Kral Çıplak!
Gerçeği insanların ölçüleri ile değil, insanları gerçeğin ölçüsü ile tartın.
Hz. Ali
Bu ülkede yaşayan herkes gibi zaman zaman benim de içim daralır.
Sıkılırım kötü gidişten!
Göre göre, bile bile buna katlanmak zordur.
Konu, ne olursa olsun.
"Durumdan vazife çıkarmaya" üstüme yoktur.
Olumsuzluk sezersem,
Yaşam sevincim, hemen hemen yok olur.
Doğru yapılan herhangi bir iş görsem,
İlkeli, donanımlı dürüst ve çalışkan bir insan görsem,
Yeniden hayata dönerim.
Bir anda, külün içinden ateş olur çıkabilirim.
Böyle geldim, böyle gideceğim.
Özel ilgi alanım olan yabanhayatının, dolayısıyla avcılığın hızla kötüye gidişi beni çok üzer.
Üzüntümü paylaşabilecek bir dost bulamadım mı,
2106 yılında yaşayacak olan avcılarla dertleşirim.
Onların, beni anlayacağından hiç, ama hiç şüphem yok…
Yine böylesine bir "gel-git” in içinde ruhen savrulurken postadan bir mektup alıyorum.
Gönderen Sn. Ali Üstay.
Bu siteyi takip eden avcı kardeşlerim, benim Sn. Ali Üstay'a hangi gözle baktığımı bilirler.
Bilmeyenlerin ise halen öğrenme şansı var. Onun hakkında yazdıklarım sitede "Güncel" başlığının altında aynı yerlerinde duruyor.
26.05.2006 tarihli mektubu, sizler için aynen yayınlıyorum.
Mektupta ödüllendirileceği ifade edilen avcılardan Sn. Ali Toksoy ve Sn. Halil Gülçür'ü hiç tanımıyorum.
Sn.Ufuk Güldemir'i ise iyi (!) tanıdığımı zannediyorum.
Bundan daha önemlisi ise anlamakta güçlük çektiğim ve satır aralarına gizlenen “aşama yapan” tanımı.
Yabanhayatının iyileştirilmesi yönünde 14 seneden bu yana sürekli olarak çaba sarf eden, insanlardan biri olarak bu “aşama yapan” insanları tanıyamamış olmaktan ötürü büyük bir utanç duydum.
Bana yakıştırılacak en hafif sıfat olsa olsa “bakar kör” olabilir diye düşünmekten de kendimi alamadım.
“Öğrenmenin yaşı yoktur” derler ya…
Bu da olabilir.
Davete icabet edersek “öğreniriz” diye düşünerek kendimce teselli yolları aradım.
Ayrıca mektubun altında “Lütfen Cevap Verin” denmekte. En azından, davet sahibine saygıdan ötürü - ki benim için kesinlikle böyledir- müspet veya menfi haber vermek lazım.
Ben de öyle yaptım ve geleceğimi bildirmek için Sn. Ayşegül Üçkardeş'i telefonla aradım. Telefonda ne konuştuğumuzu burada yazamayacağım.
Yol boyu kafama “Aşama yapan” tanımı takıldı…
“Aşama yapan”
-!..
Avcılığa gönül vermiş, aşama yapmış!..
-!..
Ve…
Ben bu arkadaşları tanımıyorum!..
-!..
Doğrusu “işin içinden çıkamadım” dersem doğru söylemiş olurum.
Neyse “öğreneceğim ama” diyerek İstanbul'un yolunu tuttum.
Davet saatinde ben de Tarabya'daydım.
İçeri girdiğimde, bahçe hemen hemen tamamen dolmuştu.
Kapıda yakalarımıza takmamız için hazırlanan isimliklerden hala sahibini bekleyen pek çok da tanıdık isim gördüm.
Davet başlayalı çok kısa bir süre olmasına rağmen bazı yüzlerin rengi, açık büfenin etkisi ile değişmişti (!) bile…
Bir kenara çekilip etrafımı gözlemledim. Bazı dostlarla selamlaştık.
Bazıları (!) görmezliğe geldi.
Aramızda kopukluk olmasına rağmen centilmence el sıkıştığımız, selamlaştığımız eski dostlar (!)oldu.
Gencay Genç
Sindiği yerden, hiç çıkamayanlarda…
Bakanlıktan da davetli arkadaşlarımı gördüm. Onlarla sohbet etme fırsatı buldum.
Bu arada Sn. Ali Üstay elinde kadehi çevrede dolaşıyor ve dostları ile ilgileniyordu.
Bir ara benimde içinde bulunduğum 3 kişilik grubun yanına geldi.
Uzun uzun yaka kartıma baktı…
Baktı,
Ve
Gitti.
-!..
Herkesin bildiği gibi cumhurbaşkanları her yıl çeşitli vesilelerle konutlarında çok geniş ölçekli davetler verir.
Son ziyaretçi gelene kadar da kapıda eşleri ile ayakta beklerler. Bu süre 2 saate yaklaşır.
Onlara tek tek "hoşgeldiniz" diyebilmek için.
Bu protokol gereği olduğu kadar, sıcak ilişkilerinde başlangıcı sayılır.
Bu ve benzeri kriterlerden vazgeçtim.
Ta ki...
Masada yazılı olan bu belgeyi görene kadar.
Şimdi hep beraber bu belgeyi dikkatle okuyalım.
Dikkatli bir göz, duru bir akıl bu programın içeriğinden, davet mektubunun içinde üstü kapalı olarak geçiştirilen "aşama yapma"nın ne anlama geldiğini kolaylıkla süzebilir.
Zaten kriterler tartışmaya mahal bırakmayacak kadar açık.
1- Çok sayıda değişik tür yabanhayvanı avlamak,
2- Kıtalararası avlanabilmek
3- Becerdiysen (!) 500 den fazla azılı (!) avlamak. "
Aşama yapmak neymiş" öğrendiniz mi?
Pes doğrusu!..
Sn. Üstay,
Sizin canınız isterse "özünü", "sözünü" veya "gözünü" beğendiğiniz bir avcı arkadaşınıza dilediğiniz şekilde ödül verebilirsiniz.
Av turizmi yapan bir acente olsaydınız, başarılı av yaptırdığınızı avcılara bu şekilde duyurabilirdiniz. Buna da doğrudur derim.
"Ben bir klübün yönetim kurulu başkanıyım, üyelerimi bu şekilde onurlandırıyorum" derseniz, bu sefer de şapka çıkarırım.
Bu ve benzeri bir kaç türlü ödüllendirme şekline de hiç kimsenin bir diyeceği olamaz. İlk çağrıda "aşama" yerine bu kriterleri belirtseydiniz, bizim de katılılıp katılmama gibi bir özgürlüğümüz olurdu.
Yurtdışında avlanacaksınız.
Hele hele,
Nerede ve nasıl (!) avlandığı yeterince bilinmeyen 500 den fazla (!) yabandomuzu avlayacaksınız.
Hepsininde trofe (!) değeri olacak.
Bunun neresini alkışlıyorsunuz ki?
-!..
Yabandomuzuna karşı cihad ilan edildi de bizim mi haberimiz yok?
Bu ay Almanya'da bir ayı öldürüldü.
"Bruno" adını taktıkları ayı öldürüldüğü için Almanya ayağa kalktı.
Gazeteler olayı manşetten kamuoyuna duyurdular.
"Birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz"
"Bruno canavar değildi"
"Doğaya kurşun"
"Avrupa'nın ikiyüzlülüğü" kullanılan başlıklardan bazıları. (Milliyet Gazetesi / 28.06.2006)
Ülkenin yabanhayatı can çekişirken "Birinci Anadolu Avcılık Ödülleri" adı altında ödül vereceksiniz!..
Bunun "Anadolu" ile ne gibi bir ilintisi var?
-!..
Bilinen öyküdür. Başarıları için düzenlenen bir ödül töreninde, özgeçmişini anlatan işadamı; "Anadolu'da doğdum, hemen hemen tüm yaşamım köyde geçti" deyince; dinleyicilerden biri bu acıklı ve başarılı öykünün heyecanı ile kendini tutamamış ve sormuş.
- Hangi köyde? Hangi köyde?
Adam sakince cevap vermiş;
- Kadıköy'de!
- !..
Bu ödüllerin Anadolu ile ilgisi olsa olsa bu kadar olur.
500 tane trofe değeri olan yabandomuzu Anadolu'da avlandı ise (!) de söylenecek tek şey var.
Yazık ki ne yazık...
-!..
Bakanlık tarafından verilen izinleri görmek isterim doğrusu.
İlk edindiğim bilgiler 30 civarında izin alındığı yönünde.
Bilgilendirilme yasası gereğince bakanlığa müracaat ettim. Sonuç bana ulaşınca ben de sizlere bildireceğim.
Bakanlık, bir avcının 500 den fazla yabandomuzu avlamasına hangi gözle bakıyor?
İfade etseler de duysak.
-!..
Gaziantepliler "Ağzını büzüşünden ömer diyeceğini anladım" derler
Gelecek sene, ikincisi yapılacak ödüllendirme töreni için kriterler şimdiden belli değil mi?
Örneğin;
1- 17 türün çok çok üstünde; 34 veya 68 yabanhayvanı avlamak.
2- En az 6 (!) kıtada avlanmak.
3- 1000 azılı (!) avlamak.
Nasıl uydu değil mi?
Hadiseyi abartırken bile irite oluyorum desem inanır mısınız? Programı okur okumaz, yeterince gerildim.
Yemek servisi başlar başlamaz usulünce sessiz ve sedasız Sn.Ali Üstay'ın evini terk ettim.
Tıpkı "tavşan dağa küsmüş" misali...
Bu sırada Sn.Ali Üstay haber yapan bayan muhabirin sorularını yanıtlıyordu.
Bir kaç gün sonra toplantının sonuna kadar kalan dostlarıma sordum.
- "Ne oldu? Bu törenden memnuniyetsizlik duyarak usulünce tepki koyan herhangi biri oldu mu diye?
Aradığım "sağduyunun sesi"
-"İtiraz da ne demek! Bol bol şak şak var hem de olabildiğince" diye anlattılar. Günahı anlatanın boynuna!..
Örneğin, ödül alan avcılardan biri mütevazı şekilde "o kadar abartmayın ben sadece tetik çektim" şeklinde işi gerçekci ölçülere oturtmaya çalışıyorsa da "hayır sen müthişsin" diyenler çoğunluktaymış!..
Bu yetmezmiş gibi üstüne üstlük ülkede vurulması yasak olan Anadolu Panteri'ni -canlı yem kullanarak- nasıl tuzağa düşürdüğünü, nasıl yüzdüğünü anlatan da çıkmış.
Pes, pes pes
Sn.Ali Üstay
Akıl var... Ve meraklı... Sorular soruyor sürekli
Sorunlar yaratıyor... Yapıyor, bozuyor... Üretiyor değiştiriyor
Yaşam üretiyor...
Tarih yazıyor.
Sn. Ali Üstay'ın "Hava - Su Toprak - Ateş / Amforalar adlı eserinden alınmıştır.
Yakın takip edenler bilir ki, içinde bulunduğumuz an yabanhayatının iyileştirilmesi ve birşeyler yapılması için çok kritik bir zaman dilimi. Bizler bu çalışmalara katkı koymamız gerekirken nelerle uğraşıyoruz!
Davet sırasında dağıtılan programın içeriğinde "En büyük avcımız Şadi Yazgan ağabeyimize 100. yaş anı plaketi verimesi" başlığı var.
Öncelikle Sn. Şadi Yazgan'a Allahtan sağlıklı günler diliyorum. Ben yine kelimelere takıldım. "En büyük avcımız" cümlesi "en yaşlı avcı" anlamında ise hiçbir problem yok. Öyle değil de "en büyük" kelimesi yabanhayatına katkısı dolayısıyla bunu da gerekçeleri ile öğrenmek isterim. Aynı soruyu Sn. Hayati Pirselimoğlu için de sormak isterim.
Bu yaşça büyüklerimiz yabanhayatına ne kazandırdı?
Sn.Hayati Pirselimoğlu - Sn. Şadi Yazgan
Yaşlılar, hayatlarının ancak işe yarayan kısımlarını hesaplasalardı,
Kimbilir ne kadar çok yaşlı, bugün genç sayılırdı
Petit Jeae
Usulsüz avlanmaya karşı, koruma çalışmalarına katkı mı koydular?
Yabanhayvanlarının üretimine mi katkı koydular?
Genç avcıların eğitilmesi yönünde bir çalışma mı yaptılar?
Yasal düzenlemelerin gelişmesi yönünde çalışmaları mı oldu?
Avcılığın karşısında olanlarla mücadele mi yaptılar?
Özde;
Yabanhayatına ne verdiler?
-!..
Ne aldılar?
-!..
Bu sorumun cevabını bekliyorum.
"İçe" yolculuk zordur.
Hepimiz biliyoruz ki, tarih bilinci edinmekten beklenen temel amaç, bir anlamda geleceğe ışık tutmaktır. Geçmişte yaşanan acı tecrübelerden alınan dersler bizi, bir taraftan aynı türden yanlışlardan, diğer taraftan da telafisi asla mümkün olmayan, zaman kaybından korumaktadır.
Bireylerin hayatın içinde başarılı olma şansı, yaşam boyu aldıkları eğitimin yanı sıra, uğraşı veya merak alanları içindeki konuları -tabir-i caizse- gelmişi ve geçmişi ile dört başı mamur öğrenme olasılığı ile doğru orantılıdır.
Bundan da öte mutlak başarı için, merak alanlarını kapsayan konuların en küçük ayrıntısı bile ince elekten geçirilmeli, özümsenen doğrular gündelik hayatın içine özenle aktarılmalıdır. Birey için doğru olan bu davranışlar, bireylerin oluşturduğu toplumlar için de geçerlidir.
İşte, bu anlamda geçmişte yaşananları bilmek, zannedilenden çok daha fazla önem kazanıyor.
İnsanlar, ilgi alanları içindeki konularla bağlantılı geçmişten -en azından yakın tarihten- gereken mesajları alamıyorlarsa, onlar için aydınlık bir gelecek, zannedilenden çok daha uzaktadır.
Kaşgar'lı Mahmut;
“İşaret olsa yol şaşırılmaz, bilgi olsa söz saptırılmaz” diyor.
Bu özlü sözün mantığına itiraz edebilir misiniz?
Geçmişte yaşananlardan elde edeceğimiz bilgiler, aydınlık yarınlara kavuşmamız için önemli bir rehber niteliğindedir.
İşte bu bağlamda avcılığın yakın tarihinden derlediğim bir küçük örnek yazı, yani “belge” şimdilerde yaşanan problemlerin köklerinin ne kadar eskilere dayandığını ortaya koyuyor.
Yakın tarihimizde avcılığın yeniden disipline edilmesi ve yapılanması için pek çok arkadaşımızın gayret sarf ettiğini, ancak var olan belgeleri okuyarak öğrenebiliriz. Bu değerli arkadaşlarımızın bir kısmı şimdi doğal olarak hayatta değil. Öncelikle onları rahmetle anmak isterim.
Avcılık konusunda, herkesin her şeyi fütursuzca söyleyebildiği bir dönemi yaşıyoruz. Ama yaşanan gerçekler kamuoyuna duyurulandan (!) çok daha farklı.
Yaşanan süreç gösterecektir ki, bu çalışmalar arttıkça, popülizmin (!) dayanılmaz cazibesinin peşinde olanların, geçmişte düşünmeden –bilmeden- konuştuklarından ötürü, daha sonra düşünecekleri –öğrenecekleri- bolca zamanları olacaktır.
Rahmetli Turhan TAMERLER, sağduyu sahibi her avcının yapması gereken özeleştiriyi yaparak bugün yaşanan en büyük problemin (!) geçmişte de var olduğunu bizlere anlatıyor.
Dikkatle okuyalım. Ankara eski Avcılar Kulübü Başkanı Mehmet Ali Bagana ile yapılan bir konuşmadan alınan bir pragraf (01 Eylül 1948)
" Kulübümüzün nizamnamesi hakikaten her bakımdan mühimdir. Öyle kayıtlar koymuştuk ki, her isteyen damdan düşer gibi aza olamayacaktı; aza olanların da nizamnameye ve av kanununa riayetlerini kuvvetli müeyyidelerle sağlamak istemiştik. Nizamname hilafına hareket edenlerin derhal kulüple alakaları kesilecekti. Bir aralık ihbarlar yapıldı. Bir kısım azanın vurulması men edilen av hayvanlarını vurduklarını duyduk. Derhal bu isimleri tespit ederek idare meclisine koydum.
Çok acı bir hakikattir ki, idare meclisi azalarından da bu şekilde avlananlar varmış!
Pek tabii, bizim kanun ve nizamnamemiz mucibinde suçlu gördüğümüz arkadaşlar derhal affedildiler.
İşte bunun üzerine istifa ettim, bazı arkadaşlar da benimle beraber istifa ettiler.
Yurdda ve Dünyada Av ve Deniz Dergisi yıl 1 / Sayı 1
Rahmetli Ali Bagana'nın bahsettiği tüm sorunlar halen artan ölçekler içinde yaşanıyor. Avcılara verilmeye çalışan eğitim sağduyu sahibi bir insan için utanç vesilesi olacak ölçüde. Özel dershaneler -istisnalar dışında- bu işin tuzu biberi oldu.
“Ders alınabilseydi tarihten, tekerrür eder miydi tarih kendiliğinden?” sözü sizce de gerçek değil mi?
Gerçek dışı gündem yaratmanın, hiç kimseye fayası yoktur.
Güç kaybıdır.
En büyük hakim "zaman" karşısında sizi zor duruma düşürür.
Bu gerçeği görmek lazım.
Geçmişte yabanhayatının iyileştirilmesi hususunda ciddi boyutta emek sarfetmiş ve şimdi hayatta olmayan pek çok isim var.Tanrının sınırsız rahmetine kavuşmuş Ali Bagana - Turhan Tamerler- Rıza İlova -Nihat Turan - Sabit Tarhan ve daha niceleri. Hayırla anılacak pek çok doğasever kalbimizde hep yaşıyor ve yaşayacak.
Yaşayanlar arasında ise -Allah hepsine uzun ve sağlıklı ömür nasip etsin - Sn.Ömer Boravalı - Sn. Mahmut Kulein - Sn. Prof.Dr. Uçkun Geray - Sn. Mehmet Adakan - Sn. Derin Türkömer - Sn.Geray Bilimer - Sn. Nevzat Ceylan - Sn. Ahmet Hüsrev Özkara, bir çırpıda aklıma gelen isimler. Unuttuklarım beni bağışlasın.
İsimlerini zikrettiğim bu arkadaşlarım yabanhayatının dolayısıyla avcılığın gelişmesi yönünde önemli adımları atan "ilk" lerdendir.
Örneğin. Sn. Ömer Boravalı Rahmetli Turgut Özal'ı ikna etmeseydi bugün Dolar milyoneri (!) olan pek çok silah satıcısı ortada bile olmayacaktı. Bu arkadaşlarımın pek çoğu -üzülerek söylemem gerekirse- bunun farkında bile değildir.
Sabahtan akşama, Ömer Bey'e dua etseler azdır bile...
Sn.Ömer Boravalı
Bu ilgi alanında vefasızlık, hemen hemen her zaman doruk yapar.
Sn. Mahmut Kulein kadar, bu alanda savaş veren ikinci bir kişi varsa, buyrun adını söyleyin biz de bilelim.
Sn. Mahmut Kulein
Sn Kulein'nin avcılığın gelişmesi yönünde sarfettiği enerji ile "rektefiyesi gelen belediye otobüsü 5. vites uzaya çıkardı."
veya
"Sn.Kulein üfleye üfleye (!) mermeri delerdi" desem!
Anlatmış olabilir miyim?
Av-Doğa -Silah Dergisi'nin değerli yazarları olmasaydı pek çok avcı kendini yenileme fırsatı bulamayacaktı. Sn. Kenan Atasavun'a Sn. Geray Bilimer'e Sn. Ahmet Bağcı'ya teşekkür borcumuz yok mu?
Ülkemizde yanılmıyorsam 8 adet Orman Fakültesi var. Yabanhayatının idaresi ve geleceği için ortalıkta kıyamet koparken düzenli avcılığı savunan sadece Sn. Prof.Dr. Uçkun Geray olmuştur. İzmir-İstanbul-Ankara diye diyar diyar dolaşmış, zamanın orman bakanları ile defalarca konuşarak, mevcut yasanın oluşmasında önemli bir rol üstlemiştir.
Bakanlık personeline Fransa seyahati sırasında önderlik etmiş ve çok önemli bir eğitime öncülük etmek sureti ile yöneticilere -olması gereken- "yeni bir bakış açısı" kazandırmıştır.
Mensubu olduğu İstanbul Orman Fakültesi'nde 2 yıllık da olsa yabanhayatı idaresine dönük bir bölüm açılmasına önayak olmuştur.
Bu çalışmaları gözardı edebilir misiniz?
Sn. Prof.Dr.Uçkun Geray
Sn. Mehmet Adakan yabanhayvanı üretiminde en zoru başarmış bir kişidir. Örnek alınması gereken çok şey yapmıştır. Merak eden avcı kardeşlerim nelerin yapıldığını ayrıntıları ile "Güncel / Mehmet Adakan" başlığı altında okuyabilir.
Sn. Nevzat Ceylan sayesinde yabanhayatı önem kazandı. Basının ilgi alanı oldu.
Sn. A. Hüsrev Özkara bu alanda çok büyük çalışmaların altına imza attı. Hala yükseltmiş olduğu çıtanın altından geçiyorlar.
Sn. A.Hüsrev Özkara - Sn. Nevzat Ceylan
Tabii ki tercüme ettiği ve yazmış olduğu kitaplarla bir çok değerin yerine oturmasını sağlayan Sn. Derin Türkömer. Kendisine çok şey borçlu olduğumuzun kaç kişi farkında acaba!
Ön sıralardaki isimlerin içinde olması gereken bir avcı da tartışmasız Sn. Ali Üstay'dır.
Uluslararası bir ölçeğe sahip bir müze kurmak ve onu, onca sene ayakta tutabilmek ödüllerin en büyüğü için yeter de artar bile. İlk ciddi özel avlağın seçkin örneği, hala hepimizin belleğinde tazeliğini koruyor.
Bu alanda ödül alacak o kadar çok avcı vardır ki!
Görüldüğü üzere ödüle layık davranışların tespitinde kriter;
Doğadan "ne aldığı, ne elde ettiği" değil,
Doğaya "ne verdiği veya ne kazandırdığı" olmalıdır.
Bunun dışında yapılan suni pohpohlamaların hiç kimseye bir faydası olmaz.
Aksi takdirde, sürekli olarak avcılar üzerinde baskı kurmaya çalışan "bilgi yoksunu" insanların eline bir koz vermiş olursunuz.
Görüntümüz ise ;"körlerle sağırlar birbirini ağırlar" dan öte olmaz.
Toplantıya katılan biri olarak gördüğüm manzara karşısında sadece "kral çıplak" diyebiliyorum.
Sn. Ali Üstay bu hataya nasıl düştü, hala anlamış değilim.
Acıdır ama gerçek budur.
İKİ PARMAĞININ UCUNU GÖZÜNE KOY
BİR ŞEY GÖREBİLİYOR MUSUN DÜNYADAN?
SEN GÖREMİYORSUN DİYE BU ALEM YOK DEĞİLDİR
Hz. Mevlana
KISSADAN HİSSE
Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine:
-"İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.
Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
-"Evde bir fare kapanı var!, Evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı:
- "Zavallı farecik... Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve,
-"Evde bir fare kapanı var!, Evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,
-"Çok üzgünüm fare kardeş ama, dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımın da olacağından emin ol" dedi.
Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve,
- "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.
İnek ;
-"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama konu beni ilgilendirmiyor." dedi.
Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda
olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Farecik aç ve susuzdu.
Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.
Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.
Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi.
Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler.
Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.
Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü.
Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.
Bilmem anlatabildim mi?
-!..
Not:
Sn. Ufuk Güldemir'in rahatsız olduğunu öğrendim. Öncelikle Tanrı'dan onun için acil şifalar dilerim.
Hiçbirşey "yaşam hakkından" daha önemli değildir.
Bu hak, bizler için olduğu kadar bu dünyayı paylaştığımız hayvan dostlarımız için de geçerlidir.
Dilerim ki Sn. Ufuk Güldemir kısa sürede iyileşir ve bu hakkı savunanlar arasına döner.
Ona yakışan bu olmalıdır.
Tekrar geçmiş olsun..