Usulsüz Domuz Avı!..
Bütün hayvanların duyuları olduğuna göre, fikirleri de vardır.
Hatta hayvanlar fikirlerini bir dereceye kadar kendileri düzenleyip bir sıraya koyarlar. Biz buna 21. yüzyılın bize kazandırdığı bilgiler içinde şimdilik içgüdü diyoruz.
Bu bakımdan insanla hayvan arasındaki fark, az ile çok arasındaki fark kadardır.
Doğa bütün hayvanlara emreder, ve hayvan buna uyar.
İnsan da aynı etkiyi duyumsar; ama o buna boyun eğmekte ya da direnmekte kendini özgür bilir.
Şu halde hayvanla insanın arasındaki fark, insanın anlama kabiliyeti olmaktan çok onun özgür bir unsur olma niteliğidir.
İstemek, daha doğrusu seçmek kudretinde ve bu kudretin algılanmasında sadece akla bağlı eylemler bulunur.
Bütün bu irdelemeler, insanla hayvan arasındaki bu ayrılık üzerinde tartışmaya yer açsa da, onları birbirinden çok önemli ölçüde ayırt eden ve tartışma kabul etmeyen çok özlü temel bir nitelik vardır.
Bu yetkinleşebilme ve olgunlaşabilme kabiliyetidir.
Bu özellik, koşulların da yardımıyla insanda bütün öteki özellikleri ard arda geliştirir ve bu sadece insanlara özgü bir koşuldur.
Oysa bir hayvanın, bütün hayatı boyunca sürecek kesin şekle, birkaç ay içinde kavuştuğunu hepimiz biliriz.
Ve bu hayvan, bin yıl geçse de bin yıl öncesi gibi kalır.
Tüm bunlar doğru ise; tarih boyunca aptallığa yalnızca insanın konu olmasının nedeni nedir?
Biz zannediyoruz ki hiçbir şey kazanmamış, kaybedecek hiçbir şeyi bulunmayan hayvan, hep kendi içgüdüsüyle kalır…
İnsan ise, süreç içinde yaşlılık ve başka nedenlerle, kendi yetkinleşme ve olgunlaşma yeteneğinin kazandırdıklarının tümünü yitirerek, hayvandan daha aşağı konuma düşmüş olmuyor mu?
Öyle ise, ilkel olan kim!..
Bu, insana ait özelliğin, aynı zamanda insanlığın bütün felaketlerinin kaynağı olduğunu; uzun zaman dilimi içinde, kendi kendisinin ve doğanın zorbası haline getirenin de gene bu yeti olduğunu kabul etme zorunluluğunda bulunmak, sizce de hazin bir sonuç değil mi?
Hayvanlara acı çektirmeme ve olası acılardan kurtarma eyleminde bulunma yükümlülüğümüz varsa, o zaman hayvanlar da aynı zamanda, bizim tarafımızdan acılardan korunma hakkına sahip midir?
Zihinsel özürlü insanların hakları bu kişiler tarafından değil de ebeveynler, veliler, veya devlet organları tarafından kullanılıyor ve korunuyorsa “zihinsel faaliyetleri yok” dediğimiz hayvanların haklarını neden korumayalım!..
Onların haklarından neden bahsetmeyelim!..
Neleri yanlış ve eksik yapıyoruz?
Hiç bu bağlamda düşündüğünüz oldu mu?
Şimdi avcılıkla geçen 35 senenin sonunda elde ettiğim kazanımlar bana “değişmemiz gerektiğini hem de hiç vakit geçirmeden değişmemiz gerektiğini söylüyor…”
Söylemiyor… Emrediyor.
Ben sadece bu çağrıya uymaya çalışıyorum.
Merhamet aynı zamanda gökyüzünün de çağrısıdır.
Değişimin temel prensiplerinden biri de önyargılardan arınmaktır.
Hele hele öncelikle “Yüz Kızartıcı Önyargılardan”.
9 Mart 2004 Tarihinde Sn. Sıtkı Olçar'ın daveti üzerine Kütahya'da avcılık üzerine müzikli bir söyleşi yapmıştım.
Amacım bizleri, yani avcıları yeterince tanımayan Kütahyalılara, avcıların yabanhayatına bakış açısını anlatmaktı. Dolayısıyla davetlilerin çoğunluğunun avcılıkla ilgisi hiç yoktu.
Cumhuriyet tarihinin avcılıkla ilgili ilk müzikli söyleşisine, Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan -davetli olmasına rağmen- hiç kimse gelmedi!..
Ama salon tamamen dolmuştu.
Yukarıdaki metin de bu sunudan alınmıştır.
9 Mart 2004 / KURTULUŞ KONAĞI / KÜTAHYA
O geceye katılan Kütahyalılar, kendilerine sürekli olarak "empoze" edilmek istenilen "gaddar avcı" görüntüsünün dışında da bir avcılık anlayışının olabileceğini gördüler. Sıcak ilişkiler oldu. Bizler de sevindik. Avcılığın var olan kötü imajını bir ölçüde de olsa ortadan kaldırdık diye düşündük.
Ama üzülerek söylemem gerekir ise avcıların önemli bir çoğunluğu bunu göremediler. Avcılığı sadece ele geçirme eyleminden ibaret bir olgu olarak düşündükleri için, anlattıklarım onlarda bir iz bırakmadı.
-!..
Bildiğiniz üzere çok kısa bir süre önce "Usulünce Domuz Avı" başlıklı bir yazı yazmıştım. Ne kadar haklı olduğumu şimdi anlayacaksınız. 25 tanesini bir arada öldürenleri bildiğim için, ben çok şaşırmadım. Ama inanın ki çok üzüldüm.
Yabanhayatını daha yakın izlemek için uzun zamandan beri uygun bir objektif arıyorum. Bu maksatla gitiğim fotoğrafçı dükkanına girer girmez "Oldu mu Mehmet Bey" diye karşılandım.
Doğal olarak "hayırdır!.." dedim.
Ve...
Başladılar anlatmaya.
Sn.İsmail Haykır ve Sn. Dursun Ali Sarıkoç 12 şubat pazar günü fotoğraf çekmek için Kızılcahamam'a gitmişler. Her fotoğraf sever gibi yolda gördükleri güzel manzaraları karelemek için de sık sık durmak zorunda kalmışlar.
"Saat 14.00 gibiydi. Kızılcahamam ile Çeltikçi'nin arasında bir yerde fotoğraf çekmek için arabadan inmiştik. Bir anda gördüğüm manzara karşısında kanım dondu. Ani bir refleksle aşağıdaki kareyi çektim. Daha çok vardı ama içim götürmedi diğerlerini sildim." diyor Sn.İsmail Haykır.
Ve önüme çektiği fotoğrafı koyuyor.
Bu olur mu abi?
Avcılar hep bunu yapar mı?
-!..
Ne demem lazım şimdi?
Buyurun, bu da domuz avı!..
Beğendiniz mi?
Kan sergilenir mi?
Yabanhayvanlarını sevmeyen, avcı olabilir mi?
Avcı olan, bunu yapabilir mi?
Ne düşünüyorsunuz?
-!..
Bu manzaranın neresi avcılığa yakışır?
Orası kamuya açık ortak bir alan.
Avcılığı seven kadar, sevmeyen de olacaktır ve bundan da doğal hiçbir şey olamaz.
Bu manzara, avcılığı sevmeyenlerin üzerinde ne gibi bir duygu yaratır?
-!..
Buna hakkınız var mı?
-!..
Avcılık, pek çok değeri içinde barındırır. Bu karede ise bunların bir tekini bile göremezsiniz.
Sağduyu sahibi her avcı için, bu kare kötü bir anıdır.
Yurtdışında yapılan her avdan sonra avcılar, avlanan hayvanların başında kısa bir süre derlenip toparlanılır.
Orada bulunan en yetkin avcı, inançları doğrultusunda bir kaç şey söyleyerek Tanrı'ya şükranlarını sunar.
Adettendir bu.
Budapeşte
Bizler ne yapıyoruz!..
-!..
Bazen kendi başıma otururken düşünürüm;
Gelecekle ilgili hayallerimiz için bugünümüzü mü satıyoruz!
Yoksa
Bugün alıştığımız düzen için geleceğimizi mi?