Yale Üniversitesi ve Avcılık-2
Değerli okuyucular,
Üniversitelerde yapılan akademik çalışmaların yazı dili, doğaldır ki alışılagelmişden farklı olacaktır.
Bu tür bir çalışmayı, kamuoyu ile doğrudan doğruya paylaşmak, etik açıdan tartışılmaz ölçüde doğrudur.
Başka bir seçenek de yoktur. Sn. Ali Kozanoğlu'nun çevirisini bu mantıkla yayınlıyorum.
Ben, sizlere yazılanları aktarırken, var olan yazıya sadece bir şey ilave ediyorum.
Yazılı metni içerik bağlamında destekleyen bir "fotoğraf" veya bir "imaj"!..
Bu kolay gibi görülse de oldukça sıkıntılı bir iş. Çünkü, konuyu destekleyen onca fotoğrafı bulmak zannedildiğinden daha zor.
Milyonlarca kareden oluşan arşivi baştan aşağı kontrol etmek ve onların formatlarını değiştirmek, başlı başına bir zaman alıyor.
Üstelik bu tür bir işde "tek bir doğru" da yok. Çünkü sonuçda bu da bir "beğeni" meselesi...
Buna neden ihtiyaç duydum?
Çok uzun zaman dilimine dayanan gözlemlerimin neticesinde gördüm ki, 7 ila 11 kelime içinde biten cümleler kolay anlaşılıyor. Hatta 3-5 sınırı daha da cazip!.. Daha çok kelime ile anlatılanlarda okuyucu, cümlenin başı ile sonu arasında irtibat kurmakta zorlanıyor.
Bir de satır araları sık ise, bizim insanımız okumuyor!..
Hele hele, dili ağır bir metni asla okumuyor.
Hal böyle olunca geriye tek bir çözüm yolu kalıyor.
Metnin içeriğine sadık kalarak olabildiğince hafifletmek!..
Bu nasıl olur?
Yapmaya çalıştığım da işte bu...
Okuyanın dikkatini dağıtmadan, tabir caiz ise onu sıkmadan okutabilmek...
Örneğin bu metni tercüme etmek şöyle dursun Türkçeden Türkçeye (!) aktarmak, gerçekten çok zor.
Bu kadar uzun bir metni "avcıların sık sık gördüğü hoş manzaralarla hafifletebilirim" diye düşündüm
Ve bu sefer manzara ağırlıklı fotoğraflarla desteklemeye karar verdim.
Dilerim ki amacına ulaşmış olsun.
KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDİYORUZ...
2. Doğasal/Doğa Avcıları - Bundan sonra basitçe “Doğa-Avcıları” olarak anılacak. -
Doğa-avcıları; avcı grupları içerisinde gerek çocukluk dönemlerinde gerekse büyük yaşlarda, yabanhayatına, sırt çantası gezilerine ve kamp kurmaya en çok ilgi gösteren gruptur. Ayrıca kuş gözlemlemeye de büyük oranda ilgi duyarlar.
Önemli bir nokta da, doğa-avcılarının diğer gruplara, bilhassa hakimiyetçi /sportif avcılara nispetle çok daha fazla hayvan bilgisine sahip olmalarıdır.
Doğa-avcıları grubunun, hayvanların yaşam bilgilerine dönük bilgilerinin bu grubun avlanmasının hayvan hayatı hakkında daha şuurlu bir bilince sahip olmaları sebebiyle yapıldığına işaret etmektedir. Tavır/tutum yönünden doğa-avcıları hiç de sürpriz olmayan bir şekilde doğal bilgilerde de diğer avcı gruplarına göre fazla bilgi sahibidirler.
Işık karanlığı, bilgi cehaleti yener.
Bu tavrın doğa-avcılarının avlanma meyillerindeki birincil motivasyon unsuru olduğu açıkça görülmüştür. Bu doğal tavrın bir yansıması olarak doğa-avcıları açık havada gecelemek, yabanhayatına yakın yaşamak, ve her türlü canlıya karşı ilgi duyduklarını belirtmişlerdir. Bunun yanı sıra, tüm hayvanlara olan ilgileri ve yakınlıkları dolayısıyla doğa-avcılarının çok düşük ölçekli bir negatif yaklaşım sergiledikleri tespit edilmiştir.
Enteresandır ki doğa-avcılarının “insani” tavırları yeterince yüksek değildi, ve bu da doğa-avcıları arasındaki hayvan yakınlığının genel bir tutum olduğunun “ev hayvanlarına” karşı özel bir ilgi veya bir “hayvan sevgisi” beslemediklerinin belirtisidir.
Doğa-avcılarının en önemli yönü, doğada aktif ve katılımcı bir payları olması arzusudur. Onlar yabanhayvanları ile o hayvanların ortamında yoğun bir “involvement” iç içelik aramaktadır. Bir avcı/yırtıcı/harami şeklinde katılım doğanın bir parçası olmak için sağladığı fırsatlar yanı sıra yaban hayvanlarının yaşam tarzları hakkında sağlayacağı bilgi yönünden değerli bulunuyordu. Ortega Y Gassett bu avlanma bakış açısını şöyle tarif etmeye çalışmıştır:
"Kişi avlanırken havanın ciltleri üzerinde kayması, ciğerlerine dolması çok daha keskin duygular verir; kayanın fizyolojisi bir daha söylevsel olur, ve bitki örtüsü anlamla dolu hale gelir. Bütün bunların sebebi avcıların -özellikle doğa avcılarının- ava doğru ilerlerken veya çömelmiş beklerken takip ettiği hayvana üzerinde bulundukları toprak aracılığıyla bağlandığını hissetmesindendir."
Avlanmanın gerçekleşmesi doğal olayların belirgin ve hedefe yönelik bir çerçeve halinde organize edilmesiyle değerlendirilmektedir. Bir doğa-avcısı katılımcısının tarif ettiği gibi:
"Arazide silah taşıdığım zaman gördüğüm, farkettiğim ve yaptığım şeyler vardır… Doğayı görürüm ve onun içinde yer alırım, ve hislerim çok daha keskin bilenmiştir… Senenin her hangi başka bir zamanına nazaran rüzgarın çok daha farkında, ışık değerlerinin hatta hava basıncının daha çok farkındayım…"
Doğal çevreyle katılımcı bir ilişki kurmaya yönelik merakları doğa-avcıları tarafından fotoğraf-avcılığının yetersiz bir alternatif sayılarak red edilmesinin de birincil sebebidir. Temel av-avcı ilişkileri,doğayla uyum içinde olmak, iç içelik, şeklinde adlandırılabilecek bir tecrübe için şart olarak görülmektedir. Sırt çantası gezgini ve fotoğrafçı, bu anlamda bu işi beceremeyen yabancılar olarak algılanmaktadır.
Doğasal avcılık tavrı; yabanhayatı hakkında güçlü bir ilgiye ve avlanma anında, doğrudan yabanhayatıyla doğal ortamında temas sağlamak için ortaya koyduğu fırsatlara odaklanmıştır. Av olacak hayvan güçlü bir yakınlığın, saygının ve zaman zaman da idolleştirmenin bir nesnesi olarak algılanmaktadır. Avın takibinde, sadece onun huyları ve yetenekleri öğrenilmiyor, bunun yanında onun ortamını kullanması ve ona uymasından sıcak bir duygu algılanıyordu.
Madson ve Kozicky'nin bu konuda söylediği gibi;
“Avcı avladığı hayvana derin bir saygı ve hayranlık duymaktadır. Bu gerçek avcının karakterindeki eski ve esrarengiz çatışmadır – yani sevdiği bir şeyi aynı anda da avlayabilmesi…
Avcının (doğa-avcısı) yabanhayatına olan derin bağlılığının bir bölümü, onu -yabanhayvanlarını- avlandığı sırada gözlemlemesinden kaynaklanıyor olabilir. Onlar o sırada en güçlü, en hür, en keskin (hassas) durumlarındadır.”
Doğa-avcısının tanımlamasında sık rastlanılan bir unsur insan faaliyetlerinin en temel şekilde icrasından genetik -atavistik- şekilde duyulan tatmindir. Bu atavistik ödül insanlar ile çağdaş dünyanın medeni ve endüstrileşmiş kültürü ile sınırlanmış olan en temel ilişkilerini tasdik ettirme arzusundan doğmaktadır.
Başka bir deyişle, avcılık insanın avcı kökenlerinin farkına varılmasına, ve av ile avcının birbirine olan bağımlılığına ilişkin enerji ve materyel akımının anımsanmasına yol açmaktadır.
Bu konuda Shepard'ın argümanı şöyledir:
Av doğa-avcısı için gerçekten ne yapar? Dinamik hayvan nüfuslarının yaşamı ile kendi hayatının devamını, enerji akımlarının formlarındaki rolünü teyid eder.
Aldo Leopold avcılık için bir “çatlak çit değeri” kabul etmiş (postulate); avlanma sırasında doğal ortamla temas halindeyken geçmişteki şartların yeniden yaratılması ve bu yaratılmanın modern kentsel yaşamın şartlarıyla örtülmesinin asgariye indirilmesi …
Teknolojik gelişmeye rağmen insan doğaya tabi ve onun bir parçası. Bu ilişkiyi tanımanın gerekliliği devam ediyor.
Doğasallığın motive ettiği av, insan aktivitelerinin, direkt olarak amaç ve hedefin basitliği ile belirlediği ilkel duruma doğru modern yaşamdan bir kaçış fırsatı sağlamıştır.
Kalıcı anlam ve tarihsel geri dönüşü besleyen zaman dışı ve evrensel bir tecrübe aranmıştır.
Bourjailly'nin sözleriyle;
"Avcılıkta, spordan ziyade kendini yenileme var; kişinin doğa kökenli olduğunun ve ilk olarak ellerin değil güçlerin yarattığı bir dünyanın üyesi olduğunun bir kabulü. Doğa-avcılığı bu sefere, bir şekil ve maksat veriyor ve bir basitleştirme ayinine döndürüyor."
Doğa-avcısı, avın ölümüyle yüzleşmeye buna mantıki bir anlam bulmaya diğer avcı tiplerinin hepsinden daha çok ihtiyaç duydu.
Yabanhayatı için gerçek bir saygı ve yakınlık ile motive edilen doğa-avcısı, büyük yakınlık duyduğu bir dünyaya vahşet ve sertlik uygulamanın ikilemiyle-paradoksuyla- karşılaştı.
Buna karşı olarak, et-avcıları ve hakimiyet/spor avcıları yabanhayatı ve doğa için bu yakınlığı göstermediler.
Öldürme eylemini, çok daha basitçe, et sağlamak, beceri sergilemek, güç ispatı, cesaret göstermek, eğlence, spor, ve benzeri sebeplerle ilişkilendirdiler.
Doğa-avcıları tam bunun aksine yabanhayatı için derin bir yakınlık belirttiler ki bu ikilem av-karşıtlarının avcıların hayvanlar için, hatta öldürdükleri için dahi yakınlık duymadıklarını iddia ettikleri septik bakışa da bir cevaptı.
Doğa-avcılarının buna karşı cevaplarının bir yönü insanların doğal olarak avcı hayvanlar (predators) olduğu ve bu yüzden bahsedilen atasal mirasın gereği olarak bu insiyaklarını icra ve tatmin ettikleri önyargısına dayanarak inşa edilmişti. Avcılık insanın insiyaki mekanizmasının bir gösterisi olduğu için, her hangi bir diğer avcı hayvan için olduğu kadar doğal ve aynı şekilde suçlama sebebi olmayan bir faaliyetti.
“Av”ın daha bariz bir rasyonelleştirilmesi de doğa-avcısının avlanma sebebiyle yabanhayatına duyduğu saygı ve artan algılama iddiasıydı. Yani, doğada ölümle yüzleşerek tüm canlıların varolan birliğinin daha bütünüyle anlaşılması iddiası. Süpermarketten et satın alan bir kişinin yalıtılmışlığına kontrastla doğa-avcısı hayatın ölümden yaşam kazanmasıyla ilgili ebedi dramla içiçe olarak hayat için daha fazla saygı ve daha çok yakınlık hissedildiği belirtiliyordu.
Son olarak, doğa-avcısının şu iddiası vardı;
ölümle yüzleşerek ve ölümü anlayarak yaşam ve taşıdığı anlam için daha artmış bir algılama sağlanıyordu. Avın hayat ve ölüm peyleri (stakes) aracılığıyla doğa-avcısı hayatın geçicilik karakterine vakıf olduğunu ve kişinin ölümlü varoluşunun bir maksada göre yaşanmasının gereğini fark ettiğini iddia ediyordu.
Bir doğa-avcısı katılımcısının C.H.D.Clarke'ın sözleriyle ifade ettiği gibi; “Hayat kıvılcımının en parlak parıltısını ölüm ortaya çıkartmaktadır.” Onun iddiasına göre, "ölümün farkına varmak kişiye yaşam için daha ciddi bir saygı bahşeder."
Doğa-avcısının iddiasına göre; ölümün gerçekliği, bu mecburi yakınlığı, onun evrensel mevcudiyeti olmadan kişi günden güne varolmanın manasız olayları içinde kaymaya, önemsiz şeylere tipik bir şekilde layık olduğundan daha fazla değer atfetmeye başlar.
Bir doğa-avcısının ifadesine göre:
Ölüm hayat için bana yine av faaliyetlerim sebebiyle o kadar mantıki bir sonuç ki…
Ölüme tutkun değilim…
Fakat hayatı sonlandırmak için o kadar az şey gerekli ki!..
Aynı zamanda yapabileceğimiz veya yapmamamız gereken özel bir şey de yok.
Çünkü gerçekte ölüm bize neyi yapmamız gerektiğini veya hayatımız için ne gibi değerleri, amaçları hedef almamız gerektiğini hatırlatıyor.
Yabanhayatı ve avlanma bu hatırlatmanın parçaları.
Doğa-avcılarının bir bölümünde “avcılığa ekolojistik yaklaşım” diyebileceğimiz bir yüksek volümlü bir hassasiyet ve merak görülmüştür. Avlanma, doğal ortamların içindeki birbirine dayanan dinamiklerini birinci elden algılama ve bunu gözlemleme fırsatını sağlamıştır.
Bir doğa-avcısı "Ben aslında bir ekolojistim. Avlanırım fakat avda geçen bütün zamanımda başka şeyler gözlerim. Birinci odağım avlanma faaliyeti değildir. Etrafımda devam edegelen diğer şeylerdir. Doğal şeylere ve birbirlerine olan ilişkilerine aşırı derecede merakım var. Bu yüzden sanırım aslında bu merak ava bir bağ oluşturmuştur." demiştir.
3-Hakimiyetçi/Spor Avcıları
“Spor avcısı" etiketi oldukça karışıklığa sebep olabilir. Çünkü gerek profesyonel gerek sıradan kişilerce bu terimin çok çeşitli kullanımlarına yer verilmiştir.
Bilhassa belirli bir çeşit yabanhayatı organizasyonu, örneğin Yabanhayatı İdare Enstitüsü etik değerlere bağlı yüksek ahlaklı ve çevreci bir “spor avcısı" modeli çizmeye gayret etmiştir
Daniel Poole spor-avcısı teriminin hakimiyetçi tavırla ilişkili kullanımının karışıklık yaratacağı hakkında endişelerini dile getirmiştir.
Sözlerine “Eyalet, yabanhayatı kuruluşlarının avcı eğitim ve bilgilendirme programları ile yerleştirmeye çalıştıkları spor avcılığı etikleri ile çatışacaktır” demiştir.
Spor için avlanma fikri, daha önce de not edildiği gibi, ulusal ölçekte yapılan ankette "avlanma için verilen birincil sebeplerden" biriydi.
Bu kendilerini spor-avcıları olarak tanımlayan kişilerin sosyal özellikleri onların et-avcıları ve doğa-avcıları ile bir kontrast oluşturmasına sebep olmuştur.
Spor-avcısı terimi hakkında Poole'ın değindiği karışıklığa ve yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için bu gruba “Hakimiyetçi Spor-Avcıları” denilecek ve bu şekilde bir spor-avcısının ne olduğu üzerindeki diğer fikirlerle karıştırılmayacağı ümit edilecektir.
Hakimiyetçi/ Spor-Avcıları son beş yılda avlananların %38.5'ini,
Geçmişte avlanmış olan katılımcıların ise %35.2'sini oluşturmaktadır.
Bu şekilde bu grup, fonksiyon/et-avcılarından sonraki en büyük grup olup doğa-avcıları grubunun da iki mislinden fazladır.
Sosyal özellikler bakımında hakimiyetçi/spor-avcıları hem fonksiyon/et-avcılarından hem de doğa-avcılarından çok daha heterojendir.
Hakimiyetçi/spor-avcılarında biraz önemli sayılabilecek bir özellik halen kentlerde ikamet etmeleri ve silahlı kuvvetlerde hizmet etmiş olmalarıdır.
Bunun dışındaki özelliklerde ise bunlar , sosyal yönden çok çeşitli bir grup olup fonksiyon/et-avcılarından çok daha az miktarda ürün olarak hayvan yetiştirme tecrübeleri ve doğa-avcılarından da önemli miktarda daha az sırtçantası gezileri ve kuş gözlemciliği tecrübelerini bildirmişlerdir.
Hakimiyetçi/spor-avcılarının en belirgin özelliklerinden birisi hayvanlarla olan bilgilerindeki eksikliktir.
Aslında hakimiyetçi/spor-avcıları ulusal ankete katılan her hangi bir -hayvan faaliyetleri hakkında bilgi bağlamında - gruba nazaran en düşük bilgi seviyesine sahiptir.
Bu tespit bilhasa çarpıcı olmuştur.
Çünkü bu durum doğa-avcılarının çok yüksek bilgi birikimleri ile bir kontrast teşkil etmektedir.
İlginçtir ki, sadece av-karşıtlarının hayvanlar hakkındaki bilgisi, hakimiyetçi/spor-avcılarının hayvan-bilgisi kadar azdı.
Tavır yönünden, kesin bir şekilde belirtildiği gibi, hakimiyetçi/spor-avcılarının hayvan-bilgisi bu avcı grubu için çok etkileyici bir derecedeydi. Dominyonistik/spor-avcılarının avlanma faaliyetindeki ilgisinin en bariz motivasyonal unsuru, sportif bir müsabaka anlamında hayvanlarla yarışma ve onlar üzerideki güçlerinin ortaya konmasıdır.
Hayvanlar üzerinde hakimiyet yönünden, örneğin atları düzgün hareket etmeye mecbur etmek için zor kullanmak, yabanortamının aşılması gereken bir engel şeklinde görülmesi, ve hayvanların insanların hakimiyeti altında görülmesi için gösterdikleri tavırlarla ortaya konmuştur.
Dominyonistik/spor-avcılarının hayvan-bilgisi eksikliği de ima edildiği gibi bu grup hayvanlar hakkında kuvvetli bir ilgi veya sıcaklık göstermemiştir. Bu, çok düşük puanları ve oldukça düşük insani skala skorlarıyla da vurgulanmıştır.
Hayvanlara karşı bu sevgi yoksunluğu, doğa-avcılarına nisbetle, yabanhayatını tehlikeli ve kedileri hunhar görmeleri, hayvanlarla temas etmeye pek istekli olmamaları, istenmeyen hayvanların sınırlanmasını desteklemeleri, ev hayvanlarını hayatta önemli bir tatmin faktörü olarak görmemeleri, ve yabanhayvanlarına gerek çocuklukları gerek erişkinliklerinde çok daha az ilgi göstermiş olmaları ile belirgindir.
Doğa-avcılarının aksine, hayvanlar için ilgi veya yakınlık hakimiyetçi/spor-avcılarının hayvan-bilgisi avlanma faaliyetlerinin önemli bir unsuru olarak tebaruz etmemiştir. Avlanan hayvan daha ziyade hakimiyet, yarışma, atıcılık melekesi teşhiri ve güç gösterisi içeren bir sportif faaliyete iştirak etmek için bir fırsat olarak görülmektedir.
Diğer bir deyişle, hakimiyetçi/spor-avcılarının avlanma hayvanlarla değil insanlarla kaynaşma temin ettiği ve sosyal faydaları için önemsenen bir faaliyettir.
Bu konumda hayvan insan ilgisinin, yakınlığının bir objesi olmaktan ziyade bir başarı göstergesidir.
Başarılı bir av, hayvanın bir hedef olarak üstün kabiliyet gerektiren bir meleke gösterilmesine fırsat verecek olayların yaratmasıyla oluşmaktadır.
Dominyonistik/spor-avcısı için tipik olan nisbeten daha az merhamet, empatik ilgi veya doğal merak mevcudiyetidir.
Bunun yerine, Copp'un önerdiği gibi, hayvana daha çok “başarının ve becerinin bir reklamı olarak değer verilmektedir." Onlar, "Gıda maddeleri değil, trofeler, elde edilecek ve avcı dostlara teşhir edilecek nesnelerdir.”
Meydan okuma, yarışma unsurları, hakimiyetçi/spor-avcıları için bilhassa önemli olup, avcılığın bu yönleri olmadan bu avcının ilgisinin devam etmesi pek olası değildir.
Belirli bir trofe hayvanının takibi çok gerekli olmasa da ve aslında oldukça seyrek de olsa, trofe avcılığı dominyonistik/spor-avcılığının yönlerini ortaya koymakta faydalıdır.
Gerçek büyük hayvan trofesi temsilen av, spor, yarışma, karşı koyma ve beceri gösterisini kapsadığı gibi husule getirme ve başarı olarak da dominyonistik/ spor-avcılığının en üst noktasıdır.
Hakimiyetçi/spor-avcılığı odağının oldukça sık bir ortağı da erkeklik ve gücün vurgulanmasıdır.
Yalnız, erkekliğin vurgulanması dar bir şekilde, seksüel gücün gösterisi olarak değil de daha çok saldırganlık, kuvvet, cesaret, atılganlık, fiziki dayanıklılık ve tahammül dösterisi olarak belirmektedir.
Yeryüzünde bir canlının ölümünün, bir diğer canlya zevk verdiği başka bir durum yoktur./J. O y.Gusset
Bir katılımcının belirttiği gibi;
Hakimiyeçi/spor-avcılığında önemli bir güdü onun erkeklik yanıdır.
Silahın bir fallik (phalic) sembolü olup olmadığını bilmiyorum, fakat muhakkak ki erkeklik veya, maçoluk (machismo), güç…..
Kediler bir kuşu canları kuş istediği için öldürmezler.
Yeteneklerini, güçlerini teyid etmek için öldürürler…
Sanırım aynen hakimiyetçi/ spor-avcıları gibi onlar da güçlerini, melekelerini yinelemekte aynı keyfi alırlar.
Gerçek güdü erkekliktir…
Erkekliğin bu vurgulanması fiziki dayanıklılık gösterisine, potansiyel bir tehlikenin sembolik olarak da olsa tatbikinden duyulan heycana, ve karşıdaki rakip üzerinde fiziki hakimiyet kurma başarısına dayanır.
Bourjaily'nin kısmen satirik olarak “gergedan boynuzu kompleksi … Kendi erkekliklerini ilan etmek için avcı olarak görünmek isteyen erkekler” diye anlatmaya çalıştığı durum.
Anthony gibi ve bazı başkaları için ise hakimiyeçi/spor-avcılığı “Erkekliğin en üstün idealleri … Cesaret, dayanıklılık, kendine-güven …” olarak ifade edilmiştir.
Ayrıca, önemli olan silah kullanma fırsatıydı. Bir erkeklik, güç, meleke, kuvvet gösterisi olarak silah sadece bir sona erişme vasıtası değil, çoğu kez sonun kendisi haline gelmişti.
Caras'ın tarif ettiği şekilde;
“Avlanmayan bir kişi, insanın silahına olan ilişkisini anlayamadıkça, hakimiyetçi/spor-avcısını hiçbir zaman anlayamaz.” Dominyonistik/spor-avcılığı odağının sıradan olmayan bir ifadesi de tilki-avı ve aristoktaik avcılık denilen diğer ritüel avlardır.
Hakimiyetçi/spor-avcılığının bu gibi ifadelerinde, hayvanın ölümü, avda oluşan ritüel ve seremonilerin gerisinde, ikincil olarak kalır. Tilki-avcılığı kostümleri ve avın kovalanması ritüelleri ile bu durumu bilhassa resmeden bir olaydır.
Bourjaily'nin anlattığı gibi;
“Avcılığın bu formu diğer sporculara karşı istenen formaliteler icap ettiren tavırlar sistemiyle, belirli bir avlanma halinde hangi kabiliyetlerin deneneceğini dikta etmesiyle, seçkin olmayanların tamamen dışlanmasıyla, ve ava karşı, ‘doğru yapılması' taktiri ile zaman zaman ava karşı bonkör davranıldığı, zaman zaman ise kişinin bir günde yüzlerce hayvan öldürülmesine müsaade edilmesi ile ortaya çıkar.”
III . AV-KARŞITLARININ TAVIRLARI VE ÖZELLİKLERİ
Bu kısım avcıların ele alındığı kısmın formatına kabaca paralel olacaktır. Önce, kısa ve çoğunlukla istatistiki bir tarif grup büyüklüğü, sosyal özellikler, ve bölgesel dağılım olarak genel nüfusa mikyasla av-karşıtlarını belirlemeye çalışacaktır. Bunun ardından av-karşıtı düşünce temellerinin istatistiki ve tarifi bir kaydı gelecektir.
Av-karşıtları kabaca, “Spor için avlanmak yanlıştır” ifadesiyle olan güçlü hemfikirlilikleri ile tanınırlar.
Av-karşıtı düşünce daha farklı ve daha geniş formlar alabilirse de şu an için av-karşıtlarının bu şekilde tanımı yeterli görülmektedir.
Toplumun;
%29'u spor avcılığına karşı güçlü bir muhalefet sergilerken
%26'sı güçlü bir şekilde
%31'i de hafifçe
“spor için avlanmak yanlıştır” fikrine karşı çıkmadılar.
Tüm örneklerin sadece %4.5'i spor avcılığı, fazlalık geyiklerin et için hasatı ve trofe avcılığı fikirlerine karşı çıktılar.
Et satın alan kişilerin avcıları tenkit etmemesi gerektiği fikrine de itiraz ettiler.
Enteresandır ki, hayatlarının her hangi bir safhasında avlananların %20.4'ü de spor avcılığına kuvvetle karşı çıktılar.
Avlanma taraftarı gruplar ile her hangi bir örtüşme olmaması için;
Av-karşıtları
Spor avcılığına karşı olanlar
Hayatları boyunca avlanmamış olanlar şeklinde tarif edildiler.
Av-karşıtlarının en çarpıcı sosyal-demografik özellikleri kendi görüş noktalarını ifade eden kadınların sayısıydı.
Ayrıca av-karşıtları, çok daha ziyade, nüfusu 1 milyonu aşan kentsel bölgelerde ikamet eden, hayvan üretimi ile önemli oranda daha az tecrübeleri olan ve babaları çiftlikle ilgili işlerde aynı şekilde az çalışanlardan oluşmaktaydı. Bölgesel olarak, av-karşıtlarının mühim bir kısmı ülkenin Orta Atlantik ve Pasifik Kıyısı bölgelerinde ikamet etmekteydi.
Enteresandır ki av-karşıtları, hayvanlara ve açık havayla (outdoors), arkadaşlıkları için ev hayvanları (pet) beslemek dışında alakalı değillerdi. Daha önce belirtildiği gibi av-karşıtları çalışmaya katılan tüm gruplar arasında en düşük hayvan-bilgisi puanlarına sahiptiler.
Av-karşıtlarının ahlaki tavır skorlarının çok yüksek olması bir sürpriz değil. Bu sonucun beklenmeyen bir yönü varsa o da bu ahlaki (moralistic) tavrın miktarı (gücü/yoğunluğu) idi. Av-karşıtlarının ahlaki (moralistic) görüşleri sadece avlanmaya karşı olmalarını değil hayvanların sirklerde kullanımını, yabanhayatının kürkleri için öldürülmesini, bacak-tutan çelik kapanların kullanımı, danaların kementle yakalanması, yabani atlara binilmesi, hayvanların laboratuar deneylerinde kullanılması, çiftlik minklerinin yetiştirilmesi, kuşların kafeslerde tutulması, kafesli hayvanat bahçeleri, ve postları için yavru fokların öldürülmesini de kapsıyordu.
Av-karşıtlarının ahlaki (moralistic) tavırlarının kapsam genişliği spor avcılığına olan karşıtlıklarının hayvanların iyiliği ve onlara ahlaki (ethical) muamele yapılmasını içeren çok daha geniş bir ilginin /endişenin bir yönü olduğu aşikardır.
Av-karşıtları bunun yanı sıra hayvanlara, bilhassa ev hayvanlarına (pets) karşı onlara olan güçlü yakınlıklarını gösteren daha insani bir tutum sergilemekteydiler. Av-karşıtları ev hayvanlarına karşı önemli ölçüde çocukluk ve erginlik ilgisi duyduklarını belirttiler ve ev hayvanlarının onlar için başka bir kişi kadar değerli olduğu iddiası ile hemfikir olduklarını açıkladılar. Yalnız şurası da önemlidirki, av-karşıtlarının insani tavırları onların ahlaki (moralistic) tavırları kadar güçlü bir belirti sergilememekteydi.
Bu bulgunun bize anlattığı av-karşıtlığı hissiyatının hayvanlara karşı duyulan güçlü bir yakınlık veya hissi bağlantıdan ziyade altında yatan ahlaki (ethical) bir düşünce/güdü olduğudur. Bu ihtimal av-karşıtları ile genel nüfusun menfi skala skorları arasında önemli farklılıklar olmaması ile de önem kazanmıştır.
Av-karşıtlarının hayvanların çeşitli ticari ve fiili kullanımlarına karşı da geniş bir itirazları olduğunu göstermekteydi. Av-karşıtları insanlarla hayvanlar arasında silsileli bir ilişkisinden ziyade bir eşitlik, akrabalık hissediyor gibiydiler.
Av-karşıtlarının tavırlarının incelenmesi av-karşıtı hissiyatın iki ayrı tutum temelinden, insani ve ahlaki temellerden kaynaklandığı fikrini oluşturdu. Bunlar oldukça farklı iki ayrı av-karşıtı bakış açısı yaratıyor ve nadiren aynı kişide ikisi birden görülüyordu. Avlanmaya insani muhalefet daha ziyade hayvanlar için güçlü sevgi ve duygusal tanımlama ile motive olmaktaydı, ve avlanan hayvanların çektiği düşünülen acı ve eziyete karşı olan endişeyle ilgiliydi.
Ahlaki av-karşıtı tutum ise buna aykırı olarak insanların uygun davranışlarıyla doğrudan ilgili fikirlerin oluşturduğu, spor için öldürmenin temelden yanlış ve kötü bir şey olduğu şeklinde geniş bir ahlaki ve filozofik düşünceler temelinden doğuyordu.
Başka bir deyişle, insani av-karşıtı tavır tipik olarak oldukça hayvan-merkezli olduğu halde ahlaki av-karşıtı tavır avlanmanın insanın sosyal ve ahlaki tutumuna yaptığı öngörülen darbesi ile yakından ilgiliydi. Bu bölümün geri kalan kısmında her bir av-karşıtı bakış açısının ve ilgili özelliklerinin daha açık şekilde anlatılmasına çalışılacaktır.
1. İnsani/Hümanistik Av-Karşıtı
Avlanmaya karşı insani muhalefetin birincil temeli hayvanlarla olan güçlü duygusal özdeşleşmedir. Bu av-karşıtı bakış açısı ile karakterize edilen hemen her kişide hayvanlara, bilhassa ev hayvanlarına, yakın, samimi bir bağlanma durumu gözleniyordu.
Bu ferdi hayvana olan yakınlık ve bu kapsamda onun farzedilen hisleri ve duyuları ile olan özdeşleşme tipik olarak avlanan hayvana yansıtılıyor ve bu hayvanca hissedildiği farzedilen zarar, acı, eziyet ile ilişkilendiriliyordu. Bir diğer deyişle insani av-karşıtı hayvanları, bilhasa ev hayvanlarını seviyor ve bu yakınlık avlanılan çoğu hayvanları da içerecek şekilde uzantılanıyor ve yansıtılıyor.
Hayvanları sevmek ve onların hissettiklerini paylaşmak (emphatizing) fikrinin hayvanları spor için öldürmekle kaynaşmayacağını düşünmektedirler. Bu endişe bilhassa geyik gibi, his-paylaşmanın (emphaty) daha kolay olduğu büyük, memeli hayvanları kapsadığında daha da bariz olmaktadır. Şurası önemlidir ki buradaki his-paylaşma (emphaty) bir hayvanın türü ile değil belirli bir hayvanın kendisiyledir.
Kettle Özdemirci
Böylece, türün bekasının tek bir hayvanın ferdi akibetinden daha mühim olduğu düşüncesinin de insani/hümanist av-karşıtı için çok büyük bir değeri olmamaktadır. Çoğu insani av-karşıtları için her hangi bir kişinin bir hayvan öldürmeyi hoşa gider bir faaliyet olarak görmesini düşünülemez olarak görmektedirler. Spor-avcılığı bir yönden biraz öldürme için öldürmek, bie sebebi veya izahı yokken acı çektirme ve ızdırap vermek için belirgin bir arzu olarak telakki edilmektedir. Bir katılımcının dile getirdiği gibi:
Spor için neden geyik öldürülmelidir ki? Eğlenmek istediğimde kedileri ve köpekleri vurmak için barınağa gitmiyorum … Bu hayvanları öldürmek eğlence değildir. Onları öldürmenin eğlence olmaması gerektiğini düşünüyorum. Avcıların öldürmekten ne zevk aldıklarını anlıyamıyorum.
Zilli Bora
Bilhassa güzel olarak kabul edilen, çoğu büyük av hayvanları ve su kuşları gibi, hayvanları kapsayan durumlarda bu anlayamama bir yandan da bir kişinin neden bu güzelliğin hareketsiz, hayatsız bir yığına dönüştürmeyi tercih edebilmesini anlayamamak şeklinde ortaya çıktı. İki insani av-karşıtının söylediği gibi:
Fıstık Bora
"Her hangi bir kişinin bir tetiği çekip bir hayvanın vücudundan kanlar fışkırarak yere yığılmasından zevk alabilmesini kabul edemiyorum. Birisi bunu nasıl yapabilir? Harika bir hayvanı nasıl kanlı bir kürk veya tüy kitlesine nasıl çevirebilir benim idrak kapasitemin dışında."
"Bir geyik, bütün hayvanlar arasında atlarla aynı kategoriye koyduğum bir hayvan. Kimseye zararı yok. Benim sadece bakıp, görüp sevebileceğim bir hayvan"
İnsani av-karşıtlarının perspektifinden hayvanlar sıklıkla masum ve iyi kalpli olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra sıklıkla avlanan hayvanların, yerlerine bir insanın konulması neticesinde hissedeceği korkuyu, dehşeti ve acıyı hissettikleri düşüncesinde antropomorfik (bir insanı/hayvanı tanrıya benzetme) temayüllerinin de mevcut olduğu sabittir.
Devam Edecek...