Piknik ve Yabandomuzu
23.02.2006 "internet haber ajansı"ndan bir ileti alıyorum.
Gelen mesaj aynen aşağıdaki gibi.
"Denizli'de avcılar tarafından yaralanan domuz, kangal köpeklerine parçalatılarak kameraya kaydedildi. Denizli'nin Çal İlçesi'ne bağlı Yukarıseyit Köyü'ndeki avcılar, yaraladıkları yabandomuzunu, kangal cinsi köpeklere parçalatarak, yabandomuzunun öldürülmesini kameraya kaydetti. Daha önce ABD Başkanı Geaorge Bush'a kangal cinsi köpek hediye eden Yukarıseyit Köyü sakinleri, bu sefer köpekleri yabandomuzunun parçalanmasında kullandı. İnsanın içini ürperten görüntüleri saniye saniye görüntüleyen avcılar, yaban domuzunun parçalanışını "Kangal 2006" adını verdikleri CD'ye kaydetti.Yaban domuzunun parçalanmasını büyük bir zevkle kameraya kaydeden avcılar, görüntülerin sonuna "Kangal End" şeklinde bir yazı ekledi."
Gelen mesajın altına da iyi niyetli bir not düşülmüş. "Bir bakar mısınız?"
Neyine bakayım?
Vahşeti mi izleyeyim ?
Avcılar adına mı utanayım?
-!..
Evet, tek yapabileceğim belki de bu...
Kangal köpeğini tanıtacaklarmış!..
Kangalı tanımayan mı var?
Veya,
Kangal böyle mi tanıtılır?
Yapılan bu eylem, hayvanlara eziyete girmez mi?
Nerede yasalar?
-!..
Ne yazarsanız yazın...
Okuyan yok...
Daha acısı, okuduğu halde anlayanın (!) olmaması...
Ama 2106'da, avcılar okuyacaklar...
Anlayacaklarından da o kadar eminim ki.
Benim sözlerim, şimdi kendilerini avcı zannedenlere..
-!...
Merhamet yoksulları...
İlkesizler...
İki yüzlüler...
Avcıların yüzkaraları..
-!..
Kim bunlar?
Onları hepiniz tanıyorsunuz!
"Küçük beklentileriniz için" adlarını seslendiremedikleriniz!..
"Korktuğunuz için" adlarını seslendirmedikleriniz!..
"Neme lazım diye düşündüğünüz için" adlarını seslendirmediğiniz!..
Bi düşünün bakalım!.. Bu saydıklarımın hangisi yanlış?
İşte bu karmaşık düşüncelerle hafta sonuna geliyorum. 26 Şubat 2006 pazar günü sabah saat 07:30 da kalkıyorum. İlk işim hava durumunu gözlemek. Amacım, sabah kahvaltısını yabanıl bir ortamda yapmak. "Mutlak huzur"un yabanhayatının kucağında olduğuna inananlardan biriyim. Saat 9 sularında yoldayız. Evde hiçbir şey yemedik. İstikamet Kazan.
Kısa bir süre sonra Kazan'a geliyoruz. Onu 3-5 km geçince de sağa "Çiğir" "Akçaören" "Pazar" isikametine dönüyorum. Bu yolun üzerinde arazinin derinliklerinde hoşca vakit geçirebileceğiniz çeşme başları bulabilirsiniz. Çevredeki köy sakinleri de halim selim insanlar. Geçmiş yılların, bende bıraktığı izlenimler bu yönde.
Çoğunlukla gittiğim bir çeşme başı var. Yol sapağına geldiğimde hemen hemen 60 cm civarında birikmiş bir kar kalınlığı ile karşılaşıyorum. Hiçbir araba izi yok. Zorlamamın az da olsa bir riski var... Kahvaltı 1-2 saat ertelenebilir. Eşimin fikri açıkcası işime geliyor. 50 metre ötede asfalt kenarındaki çeşmeyi tercih edip oraya tabir-i caiz ise yığılıyor ve sofra hazırlıyoruz.
2 gün evvel sobacılar çarşısından 25 YTL gibi ufak bir paraya semaver kılıklı "bacaksız" adını verdiğimiz bir düzenek satın almıştım. İlk işimiz onu çalıştırmak oluyor. Sabah başladığımız çay keyfi akşamın geç saatlerine kadar sürüyor. Hem çay, hem de sürekli sıcak su... Daha ne yapsın ki!.. Biz bu "bacaksızı" çok sevdik... Marifeti boyundan fazla.
40 seneye yakın bir zaman, elimde silah ile dağları dolaştım. Aynı zamanda fotoğraf da çektim. Son 4-5 seneden bu yana sadece fotoğraf çekiyorum.
Hangisi daha zor?
Fotoğraf çekmek.
Hangisi daha keyifli?
Bilinçli yapabilirsen (!) ikisi de .
Bu iddiamda samimiyim. Fotoğraf çekmek -tabii ki yabanhayvanlarını kastediyorum- uçan kuşu havada vurmaktan onlarca kere daha zor. İnanmayan denesin.
Yıllar öncesi başlayan bu merak her geçen gün beni kendi dünyasına daha fazla çekiyor. İşte bu bağlamda sadece uzak planda fotoğraf çekebilmek için bir hafta evvel bir objektif satın aldım. Sigma 50-500 mm. ağırlığı, 1842 gr. Buna, ana gövdeyi de ilave ederseniz neredeyse 20 çaplı bir av tüfeği ağırlığında diyebiliriz.
2.400-2.500 Kgm.
Bir tek şeyin peşindeyim.
Avcı kardeşlerime, daha iyi fotoğraflar sunabilmek.
İşte bu düşüncelerle sabah evden çıkarken "Hava güneşli olursa iyi bir kare yakalayabilirim" diye düşünmüş ve o amaçla bu objektifi de yanıma almıştım.
50-500 mm. F4-6.3 EX DG/HSM
Eşimle kuzenim, sofra hazırlıkları yaparken ben de kendimi sahanın derinliklerine atıyorum. İnanın bana, avcılık kadar zevkli.
Soldan sağa: Rana Kazancıgil - Ümran Bora
Üstelik eve götürdüklerinizin ölmezliği var!..
Genel kabul görüyor!..
Ve daha sayılamayacak kadar pek çok değer...
İyi bir kare yakalamak!
Aynen, avcının avını araması gibi... Heyecanlı...
Siz, kimsenin fark edemediği bir kareyi arayacaksınız...
Herkesin görmediğini göreceksiniz..
Sizce de hoş değil mi?
Bu düşüncelerle arazide kısa zaman dilimi içinde bir gezi yapıyorum. 50-60 kare fotoğraf çekiyorum.
Yemek vakti yaklaşıyor. Çok da karanlığa kalmak istemiyoruz. Akşama misafirlerimiz var. Çeşme başına geldikden kısa bir süre sonra yanımıza hızla gelen bir araba ani bir fren yaparak duruyor. İçinden pür telaş iki avcı çıkıyor. Bizlere dönerek "domuz gelecek " diye bağırarak karşımızdaki tepeye doğru hızla uzaklaşıyorlar. Bir anda eski günler geliyor aklıma... Bana ayak uydurmak zordu desem!..
Neyse bizim hanımları bir telaş alıyor. Ben de kendilerine "sakin olmalarını, ani hareketten kaçınmalarının" gerekçelerini anlatıyorum.
Bu arada hızla düşünmeye başlıyorum. "Olmaz olmaz deme" ya gelirse!..
"Körün aradığı bir göz, Allah verdi iki göz" şeklinde bir söz vardır.
İşte, benim içinde bulunduğum hal şu an için aynen öyle.
Hemen hazırlığa başlıyorum. İlk işim çeşmenin başına bir yastık koyarak objektifi üzerine yerleştirmek oluyor.
Yedek pillerin ve kartların bulunduğu küçük çantamı açıp, kullanıma hazır hale getiriyorum.
Neyin, ne zaman biteceğini bilmiyorum ki!... Deneyimim az. Makine de yeni.
Şimdi hanımlara son ikazı yapmanın zamanı geldi.
"Bağırıp çağırmak, heyecanlanmak yok. Aynı avcılar gibi "pıs pıs pıs " konuşacağız. Hem de işaretle tamam mı?
Mesaj hemen anlaşılıyor ekip kuvvetli.
İki sandalyeyi yanyana çekip, gözlerini yabandomuzlarının geleceği olası istikamete dikiyorlar. Tabii ki ben de...
Sanki sinema salonu!..
Arazinin derinliklerinden köpek sesleri duyuluyor. Aradan 15-20 dakika geçiyor. Sesin bana verdiği mesajdan yabandomuzlarının bize doğru yaklaştığını hissederek, hanımlara "Son 3 dakika!.." diyorum.
Aradan 4-5 dakika kadar bir zaman geçiyor. Ortalıkta kimse yok.
Bir ara eşim, yeni öğrendiği lisanla bana sesleniyor.
"Pist pist!.."
Kafamı önce ona, sonra da işaret ettiği istikamete çeviriyorum.
Pist pist... İşte oradalar...
40 senedir dağda gezerim. Böyle güzel bir manzara görmedim!...
Elinde tüfek olunca ya sen arkada olursun!..
Ya da,
Bir çalının dibinde önünden geçecek olanı beklersin.
Gördün gördün...
Silah sesi ile birlikte ortalıkta kimse kalmaz.
Bu öyle değil. Seyret seyredebildiğin kadar.
-!..
Elimdeki objektifi kullanmam için olağanüstü bir fırsat doğuyor. Avdakinden on kere daha fazla heyecanlıyım. Başlıyorum deklanşöre basmaya...
1
2
3
4
5
6
7
"Zevkten dörtköşe" şeklinde bir tabir vardır...
İşte bu yanlış...
Ne köşesi!..
Köşe möşe bitti...
Pelte gibi olduk desem...
Yabandomuzları tepeyi aşar aşmaz hemen heyecanla fotoğraflara bakıyorum.
İlk üç kare kötü. Objektifin özelliklerini tam olarak kullanamamışım.
Çalıları netlemişim...
Neye lazımsa...
Ders olur inşaallah.
Bu arada önemli bir şey tespit ettim. Makinemde 1 gb kart vardı. Zannedersem 4 gb ve hızlı bir kart olsa, daha iyi olacakmış. Çünkü, son kareden sonra deklanşör artık basmadı. Fotoğrafların hepsini çok yüksek yoğunlukta çektim. Her kare, 34.7 MB.
Bunları detayları ile yazıyorum ki, sizler benim hatalarıma düşmeyesiniz diye...
İyi ki çeşmenin üzerindeki taşa yaslanmışım. Bu işte iyi bir tripod işin "olmazsa olmazı".
En ufak sarsıntıda görüntü flûlaşıyor.
İşin uzmanı olan Sn.İsmail Haykır'a sorduğumda "ASA değerini 800'e çıkartsaydın, enstantene çok hızlanırdı ve bulanıklık kalmazdı" diyor.
Ben aktarayım da ... Siz yine nasıl isterseniz öyle yapın...
Ben bunları hızla düşünürken aklıma "Hanımlar ne yapıyor?" demek geliyor.
Ne göreyim!... Kuzen oturmuş ağlıyor...
Ben, özellikle hanımların, avcılık hakkında senelerdir ne düşündüğünü bildiğim için, bu davranış bana pek de aykırı gelmedi. Seslendirmek gerekir ise kuzenim, yabandomuzlarının kaçtığı istikamette avcıların var olduğunu biliyor ve doğaldır ki bir süre sonra olabilecekleri (!) tahmin ediyor.
Kolaylıkla "Ölüm anını düşünüyor" diyebiliriz.
Bu tabir sizi şaşırtabilir.
Avcılıkla ilgili pek çok derste bana yardımcılık yapan kuzenim Rana Kazancıgil, benim "avcılığın felsefesi" ile ilgili olmak üzere verdiğim klasik örneği iyi bilir.
Derslerde bir av tüfeğini göstererek, silahın tetik düşürme süresinin, yaklaşık olarak saniyenin altıda biri kadar bir süre teşkil ettiğini ifade ettikten sonra;
"Yani, herhangi bir canlıya ölüm, saniyenin altıda biri kadar kısa bir sürede ulaşabiliyorsa, acaba ölüm bizlere ne kadar bir sürede ulaşacaktır" şeklinde bir soru sorduğumda, çoğu zaman sınıfı derin bir sessizlik kapladığına şahit olmuşumdur.
Bir ömür boyu, ölümle kucak kucağa olan avcıların pek çoğunun aklına kendi ölüm anı gelmemiştir bile!
Buradan yola çıkarak avcılara, "merhametin ne denli önemli bir insani vasıf olduğunu anlatmaya çalışmışımdır!..
Şu anda da yapmaya çalıştığım bu.
-!..
Kuzenim ağlıyor...
Eşimin yüz ifadesi karma karışık.
Nitekim kısa bir süre sonra yabandomuzlarının kaçtığı istikametten yoğun silah sesleri geliyor.
Aradan yine bir süre geçiyor. Rana Hanım benim ricam üzerine karşıki bayırdan gelen yabandomuzlarının ayak izlerini görüntülemek için derenin diğer yakasına geçiyor.
Yabanhayatındaki yaşanan gerçekleri, ancak bilgilerimizi paylaşarak öğrenebiliriz.
Toplumun bir kesimine doğruluğuna inandığımız birşeyler anlatmak istiyorsak, onlarla kavga etmek yerine onları ikna etmeye çalışmalıyız. Bunun tek yolu karşı fikre sahip insanları tek tek, üşenmeden bilgilendirmekten geçer.
Yabandomuzunun ayak izleri
Çeşme başından her iki yönüde kontrol etme imkanım var. Gözüm arazinin üst kısımlarına doğru odaklanıyor. Avcıların bir yabandomuzunu sürükleyerek yol kenarına taşımakta olduğunu görüyorum. 50-500 mm'lik objektifimle durumu tespit ediyorum. Bir süre sonra da avcılar yabandomuzunun başına toplanıyorlar. Ben de bu anı tespit ediyorum.
Ve, esas problem bundan sonra başlıyor...
Hızla o yöne doğru gidiyorum. Mutad selamlaşma ritüelinden sonra, bir kaç kare fotoğraf çekiyorum ve klasik sorumu soruyorum.
Benim zorumla bu kareye eşim ve kuzenim de dahil oluyor.
Yabandomuzunu niçin vurdunuz?
-Tarlalarımıza zarar veriyor.
-Peki yasal düzenlemelere uyuyor musunuz? Örneğin, ruhsatınız var mı?
-Var.
-Avcılık kursuna gittiniz yani!..
-Yok gitmedik.
-!..
-Peki ruhsatınızı nasıl aldınız?
-Abi biz köylüyüz. Bulundurma ruhsatımız var.
-!..
Bu arada onlar da bana soru soruyor:
Ankara'dan ........... falancayı filancayı tanır mısın?
-Tanırım
-Onlar buraya sık sık ava gelir.
-O yabancı uyruklu bir kişi. Onun ülkemizde av yapması yasak. O sadece av turizmi kapsamında av yapabilir. Özellikle uçar avlarına asla gidemez. Niçin onu burada avlandırıyorsunuz?
-!...
-He abi haklısın zaten karısı ile geliyor.
-!..
Daha sonra açıyorum ağzımı, yumuyorum gözümü.
Onlara uzun vadede menfaatlerinin, bu hayvanı "gelişi güzel vurmaktan" değil "korumaktan" geçtiğini anlatmaya çalışıyorum.
"Ankara'ya, idareye başvurun. Tarlalarınızı korumanın farklı yolları var. Hem ürün alın, hem de av turizminin kazandıracağı nimetlerden faydalanın" diyorum.
Daha sonra av sırasında yapmış oldukları temel hatalardan bir kaçı hakkında örnek veriyorum.
Av bitmiş olmasına rağmen bazılarının tüfeği hala dolu.
O hızla arabalarının başına gidiyoruz. Israrlarımın sonunda bagajlarını açıyorlar.
Manzara bu.
Tek kelime ile korkunç.
Yürürlükteki yasalar çerçevesi içinde bagajda kılıfsız tüfek taşımak suç.
Silahların ruhsatı avlanmaya müsait değil.
Hepsinin müsaadere edilmesi lazım.
Daha da önemlisi, yaşanacak bir av kazası sonunda bu arkadaşlar, canlarından olabilirler.
Yazık değil mi?
Ceza sorunu çözer mi?
Kısmen evet. Sürekliliği sağlayabilecek bir tek yol var. Eğitim.
Yeri gelmişken buradan yetkililere sesleniyorum. Bana sadece bir araba verin. Ne kadar köy varsa ben hepsine, hiç bir bedel talep etmeden "yerinde eğitime" gideyim.
Hodri meydan!..
-!..
Avcı arkadaşlarım Saraç Köyü'nden olduklarını söylüyorlar.
Ben de, eğer ilgi duyarlarsa avcılık konusunda köylerine kadar gelerek onları bilgilendirebileceğimi ifade ediyorum.
Bu köy Ankara'ya taş çatlasın 60-70 km.
Eğitim buraya bile ulaşamamış.
Ankara'da göstermelik olarak devam ediyor.
Cılkı çıktı.
Domuz katliamı yapanlar hoca olmuş!..
-!..
Avcı arkadaşlarımızla vedaşıp onlardan ayrılıyoruz.
Orada, yol kenarında yatan bir yabanhayvanı var...
Bir diğeri de yukarıda çalıların arasında...
Niçin öldürüldüklerini anlamadılar bile...
Vurulan iki hayvan yola atıldı...
-!..
Fotoğraflarını çekerken yakinen şahit olduk. Ölüm peşlerindeyken bile durur durmaz, yemlenmeye başlıyorlar.
Yaradan böyle yaratmış...
Ne yapsınlar?
Hayvanlarda suçluluk hissi olamaz ki!..
O doğasını yaşıyor...
O ve diğer tüm hayvanlar, binlerce yıl evvel yaratıldığı ilk gün gibi...
Saf ve temiz.
Suçlu ve kirli olan bir tek yaratık var.
Eğitilmemekte direnen insan.
Biz onları tarlalarımıza zarar verdikleri için öldürdüğümüzü söylüyoruz.
Var sayın ki bu da doğru olsun.
Peki Tanrı'nın yarattığı bu canlı, karnını nerede doyuracak?
Tavşan ne yapıyor?
Onu da, gece karnını doyururken öldürüyoruz...
-!..
Biz sadece öldürüyoruz.
"Öldürmekle" "avlamak" aynı sonuca varsa bile, iki ayrı mana taşır.
21 yüzyılın başında avcılığı hala paleotilik dürtülerle yapıyorsanız!..
Ben ne diyebilirim ki!..
Laf olsun diye, can almanın savunulucak hiç bir yanı yoktur.
Genç avcıların öğreneceği çok şey var..
Av mevsimi çoktan (!) kapandı. Her ne sebeple olursa olsun doğayı kendisini yenilemesine fırsat tanımak lazım. Tüm canlılar üreme mevsimine girdi. Onların canı, bizlerin aklına, vicdanına ve olması gereken soylu değer yargılarına emanet edilmiştir.
Hıyanetin taçlandığı ise asla görülmemiştir.
Avcılar, değişimin farkında olmalı. İnsanlar artık piknik yapmak amacı ile avlaklara kadar ulaşıyorlar. Bu insanların dinlence amacını taşıyan davranışlarının tadını kaçırmamak lazım. Bir miktar saygı, bizlere çok şey kazandırabilir.
Gündüz kandilini hazırlamayan,
Gece karanlığa razı demektir.
Cenap Şahabettin