu birliktelik, yılda sadece ve sadece 15-20 gün süren bir zaman içinde olabilir.

Ve sadece aralık ayının son haftası içinde...

Katım ayında!..

Üreyebilmenin tek yolu budur. Başka bir seçenek yoktur.

Onlar, bu durumun icabı için, dağların doruğundan "düze" doğru inerken, insan kılığındaki bazı yaratıklar da bir başka hesabın içindedir!

Bu yaratıklar, yabanhayvanlarının zorunlu hallerinden doğan zaafiyetlerini, kendilerine bir avantaj olarak görürler!

Onları kolayca avlayabilmek için;

"Pusu" kurarlar...

Tekelerin, dişinin beğenisini kazanabilmek için, bir diğer teke ile mücadelesi sırasında çarpışmadan ötürü "boynuzlarından çıkan sesi taklit ederek" olabildiğince alçalırlar...

Tuzak kurarlar...

Geçit yolu üzerine "mahfuz güme" yaparlar... Sıcak odalarında yer, içer ve beklerler...

Merhametten, sağduyudan ve akıldan uzak olarak...

Yaptıkları işin bir tek adı vardır!

- !..

Türk Milleti'nin tamamına ait değerleri yasa dışı yollarla fütursuzca yağmalayan bu insanlar için siz ne düşünüyorsunuz?

-!..

Gücüm yettiği ölçüde, onların "sessiz feryadını" sizlere duyurmaya çalışacağım.

Yabanhayvanları, haklarını nasıl savunsun ki!

Yasa dışı avlanmaların sonunda, ülkenin doğal kaynakları tüketiliyor.

Av turizmi kapsamında, her biri 5.000 $'a pazarlanabilecek binlerce yabankeçisi, ayı, çengelboynuzlu yabankeçisi ve yabandomuzu bir hiç yoluna tüketiliyor.

Bu yetmezmiş gibi...

Çok vurana, bir de ödül veriyorlar!

-!..

Ne kaybettiğimizi biliyor musunuz?

-!..

Hesap yapalım.

Yılda 1000 tane yabankeçisi : 1000 x 5.000$ = 5.000.000 $

Yani 7.500.000 YTL

-!..

Prof.Dr. İdris Oğurlu ve Doç Dr. Şağdan Başkaya ile 2002 - 2003 yılında Erzincan'da yabankeçisi envanteri yapmıştık.

Onlar, o zaman bu sayının çok daha yüksek olduğunu seslendirmişlerdi.

5000 gibi...

Yani 5.000 adet X 5.000$

25.000.000$

Görüyor musunuz kaybımızı?

Konuyu yakinen takip etmeyenler "İdare ne güne duruyor" diye düşünebilir.

Ben de onlara "kesilen ağacın baltaya yaptığı sitemi" hatırlatırım.

- !..

Çoğu zaman kanunların yetersizliğinden, kimi zaman donanım eksikliğinden, bazen de işin önemini kavrayamamış personelden kaynaklanan eksikliklere rastlanabiliyor.

Koruma kontrol elamanlarının, başta sayısal olmak üzere pek çok eksiği var.

Yabanhayatının idaresinde çokbaşlılık ise, başlı başına bir sorun.

Orman mühendislerinin eğitim aldığı fakültelerin bazılarında, okutulan ders kitaplarının, yabanhayatının yönetimi ile ilgili bölümülerinde "Yabanhayavanlarını en kolay avlanma zamanı üreme mevsimidir" şeklinde "ders notu" var!

-!..

Başka söze gerek var mı?

Acı olan odur ki yabanhayvanlarının bu ülkede sahibi de yok seveni de...

Az sayıda var olanın da, sesi çıkmıyor!

İşin önemini halen kavrayamadık.

Bu böyle biline...

Şu anda, bir televizyon kanalında ana haber bültenini seyrediyorum.

Haberde, Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesine bağlı Yukarıtaşlı Köyü'nde yaşanan içler acısı durum sergileniyor.

Çocuklar, kendi köylerindeki okul yokluğundan per perişan, sular içinde düşe kalka uzak mesafedeki bir başka okula gitmeye çalışıyorlar.

Köylerine parasızlıktan dolayı okul yapılamıyormuş!

- !..

7.5 trilyonu, hatta çok daha fazlasını hırsızlar götürüyor...

Ülkemizde 14 milyon yoksul, 623.000 de aç insan var... (27 Aralık 2006 / Vatan Gazetesi/ S. 9 )

Devletin resmi istatistikleri, 10.000 vatandaşın günde 1$ harcayarak yaşamını sürdürmeye çalıştığını söylüyor.

- !..

Bu durumda bırakınız trilyonları, kuruşu bile gözardı edemeyiz.

- !..

Bir okul bir çocuk, bir çocuk bir ülkeyi kurtarır..

Yakın geçmişi hatırlayın!

Haksız mıyım?

-!..

Kaçak avcılar, Ağrı'da, Van'da, Artvin'de, Erzincan'da, Kemaliye'de toplaşmışlar...

Toroslar'da da var, Ege'de de...

İçinizden birşeyler koptuğunu hissedebiliyor musunuz?

- !..

Bizler, yeni yılın ve bayramın sevincini yaşarken, onlar ölümle yüzleşecekler...

-!..

Hiyerarşik düzenlerini değiştirme hakkından doğal olarak yoksun olan yabanhayvanları,

Bu hakka sahip oldukları halde, cehaletin karanlığını, tercih eden insanlar tarafından katledilmektedir.

Paleolitik dönemin avcıları, bunlardan binlerce kere soylu bir davranışı sergiliyorlardı...

Onlar yaşamlarını sürdürebilmek için avlanıyorlardı.

Ya bunlar?

-!..

Boğazım düğümleniyor...

Gerçek avcıların önünde, yürünecek meşakkatli bir yol var.

Unutulmaması gereken tek gerçek;

Erişilmek istenilen hedefe sadece yürümekle varılmazsa da,

varanlar, sadece inatla yürüyenler olacaktır.

 

Sağduyu sahibi avcıların,

Doğasever tüm kardeşlerimin,

Yeni yıllarını ve bayramlarını içtenlikle kutlar, esenlikler dilerim.

 

Mehmet Emin Bora

24 Aralık 2006 / ANKARA

Bu yazı 5871 kez okundu...