Allah'ın Ayısı!
ALLAH'IN AYISI!
Şimdi sizlerden geçmişte yazmış olduğum bir yazıyı anımsamanızı rica edeceğim. Hafıza konusunda zorlananlar için "Uçtu Uçtu Kim Uçtu?" başlıklı yazımdan kısa bir bölümü sunmak istiyorum. 14 Ekim 2005 tarihinde yayınladığım yazıda şöyle demişim. "...Şimdi arabamda Sn. Ece Soydam var ve ben bir kere de öyküyü onun ağzından dinlemek istiyorum. Hatta, öncelikle kendi yaşam öyküsünü. Sn.Ece Soydam 1971 Ankara doğumlu. Lise tahsilini Ankara Koleji'nde tamamlamış. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İngilizce Bölümü'nden mezun olmuş.
Sn.Ece Soydam Düşlerini, hep yabanhayatını ilgilendiren bir çalışmanın içinde olmak süslemiş. TRT'ye ilk girdiğinde haber dairesinde işe başladığını, daha sonra bu bölüme geçtiğini söyleyen Sn. Ece Soydam'ın ilk ürünü “Bozkırın Çocukları: Anadolu Yaban Koyunu” adlı belgesel olmuş.
Çok ses getiren bu çalışmanın ardından, ekim 2004'de başlatılan kara akbaba projesinde neredeyse sona yaklaşılmış. Şu an itibarı ile yaklaşık 135 çekim gününün içinde, 37 gün boyunca aynı çadırda kaldıklarını ifade ediyor. - "Bu çok uzun bir süre, neden böyle yaptınız" diye kendisine sorduğumda - "Senaryonun, gereken duygu yükünü taşıması için, benim arazide kalmam gerkiyordu. Yaşamalıyım ki doğru hissedebileyim" diyor.
Kasım 2005 itibarı ile artık stüdyo çalışmaları başlayacakmış. Montaj çalışmalarının bitiminden sonra, özgün bir film müziği için girişimde bulunacaklarını söyleyen Sn. Soydam, daha elindeki işin sonucunu bile görmeden, yeni bir projenin adını hemem hemen koymuş gibi. Gelecek projenin konusu büyük bir ihtimalle "Ayı" olacak.
Bu yazımı hatırladınız mı? ''Kara akbaba'' çekimleri sırasında, gelecekteki projenin "Ayı" olduğunu duyunca "Bilgim çerçevesi içinde ben de size yardımcı olabilirim" demiştim. En azından kafalarının geri planında bir yere not almış olacaklar ki aradan yaklaşık 10 ay geçmesine rağmen Sn. Muzaffer Evci ve Sn. Ece Soydan önce beni telefonla aradılar, daha sonra da Çamlıdere deki evime geldiler.
Soldan Sağa; Ümran Bora - Sn.Ece Soydam - Sn.Muzaffer Evci Bu vesile ile dostlarla bir arada olduk ve uzun uzun konuşma imkânı bulduk. Ayı belgeselinin çekimi nerede yapılmalı? Ülke içinde pek çok yerde ayıya rastlanıyor, ama çekim açısından en uygun alan neresi olabilir? Bu ve benzeri sorular üzerinde saatlerce tartıştık. Ben Artvin'i önerdim ve hemen telefonla oradaki arkadaşlarımı arayarak bize yardımcı olup olamayacakları konusunda ön bilgi rica ettim. 24 sene evvel başlayan dostluğun hâlâ dün gibi tazeliğini muhafaza ettiğine şahit oldum. Aldığım cevap son derece netti. - Ne demek ağabey biz hazırız. Arkasından da Ağrı'da bir dostumu aradım. Cevap yine doğunun insanına has zarafette idi. - Başımızla, gözümüzle... Daha sonra da bir hafta evvel Devrekli avcı kardeşlerimle birlikte olduğumu ve yöre hakkında ayı ile ilgili olmak üzere onlardan edindiğim bilgileri aktardım. Dinlediler ve not aldılar. Siz ne düşünüyorsunuz? Nereden başlamak istersiniz? şeklindeki soruma; "Küre Dağı'ndan önemli derecede bilgi geldi. Doğruluğunu araştırmak ve yöreyi görmek için bir araştırma gezisi yapmak istiyoruz" dediler. Ben yine oradaki dostuma telefonla haber vermek sureti ile küçük bir katkı koymaya çalıştım. Hoşça geçen birkaç saatin sonunda tekrar görüşmek üzere vedalaştık.
Soldan Sağa; Sn. Ece Soydam - M.E.Bora - Sn. Muzaffer Evci ve Kerem Evci Aradan 5-6 gün kadar bir zaman geçti. Beni telefonla arayan Sn. Muzaffer Evci, Artvin'e gidiş tarihimizi 8 Ağustos 2006 olarak tespit ettiklerini bildirerek özde, "hazır ol"demiş oldu. Hemen bilgisayarın başına geçerek gidecek eşya listesi çıkardım. Telsiz, fener, çakı, fotoğraf makinaları, hafıza kartları ve onları aktaracağım Ipod. Eskiden ava gidereken de böyle yapardım. Öyle ayrıntılara girerdim ki, deyme çerçinin yanımda esamesi bile okunamazdı. Ben de, benlikten bu suretle çıkardım. Bu davranış biçiminin elbetteki psikolojide bir tanımı vardır. Yoksa da; "Onu da alayım bunu da sendromu" diyebilirsiniz. 08 Ağustos salı günü sabah 05.15 de beni evimden alacaklarını söylediler. Her avcının yaşadığı av gecesi gibi 01:00 de kalktım. 02:00 de kalktım. Baktım olacak gibi değil "kalkalım da bu eziyet bitsin" diyerek 3 saat evvelinden şeytan gibi dikildim. Bavul 2 gün evvelinden kapatıldığı için 04:45 de çay bardağı elimde bahçede dolaşıyordum ki, araba geldi. Yaklaşık olarak randevu saatinden 30 dakika önce gelmişlerdi ama ben hazırdım. Bu aceleciliğime kıkır kıkır gülseler de memnun oldukları yüzlerinden okunuyordu. Aksi takdirde bir o kadar zaman beni beklemek zorunda kalacaklardı. Neşe içinde doğruca havaalanına gittik.
Sabah 05.30 /Esenboğa Havaalanı Onlar, karınlarını doyururken ben kararımı çoktan verdim bile... "Öyle ise bol bol fotoğraf çekeyim ki işim kolaylaşsın" diyerek başladım yerli yersiz kareler almaya. İşe yaramayanlarını atmak kolay da, anlatım kolaylığı sergileyen kareye ulaşmak, zannedildiğinden daha zor. İşin bir de benim gibi acemisi olursanız vay halinize...
06:50 Uçuş yüksekliği 9450 mt. tahmini uçuş süresi 55 dk.
Elveda Ankara. Uçağa bindikten sonra çıkardım kara kaplıyı başladım not almaya. Küre Dağı'nda ne oldu? Ayı konusunda bilgi toplayabildiniz mi? 27-29 Temmuz tarihleri arasında yapılan kısa tetkik gezisinin sonuçlarına göre Azdavay ve Cide'de en az iki yerde ayı izleme olanağı olabilirmiş. Bu işte lojistik çok önemli. Bu ihtiyacın o bölgede problem olmayacağını düşünüyorlar. Hepsinden önemlisi "insanlar ilgili" diyor Sn. Evci. Bölgedeki Milli Park Şefi Sn. İsmail Menteş'den övgü dolu sözlerle bahsediyor. Ayı ile ilgili envanter yapma çabası içinde olan Sn. İsmail Menteş aynı zamanda "Ayı-İnsan ilişkisi" üzerine de bir çalışma yapacağını anlatmış. Bana anlatılardan anladığım kadarı ile Sn. Menteş çalışkan ve özverili.
Sn. İsmail Menteş Onu hiç tanımıyorum, ama başarılarından ötürü kıvanç duydum. Milli Parkların bünyesinde çok değerli elamanlar var. Bir kısmı Ankara'da bir kısmı taşrada, sayıları her geçen gün artan, çalışma heyacanını kaybeden veya alan bulamayıp bu kurumdan ayrılanlar da var. Bunların yeri zor dolacak. Sıcak bir örnek vermek isterim. Mesela, Sn.Hasan Saday. Benzetme yapmak gerekirse inanılmaz bir "orta saha" oyuncusu. Yaptığı her işi, mükemmele yakın yapan ender insanlardan biri. Genel Müdürlük göz göre göre bu insanı kaybetti. Yıldırdı. O, affetse (!) de ben affetmiyorum. Çünkü kaybeden yabanhayatı oldu. Biz yine seyahat öykümüze dönelim. Sn. Evci ve Sn. Soydam Küre Dağı'na yapmış oldukları seyahatlerinin birinci gününde Nalbantoğlu Köyü'nde araştırma yapmışlar. Köy sakinlerinden biri, bir fırsatını bularak Sn. Evci ve arkadaşlarının yanına usulca sokulmuş ve sakin bir sesle; -"Sizden bir şey isteyeceğim ama!"demiş. -Buyur amca ne istiyorsun? diye kendisine sormuşlar. O da derdini kısa ve öz bir biçimde anlatmış. -"Abimle beraber hiç fotoğrafımız yok. Bizi çeker misiniz? Kaç para ise verebilirim." Şaşırdık diyor Sn.Evci ve devam ediyor anlatmaya. Biz de "neden olmasın, ayrıca para da gerekmez?" demişler. "Adam bizim önümüze düştü, kısa bir mesafe yol yürüdük. Çok şaşırmıştık . Çünkü vardığımız yer bir mezarlıktı. Adam bir mezar taşının yanına gitti ve yere çöktü. Ve bir yandan da anlatıyordu." -"Benim abim çok muhterem bir insandı. Felçliydi. Abimin çoluğu çocuğu da yoktu. Onunla hiç fotoğrafımız olamadı. Fotoğrafın değeri neyse vereyim." Sn. Evci ve Sn.Soydam bunları anlatırken hepimizin boğazı düğümlenmişti. Tıpkı şimdi olduğu gibi. -!.. Sizin abiniz var mı? -!.. Ya kardeşiniz? -!.. Var da, yok mu? -!.. Böylesine bir sevgi için neler verebilirsiniz? -!.. Bunu düşünebilmenin ve "artık çok geç" diyeceğiniz "o ana" hangi hızla yaklaştığınızı biliyor musunuz? -!.. Hayatın içinde ne çok öğrenecek şey var değil mi? -!..
Son 20 senedir yoğun bir klastrofobi korkusu yaşıyorum. Kapalı alanlarda nerdeyse çıldıracak kadar daraldığımı hissediyorum. Uçak da bunu tetikliyor. Daracık yerde oturacaksın, bu yetmezmiş gibi bir de güzel bağlıyorlar ki... Bu korkumu hafifletmek için sözde kendimi not tutmaya adamış. Tuttum! Ama inanın ki bittim.
Trabzon'a vardığımızı yapılan anonstan ve gördüğüm manzaradan anladım.
Havalanında daha evvel sözleşildiği gibi şoforümüz Sn. Adnan Yılmaz bizleri karşıladı. Hiç durmadan yola koyulduk.
Yola değil ama Artvin'e girişimiz muhteşem oldu!
Telefonla irtibat kurduğumuz arakadaşlarımız bizi lokantada beklediklerini söylüyorlar.
Yemekler gelene kadar hemen fikir alışverişine başlıyoruz.
Muzaffer Bey ve Ece Hanım anlatılanları dikkatle dinliyorlar. Yemekten hemen sonra usul gereği ilk önce İl Çevre ve Orman Müdürü Sn. Etem Boz'u ziyarete gidiyoruz. Konu ile bilgi aktarmanın yanı sıra kurumlar arası işbirliği çerçevesi içinde karşılıklı dayanışmanın yolları araştırılıyor. Ben Sn. Etem Boz'u ilk defa burada gördüm. Konulara yaklaşımını son derece akılcı bulduğumu, gönül rahatlığı ile ifade edebilirim. Bu tür bir çalışan gördüğümde inanılmaz bir mutluluk duyuyorum. Bunda iftihar edeceğimiz insan sayısının sınırlı olması, büyük bir etken diye düşünüyorum.
İl Çevre ve Orman Müdürü Sn. Etem Boz
Sn. Casin Cihan Casin Bey'le yaptığım kısa söyleşide, kendi yöntemleri (!) ile ayı için bir envanter yaptıklarını anlattı. Bu iş için Ankara'dan gelen (!) bir mühendis 2 gün Artvin'de kaldıkdan sonra geri gitmiş! Casin Bey, ayıların mecbur kalmadıkça insana saldırmadıklarını söylüyor. Kendisine silahla saldıran olursa, onlar da saldırganlaşıyormuş. |