Aluç Hanım ve Aluç Bey
Aluç Hanım
Mart ayının başından bu yana Çamlıdere ilçesindeyim. Kaba inşaatı bitmiş bir ev aldım.
Ankara'ya babamın tayini dolayısıyla gelmiştik. Tam tamına 48 sene olmuş, neredeyse bir ömür "Ankara'da geçti" diyebiliriz.
40 yıla yakın bir zamanı, hafta sonları dağlarda geçen bir yaşam.
Son 14 senenin tüm saatleri ise inançlarım uğruna adanmış bir zaman dilimi!..
-!..
Yoruldum artık.
-!..
Oldum olası sıcakla aram yoktur. Ne zaman deniz kenarına bir tatil köyüne gitsek, ben kendime hemen "oda hapsi" yazarım. Tahliye günü ile tatilin bitişi her nasılsa aynı güne gelir. Herkesin merakı, bu süre zarfında "nasıl oluyor da zatürre olmadığım!"
Hücremde beni her zaman klimanın altında görebilirsiniz.
Sıcağı hiç sevmiyorum.
Çamlıdere'de yükseklik 1350 mt civarında. Haziran geldi, bazı günler hala soba yakıyorum. Zaman zaman ağustos ayında kar yağarmış. Havası soğuk , insanları sıcak.
Bunu arıyordum.
Son zamanlarda pek çok insanın yaptığı gibi yaşamımı mercek altına aldığımda -özellikle geçen sene- bazı soruların cevabının havada kaldığını hissettim.
Onca çaba!..
Onca emek!..
Seslendirmek istemediğim pek çok "onca" ya karşı...
İstemediğin kadar;
Vurdumduymazlık,
İftira,
Yalan,
İhanet,
Hakaret,
Ve daha bu yönde -olumsuz olmak kaydı ile- ne biliyorsanız, işte onlardan kucak dolusu, istemediğiniz kadar...
En acısı da "dost" diye bildiklerinizin yaptıkları...
-!..
Geçen 60 yılın kazandırdığı az da olsa bir "tecrübe" var.
Öğrendiklerimin özü bana "hiç bir şeyi değiştiremeyeceğimi" söylüyor.
En azından şimdilik!
"Zamanın" ne demek olduğunu, her geçen gün daha iyi kavrıyorum.
İşte bu düşüncelerin ışığı altında yapabileceklerimi düşündüğümde "Kendimi değiştirmeyi" tercih ettim.
Tek doğru seçenek galiba bu.
Aslında Çamlıdere öyküsünün arka planında yatan da bu...
Yayla Mevkii Aluç Dağı Yapı Kooperatifi
Bu yazının ana konusunu oluşturan Aluç Hanım ile Çamlıdere'de tanıştım.
Onu Çamlıdere'de komşum olan Sn. Hüseyin Karagöz Ankara'dan getirmiş. O evin kedisi.
Ben kendisi ile inşaatın yapımı sırasında ilişki kurdum.
Çok onurlu ve bir hayli tafralı hali benim için yeterince dikkat çekiciydi.
Kısa sürede dost olduk.
O yiyecek, ben de dost (!) arıyordum.
Bir süre sonra onun yiyecek kaygısının dışında bir isteği olduğunu hissettim.
İnşaatı süren evime geliyor ve tabir-i caiz ise evi teftiş ediyordu.
Aluç Hanım teftiş öncesinde.
İçeri girdikten sonra, önce benimle göz teması kuruyor ve kısa süre kucağımda oturduktan sonra da hızla evi dolaşmaya başlıyordu. O bakışların altında gizli bir anlaşmanın varlığı tartışılmazdı. Ben ona "seni seviyorum" derken o da bana "Sana güveniyorum" diyordu sanki...
Bizi fotoğraflayacak biri olmadığı için ben ancak bu kadar yapabildim.
Bir kaç gün sürdü bu teftiş. "Aklanıyor muyduk?" Bunu tam kestiremezsem de turlar devam ettiğine göre "doğru yoldayız" diye düşünmüştüm.
5 Mayıs 2006 günü öğleden sonra geldi ve hızla yukarı kata çıktı. Evin içinde ve dışında çalışan ustalarla ilgilendiğim için önceleri pek farkına varamadım.
Ankara'dan gelen montaj ekipleri, sanki sözbirliği etmişcesine hepsi aynı gün geldi.
Yukarı kata çıktığımda Aluç Hanım'ı gardropun içinde buldum.
Evden gelen havluları kendi bildiğince yerleştiriyordu!
"Kendisine yatacak yer hazırlıyor" diye düşündüm. Daha sonra da şüphe ile karnına baktım. Hamilelik belirtisi yoktu.
Onu dışarı çıkması için ikna ettim. Çünkü hemen hemen hergün Ankara'ya gidip geliyorum. Evde sürekli kalan ustalar vardı. Ortalık ise kelimenin tam anlamı ile ana-baba günü idi. Bu durumda ona bakma şansım hiç yoktu.
Aradan yaklaşık olarak 30 dakika kadar bir süre geçti. Hafiften sinsice bir yağmur başlamıştı.
Dış kapı önünde Aluç Hanım'ın bağırmasını duydum. Çok kuvvetli bir ses çıkarıyordu. Hemen pencereye koştum.
Gözlerime inanamadım.
Aluç Hanım'ın ağzında bir yavru getirmiş ve onu kapının önüne koymuştu.
Hızla koştum ve kapıyı açmamla birlikte Aluç Hanım'ın içeri girip yavruyu ayağımın dibine bırakması bir oldu...
Elimin ayağımın birbirine karışması işte bu an...
Ne yapacaktım?
Hemen karar verdim ve mutfaktan aldığım bir plastik leğene yavruyu koydum. Yanına da Aluç Hanım'ı...
Onları uygun bir yere yerleştirip doğruca evime 5 km. uzaklıkta bulunan Çamlıdere'ye gittim.
15 metre kadar bez türünden birşeyler aldım. Aklımca leğenin sertliğini önlemek istiyordum. Tabii ki tavuk, ciğer ve süt.
Geri döndüm ve ortamı iyileştirme çabalarına giriştim. Ben telaşlı, Aluç Hanım ise mutluydu...
Aradan bir iki gün geçti.
Bekçiden öğrendiğime göre Aluç Hanım 3 yavru doğurmuş. 2'si ölmüş. Kalan tek yavrusu da bana getirmiş...
İaşe işlerini bir düzene sokup tekrar Ankara'ya döndüm.
Uzun süreli bir çözüm yolu bulmalıydık. Bulduk da, eski evinin penceresini kısmen açık bıraktık. Yavruya ve anaya uygun bir yuva yapıp yanlarına da bolca kuru mama koyduk. Her gün ziyaret edip eksiklerini kontrol ediyorduk.
Aluç Hanım yavrusunu bizlere pek göstermek istemiyordu. Üzerine titrediğini rahatça söyleyebilirim.
Bir ayın içinde ancak bir kere görebildim. Yavruyu özenle saklıyordu.
12 Haziran 2006
Evimizin yapım işleri bitti. İnce temizlik için yöreden bir yardımcı hanım temin ettik. Eşim ve ben büyük bir keyif ile kalan ufak tefek eksiklikleri tamamlamaya çalışıyoruz. Bu arada bahçemize başka kediler de geliyor. Kızım onların hepsine birer ad taktı.
Bu Saman!
Şımarık ve Saman
Tekir
Tekir gelmiş ve bahçedeki masada hem mamasını yiyor hem de kendini bana sevdiriyordu. Bizim bu halimizi gören yardımcı hanım parmağı ile 20 mt ötede bir yeri işaret ederek "Biraz ilerde bir tanesi de ölmüş" dedi.
-!..
Bilirsiniz bu hali...
Hani içinizden bir şeyin eriyip gittiğini...
Koptuğunu...
Olmasını istemediğiniz tek şeyin olduğunu...
Hissedersiniz ya...
İşte o an.
Kalbim hızla çarpmaya başladı. Korkak adımlarla gösterilen yere doğru yürüdüm.
Aluç Hanım'ın cansız vücudunu görünce yüreğimden büyük bir şeyin koptuğunu hissettim.
Çocuklar gibi ağlıyordum.
Biraz ötede yuvasına giden yolun hemen yanıbaşında ölmüştü...
Yavrusunu beslemek için sandalyeye bile gerek duymadan bir hamlede düz duvara çıkan Aluç Hanım Yavrusuna 5 mt. mesafede ölmüştü...
Ve yavrusunun bundan haberi yoktu...
Hemen pencereye çıktım ve tüm kedilerin anlayacağı şifreli kelimeyi fısıldadım...
-Pisspis pisss...
-!..
-Miyaouvvvv..
-Miyaouvvvv..
Çılgına dönmüştüm. Koşarak sitenin idaresinden sorumlu olan Kamil'i aradım. Çamlıdereye gitmiş. Telefonla ulaşarak komşunun yedek anahtarını eşinden alarak depoya girdim.
Yavru bağırarak bana doğru geliyordu...
Onu nasıl bağrıma bastım!
Nasıl eve getirdim...
Eşimle nasıl ağlaştık...
Keşke keşke bu sahneleri hiç yaşamasaydım. Görmeseydim...
Beni anlayabiliyor musunuz?
-!..
Bir süre sonra Aluç Hanım'ı yerden alarak onu uygun bir şekilde toprağa sakladım.
Huzur içinde yat Aluç Hanım.
3 gündür yavru ile yatıyor onunla kalkıyoruz. Adını annesine nazire olsun diye "Aluç Bey" koyduk.
Şirin mi şirin,
Cin mi? Cin...
Biblo gibi
Çok meraklı
Bu arada Saman mutad ziyaretlerine devam ediyor.
İlk karşılaşmada, her iki tarafın da tedirgin olduğu söylenebilir.
Ona efeleniyoruz.
Saman babam olabilir mi? Kuyruğu benimkine benziyor da!...
Bana yakın olmayı seviyor.
Ben yazarken o kestiriyor...
Böyle yaşıyoruz.
Aluç Hanım'ın ve ondan bize yadigar kalan "Aluç Bey"in öyküsü bu kadar...
Bunu niçin sizlerle paylaşmak istedim?
-!..
Yolculuğa başlamanız için.
-!..
En tehlikeli yolculuğa!
-!..
İç dünyanıza yapacağınız yolculuğa.
Yalnız çıkacağınız ve etrafınızda aldatabileceğiniz bir tek kulun bile olmadığı gizemli labirentlerde yapacağınız yolculuğa.
-!..
Hesaplaşın bakalım kendinizle...
-!..
Kaç tane hayırlı iş yaptınız?
-!..
Bıraktığınız izi takip edecek kaç kişi var?
-!..
Yakınlarınızın dışında arkanızdan kaç kişi göz yaşı dökecek?
-!..
Ölüm anını düşünün.
-!..
Bu pencereden hayata hiç baktığınız oldu mu?
HİNT MASALI
Bir Hint masalına göre “kedi korkusu” yüzünden hüzün ve endişe içinde yaşayan, bir fare varmış. Sihirbazın biri, bu hazin tabloyu görmüş ve fareye acıyarak onu bir kediye dönüştürmüş.
Fare, artık kedi olmuştur ama artık köpeklerden korkmaktadır!...
Sihirbaz bu sefer onu bir kaplana dönüştürmüş. Ama sorun yine bitmemiştir.
Çünkü kaplan, şimdi de avcıdan korkmaktadır…
Sihirbaz bakmış ki onun korkusunu yenmeye imkan yok…. Ona şöyle seslenmiş.
“Sen cesaretten yoksun korkağın birisin. Sende fare yüreği var. Bu sebeple ben sana yardım edemem sen yine fare ol” demiş
Ve
onu tekrar fare yapmış.
Kendinizle hesaplaşmak için yeterince cesaretiniz var mı?
Kaçarak zafere ulaşmak mümkün mü?
-!..
Ben siz veya o.
Bizi biz yapan değerler nedir?
Taşıdığımız kimlik mi?
Sonradan kazandığımız becerilerimiz mi?
Yoksa iç değerlerimiz mi?
Avcılar, içlerinde soylu duygular yaratmak ve yaşatmak için çaba sarfetmelidirler.
Sevgi ve merhamet duygusundan yoksun bir insan, sizce avcı olabilir mi?
Nice insanlar gördüm, üstlerinde elbise yok,
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
Hz. Mevlana
Mehmet Emin BORA
15 Haziran 2006 / Ankara/ Çamlıdere