İzcilik ve Avcılık
07 Eylül 2006 günlerden cuma. Bugün Çamlıdere'nin pazarı var. Evime 4 km mesafede kurulan pazar, çevre ilçelere göre son derece sönük. Çünkü Çamlıdereli hiçbirşey üretmiyor!
"Köylü, pazardan süt, tavuk, yumurta" alıyor dersem, sanırım ki ne demek istediğimi yeterince anlatmış olurum.
Durum acıdan da öte...
Bu durumu eskiler "vahim" kelimesi ile anlatırlardı...
Üç kademede durum tespiti yapılırdı.
Ehemmiyetli,
Mühim
ve
Vahim.
Çamlıdere köylerinde durum vahim ki, ne vahim...
Pazar dönüşü, Kızılcahaman sapağında, sırtlarında çanta ve gitarı ile bekleyen iki genç görüyorum. Yavaşlayıp soruyorum;
- Merhaba gençler nereye?
- Kamp yapacağız. Yayla Mevkiine gidiyoruz. Bizi alabilir misiniz?
- Atlayın bakalım.
Yol kısa olduğu için süratle sorgulamaya geçiyorum. Nerede kalacaksınız? Çadırınız var mı? Ve benzeri bir dizi soru daha...
Çocuklar tüm sorularıma sakin sakin cevap veriyorlar.
- Dağda kalacağız.
- Çadır madır da yok.
- !..
"Peki yemek yediniz mi?" diye sorunca birbirlerine bakıyorlar. Ben hemen devam ediyorum.
- Sizi yemeğe davet etsem!..
"Peki" demek sureti ile beni kırmıyorlar.
Böylece evin yolunu tutuyoruz.
Kısa sürede onların karınlarını doyuracak bir şeyler hazırlıyorum.
Bahçemizi düzenleyen arkadaşları da sofraya davet ediyoruz.
Yemek sırasında ben daha fazla öğrenebilmek için daha çok soru soruyorum.
- Eee... Ne yapacaksınız şimdi?
Onlar kendilerinin "öncü" olduklarını yarın öğlenden sonra 25 kişi civarında arkadaşlarının geleceğini anlatıyorlar.
Grubun adı "Sahil Deniz İzci Grubu " imiş.
Kendi içlerinde çeşitli gruplara ayrılan izciler,
Öbek; 7-11 yaş grubu (15 izci mevcut)
Oymak; 11-15 yaş grubu (35 izci mevcut)
Ergin; 15-18 yaş grubu (15 izci mevcut) şeklinde yapılanmışlar.
Oymak izcilerinin hepsi "Tevfik İleri İlkokulu'ndan olup "Sahil Güvenlik'e" bağlı olarak aktivite yapıyorlarmış. Grubun başı da Sn. Kurmay Binbaşı Hakan Kabul imiş.
Anlatılanları merakla dinliyorum.
Aklım da olan da "Genç neslin üstün değer yargıları ile yetiştirilmesi!"
İzcilik bunun için bir çıkış yolu olabilir mi?
Kafam da sadece bu soru var.
Yemek sonrası çay içerken, ismini yöreden alan kedimiz "Aluç" misafirlerimizden çok hoşlanmış olsa gerek ki kucaklarına bir yerleşiyor ki sormayın gitsin...
Sohbet sonrası misafirlerimizi kalacakları yere kadar götürüyorum.
İki genç adamı ormanın derinliklerine bırakıyorum.
Ama içim de bir kuşku var.
Acaba başlarına bir şey gelebilir mi?
Bu düşünce ile kendilerine "Çocuklar sıkışırsanız gece gündüz demeden beni telefondan arayın, hemen gelirim " diyerek vedalaşıyorum.
Ertesi gün öğlene doğru bir telefon geliyor. Genç arkadaşlarım liderleri ile beni ziyerete geleceklerini ifade ediyorlar. Aradan 2-3 saat geçiyor. Telefon bir daha çalıyor. Aynı ses "Çok odun topladık fena halde yorulduk bizi affedin" dedikten sonra da "Yarın uygun olursanız siz bize gelir misiniz? Kamp ateşi yakacağız "diyorlar. Ben de "inşaallah kısmetse" diyorum.
Ertesi gün pazar. Öğlen yemeğine Ankara'dan değerli dostum Sn.Ali Kozanoğlu ile değerli eşi gelecek. Bir yandan hazırlık yaparken, bir yandan da kampı ziyaret etmeyi planlıyorum.
Misafirlerimle yediğimiz öğle yemeğinden sonra onlar için de bir değişiklik olur diye düşünerek Ali Bey'lerle beraber saat 16:00 civarında kampı ziyaret etmeye karar veriyoruz.
Kamp yerine vardığımızda izcilerin çadırlarını kurmuş ve yoğun bir faaliyet içinde bulunduğunu izliyoruz.
İlk işimiz izci liderleri ile tanışmak oluyor.
Daha sonra çevreyi temizlemek için küçük bir yarışma düzenlemeyi öneriyorum. Aslında bizler gelmeden yapılan da zaten buymuş. Benim teklifimin tek farkı bu işi bir yarışma haline getirmek oluyor. Kağıt 1, şişe 2, tenek kutu 3 plastik 4 puan kim çok puan toplarsa ödüllenecek!..
Liderler hemen kuralları ve gurupları belirliyor ve herkesin eline bir çöp torbası tutuşturularak komut veriliyor.. Başla...
Kısa sürede ortalık pırıl pırıl oluyor. Liderler toplanan çöpleri değerlendirerek her grubun puanını belirlemeye çalışırken ben ikinci teklifimi yapıyorum.
Kazanan hepimiziz dolayısıyla herkese ödül!..
Öyle de yapıyor ve bu geleceğin mimarlarına birer küçük armağan veriyoruz.
Ödül törenin sonrasında vedalaşmak istediğimde "bir dakika lütfen" diyen izci liderleri, bana şapka, izcinin el kitabı çeşitli izci obalarının rozetlerini -ki bunlar, izcilerin çok önem atfettiği değerlerdir-hediye ediyorlar.
Sadece bunlarla kalsa iyi, bir de küçük konser işin cabası oluyor...
Meğerse ben öyle zannetmişim. Üstüne üstlük bir de veda şarkısı söylemezler mi!..
Hadi gelin de duygulanmayın bakalım...
Yaklaşık olarak 13 seneden bu yana avcıların eğitilmesi yönünde kendimce çaba sarfediyorum.
Yaptıklarıma değil ama, yapamadıklarıma ait çok delil var...
Aldığımız yolun, çok ama çok küçük olduğunu izliyor ve derinden üzülüyorum.
Düzenli bir avcılık, 250.000 insana 1.sınıf hayat yaşatır.
Bu da, bu ülkede yaşayan her 280 kişide bir kişi anlamına gelir ki!
Sıkça "Kaynaklarımız yetersiz" diye mazeret beyan edenler, bunu bir kere daha düşünmelidirler.
Ya ben yanılıyorum ya da sorumlular (!).
Öğrenmek istemez misiniz?
-!..
Hodri meydan!
-!..
İzcilerle paylaştığım çok kısa bir zaman dilimi, içimde yeniden bir umut doğmasına neden oldu.
Onları özverili ve çalışkan buldum.
Paylaştıkları beraberlik duygusuna da tek kelime ile hayran oldum.
Elbetteki bu çalışmanın mimarı olan liderlerin hepsini de yürekten kutluyorum.
Yabanhayatının emin ellerde sürdürülebilirliğini isteyen herkesin "izcileri" çok, ama çok yakından izlemesi gerektiğini, düşünüyorum.
Sürdürülebilir avcılığın temel taşları ilkokularda "izcilerle" başlayabilir.
Önyargılı, kemikleşmiş düşüncelere sahip yetişkinleri değiştirmek, tahmin edilenden çok daha zor.
Onlar hala "Kaç vurdun?" da...
-!..
"Tekrar çocuklar gibi olmamız, yerine getirilemeyecek bir taleptir.
Ama, en azından çocukların bizler gibi olmasını önlemeye çalışabiliriz."
Erich Kastner