Destuuuur!..


Bildiğini bilenin, arkasından gidiniz,

Bildiğini bilmeyeni, uyandırınız,

Bilmediğini bilene, öğretiniz,

Bilmediğini bilmeyenlerden, kaçınız...

                                                                   Konfüçyüs

 

Zaman zaman avcı kardeşlerimden soru içerikli mesajlar alıyorum.

"Avcılığı, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmak için, siz ne düşünüyorsunuz? "

"Sizce avcı toplumunun yaşadığı en önemli problem nedir?" gibi.

En çok sorulan da;

"Falanca filanca " sizin için "şöyle şöyle" yazmış... Onlara cevap vermeyecek misiniz?" şeklinde...

Kısacası, tam telaffuz edilmese de sorulanlardan anlıyoruz ki "polemik" bu toplumun çok haz duyduğu bir olgu. Dozunda olduğu ve içinde "mizahi ögeleri barındırdığı zaman" hem yazana, hem de okuyana keyif verdiği de yadsınamaz.

Tabii ki bunun için; parlak bir zeka, aydınlık bir dünya görüşü ve hepsinden önemlisi yeterli bir bilgi birikimin yanı sıra yazdığını, yeri geldiğinde ispat edecek argümanlara ihtiyaç duyulur.

Tartışılmaz olan değerlerden bir diğeri de, "evrensel ölçekli bir seviyenin" altına düşülmemesi gerçeğidir.

Her tartışma içine "mizahi öge" tıkıştırmaya gerek kalmayabilir de!..

Ya "konunun içeriği" ya da "bahse konu (!) kişi" zaten yeterince komiktir!..

Bu parametreleri taşımayan tartışmalar, düşük düzeyli olur ki!..

Ben bunun içinde asla olmam.

Şiimdi yukarıdaki soruları sırası ile cevaplayacağım.

***

Soru 1 : "Avcılığı, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmak için, siz ne düşünüyorsunuz?"

Bundan evvel yazmış olduğum "Mehmet Adakan" başlıklı yazımda özetle;" 'Avcı Avlanır mı?' çok, ama çok önemli bir belgedir. Nedenini bir başka yazımda sizlere sunacağım." demiştim.

İlk sorunun cevabı ile "Avcı Avlanır mı?" yakinen ilgili!..

Bu bağlantıyı kurabilmeniz için, önce geçmişte yaşananları bilmeniz lazım.

Bilgi yoksa ve bellek, yön bulmada aklı yeterince desteklemiyorsa, gidilecek yolu bulmakta zorlanırız.

Önce, geçmişe doğru kısa bir seyahat yapacağız. Yani, bilgilerimizi güncelleyeceğiz.

Okuyacağız...

Bunu sizden "özellikle rica ediyorum."

Bu toleransı göstereceğinizi umut ediyorum.

Kolay gelsin.

 

Hepsi bu kadar!..

O tarihte bu tartışmadan uzak da olsanız, şimdi en azından bir tarafın fikrini biliyorsunuz...

Öteki (!) tarafın fikrini (!) de merak ediyorsanız!...

Bulursanız, (!) onu da onlara sorun!..

"Avcı Avlanır mı?" 31.05 1994 tarihinde kaleme alınmış. Üzerinden tam tamına 11 sene geçmiş.

Şimdi soru şu.

Yazılanların neresi "anlam bakımından" yanlış?

-!..

Ben şimdi sizin önünüze, farklı bir bakış açısı daha sunmak istiyorum.

Çok küçük bir örnek vereceğim.

Yukarıdaki metinde, sektörü 3 ayrı başlık altında toplamıştık.

Birinci ayakta bulunan tüm kuruluşların hepsi ticaret erbabı değil mi?

Yani bu kuruluşlardan hiçbiri yaptıkları işi "hayır amaçlı" yapmıyorlar demek istiyorum.

Zaten yapıyorlarsa "Bence ne yaptıklarını bilmiyorlar" demektir... Hayır işi ile ticareti karıştırmayalım.

Bu kuruluşların hepsi de, "karlarını maksimize etmeye çalışan ticaret erbabıdır."

Ve bundan da doğal hiçbir şey olamaz. Bu genel bir kaidedir ve her sektörde bu yaklaşım vardır.

İkinci ayaktan örnek olarak, sadece "bir avcıyı" ele alalım. Buna bir de isim verelim.

"Veli " diyelim, olur mu?

Birinci ayakta bahsedilenlerden silah satıcısının ismi de "Ali" olsun.

Ali, yatıp kalkıp silah satışından elde edeceği "en yüksek karı" düşlerken,

Veli de, bu silahı "en ucuza nasıl alırımın" hayalini kurar...

Doğru mu?

-!..

"Doğru, 20 senedir-30 senedir avcıyım. Bu işler hep böyle olmuştur derseniz" mesele yoktur. O zaman sorgulanması gereken konu şudur...

Sizce, "Ali" ile "Veli"nin menfaat anlayışları çeliştiğine göre, bu iki ayrı şahıs farklı amaçlarla, aynı kurum altında nasıl birleşebilir?

-!..

Olması gereken;

"Aliler" bir çatı altında toplanacak,

"Veliler" de diğer bir çatı altında...

Yani;

İşçiler, "işci sendikalarının çatısı altında"

"işverenler de kendi çatılarının altında" örgütlenme yapısını oluşturacaktır.

Bu dünyanın her yerinde böyledir.

Ülkemizde de böyle değil mi?

-!..

TÜSİAD, -müracaat etse dahi- üyelerinin arasına metal işçisi Mehmet'i alır mı?

Ona, "Hadi kardeşim senin yerin 'Metal İş Sendikası' git oraya üye ol" diyeceklerdir. Doğrusu budur.

Bir başka örnek:Sendika ile işveren bir konuda anlaşamasa ve sendika işçileri de miting yapsa!...

Kürsüde (Sahne (!) değil... ) konuşma yapan basın mensubu görebilir misiniz?

Veya

Gazetenin sahibi konuşma yapabilir mi?

Ne diyecek ki!..

-!..

Basının öncelikli işi, kamuoyunu aydınlatmak için doğruları yazmaktır.

Bir de bize bakın!..

Kurumsal yapılar yerine oturmuş mu?

Konuşan, hangi kurumu temsil ediyor?

Sn.Kamil Üçbaş

İşte, olması gereken bu zorunlu durumun tam aksi "Avcılık sektöründe (!)" yaşanır.

Bir bakarsınız, bir av bayiinin önderliğinde bir dernek kurulmuş!.. İçinde avcıları barındırıyor!..

Veya mevcut bir dernek, gücünü av bayiinden almaya çalışıyor...

Bu zoraki birlik nereye kadar gider?

Menfaatler çatışıncaya kadar!..

Kurumsal yapının olması gereken ilkeleri, yerli yerinde değildir.

Ortada tabir-i caiz ise bir araç vardır da, motoru önde mi, arkada mı belli değildir

Bırakın motorunun nerede olduğunu, direksiyonunun başında kim olduğu da belli değildir!..

Her araç sahibi "En son model benim ki" havasındadır...

Yolcularının yarısı "Batıya gidiyoruz" derken diğer yarısı "Doğuya" diye bağırışır...

Böylesi hallere "Kaos ortamı" denir...

Bu düzensizlik, yeni bir düzenin habercisidir. Yeni düzenin başlangıcı sizin davranışlarınızla ilişkilidir!..

Siz oyalanırsanız, bilin ki, o daha fazla nazlanır...

Bu bakış açısıyla, diyebiliriz ki kaos da aslında bir düzendir!..

Sistemi tarif etmez ve gereğini yerine getirmezseniz...

Avcılık, içinde bulunduğu dar boğazlardan daha çok uzun yıllar kurtulamaz.

"İç içelik" sorun çözmez, sorun yaratır.

Birinci sorunun cevabı; "Taşlar, var olması gereken yerlerinde değildir."

***

Soru 2: "Sizce en önemli problem nedir?"

Sorunun temelinde yatan bir kaç önemli parametre var.

"Önem sırasına göre dizilimleri nedir" derseniz!..

Eğitim - Üretim ve Ekonomik güç' derim.

Eğitimsiz insanlarla, başta fikir olmak üzere hiçbir şey üretemezsiniz.

Üretemezseniz!...

Değer yaratamazsınız.

Yaratılmayan bir değerin, neyini paylaşacaksınız ki?

Kavganın temelinde bu var...

En az katkı ile, en çok getiri hedefleniyor!..

Hatta, hiç katkı koymadan "sofradan ne kapabilirim" diyenler, çoğunlukta.

Yabanhayatının geleceği söz konusu olursa!... Ki bahse konu olan budur...

Bu savaşa, mevcut yapıyı iyileştirmeden giren herkes, peşinen kaybeder.

Sektörden para kazananların hangisi -hali hazırda- şu an için üretime gönül vermiş?

Sektörden para kazananların hangisi -hali hazırda- eğitime gönül vermiş?

Büyüklerden bahsediyorum.

 

Sn.Ziya Gürel

  

Sn. Fahri Yönder

Sn. İbrahim Şeremet         

Demek istediğim odur ki, dünyanın her yerinde hangi sektörde olursa olsun, o sektörden para kazananlar dolaylı yollardan içinde bulundukları işkolunu desteklerler. Örneğin, üniversitede yabanhayatı ile ilgili eğitim yapan öğrencilere burs verirler. Kendi iş alanlarında yazılan kitapların sponsoru olurlar. Araştırma çalışmalarına destek verirler. TRT kurumunun kara akbaba ile ilgili olmak üzere gerçekleştirmiş olduğu belgesel ve benzeri çalışmalara katkı sağlarlar.

Bu sektörde gücü olan, en az 50 büyük firma sayabilirsiniz.

Peki, bizde niye yapılmaz?

-!..

Çünkü büyük para kazananlardan birçoğu "Bu işin arkası yok" dedi.

Biri inşaatçı oldu, biri emlakçı, bir diğeri de, oto galerisi açtı...

Yabanhayatının iyileştirilmesi için yapılan savaşların içinde olmak yerine, uzaktan seyretmeyi tercih ettiler.

Kolay olanı buydu...

Birinci ayak içinde var olanların bu güne kadar sergiledikleri tavır bu...

İkinci ayak içinde bulunan ve özellikle kırsal kesim avcılarının durumu daha da vahim!..

21 .Yüzyılın başında, insanlar, hala paleolitik dürtülerle (Yani karın doyurmak için) ava gidiyorlarsa...

Çok ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bilelim.

Bu sorun, avcıların sorunu olmaktan çok daha öte bir sorundur.

Sosyal bir patlamanın öncü sarsıntılarını görmüyor musunuz?

Sorunu tespit etmeden ortaya sunulan çözüm arayışları, nafile bir çabadan öteye gidemez.

İkinci sorunun cevabı ; 1- "Eğitim ve Üretim" eksikliğinin yanı sıra "Kaynak sıkıntısı"ndan bahsedebiliriz.

***

Soru 3: "Falanca filanca " sizin için "şöyle şöyle" yazmış... Onlara cevap vermeyecek misiniz?"

İnsanların ellerinde "yalan ve iftira" gibi iki büyük silah olduğu müddetçe yaşanan kavgalar asla bitmeyecek gibi görünüyor. Bu silahları kullanan şahıslara özellikle "Kitap" konusunda yeterli cevabı verdiğimi düşünüyorum.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az...

Daha ne diyebilirim ki...

Şimdi dikkatlerinizi başka bir noktaya çekmek istiyorum.

Elimde "Yeşil Atlas" dergisinin Aralık 2005 tarihli, 8 No'lu sayısı var.

Kapakta, "Ek: Türkiye Kuşları Rehberi" yazısını görünce, hiç tereddüt etmeden satın aldım. Akşam eve gelince de hemen okumaya başladım.

İlk dikkatimi çeken başlık "Kuş Gribi, Eyvah Kuşlar Geliyor!" oldu.

Ülkede gündem oluşturan bir haberi, hem de Atlas gibi saygın bir dergiden öğrenmek hoş olur diye düşündüm.

Sn. Bahtiyar Kurt'un imzası ile yayınlanan bu yazıda 42'inci sayfada, ikinci paragrafı anlamakta zorluk çektim. Şöyle diyor yazıda;

Ben yazının bu paragrafında, Sn. Bahtiyar Kurt'un "geçmişe dönük üzüntüsünü" tespit edebiliyorum!..Ne diyor Sn. Kurt, "Yıllarca salgın hastalıklar değişik ülkelerde görülmüş ama, ne yazık ki bizim ülkemize gelmemiş ve heyecan yaratmamış!.."

Heyecan anlayışına bakar mısınız?Ne diyelim ki?

Başka heyecanlar arasanız Sn. Kurt!..

Aynı paragrafın bitiminde; "Kuşların hareketi, göç, ülkemizin kuşlar için önemi gibi şeyler zaten kulaklarımıza çalınmıştı" da derseniz, herkes sizin için bu konunun "ikincil bir konu" olduğu kanaatine varır ki...

Zannedersem, siz de bunu istemezsiniz.

Çünkü yazınızın altına Doğa Derneği Planlama Koordinatörü olarak imza atmışsınız.

Bahsettiğiniz her konu başlığı, sizin asıl işiniz.

Dolayısıyla bu konular, sizin kulağınıza çalınamaz!..

Bunları siz zaten herkesten iyi biliyorsunuz!.. Yani kamuoyu bunu böyle düşünür.

"Kulağıma çalındı" deyimi "Başkaları konuşurken kendisi de duymuş olmak" olarak açıklanır. (Bkz. Ali Püsküllüoğlu. Türkçe Deyimler Sözlüğü. S. 572)Yanlış mı?

Bunları niye buraya taşıdım?

Biraz sabır...

Derginin sayfalarını çevirmeye devam ediyorum.Sn. Özcan Yüksek'in "Avcının Ölümü" yazısı ile karşılaşıyorum. Yazı kendi içinde tutarlı. Ama, onunda sonuna gelince aşağıdaki paragrafla karşılaşıyorum.

Sn. Özcan Yüksek yazısını "Avcılık sitelerinde tüfeklerin ateş gücünü ballandıra ballandıra anlatan yazılar vardı ama Orta Asya toplumlarının bin yıl önceki av seferlerindeki ilkeleri çağrıştıran benzer öğretilere en azından ben rastlayamadım."deseydi, olası yanılgılara karşı bir "açık kapı" bırakmış olurdu.

Yanlış mı?

Ben benzer ilkeleri, sürekli olarak 10 senedir seslendiriyorum.

Sitemde de var!..

Ne olacak şimdi?

"Atlas, her zaman keşfetmek için bak" sloganı sizin değil mi?

Öyle ise keşfetmek için neden bakmadınız?

Neden gereği kadar araştırma yapmadınız?

Ben, Atlas Dergisi'ni çok ciddiye alırım.

Niye bizim güvenimizi sarsıyorsunuz ki?

-!..

Daha bitmedi!..

Geliyoruz derginin 64'üncü sayfasına. Yazı başlığı "Kim Av Kim Avcı?".

Bu söyleşiyi de Sn. Yıldıray Lise yapmış.

Sn. Yıldıray Lise soruyor. Sn.Ali Kamil Üçbaş cevap veriyor.

Konu derin, soru basit, bilgi sığ!..

Aşağıda sorulan sorular ve verilen cevaplar var.

Önce bir okuyalım...

Gördünüz mü?

Bilgi, "kazanılmış" olmadığından, sorulara verilen cevaplar, kiralık elbise gibi sırıtıyor.

Omuz kaymış, bel oturmadığı gibi paça da yırtık. Kısacası "faça" bozuk!..

-!..

Görmüyor musunuz?

-!..

Tamam o zaman ben göstereyim.

Önce 5 Mart 1997 yılına gideceğiz.

Söyleşiyi yapan Sn. Kamil Üçbaş'ın sahibi olduğu AV GÜNÜ dergisi için yazılan bir yazıyı okuyacağız.

Görüldüğü gibi o tarihte, Allah gani gani rahmet eylesin derginin yazarları arasında Dç.Dr. Mete Enuysal vardı. Ciddi bir bilim adamlığı sergilemenin yanısıra dava adamıydı. İnandığı yoldan onu hiçbir güç çeviremezdi. Onu, çok erken kaybettik. Yeri gelmişken onu bir kere daha rahmetle anıyorum.

İşte derginin o tarihte yayınlanan sayısında çıkan yazının tamamı aşağıda. Dikkatle okuyalım, çünkü çok önemli.

Görüldüğü üzere bu yazı Sn.Dç.Dr. Mete Enuysal tarafından -yazı sonuna konan dip nottan da anlaşılacağı gibi- belirtilen kaynaktan tercüme edilerek alınmış.

U.S. California Department of Fish and Game, California Hunter Education Manual (Rev. Ed.)
Sacramento California (1987)

Bu yazıda yazılan avcılığın basamaklarına baktınız mı?

Peki, Atlas Dergisi'nde yazılana baktınız mı?

Hiç alaka var mı?

Mesela Atlas Dergisi'nde yazılan 3'üncü basamakla, aslını bir karşılaştırın.

-!..

Birşeyler duymuş...

Ama tam hatırlamıyor...

Verilen cevaplardan sorumlu olan, elbette ki dergi değil...

Bu bağlamında hata bildiğini zannedenin!..

Derginin hatası, diğer konularda olduğu gibi, yeterli araştırma yapmamak.

-!..

Keşke yapılan hatalar bununla kalsaydı...

Devam ediyoruz.

Bilirsiniz, bu tür söyleşilerde bir takım kalıp cümleler kulllanır ve lafı bilerek bir yere getirdikten sonra; son sözü "Bunu da falan filan söylüyor şeklinde bitirdiniz mi!.. İş hemen hemen bitmiştir.

Dinleyicileri veya okuyucuları yeterince etkilemişsinizdir.

Artık gönül rahatlığı ile kasılabilirsiniz!..

Tabii ki söyledikleriniz doğru ise...

Ya yanlış ise?

Ya biri çıkar da "desturrr!.." derse!..

Sıkılmaz mısınız?

-!..

"Niye mi sıkılayım" diyorsun?

Bak, anlatıyorum;

Ben diyorum ki avcılığın basamakları Wisconsin Üniversitesi profösörlerinden Robert Norton ve Robert Jackson tarafından yazılmış "Avcı İnsanlar" veya "Avcı Halklar" isimli kitaptan alınmıştır. Daha doğru bilgi edinmek için ünivesite ile temas kurdum. Yakın bir zamanda yazının aslını İngilizce olarak yayınlama imkanına kavuşacağımı düşünüyorum.

Dolayısıyla bu tanımlamanın, Jose Ortega y Gasset ile hiçbir ilişkisi yok!..

Ama;

"İnsanlar kendileri hakkında abartılı düşler kurmaya yönelmiştir." sözü gerçekten Ortega'nındır.

İnsan, kendi dergisinde yayınlanan yazıyı da mı okumaz?

-!..

Anladık mı?

-!..

Şimdi pek çok kişi içinden "bunun sebebi ne?" diye soru soruyor.

Eğitim eksikliği!..

-!..

Tamam, bu ne demek onu da anlatayım. Bildiğiniz gibi, iyi niyet ile başlatılmış olan avcı eğitimi çalışmaları, zaman içinde pek çok işde olduğu gibi amacından uzaklaşmış, hatta tehlikeli sonuçlar doğuracak boyutlara varmıştır. Yani, insanlar bu kurslara "gidermiş" gibi yapıyor. Dolayısıyla siz de, belge alan avcıları görünce onlara "eğitimli avcılar" gözü ile bakıyorsunuz. Bu arada şunu da seslendirmekte fayda var. Avcıların hepsi de böyle değil. İçlerinde bu işe gerçekten önem veren, önemli sayıda bir kitle de var. İşin kolayına kaçan, işi sulandıranların sayısı iki sene önce daha azdı. Şimdilerde hızla artıyor. İşte bu aşamada önemli bir sorun yaşıyoruz.

"Az bilenlerin, çok konuşması.

"Çünkü kamuoyunda "Avcı bu mu?" gibi tehlikeli bir imaj oluşuyor.

İnsanlar, avcılara zaten önyargılı bakıyorlar. Yıllardan beri, popülizm uğruna avcılar harcanmıştır!.. (Gelecek yazıyı bekleyin çok şaşıracaksınız) Bir taraftan bu düşünceleri berteraf etmeye çalışıyoruz. Diğer taraftan başka yanlışlıkların içine düşüyoruz.

Buna kimin hakkı var?

-!..

Bu söyleşiyi yapan arkadaşımız da avcı eğitim kursuna katıldı.

Ama benim dersime -herhalde konuya tam vakıf olduğu için- gelmedi.

"Avcılığın Kısa tarihi ve Özü" dersine gelmeyen tek kişi, ne kadar üzücüdür ki Sn. Kamil Üçbaş.

Ülkenin farklı illerinde, 7 saatlik dersi, 45 dakikaya sığdıran hocalardan ve açılan kurslarda, şöyle bir görünüp bir daha hiçbir derse girmeden belge alan avcılardan bahsediliyor.

Ben bu sitede yazdığım yazılarımda, "eğitim işi sulandırıldı" diyorum da kimseler inanmıyor.

Gördünüz değil mi?

Olacağı buydu!..

Ümidini de kırmamak lazım!..

Dilerim ki, o da bir gün doğruları öğrenir.

Üçüncü sorunun cevabı ; Anlayan anlar!..

***

Pek çok avcı, "Bu yaştan sonra bana kim ne öğretecek?" şeklinde bir düşünceye sahip.
Ama aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken bir gerçek var.

Öğrenmenin yaşı yoktur.

Ayıp olan bilmemek değil, öğrenmemektir.

 

 

Karanlık aydınlıktan,
yalan doğrudan kaçar.

Güneş yalnız da olsa etrafına ışık saçar.
Üzülme doğruların kaderidir yalnızlık,
Kargalar sürü ile,
kartallar yalnız uçar.

                                                                Anonim

Not: Sn. Ali Üstay'ın "Güzel Sözler" adlı kitabından alınmıştır.

Bu yazı 8110 kez okundu...